• Sonuç bulunamadı

Türkiye’nin Tarihsel Geçmişi ve Aydına Yüklenen Anlamlar

BİRİNCİ BÖLÜM AYDIN KİMDİR?

1.3. AYDIN KAVRAMININ SOSYOLOJİK AÇIDAN DEĞERLENDİRİLMESİ

1.3.3. Türkiye’nin Tarihsel Geçmişi ve Aydına Yüklenen Anlamlar

Türkiye’de aydın nasıl algılanmıştır? Türkiye’de aydınlardan beklenen özellikler nelerdir? Türkiye’de aydınlar, sağ ideolojilere mi, sol ideolojilere mi daha yakındırlar? Türkiye’de halk aydınlara nasıl bakmaktadır? Türkiye’de aydınlar hangi sınıflarda yer almaktadırlar?

Ülgener, Türkiye’de aydınların halk tarafından algılanışını Karagöz-Hacivat tiplemesi üzerinden açıklamaktadır. Ona göre, ortaoyunundaki Hacivat tiplemesi insanlara tepeden bakan, ağdalı laflarla konuşmayı seven ukala ve bilgiç Türk aydınını temsil etmekte; karşısında yer alan Karagöz tiplemesi ise karşıdakine adamakıllı ağzının payını veren saf ve cahil halk adamını temsil etmektedir. Buradan hareketle Ülgener, aydınları halka tepeden bakan ve halk tabanına uzak duran bir seçkinler kadrosu olarak kurgulamıştır (Ülgener, 2006: 95). Ona göre, Batı medeniyetlerinde insanlar arasındaki her türlü etkileşimde eşitler arası bir iletişim söz konusudur. O nedenle aydınlar bu çok taraflı iletişimler üzerinden değerlendirilir ve siyaset yaparlar. Ancak, Türkiye’de ve az gelişmiş ülkelerde aydın Batı’dakinin tersine bir buyurucu gibi işlev görür. Ya da bir haddini bildirme cihazı gibidir. O nedenle de, halkın nezdinde aydınlara karşı hep negatif bir algı oluşmaktadır (Ülgener, 2006: 100).

Cemil Meriç ise aydın sosyolojisine daha farklı bir noktadan yaklaşıyor. Ona göre aydınlar, aydın sorununun temelinde yar alan muhalif olmak ya da iktidarla bütünleşmek noktasında bir nevroz yaşamaktadırlar. Bu durumu entelektüelin nevrozu olarak niteleyen Meriç, Türk aydınının hep bu iki kutup arasında gidip gelerek bir nevroza düştüğünü söylemektedir. Yani Türk aydını iktidara mı yaklaşacak yoksa halka mı yaklaşacak bilememektedir (Meriç, 2011: 50).

Peter Lassman, aydınların sosyolojik olarak günah keçisine dönüştüğü durumları şöyle yorumlamaktadır. Lassman’a göre her toplum birtakım kriz dönemlerinden geçebilir. Bu kriz dönemleri sancılı olabilir. İşte bu kriz dönemlerinde, iktidarlar ya da halk kesimleri krizin faturasını çıkaracağı bir suçlu ararlar ve bu suçlu da her toplumda genellikle aydın olur. Aydınlar, kriz dönemlerinde bir günah keçisine dönüşürler. Hemen hemen her kesim onları suçlar (Lassman, 2000: 815). Bu durumu Türkiye tarihi açısından da değerlendirebiliriz.

Türkiye’de ve diğer ülkelerde aydından çoğunluğun bir yansıması olan siyasal iktidarlar gibi düşünmesi ve davranması; diğer yandan da aydın olması beklenmektedir. Bu durum ise eşyanın tabiatına aykırı düşmektedir. Çünkü aydının görevi rahatsız edici konuları gündeme getirmek, düzenin değişmesine yol açacak çareler önermektir. O nedenle, aydın bu çelişki içinde bir krize sebep olur ve bir günah keçisi olarak değerlendirilir. Türkiye tarihinde, hain olarak nitelendirilen Nazım Hikmet ve Orhan Pamuk örnekleri bu açıdan değerlendirilebilir. Onlardan şair ya da yazar olmaları beklenmekte, siyaset ile ilgili konularda ya iktidar gibi düşünmeleri ya da suskun kalmaları istenmektedir. İşte Türkiye toplumunda aydın, aydın misyonunu yerine getirdiğinde ve sorumluluklarını taşımaya başladığında birtakım çevreleri rahatsız ederek toplum ve iktidarlar tarafından negatif bir algı ile karşılanmaktadır (Vergin, 2006: 22).

Yalçın Küçük de bu noktada benzer bir tespitte bulunmaktadır. Küçük’e göre, Türkiye’de ve her ülkede ancak ölü aydın sevimlidir. Çünkü yaşayan aydın fikirler üretir ve hep fikirleri ile birilerini rahatsız eder. Türkiye’de Tanzimat Aydını, Meşrutiyet Aydını, Solcu Aydın gibi etiketler üzerinden aydınlara dönemsel saldırılar olmuştur. Küçük, bu noktada aydınların hem diğer aydın kesimleri tarafından hem iktidarlar tarafından bir karalama kültürüne maruz bırakıldıklarını dile getirmektedir (Küçük, 2012).

