• Sonuç bulunamadı

2.4. Yeşil Tedarik Zinciri Uygulamaları

2.4.3. Yeşil Satınalma

Yeşil satınalma, satın alınan ürünün geri dönüşebilir, yeniden kullanılabilir ya da çevreye duyarlı hammaddelerden seçilmesi olarak tanımlanmaktadır (Sarkis, 2003: 399). Yeşil satınalma üreticinin çevre dostu mal ve hizmetleri kullanması ve tüketicinin daha sürdürülebilir mal ve hizmetleri talep etmesi olarak iki aşamada gerçekleşmektedir (Durmuş, 2008: 72).

Geçtiğimiz yirmi yıl boyunca, satınalma sadece tedarikçileri değil, yan sanayicileri (ikinci ve üçüncü derece tedarikçiler) ve aynı zamanda mal ve hizmetlerin taşınmasını kolaylaştıran işletmeleri de kapsayan tedarik zinciri yönetimi kavramına dahil edilmiştir (Krause vd., 2009: 19).

Satınalma ve satınalma kararları, yeşil tedarik zincirini geri dönüştürülebilir, yeniden kullanılabilir ya da hâlihazırda geri dönüştürülmüş materyallerin satın alınması yoluyla etkilemektedir. Satıcıların seçimi de bu aşamada önemli bir karar olmaktadır. ISO 14001 sertifikasına sahip olan satıcılar tercih edilebilir çünkü bu satıcılarla ilişkili çevresel risklerin azaldığı yönünde bir beklenti oluşmaktadır. Bu risklerin azaltılması, bu satıcıların uzun vadede kullanılabilir olma olasılığını arttırmaktadır. Belli süreçlerin veya bileşenlerin dışarıdan tedarik edilip edilmeyeceği de tedarik departmanına yönelik bir endişe kaynağı olabilir (Sarkis, 2002: 399). Satınalma yöneticileri, tedarikçilerin süreçlerini proaktif bir şekilde etkilemektedir. Çünkü çevresel düzenlemelere uyumsuzluk tüm tedarik zinciri üyelerini etkilemektedir. Bu nedenle bu faaliyetlerin üst düzey desteği, tedarikçi süreçleri ve materyalleri ile ilişkili olarak çevresel düzenlemeleri benimsemeleri açısından önemlidir (Walton vd., 1998: 8).

Rao ve Holt (2005: 899) çevresel sürdürülebilirliğin artan küresel kaygılara yanıt olarak işletmeler tarafından yeşil satınalma stratejilerinin benimsenmesini esas olarak görmüştür. Yeşil satınalma, üretilen atığın azaltılması, hammaddelerin çevresel kaynak kullanımı yoluyla malzeme ikamesi ve tehlikeli madde atıklarının minimize edilmesi gibi konulara değinmektedir. Bu hedeflere ulaşmak için

tedarikçilerin katılımı ve desteği çok önemlidir. Bu nedenle, işletmeler tedarik ettikleri malzeme ve ekipmanların doğaya uygun bir biçimde çevreye duyarlı olmasını ve çevre dostu süreçler kullanılarak üretilmesini sağlamak için tedarikçilerinin çevresel performansını giderek daha fazla yönetmektedir. Lin vd. (2011) çevre dostu malzemelerin satın alınmasının maliyetini, yeşil tedarik zinciri yönetimi uygulamalarında en önemli kavram olarak belirlemiştir. Bununla birlikte üreticilerin, çevre dostu hammadde satın alımlarında yatırımlarının çevresel etki, atık arıtma ve enerji tüketimini yönetme maliyetini azaltmaya yardımcı olabileceği de belirlenmiştir.

