• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2. YENİ GÜN GAZETESİ, YENİ GÜN (İSTANBUL DÖNEMİ)’ DE

2.3. Yeni Gün (İstanbul Dönemi)’de Ahmet Rasim’in Yazılarının Ana Hatlarıyla

2.3.1. Yazıların Yapısal İncelenmesi

Ahmet Rasim Yeni Gün gazetesinin İstanbul’da basılan 2 Eylül 1918 ve 12 Nisan 1920 tarihli süreyi kapsayan yayın döneminde dört köşede yazı yazmıştır. Bunlardan “Eşkâl-i Zaman” ve “Yeni Gün İçinde Eski Günler” köşeleri yalnızca kendisine ait olup “Yeni Türkiye”, ve “Kadınlığa Dair” isimli köşelerde ise muhtelif zamanlarda yazmıştır. Bir yazısı da köşe ismi olmadan yalnızca yazı başlığı ile yayımlanmıştır.

İstanbul’da üç yüz seksen sayı yayımlanan Yeni Gün’de yazarın toplam iki yüz elli sekiz yazısı bulunmaktadır. Bu yazıların ilki ve teki kendi başlığı altında, iki yüz yirmi yedisi “Eşkâl-i Zaman” da, yirmi ikisi “Yeni Gün İçinde Eski Günler” de, beş tanesi “Yeni Türkiye” de ve üç yazısı da “Kadınlığa Dair” isimli köşelerde bulunmaktadır. Köşelerde bulunan metinlerin bağlamları ve üslupları birbirinden farklılık göstermektedir. Ancak metinler yapıları bakımından aynı formda nitelendirilebilir. Bu yapıyı güncel bir konu üzerine oturan ana konu ve onu destekleyiciyi yardımcı konular belirlemektedir.

Yazıların dil ve üsluplarına bakılacak olursa “Eşkâl-i Zaman” köşesindekiler fıkra yazısı üslubuyla, sade bir dille, “Yeni Türkiye” deki yazılar ile “Yeni Gün İçinde Eski Günler” köşesindeki altı yazı makale üslubuyla ve daha ağır bir dille yazılmış olup yine aynı köşedeki edebî içerikli on altı yazısı anı sayılabilecek biçimde, edebiyat dünyasına dair değerlendirmeler de barındırarak sade denebilecek şekilde yazılmışlardır. Kadınların kıyafetlerini anlatan üç yazı da anı formunda sade bir dille oluşturulmuştur. Metinlerde ağırlıklı tonalite ironi ve mizahtır. Yazarın aktarmak istediği fikri sunum tarzı ise çoğunlukla tümdengelim ve anoloji şeklindedir.

“Eşkâl-i Zaman” köşesi yazarın aynı zamanda Tasvir-i Efkâr gazetesinde yazdığı köşenin ve bu köşeden seçerek yayımladığı yazıların bulunduğu eserinin adıdır. Yazar Eşkâl-i Zaman isimli kitabını 1334 (1918) senesinde yayımlamıştır. Eserin matbu nüshasına bakıldığında basım tarihi yalnızca seneden ibarettir. Yeni Gün’de yazmaya başladığı tarih ise gazetenin ilk basım günü olan 2 Eylül 1918’dir. Ahmet Rasim’in aynı sene bastırdığı kitabının ismini ve Tasvir-i Efkâr’ da bulunan köşesini Yeni Gün’de de kullandığı görülmektedir. Bu köşede yazarın iki yüz yirmi yedi yazısı bulunmaktadır. Çalışmanın ağırlıklı yazılarını da buradaki metinler oluşturmaktadır. Ayrıca yazarın bu köşede yayımladığı yazılarından seçerek Gülüp Ağladıklarım isimli kitabında 1924’da yayımlamasını Eşkâl-i Zaman’ın devamı niteliğinde görmek mümkün olabilir. Zira yazıların gazetelerde yayımlanmış olması, belli bir seçme ile kitaba alınması ve formları da bunu işaret etmektedir.

