• Sonuç bulunamadı

Topluma Aykırı Kişi Olarak Aydın: Pierre Bourdieu ve Edward Said

BİRİNCİ BÖLÜM AYDIN KİMDİR?

1.2. AYDIN KAVRAMINA İLİŞKİN KURAMSAL YAKLAŞIMLAR

1.2.3. Toplumsal Eksende Aydın

1.2.3.2. Topluma Aykırı Kişi Olarak Aydın: Pierre Bourdieu ve Edward Said

Pierre Bourdieu, aydınlar ile ilgili çalışmalarda bulunmuş bir sosyologdur. Pierre Bourdieu, hayatı boyunca aktivist bir aydın portresi çizmiştir. Eylem ve etkinliklerde aktif bir şekilde yer almış, Fransa’nın Cezayir üzerinde uyguladığı politikaları protesto etmek amacıyla Cezayir’e gitmiştir. Michel Foucault gibi Pierre Bourdieu da, hem aydınlar konusunda yaptığı araştırmalarla literatüre katkıda bulunmuş hem de kendi yaşam öyküsüyle ve yaptıklarıyla aktivist aydın nitelemesine örnek oluşturmuştur.

Bourdieu, aydını birden fazla boyuta gönderme yapan soyut bir kavram olarak kurgulamıştır. Ona göre aydın denildiğinde, bir kişinin aklında tek boyutlu bir resim oluşamaz. Aydın, her anlamıyla karmaşık ve çok yönlü bir kavramdır. Elbette, bu yönlerin arasında da kaçınılmaz şekilde oluşacak paradokslar mevcuttur. Ona göre, her şeyden önce aydını bir kültür üreticisi olarak tanımlamak gerekir. Kültür üreticisi olarak da içerisinde yer alması gereken iki dünyası vardır. İlk olarak, aydın kaçınılmaz olarak herkesten ve her şeyden bağımsız bir entelektüel dünyaya aittir. Bu dünyanın en önemli özelliği, bir özerkliğe sahip olmasıdır. Bu alan, dini, siyasi ve ekonomik güçlerin etkisinden arınmıştır. Saf bir kültürel âlemdir. Aydın, bu alanın en önemli unsurudur. İkinci olarak ise, aydın sahip olduğu kültürel gücü, otoriteyi ve yeterliliği kaçınılmaz bir şekilde politik hayata nüfuz etmek için kullanacaktır. Aydının kitleleri etkilemek, harekete geçirmek için karar alıcılar ve kitleler üzerinde bir iktidarı olmak zorundadır. Bu gücü uygularken de siyasal dünyayla etkileşime geçecektir. İşte aydının temel paradoksu bu iki durum arasında doğmaktadır. Aydın, hem kendi özerk alanını muhafaza edecek ve dış etkilerden koruyacak hem de politik hayatla etkileşim içinde olacak ve bu etkileşim sürecinde kendi özerk alanını etkilerin dışında bırakacaktır. İşte, bunu sağladığı noktada bir aydın haline gelmiş olacaktır (Bourdieu ve diğerleri, 1991: 656).

Bourdieu, aydınları tanımlarken kültür kavramından yola çıkmaktadır. Ona göre, bir toplumda iki egemen sınıf vardır. Birincisi, ekonomik güce ve sermayeye sahip işadamları, yöneticiler ve bürokratlardan oluşan yönetici kesimdir. İkincisi ise, kültürel güç ve sermayeye sahip aydınlar ve sanatçılardır. Bourdieu, burada aydınları

da iktidar sahibi sınıflar içerisinde kurgulamıştır. Aydınlar hem egemen sınıfta yer alırlar hem de muhaliftirler. Bu durum başta bir paradoks olarak görünmekle birlikte, Bourdieu bu durumu şu şekilde izah etmektedir: Aydınların elinde çok önemli bir güç vardır. Kültürel ya da akademik sermaye olarak niteleyebileceğimiz bu güç onları egemen sınıfa bağımlı da kılabilir, bağımsızlığını sürdürmesine de yarayabilir (Wacquant, 1990: 677). Aydın, sahip olduğu entelektüel itibar ve sermaye sayesinde iktidar karşısında özerkliğini koruyabileceği gibi bu güç ile ona hükmedebilir de. Zaten, bu özerkliğini sağlama durumu da onu aydın kılacaktır.