Hamner (2006, 28-30)’e göre yeşil satınalma stratejileri, tedarikçilerin iyi çevresel yönetim uygulamaları geliştirmelerini ve kendi tedarikçilerine daha iyi bir çevresel performans sağlamak için benzer gereklilikleri yerine getirmelerini gerektirmektedir. Yeşil satınalma stratejileri şu şekilde belirlenmiştir:

• Ürün içeriği gereksinimleri: Burada alıcılar, ürünlerin istenilen yeşil özelliklere sahip olması gerektiğini belirtmektedir. En yaygın yeşil satınalma stratejisidir. Burada tedarikçi davranışı üzerindeki etki düşüktür. • Ürün içeriği kısıtlamaları: Bu durumda alıcılar, ürünlerin çevresel olarak

istenmeyen nitelikler içermemesi gerektiğini belirtmektedir. Bu aynı zamanda yaygın bir stratejidir. Maliyetler genel olarak düşüktür. Çünkü burada alıcı zehirli kimyasalların kullanımıyla veya aşırı katı atıkların atılmasıyla ilgili problemleri ortadan kaldırmaktadır.

• Ürün içeriğinin etiketlenmesi: Bu stratejide alıcılar, ürün içeriklerinin çevresel ya da güvenlik özelliklerinin açıklanmasının gerekliliğini belirtmektedir. Tedarikçilerin maliyeti, etiket geliştirmek zorunda oldukları için yüksektir.

• Tedarikçi anketleri: Burada alıcılar, tedarikçilerden çevresel yönleri, faaliyetleri ve/veya yönetim sistemleri hakkında bilgi vermesini istemektedir. Alıcının, tedarikçinin tepkisi ile yönetim hedefleri arasındaki ilişkiyle belirtilen teknik düzenlemeleri üretmeye hazır olduğu varsayılmaktadır. Bu nedenle, tedarikçilerle yapılan anketlerin maliyetleri, ürün bazlı satınalma stratejileri için teknik maliyetlerdendir.

• Tedarikçi çevre yönetim sistemleri: Sertifikalı ve sertifikasız tedarikçiler olarak ikiye ayrılmaktadır. Sertifikasız tedarikçiler için alıcılar, tedarikçilerin bir çevre yönetim sistemine sahip olmasını talep edebilir. Bu nedenle tedarikçi davranışı üzerindeki etki, tedarikçinin çevre yönetimine organize bir yaklaşımı benimseyeceğinden teknik gerekliliklerin etkisinden daha fazladır. Sertifikalı tedarikçiler üzerindeki etki ise, belgelendirilmemiş çevre yönetim sistemi gereksinimlerinden daha büyük olacaktır. Çünkü ek yönetim kaynaklarının tedarikçi tarafından tahsis edilmesi gerekecektir. • Tedarikçi çevre yönetim sistemi denetimi: Bu stratejide alıcılar, yalnızca

tedarikçilerin uyum durumunu değil çevre yönetim sistemlerini de denetlemektedir. Burada alıcının çabaları artmaktadır ve ek uzmanların yardımı gerekebilmektedir. Tedarikçi araştırmasının kapsamı daha yüksek olduğundan tedarikçiler üzerindeki etki de daha yüksek olacaktır.

2.4.4. Müşterilerle İşbirliği

Vachon (2003: 152-153)’e göre yeşil tedarik zinciri uygulamaları ile müşteriler arasında aşağı yönlü bir ilişki bulunmaktadır. Bu nedenle çevresel teknolojilere daha yüksek yatırım yapılması müşteri istek ve talepleri doğrultusunda değer kazanmaktadır. Bu, tedarik zincirinin yönetiminde süreç odaklı olmaktan ziyade müşterilerin işletme üzerindeki etkisini göstermektedir. Bir müşteri, tedarikçileri üzerinde yönetmelikler ya da alt ihtiyaçlara cevap vermek için parçalar, bileşenler veya malzemeler için belirli taleplerde bulunabilir. Örneğin; çevreye duyarlı bir tüketici, imalatçısına (ambalaj sağlayan ticari bir yazıcı gibi), kâğıt fabrikası tarafından kullanılan mukavvada minimum düzeyde geri dönüştürülmüş liflerin kullanılmasına zorlayabilir. Ayrıca ISO 14000 sertifikası da tedarikçilere çevresel süreç yönetimi uygulayan bir uygulama örneği teşkil etmektedir.