Bu köşedeki metinler Türk toplumunun klasik sözlü anlatım usullerini çağrıştırmaktadır. Ahmet Rasim geleneksel Osmanlı yaşantısının içerisinde ona hâkim biçimde, mahalle ortamında yetişerek Babıali’ye girmiş, okul sıralarında yazılarından tanıdığı Ahmet Mithat Efendi ile kendi deyimiyle baba oğul gibi olmuş ve onun çizdiği yolda kalem oynatmıştır. Yazılara bu noktadan bakıldığında yetiştiği toplum ve zamanın şekillendirdiği ‘zihniyet’ çerçevesinde, metinlerdeki anlatım üslubu ve meseleyi hikâye etme biçimi meddah, ortaoyunu ve Karagöz’ü anımsatmaktadır. Fuat Köprülü hayatın gerçekçi yönüne dikkat çekmek ve alakayı toplamak için yeni yöntemler geliştiren, realist olarak gördüğü meddahların on sekizinci yüzyıldaki durumlarından bahsederken şöyle söyler; “3.Selim ve bilhassa 2.Mahmut devirlerinde Enderun’da birçok mukallit ve mudhikler yetişmişti; bunlar hükümdarın huzurunda latife eder, hikâyeler söyler, taklitler yapar, Karagöz oynatır, hatta hep beraber ortaoyunu tertip ederlerdi. İçlerinden bazısı daha ziyade hayalcilikle, bazıları da meddahlıkla şöhret almakla beraber, aynı adamlar,

birbirinden hemen hemen farksız olan bu muhtelif sanatları da icra etmekteydiler” (Köprülü, 2014:492). Pertev Naili Boratav tarafından özellikle “gerçekçi halk hikâyeleri” olarak görülen meddahlık geleneğinde anlatılan hikâyelerin konuları, kitaplardan, halk geleneğindeki masallardan ve bilhassa da büyük şehirlerin günlük yaşantısından beslenmektedir. (Boratav, 2014:75). Bu yönüyle meddahın aktüel olduğu söylenebilir. Ortaoyununda ve Karagöz’de dikkati çeken nokta ise diyaloglar ve konuşmadır.

Ahmet Rasim’in “Eşkâl-i Zaman” köşesindeki metinlerinde güncel olanı seçmesi, sözü doğrudan alıp meseleyi aktarma biçimiyle meddaha benzerlik görülebilmektedir. Kişileri konuşturma biçimiyle ortaoyununu, ironi kullanımı ve tasvirleri çeşitlendirip sahneleme biçimiyle da Karagöz’ü akla getirmektedir. Bu geleneksel anlatım sanatlarının çalışmayı ilgilendiren yönü hikâye etme biçimleri ve üsluplarıdır. Yoksa amaç Ahmet Rasim’i o geleneğin devamı olarak nitelemek ya da yazıların birebir bu sanatların bir parçası olduğunu göstermek değil, o geleneğin biçimlendirdiği zihniyet bağlamında yöntem ve anlatım özellikleri gösterdiğini ifade etmeye çalışmaktır. Zira zihniyet insanların tavırlarında, fiillerinde yatan sebepler toplamının ve temel yapısında var olan bütünün oluşumudur. (Ülgener, 2006:17)

Ahmet Rasim’in malzemesi, dilin imkânları ve kalemi, sahnesi ise ona verilen sütun ve gazetedir. Yazar, çoğu zaman meddahın konuya girme tarzındaki gibi ana konu ve ona bağlı ana fikri vermeden önce ikincil mevzularla yazıya giriş yapar. Buna anlatımı kuvvetlendirmek, sözün etki gücünü arttırmak için ve meseleler arasındaki analojiyi sağlamak amacıyla her ne kadar genel kullanımı şiirde görülse de fonksiyonu icabıyla irsali mesel kullanma denebilir. Bu tarz yazılarının omurgasının mantığı aynıdır. Ana konu ile alakasız bir konuyla giriş, bir soru cümlesi yahut düşünme cümlesi ile asıl konuya geçiş ve ana mesajı veriş biçimindedir. Ahmet Rasim’in yazılarının genel yapısı da bu biçimde teşekkül etmiştir. Yazarın bu köşedeki yazılarının genel yapısı dört ana basamaktan oluşuyor denebilir; metnin ikincil konu ile başlangıcı, ana konuya bağlantı sağlayacak geçiş cümlesi, ana konu, düşündürücü bitiş cümlesi. Bu dört temel özelliğin biçimlendirilişi yazıdan yazıya farklılık gösterir. Kimi zaman ana konu daha fazla anlatılırken kimi zaman ikincil konu detaylandırılır. Verilmek istenen mesaj bazen bir cümle ile aktarılır bazen ana konu çerisine uzunca yerleştirilir.