Bourdieu, her konuda verilecek bir cevabı olan, her işe çözüm üretmeye çalışan Sartre’ın kişiliğinde sembol haline gelen evrensel aydın nitelemesini de bütünüyle reddeder. Her konuda kendini bilirkişi ilan etmek aydın davranışına uymaz ona göre. Bourdieu, aydını kendi alanındaki ustalık ve otoriteden faydalanan ve bu ustalık ile ülkesini ya da dünyayı ilgilendiren konularda siyasal ağırlığını ortaya koyan kişi olarak görmektedir (Vergin, 2006: 33). Bu anlamda, uzmanlığa ve ustalığa atıfta bulunması açısından Bourdieu’nun yaklaşımı Foucault’un aydın görüşleri ile de benzeşmektedir.

Benzer bir yaklaşımı Edward Said’de de buluyoruz. Bourdieu, Foucault gibi 20. yüzyıl aydınlarından olan Said, bir kuramcı olmanın yanı sıra bir aktivist olarak da nitelenebilir. Aydınlarla ilgili görüşleri de kendi yaşam öyküsünden bağımsız değildir.

Said, aydınları kamusal rol kavramından hareketle tanımlamaktadır. Ona göre: “Entelektüel, belli bir kamu için ve o kamu adına bir mesajı, görüşü, tavrı,

felsefeyi ya da kanıyı temsil etme, cisimleştirme, ifade etme yetisine sahip olan bireydir” (Said, 2009: 27). Said’in görüşlerinde toplumsallık kamusallık ile ikame

edilmiştir. Said’e göre kamusal rol, ortodoksi ve dogmalara karşı çıkmadan, eleştirmeden, sorgulamadan, ezilen insanları temsil etmeden oynanamaz. Aydın, söz konusu kamusal rolü oynarken evrensel ilkeler temelinde oynar. Evrensel standartların ihlallerine karşı koyacak olan kişi aydın olacaktır. Said, bir insanın salt özel alanda kalarak entelektüel olamayacağını özellikle vurgular. Örnek olarak bir yazarı ele almak gerektiğinde, bir yazar yazdığı sözcükleri kâğıda dökerek bir yerde yayımlanmasını sağladıysa kamusal alana girmiştir ve kendi özel ve özerk alanından çıkmıştır. Salt kamusal alana ait, sadece bir hareket ya da davanın öncülüğünü yapan

kişi de aydın olamaz. Çünkü aydın dediğimiz kişinin kendine özgü duyarlılığı ve özel alanına ilişkin kuralları vardır (Said, 2009: 28). Kısacası, aydın denilen insan özel ve kamusal rollerini harmanlayan; ancak kamusal rolüne toplumun nezdinde sahip çıkan ve kamusallığını yaşayan kişi olarak ortaya konulmaktadır.

Said, bir aydında bulunması gereken birtakım özellikler de sıralamıştır. Öncelikle aydın çok geniş bir halk kesimine seslenmelidir. Bu kesim, onun doğal muhatabıdır. Elbette halk içerisinde iktidar yanlıları da olacaktır. Aydın, düzen adamlarının, şovenist milliyetçi kesimlerin ve halkın içerisinde konuşlanmış olan imtiyazlı kesimlerin karşısında dimdik durmak zorundadır. Bu kişilerin imtiyazlarını nasıl elde ettiklerini de sorgulayan kişi olmalıdır. Nabza göre şerbet vermek, konuşulması gereken yerde susmak ve şovenist gösterilerde bulunmak bir aydının kesinlikle kaçınması gereken davranışlar olarak sıralanmıştır. Ayrıca Said’e göre, bir aydının insanları memnun etmek gibi bir derdi olamaz. Aksine ne kadar keyif kaçırıcı ve rahatsız edici olursa, o kadar aydın rolüne uygun hareket etmiş olacaktır. Said, aydınlarla ilgili tanımlamalara ve teorik yaklaşımlara gereğinden fazla anlam yüklendiğini söylerken, aydınların imgesi, imzası, fiili müdahalesi ve performansının asıl önemli olan kısım olduğunu özellikle vurgular ve tüm bunların aydının yaşam