Müşterileri ile çevresel ilişkilere (ihtiyaçlar, bilgi alışverişi ve işbirliği) sahip işletmelerin, tedarikçileri ile de benzer ilişkilere sahip olduğu görülmektedir. Bu durum işletmelerin tedarik zincirleri aracılığıyla bilgi aktardıklarını ve çevresel öğrenmenin işletmelerin tedarik zincirleri içerisinde oluştuğu fikrini destelemektedir. Aynı zamanda işletme yöneticilerinin de müşteri ve tedarikçileri ile çevre ilişkileri hakkında işbirliği içinde olduğu görülmüştür. Örneğin; bir plastik reçine üreticisi,

müşterisinden bir kimyasalın ürününden çıkarılması talebini almış ve bunun için tedarikçisinden kimyasalın çıkarılmasını istemiştir. Bunun için üç taraf (müşteri, tedarikçi ve numune işletmesi) çevre üzerinde daha az toksik etkisi olan bir yedek kimyasal bulmak için birlikte çalışmıştır (Theyel, 2006: 146).

Dağıtım ve nakliye operasyonları da yeşil tedarik zincirini etkileyecek önemli operasyonel özelliklerdir. Dağıtım çıkış yerleri, kullanılacak ulaşım şekli, kontrol sistemleri ve tam zamanında uygulanan politikalar gibi kararlar tersine lojistik ağını da etkileyecektir. Dağıtım aynı zamanda müşterinin özelliklerine ve gereksinimlerine en yakın şekilde bağlı olan işlemdir. Böylelikle, dağıtım sistemlerinin tasarımı ve geliştirilmesinde müşteri katılımı daha etkili ve verimli bir dağıtım ağı sağlayacaktır. Örneğin; konum kararlarını satıcı ve müşterilere bağlamak tam zamanında (just-in- time) sistemleri geliştirecektir (Sarkis, 2002: 399).

Hall (2000: 456)’e göre, işletmeler tedarikçilerin çevresel faaliyetlerine yönelik sınırlı bir sorumluluğa sahiptir. Müşteri işletmeler satın alınan mal veya hizmetlerden sorumlu olabilir fakat tedarikçilerin diğer faaliyetlerinden yasal olarak sorumlu olamazlar.

2.4.5. Eko-Tasarım

Tedarik zincirinin yeşil tedarik zinciri ile geliştirilebilecek birçok yönü bulunmaktadır. Çevresel etkilerin azaltılması ve kaynak talebi azaltma fırsatlarının %70’e kadarının ürün tasarımı olduğu belirlenmiştir. Bu nedenle, yeşil işletmelerin odaklandığı ilk konu, ürünün tasarımı ve üretimidir. Bu çabaların tüm ürünler için yapılamayacağı ve her ürünün ayrı ayrı analiz edilmesi gerektiğine dikkat edilmelidir. Benzer sektörlerdeki işletmeler, çok farklı şekillerde çok farklı ürünler üretebilir, bu nedenle böyle bir yaklaşım için genelleme yapılamayacaktır (Nikbakhsh, 2009: 201). Eko-tasarım, bir ürünün ürün geliştirme stratejisini içeren bir süreçle, malzemelerin üretime geçmesi ve kullanılması ile nihai olarak yok edilmesi aşamasına kadar olan süreçte ürünün çevresel etkisini en aza indirmeyi amaçlamaktadır. Eko-tasarım, tasarımdan elden çıkarmaya kadar çevresel unsurları birleştiren bir yeşil tedarik zinciri uygulaması olarak tanımlanmaktadır. Tasarım aşamasında enerji tüketimi ve atık oluşumu miktarı gibi faktörler belirlenerek ürün tasarımı yapılmaktadır (Vijayvargy vd., 2017: 303). Eko-tasarım; çevresel risk

yönetimi, ürün güvenliği, iş sağlığı ve güvenliği, kirlilik önleme, kaynak koruma, atık yönetimi gibi birçok konuyu kapsamaktadır (Srivastava, 2007: 55).