Yazılarla örneklendirilirse; “İki Şahsiyet Arasında Alaka” isimli metinde yazar birbirini seven Afandos ve Raşit’i anlatır. Yazı diyalog biçiminde oluşturulmuş, yazar ve Afandos arasında geçer. Raşit karın içi enfeksiyonu olan peritonit hastalığından ölür. Afandos,

hastalığın adını “peri tutmuş” olarak anlar, burası yazının hem mizah yönü hem de metaforik bağlantısı olmakla beraber yalnızca üç cümleden oluşan asıl konunun ana mesajına bir göndermedir. Uzun diyaloğun sonunda ana fikri verdiği düşünülen cümle ile beraber metin şöyle biter “Bilemiyorum ki!.. Çarpıldığımıza bakarsak bizi peri tutmuşa, karın ağrılarından kıyas edersek “peritonit” olmuşa döndük...”

“Sen Yalatma Ya Rabbi” başlıklı yazıda karpuz kesildikten sonra kabukta kalan kısmı yemenin bir zenginlik göstergesi olduğunu düşünen adamdan kısaca bahseden yazar meseleyi kahvehanelerde oturup iş bulma saikıyla fırkalara yazılanların avuçlarını yalamalarını anlatır. Örnekler çoğaltılabilir. Bu iki örnek üzerinden bakıldığında ikincil konunun uzunluğu, kısalığı değişkenlik gösterir asıl konu için de aynı durum geçerlidir. Burada ikincil konunun fonksiyonu kıssadan hisse çıkarmaya yardımcı olmasıdır. Zira yazar yaptığı benzetme ve ilgi kurmayla okuyucuya çeşitli yönlerden hisse almasını sağlar.

“Ayak Meselesi” isimli metnin ana mesajı ‘her insanın en temel ve değişmez özelliğinin doğruluk’ olmasıdır. Yazıyı şu noktadan alır ve diyaloglarla hareketlendirir “Aldığım bir varakada deniyor ki: Merzifonî “Nâyab” Çelebi’nin “İştirâk’el-Uyûn ilâ Ercel’üş-Şuûn” nam eserinde mezkûrdur ki: İnsan mutlaka iki ayaklıdır. Onun tıfıl iken dört ayak yürüdüğü vakıa ise de bu hâl nisbet-i hayvaniyesidir, şimdi biz kaç ayaklıyız, sormak isterim” İnsanın en temel fiziki özelliklerinden iki ayaklı olmasını çocuklarına danışarak soruşturur. Bunu soruşturmak ne kadar garip bir durumsa insanda doğruluğun olmaması da o kadar gariptir. İşte yazar metinleri oluştururken; ikincil konu, ana konu, verilecek mesaj olarak seçer ve birleştirir. Buradaki üslubun ironik olması da dikkat çekicidir ve yazarın “Eşkâl-i Zaman” köşesindeki genel sunumu da böyledir.

Anlatmak istediği durum askerin zor şartları ise yazar bunun için sokağa çıkar, harita yapma hevesine düşer, havadan, çevreden bahsederken meseleyi asıl mevzuya bağlar. Ancak metin örgüsü kurgu bakımından gevşek olarak nitelendirilebilir. Bu nokta yazarın çok yazmasıyla ilişkilendirilebilir.

Yazılarının çoğunda sorun tespitleri vardır. Bu tespitler bazen aşikâr çoğu zaman kapalı sunulur. Ahmet Rasim çözümleri genel yollardan ifadeler biçimde gösterir. Net ve radikal çözümler sunmaz. Yazar “Biz Kim Memleket Kim” de alkolik bir babanın tavrını memlekete sahip çıkmaya çalışan ancak fikrî zemini bulunmayan vatanperverlerin durumuyla ilişkilendirir. Vatanperverin sarhoşluğu, bulunduğu tarafta dediği olmayınca

karşı tarafa geçebilmesidir. Bu değişimlerin, bölünmelerin, taraflaşmaların temel gerekçesi yoktur. Yazar bu arızalı durumu hayretle tespit etmiş ama çözüm göstermemiştir.

“Bilmem Görmedim” e bakılacak olursa adamsendeci tavır kişisel sorun doğurduğu gibi vatanla ilgili meselelerde de sorun sebebidir. Bunun savaş döneminde ayan bir şekilde ortada olduğunu söyler. Yazar, okura sunduğu çözümü direk söylemez. Anlattığı durum ile taşın altına ellerin konması gerektiği mesajı verdiği söylenebilir.