Bununla birlikte ideolojik olarak aydın, genellikle sol ideolojiye ait bir kavram olarak algılanmaktadır. Özellikle Türk siyasal hayatı açısından darbeler ekseninde değerlendirildiğinde aydın sola dair bir kavram gibi görünmektedir. Ancak, Güney Çeğin bu durumun 1980 sonrasında değiştiğini saptamaktadır. Çeğin’e göre, 1980 sonrasında toplumla birlikte aydınların da apolitikleşme süreci başlamıştır. 1990’lara gelindiğinde yeni bir sivil toplum kavramı ile karşılaşan aydınlar ideolojik olarak da bölünmüşler ve “Liberal Aydınlar”, “Müslüman Aydınlar”, “Muhafazakâr Aydınlar” gibi birçok grup ortaya çıkmıştır. Hatta aydınlar daha çok sağ ideolojiye yaklaşmışlardır. Sivil toplumcu ya da devletçi bir anlayış takınmışlardır. Bazı iktidar gruplarına eklemlenmeyi seçmişlerdir (Çeğin, 2011).

Aslında, aydının sağda ya da solda yer alması ve değerlendirilmesi bizim gönderme yaptığımız muhalif olma ve iktidara yakın olma durumu ile de ilgilidir. Sosyolojik olarak Türkiye’de aydınların solda yer alması onların muhalif olma

nitelikleri ile eşleştirilmektedir. Sağda yer alan aydınlar ise, iktidara yakın bir duruş sergilemektedirler. O nedenle, muhalefet unsuru üzerinden konuya bakıldığı ve aydın hep muhalif ve aykırı kişi olarak algılandığı için her zaman sola ait bir kavram olarak değerlendirilmiştir. Ancak, bu saptama günümüz açısından geçerliliğini yitirmiştir. Aydınlar sosyolojisindeki çeşitlenme ve farklı siyasi görüşlerde ve gruplarda aydınların doğması aydını hem sağda hem solda değerlendirilebilecek bir kavrama dönüştürmüştür demek bu bağlamda yanlış olmayacaktır.

Birinci bölümde tartışılan konular ve kavramlar ışığında, aydının kim olduğuna dair birtakım değerlendirmeleri özetlersek, aydın kavramı tarihsel olarak elit kavramından türemiş, ama zaman içerisinde elit kavramına ek olarak birtakım anlamlar da yüklenmiş ve pratik kullanımı farklılaşmıştır. Günümüzde aydın kavramı teorik olarak daha farklı bir anlamda kullanılmaktadır. 1920’lerde ilk olarak aydınlara ilişkin değerlendirmeler yapıldığı zaman, aydın salt bir teori üreticisi ya da düşün adamı olarak tasavvur edilmekteydi. Bizce 21. yüzyıl açısından bu değerlendirme geçerliliğini yitirmiştir. 1960’lardan itibaren dönüşüme uğrayan aydın kavramı artık aktivist olmak noktasında eylem insanına dönüşme süreciyle birlikte değerlendirilmelidir. Aydını aydın yapan özellik, siyasal ve toplumsal alana müdahil olmak ve bu alanda birtakım faaliyetlerde bulunmaktır. Bu anlayıştan hareketle aydın kavramı nihayetinde ne tür nitelikler taşıdığı ya da entelektüel birikimi ile değil; toplumdaki işlev ile tanımlanır olmuştur.

Aydın kavramı, kuramsal açıdan farklı sıfatlar ile nitelenmiştir. Bazı sosyologlar aydını uzman olarak, bazı sosyologlar da meslek erbabı olarak tanımlamışlardır. Aydın, siyasete kendi uzmanlığı ile ilgili olarak katılabileceği gibi, kendi spesifik uzmanlığından ve üretim alanından farklı olarak da müdahil olabilir. Bize göre, sadece bir meslek alanında bir profesyonel ya da uzman olmak bir insanı aydın olarak nitelemek için yeterli olmayacaktır. Uzman kişi aydına dönüşme sürecinde o uzmanlığı, kitlelere yol göstermek, bir hareket doğurmak noktasında kullanırsa aydına dönüşecektir.

Sosyolojik açılardan aydın kavramına bakacak olursak, aydın iki temel düzeyde belirmektedir. Aydın siyasal ve toplumsal faaliyetlerini ya toplum ile uyumlu olarak ya da topluma aykırı olarak gerçekleştirmektedir. Bu değerlendirmeyi iktidar düzeyine oturtacak olursak, aydın nitelik itibariyle ya muhalif olur ya da

iktidara eklemlenir ve iktidarın yanında konumlanır. Sosyolojik açıdan yapabileceğimiz bir diğer değerlendirme de sınıf meselesinde ortaya çıkmaktadır. Literatürde aydınların bir sınıf oluşturduğunu söyleyen yaklaşımlar olduğu gibi sınıf oluşturmadıklarını dile getiren yaklaşımlar da geliştirilmiştir. Bu sorun bir yana, aydınlar toplumdaki temel toplumsal gruplardan biri olarak mevcuttur ve bir gerçeklik olarak mevcudiyetlerini devam ettireceklerdir. Önemli bir toplumsal grup olmaları dolayısıyla da birtakım aydın vazifeleri ve sorumlulukları yüklenmişlerdir.

Aydın kavramını aktivist niteliği ile saptadıktan sonra, bu aktivizmin nasıl doğduğu meselesine gelmekteyiz. Aydın hangi koşullarda toplumsal hareketlere katılmaktadır? Toplumsal hareketlerde nerede konumlanmaktadır? Aydın, toplumsal hareketin bir kolaylaştırıcısı ya da görünür kılıcısı mıdır yoksa hareketin lideri ya da öncüsü müdür? Toplumsal hareketlerde aydınlar hangi eylem repertuarlarını kullanmaktadırlar? Tezimizin ikinci bölümünde, bu sorulara yanıt aranacaktır.

İKİNCİ BÖLÜM