Ürün tasarım süreçleri, ürünle birlikte kullanılan tüm üretim aşamaları dâhil olmak üzere bütün malzemelerin yaşam döngüsünü dikkate alması gerekmektedir. Bu, tasarımcılar ve malzeme uzmanları arasındaki iletişimi ve çapraz fonksiyonlu tasarım ekipleri tarafından yaşam döngüsü analizi, kalite ve çevre için tasarım gibi araçların kullanımını teşvik ederek gerçekleştirilebilir (Walton vd., 1998: 7).

Çevre için tasarım, tasarım aşamasında geri dönüştürülebilir ve zararlı olmayan maddelerin dikkate alınması olarak açıklanmaktadır. Çevre dostu ambalaj kullanımı ise, ambalaj için geri dönüştürülebilir veya çözünebilir malzemelerin kullanılması anlamına gelmektedir. Ömür boyu ürün yönetimi, ürün kullanımının sona ermesinden sonra ürünlerin güvenli bir şekilde yok edilmesini sağlayacaktır. Bu günün şartlarında ürün sonu yaşam yönetimi önemli bir konudur. Çünkü çevre dostu ürünlerin tasarımı ve kullanımı çevresel performansın iyileştirilmesine yardımcı olacaktır (Luthra vd., 2013: 251).

Yeniden üretim süreci, kullanılmış bir ürünün ya da bileşenin alandan toplanması, durumunun değerlendirilmesi ve yıpranmış, kırık veya eski parçalarının yeni veya yenilenmiş parçalarla değiştirilmesi aşamalarından oluşmaktadır. Bu durumda, orijinal ürünün kimliği ve işlevselliği korunmaktadır. Elde edilen yeniden üretilmiş ürün, yeni ürünlerin kalite standartlarını karşılama veya aşma amacı ile denetlenerek test edilmektedir. Bu nedenle bazı durumlarda, yeniden üretilmiş ürün orijinal ürünü kalite ve/veya işlev olarak aşabilmektedir. Yeniden üretimin avantajı, geri dönüşüm ve yeniden kullanımdan farklı olarak yeniden üretim sürecinde kullanılan malzemelerin toplam değerini düşürmemesidir (Beamon, 1999: 337).

Eko-tasarım sürecinde ambalajın, operasyonel yaşam döngüsünün diğer bileşenleri ile güçlü bir ilişkisi bulunmaktadır. Boyut, şekil ve malzemeler gibi paketleme özellikleri, ürünün ulaşım özelliklerine olan etkilerinden dolayı dağıtım üzerinde de bir etkiye sahiptir. Daha iyi paketleme, yeniden düzenlenmiş kalıplar ile birlikte malzeme kullanımını azaltabilir, depodaki boşluk kullanımını artırabilir ve gerekli taşıma miktarını azaltabilir. İade edilebilir ambalaj tasarımı ile güçlü bir alıcı- tedarikçi ilişkisinin yanı sıra etkili bir ters lojistik kanalı gerçekleştirilecektir. Bu nedenle, ambalajdaki verimlilik doğrudan çevreyi etkilemektedir (Sarkis, 2002: 399).