suyunu oluşturduğunu belirtir (Said, 2009: 29).

Edward Said, tüm bu açılım ve anlatıların yanı sıra aydının sürgün olma durumu üzerine birtakım çalışmalarda bulunmuştur. Aslında her aydının bir sürgün olduğunu söylemekle birlikte, bir de fiili olarak sürgüne gönderilen aydınlardan özellikle bahsetmiştir. Ona göre aydın iki şekilde sürgün durumuna düşer. Ya bulunduğu memleketten fiili olarak uzak kalarak evinden, yurdundan sürülür ki bu durum aydın için çok zor olmayacaktır. İkinci durum ise; içinde yaşadığı toplum içerisinde, o toplumun değerleriyle bağdaşmayarak bir hayır-deyici, bir sürgün durumuna düşmektir. Said, sürgün olma durumunu aydın olma potansiyeli taşıyan herkesin yaşayacağını belirtir. Aydın kaçınılmaz olarak sürgün olacaktır, birilerini rahatsız edecek, huzursuz edecek ve sonunda da toplumda muhalif bir sürgün rolü oynayacaktır (Said, 2009: 30). Sürgün olma durumu ile ilgilenmesi, Said’in kendi yaşam öyküsü ile de yakından ilişkilidir. Said, 1948 Arap – İsrail Savaşı’nda ailesi ile birlikte Mısır’a sürülmüştür. Mülteci kamplarında yaşamıştır. Ömrünün farklı zaman dilimlerinde iki boyutta da sürgün olma durumunu yaşayan bir aydın olarak

Said, hem kendi yaşamı ile hem de aydın yaklaşımı ile literatüre farklı bir aydın yaklaşımı sunmuştur.

Bunlara ek olarak, Said aydının otoriteye değil, muhalifliğe sadık kalmasının tek yolu olarak amatörlüğü görüyor. Said’e göre, profesyonellik, aydın için en büyük tehlikedir. Yani, bir entelektüel olarak yaptığı işi geçim kaygısıyla, sabah saat dokuz ile akşam saat beş arasında bir gözü saatte diğeri ise işyeri standartlarına uygun davranma peşinde olarak bir masa başı işi olarak düşünmesi, yani bir profesyonelleşme içerisine düşmesi aydın için bir felakettir. Aydın, kendisi için belirlenmiş sınırların, ufukların, saatlerin içerisine sıkışıp kalmamalıdır. Bu onun üretkenliğini ve aydın bakışını baltalar. Aydının profesyonellik karşısındaki panzehiri ise, amatörlüktür. Amatörlük, belli bir uzmanlık alanının dar kalıpları içerisine hapsedilmeyi reddeder, belli bir meslekten olmanın kişiye verdiği birtakım kısıtlamalara karşı direnir ve bunlar karşısında düşünce ve değerler oluşturur. Aydın, ancak amatörlük ruhu içerisinde profesyonel ve kısıtlayıcı kalıpları kırabilir ve aydın fonksiyonunu yerine getirebilir. Bu anlamda uzmanlık ve bilirkişilik pozisyonlarından kendisini uzak tutması gereklidir (Vergin, 2006: 20).

1.3. AYDIN KAVRAMININ SOSYOLOJİK AÇIDAN