Bir yazı içerisinde konudan konuya geçişi fazla olması da dikkat çekmektedir. “Renk renk Üşüyoruz” da soğuk havalar, savaş sonrası başka memleketlerin insanlarının İstanbul’a göçü, Servet-i Fünun eleştirisi, halkın fakirlik çektiği durumları fırsata çeviren esnafların varlığı iç içe anlatılmıştır. Bir biri ile ilgisiz görünen bu konuların anlatımı kulağı tırmalamadan ince geçişlerle sağlanmıştır.

Yazar Eşkâl-i Zaman köşesinden seçtiği elli dokuz metni Gülüp Ağladıklarım isimli kitabında yayımlamıştır. Kitaba aldığı yazıların özelliğine ana hatlarıyla bakıldığında bu yazıların toplumun umumi sorunlarından, genel insani durumlardan ve şahsi anılardan, siyasi dokundurmalardan oluştuğu görülmektedir. Yazılarda sert siyasi eleştiriler bulunmamaktadır. Bu yazılardaki siyasi dokundurmalar isim vermeden genel cümlelerle yapılmıştır. Ancak kitaba alınmayan ve içerisinde siyasi eleştirisi daha sert olan yazılarda kişilerin, gazetelerin ve partilerin isimleri bulunmaktadır. Ayrıca esere alınmayan siyasi yazılar daha fazla ironi içermektedir. “İstediğimiz Mebuslar” ve “Baştan Tırnağa Mebus Olmak İçin” isimli yazılar örnek gösterilebilir ve bu örnekler çoğaltılabilir. Burada yazarın yaptığı seçimi belirleyen şeyin kişisel kavgalar üzerinden değil de kitabın adından da anlaşılacağı gibi hedef göstermeden bir dönemin ana hatlarıyla verilmesi olduğu düşünülebilir. Yazılar teknik yönleri, konu seçimleri ve üslup bakımından Eşkâl-i Zaman’daki yazılara benzemektedir.

Gazetenin 5 Aralık 1918 tarihli sayısında matbaa hatası sebebiyle “humar” yazılması gereken kelime “hımar” olarak basılmıştır. Dört gün sonra yazar bu durumu açıklayan bir yazı daha yazar. Matbuat işlerindeki dikkatsizlik ve özensizliği anlayamadığını söyleyen Ahmet Rasim, Fuzuli’nin müstensihlere yaptığı sitemin haklı ve yerinde olduğunu söyler. Gazetede “Hımar-ı Matbuat” olarak basılan yazıyı Gülüp Ağladıklarım’a (1926) “Humar-ı Matbuat” (1926: 121) olarak alm“Humar-ışt“Humar-ır. Yine “İdara, Medana, Dübara” yaz“Humar-ıs“Humar-ı “İdara, Müdara, Dübara” (1926: 173) olarak, "Teaüller Arasında Fark Yok” “Fiiller Arasında

Fark Yok” (1926: 206) biçiminde, “Meğer Biz İlk Tımarhaneci İmişiz” “Meğer İlk Tımarhaneci Biz İmişiz” (1926: 201) olarak almıştır.

Sansüre uğrayan yazılar Eşkâl-i Zaman köşesinde bulunmaktadır. “Mutlaka Nazır Olmalıyım” ve “Gördüm Nefi’nin Sopa Elinde” isimli iki yazı tamamen sansürlenmiştir. “El Cununu Fünunu Akallüha Sebun” altı satır, “Mam Tanı” da on iki satır, “Yine İstanbul” da altı satır, “Tekeza-yı Dehr”de otuz satır sansürlendiği yazılmış, “Yağ İle” de satır sayısı belirsiz bir sansürlenme uygulanmıştır. “Suikast” isimli yazıda ise karikatür sansürlenmiştir.

Yalnızca Ahmet Rasim’in yazdığı bir diğer köşe “Yeni Gün İçinde Eski Günler” köşesidir. Bu köşede yirmi iki yazısı bulunmaktadır. Köşe, Yunus Nadi’nin sürgünden dönmesiyle, yaklaşık yedi aylık bir aradan sonra yayımlanmaya başlayan 11 Ekim 1919 tarihli iki yüz dördüncü sayısıyla başlar. Buradaki altı yazının üslubunu belirleyen nokta millî bütünlüğü aktarma gayesidir bu sebeple yazılar makale türünde yazılmıştır. Yazıların dili fıkra yazılarındaki sadelikte olmamakla beraber çok ağır bir dil kullandığı da söylenemez.