2.4.6. Yatırım Kurtarma

Yatırım kurtarma operasyonu muhtemelen operasyonel fonksiyonlar içerisinde en az gelişmiş ve en az çalışılmış olan fonksiyondur. Ürün hattı sonunda kalan yatırım kurtarma uygulamalarından yeniden kullanım, yeniden üretim ve geri dönüşüm uygulamaları benzerdir, ancak sadece malzemenin yeniden kullanım derecesine göre değişmektedir. Yeniden kullanım genellikle malzemenin orijinal fiziksel yapısını çok az ikame kullanım ile yenilenmiş bir ürün olarak ortaya koymaktadır. Yeniden üretim, bir ürün etrafındaki parçaların veya bileşenlerin sökülmesini ve değiştirilmesini gerektirmektedir. Geri dönüşüm, ürünün yeni fiziksel ve kimyasal özellikler almasına sebep olmaktadır. Bu uygulamaların her biri, değişen organizasyonel süreçleri ve teknoloji kullanımını gerektirmektedir. Örneğin; sökme teknolojisi yeniden kullanım uygulamasından çok yeniden üretim uygulamasında tercih edilmektedir. Yeniden kullanım, geri dönüşüm sisteminden daha fazla işlem gerektirmektedir. Bir işletme için hangi uygulamanın en iyi seçim olduğu işletmeye ve ürünlerinin özelliklerine bağlı olarak değişiklik gösterecektir (Sarkis, 2002: 399- 400).

Yeniden üretim, geri dönüşüm ve yeniden kullanım gibi kurtarma işlemlerini kapsayacak şekilde tedarik zincirini genişletmek, tedarik zinciri tasarımına ek bir karmaşıklık ve yeni bir potansiyel operasyonel ve stratejik değerlendirmeler seti eklemektedir. Bu yeni kurtarma işlemleri iki temel sorundan kaynaklanmaktadır. Bu sorunlar şu şekilde açıklanmaktadır (Beamon, 1999: 338):

• Değiştirme/geri kazanma süreci ile ilgili belirsizlik (zamana bağlı olarak iade edilen ürünlerin, ambalajın ve/veya konteynerin miktarı ve kalitesi), • Tersine dağıtım işlemindeki belirsizlikler (kullanılmış ürünlerin,

ambalajların ve/veya konteynerlerin toplanması ve taşınması).

Yeşil tedarik zincirinde lojistik akışlarının entegrasyonu aşağıdaki sebeplerden dolayı kritik bir konu olmaya devam etmektedir. İlk olarak, ürün odaklı lojistik dağıtım kanalları ve ilgili tersine lojistik kanalları da dâhil olmak üzere tüm zincir üyelerinin faaliyetlerini kontrol etmek zordur. Belli bir dereceye kadar bu zorluk, zincir üyeleri arasında operasyonel hedef çatışmalarına sebep olabilmektedir. Örneğin; tersine bir lojistik zincirinde bir üyenin kârının maksimize edilmesi, geri

dönüştürülmüş ters lojistik maliyetleri nedeniyle belirli bir yeşil tedarik zincirindeki bir üreticinin kârını mutlaka arttırmayacaktır. İkincisi, yeşil tedarik zinciri sürecinde her bir zincir elemanı ve bu elemanlara karşılık gelen lojistik akışlarını yönetmek için uygun modellerin eksikliği bulunmaktadır. Ayrıca, karşılık gelen nihai müşteri davranışı (kullanılmış ürünü iade etme isteği gibi), hükümet politikaları ve düzenlemeler gibi dış faktörler özellikler de tersine lojistik dağıtım kanallarında yeşil tedarik zinciri performansını etkileyecektir (Sheu vd., 2005: 288).

2.4.7. Yeşil Pazarlama

Yeşil pazarlama kavramı ilk olarak, Amerika Pazarlama Birliğinin (AMA) 1975 yılında düzenlediği ‘ekolojik pazarlama’ konulu bir seminerde tartışılmış ve literatürde yer almaya başlamıştır. Akademisyenler, bürokratlar ve diğer katılımcıların katkılarıyla pazarlamanın doğal çevreye etkisinin incelendiği bu seminerde, yeşil pazarlama kavramı şu şekilde tanımlanmıştır: Pazarlama faaliyetlerinin çevre kirliliği, enerji tüketimi ve diğer kaynakların tüketimi üzerine olumlu veya olumsuz etkileriyle ilgili çalışmalardır (Erbaşlar, 2012: 95).

İşletmelerin toplumda kabul görmelerinin önem kazanması, yeşil pazarlama kavramının önem kazanmasını sağlamıştır. Günümüzde pazarlama yöneticilerinin karşılaşabileceği önemli problemlerden biri tüketicilerin çevre dostu ürünlere talebi artarken ürün yelpazelerini incelemek ve bu yönde gerekli değişiklikleri yapmaktır. Bu amaçla pazarlama araştırmalarının yapılması, yeni pazarlama stratejilerinin geliştirilmesi ve tüketicilerin işletmenin ürünlerinin çevre dostu özellikleri hakkında bilgilendirilmesi ve ikna edilmesi gerekmektedir. Bu çerçevede, yeşil pazarlama anlayışı, ekolojik gerçekleri gizlemek yerine yansıtmayı ve bu konudaki çabaları, işletme imajını sağlamlaştırmaya yöneltmeyi hedeflemektedir ( Yücel ve Ekmekçiler, 2008: 328).

Yeşil pazarlama anlayışı dört ayrı süreçten oluşmaktadır. İlk aşamada, çevreci tüketiciler için yeşil ürünler tasarlanmaktadır. Örneğin; alternatif yakıt teknolojisi ile çalışan otomobiller, çevreye zarar vermeyen ürünler vb. Bu aşama yeşil hedefleme olarak adlandırılmaktadır. İkinci aşamada, yeşil stratejiler geliştirilmektedir. Örneğin; işletme içerisinde daha az atık çıkarmak, enerji verimliliğini arttırmak gibi çevreci önlemler alınmaktadır. Üçüncü aşamada, yeşil olmayan yani çevre dostu

olmayan ürünlerin üretimi durdurularak sadece yeşil ürünler üretilmektedir. Dördüncü aşamada ise sadece yeşil ya da çevreci olmak yeterli değildir. İşletme artık her anlamda sosyal sorumluluk bilincine ulaşmış sayılmaktadır. İşletmelerin yeşil pazarlama bilincine ulaşabilmeleri işletme kültürüne ve çevresel etmenlere bağlı olarak gelişmektedir (Alagöz, 2007:4; Korkmaz vd. 2009: 81; Güzel, 2011: 37).

2.4.8. Yeşil Lojistik

Avrupa Lojistik Derneği’nin yapmış olduğu tanıma göre lojistik; belirli amaçlara ulaşmak için örgüt içinde malzeme hareketinin ve yerleşiminin planlanması, uygulanması, kontrol edilmesi ve bu malzemelerin hareket ve yerleşmesi ile ilgili destekleyici faaliyetlerin organize edilmesidir. Yeşil lojistik ise, lojistik faaliyetlerini çevreye en az zarar verecek şekilde gerçekleştirerek, tüm faaliyetlerin çevre üzerindeki olumsuz etkisini ölçerek en aza indirmeye çalışmasıdır. Yeşil lojistik faaliyetleri; birim ürün taşıma başına CO2 emisyonu, gürültü kirliliği,

depolama alanlarının çevreye etkisi, depo içinde ve açık alanlarda elektrikli forklift kullanımı, depolarda ısınmanın ve soğutmanın karbon türevleri dışındaki kaynaklarla (rüzgar, güneş enerjisi, yeraltı ısıtması vb.) yapılması, şehir içi dağıtımlarda fosil yakıt kullanmayan araçların kullanılması, atık malzemelerin değerlendirme istasyonlarına taşınması gibi konular girmektedir (Güzel: 2011: 42).