Köşenin diğer yazıları ise edebiyat dünyası ile ilgilidir. Buradaki yazılarından on üç tanesini 1924’de yayımladığı Muharrir, Şair, Edip’e almış, üç tanesini almamıştır. Bu yazılardan yalnızca “İstibdad-ı Edebî’de Osmanlı Türklerininin Bir İcad-ı Mühimme-yi Lisan-ı Osmanî” isimli yazının başlığını değiştirerek “Lisana Arız Olan Tagyirat” olarak yayımlamıştır.(1924: 193) Bir de “İstibdad-ı Edebî’de Mithat Efendi, Ben, Muallim Naci” yazısını kitaba alırken ‘ben’ zamirini başlığın sonuna koymuştur.(1924: 116) Ahmet Rasim bu köşede edebî içerikli yazıları yayımlamaya başlamasıyla, ilk beş yazıdaki içeriğe sahip metinlerden yalnızca bir kere daha burada metin yayımlamıştır. Daha sonra bu köşede hep “İstibdad-ı Edebi” olarak nitelendirdiği dönemi anlatır. Yazılar makale formundan ziyade anıya yakın biçimdedir.

Bu yazılarda derin edebî mukayeseler ve tahliller bulunmamaktadır. Daha çok hatıralar üzerinden dönemin şair ve yazarlarından bahsedilmekle beraber genel değerlendirmeler vardır. Yazarın genel özelliği olan bol tasvir ve örnek tarzını Edebiyat-ı Cedide’yi tarif ettiği yazıda görmek mümkündür.

“Yeni Türkiye” köşesi gazetenin yirmi altıncı sayısında yayımlanmaya başlar. 9 Kasım 1918 tarihli bu köşe Wilson’un 12.maddesinin altında yayımlanır. Bu yazıların dili diğer

köşelere göre daha ağır ve resmîdir. Belli bir amaç için bu yazılarda haylice tafsilat bulunmaktadır. Bu bağlamda yazdığı yazılar az olmakla beraber bilimsel nitelik açısından da kaynak sayılamamaktadır.

Yazarın çalışmayı ilgilendiren son köşesi de “Kadınlığa Dair” dir. Bu köşede üç yazısı bulunan Ahmet Rasim’in burada kullandığı dil sadedir. Yazılar diyaloglar biçiminde oluşturulmuştur. Bu köşede bulunan “İstanbul’un Eski Kadınlığı 2 Entari” de dikkat çeken bir nokta bulunmaktadır. Bu yazı ile “Eşkâl-i Zaman” köşesinde bulunan “Eski Biçim: Malakof” isimli yazıda anlatılan ‘anı’ ve bu anının kurgusu, hikâye edilişi aynıdır. Cümle kuruşu da aynı olmakla beraber yer yer kelime farklılıkları mevcuttur. Yazılar arasındaki farklar işe şöyledir; ilk metin olan “Eski Biçim: Malakof” daki anı sahibi eski kadın terzilerinden Hacı Zenop, ikinci yazı olan “İstanbul’un Eski Kadınlığı 2 Entari” de eski feraceci Üsküdarlı Hacı Maksut’tur. Birinci yazıda hikâyeye girişi Hacı Zenop’a sokaktan geçen bir kızın gösterilmesiyle ikinci yazıda ise Ahmet Rasim vapurda karşılaştığı Hacı Maksut’a kadın kıyafetlerini sorarak gerçekleşir.

Bu iki hikâyenin bitiş tarzı köşeler arsındaki üslup farkını da göstermektedir; müşteri olup terziyi döven Hüseyin Ağa iki yazıda da ‘tekrar mezarından kalksa’; “Eşkâl-i Zaman” da işaret edilen kızın peşinden gider ve bu davranış mizah ve ironi sebebiye köşenin zihniyetine uygundur, “Kadınlığa Dair” de ise ya tekrar ölür ya da öldürür, buradaki davranış biçimi de köşenin ciddiyetine göre şekillendirilmiştir. Hikâyenin aynı ancak hikâye kahramanlarının farklı oluşu Ahmet Rasim’in metinlerinin hangi ölçüler dâhilinde kurgusal olup olmadığı sorusunu akla getirmektedir.