Yeşil lojistik, çevreye en az zarar verecek şekilde, lojistik faaliyetlerin gerçekleştirilmesi amacıyla, tüm faaliyetlerin çevre üzerindeki olumsuz etkisini ölçmek ve en aza indirgemeye çalışan faaliyetleri kapsamaktadır. Yeşil lojistik, lojistik kavramına ek olarak yenilenemeyen doğal kaynakların tüketimi, gaz emisyonu, gürültü kirliliği, zehirli ve zehirli olmayan çöplerin imha edilmesi gibi konulara yoğunlaşarak katlanılabilir bir maliyetle tüketiciye son ürünü ulaştırmayı hedeflemektedir (Bolat vd.,2011: 539).

Yeşil lojistik faaliyetlerinin başarıya ulaşabilmesi için maliyet, zaman, esneklik, şebeke yaklaşımı, güvenilirlik, depolama, elektronik ticaret gibi konulardaki engelleri aşması gerekmektedir (Baltacıoğlu vd., 2008: 111).

2.4.9. Tersine Lojistik

Tersine lojistiğin (reverse logistics) literatürde ilk tanımı Lambert ve Stock (1981) tarafından yapılmıştır. Bu yıllarda ortaya konulan çalışmalarda karşılaşılan tanımları incelendiği zaman araştırmacıların tersine lojistiğe “ürünün ters yönde ilerlemesi’’ şeklinde vurgu yaptıkları görülmüştür. Tersine lojistik, ürünlerin geri dönüşüme katılması sağlanarak değer elde etmek, yeniden üretim veya imha ederek ortadan kaldırma gibi seçenekler için tüketim noktasından üretim noktasına akışını sağlayan sistematik bir süreçtir. Ters lojistik kullanılmış parçaların ya da ürünlerin akışını etkin bir şekilde yönetmek için tasarlanmış bir tedarik zinciri olarak tanımlanır. Bu geliştirilmiş tedarik zinciri daha önceden kullanılması düşünülmemiş ya da faydası kalmayan, değerini yitiren kaynakların etkin bir şekilde kullanılma kapasitesidir. Bu sayede kullanılmış üründen tekrardan değer sağlanabilmekte ve kaynak kullanımı azaltılmaktadır. Böylece maliyet tasarrufu sağlarken çevreye verilen zararlar da azaltılmış olmaktadır (Fettahlıoğlu ve Birin, 2016: 91-92).

Tersine lojistik faaliyetleri olarak sınıflandırılan geri dönüşüm, yeniden üretim, yeniden kullanım ve bertaraf etme fonksiyonları kısaca şu şekildedir (Büyüközkan ve Vardaloğlu, 2008: 8):

• Geri dönüşüm, kullanılan ürünlerin, üretim alanından toplanarak, gerektiği takdirde demonte edilerek, ayrılmasını takiben geri dönüştürülmüş ürünler haline getirilmesidir. Bu durumda orijinal ürün kimliğini ve fonksiyonelliğini kaybetmektedir.

• Yeniden kullanma, malzemelerin üretim alanından toplanarak kullanılmış olarak dağıtılması ve satılması sürecidir. Bu süreçte ürünün asıl değerinde azalma meydana gelmektedir. Ek bir işleme gerek duyulmamaktadır.

• Yeniden üretim, alandan toplanan kullanılmış ürünlerin durumlarının kontrol edilerek eskimiş, kırılmış ya da işlevini yerine getiremeyen parçalarının yenileriyle değiştirilmesi işlemlerinden meydana gelmektedir. Bu durumda orijinal ürünün işlevselliği korunmaktadır. Yeniden üretilmiş ürün, yeni bir ürünün özelliklerine ulaşmak hatta onu aşmak amacıyla incelenerek test edilmektedir. Bazı durumlarda orijinal ürünün kalitesini aşan ürünler de meydana gelebilmektedir.

• Bertaraf etme, ürünün zararlı maddeler içerip içermediğine bakılan bir süreçtir. Ürünün kendisi ya da üretimi sırasında oluşan tehlikeli atıkların uygun teknoloji ile çevreye zarar vermeden yol edilmesinin sağlandığı bir faaliyettir.