• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3. AHMET RASİM’İN YENİ GÜN (İSTANBUL DÖNEMİ)’DE

3.40. Türklerin Tarihî Kabahatleri

Ecdadımız Rum iline geçer geçmez yakıp yıkmadı. Hatta yeni yeni kasabalar vücuda getirdiler. Ahali-yi asliyeyi tehcire de kalkışmadılar. “Murat”-ı Evvel’ in “Dimetoka” da ve bilahare “Edirne” de vücuda getirdiği asar-ı umuran, asrın külliyat-ı fahriyesinden maduddur. Yalnız anasır-ı Müslime’yi çoğaltmaya çalıştılar ki onların yerinde her hangi hükümet olsa idi onun da yapacağı bu idi. Nasıl ki bu usul zamanımıza kadar Avrupa devletlerinin her biri tarafından ayrı ayrı sahalar üzerinde tatbik olunmuştur. Ruslar, Almanlar, İngilizler, Fransızlar bu bapta mehere-i tatbikinden sayılırlar. Bulgarlar,

Yunanlar, Sırplar hatta Romanlar bile elan bu usul ile meşguldürler. Geçen Balkan İttihat Harbi’nde usul-ı mezkûrenin şibh-i cezire de vukua getirdiği cinayat ve şenai henüz unutulmamış ve hâlâ devam etmekte bulunmuştur.

Hükümet-i Osmaniye’ nin Avrupa Kıtası’nda ittihaz ettiği siyaset-i İslamiye kendi haline bırakılacak olsa idi bir “hulûl-ı muslihane” şeklini alacak idi. Almanya’dan “Venedik” ten, Lehistan ve havalisinden akıp gelen “Ehli-i Salip” orduları yakıp yıkıyorlar, kesip yağma ediyorlardı. Bizim Rumeli’ye mürurumuz esnasındaki vaziyeti nazar-ı dikkate alacak olur isek bu cihet kendiliğinden tezahür eder. Vaziyet-i mezkûre iare ediliyor ki: “İstanbul” İmparatorluğu ile “Bulgar” lar ve Sırplar adeta şedit bir münaferet içinde idiler. Hatta Sırpların “Selanik” civarına kadar saldırarak mahut “Makedonya” meselesini ehadis etmişlerdi. İstanbul’da “Kantakuzen91”in taç ve taht münazaat-ı azim-i tekalibatı mucip oluyordu. Hâlbuki Türkler, esasen demokrat bir kavim oldukları gibi öteden beri edyan ve adata dokunmadıklarından istilâlarıyla Balkanlarda bir nevi müvazenet hâsıl olmuştu. Çünkü muti olan cemaat ve efrat-ı Gayri Müslime’nin hürriyet ve imtiyazat-ı mezhebiye ve içtimaiyesi tanılıyor, hatta ilavat icra ediliyordu. İşte Sultan “Osman” ın irae ve ahlafının tevsi ettikleri o siyaset-i İslamiye idi ki ser-kâranı bu türlü mühim müsaidata mezun kılıyordu. “Fatih” İstanbul’a duhulünün üçüncü günü idi ki Ortodoksların Patrik intihap etmelerini emir ve bu emrini Ermeni, Slav, Latin cemaatlerine de teşmil etmiş idi.

İmtiyazat-ı mezkûre cebren alınmış değil idi. Bilhassa o devirde Fatih’i taht-ı mecburiyete alacak bir kuvvet tasvir olunamazdı. Yalnız Osmanlı teşkilât-ı siyasiyesini vücuda getiren “Siyaset-i İslamiye” muktezası ahsas-ı kuvvet ediyorlardı.

“Yavuz” gibi celâdet-i tabi ile müştehir bir hükümdarın Rum fesedesini katil için verdiği emri nakız ve iade eden Müftü “Zembilli Ali” Efendi merhum da “Zeyrek” de gunude-i rahmet-i Rahman’dır.

İşte bidayet-i istiklâlden itibaren Hükümet-i Osmaniye’nin sevk ve idare etmekte olduğu “inkılap fikri” şu suretle de tezahür eder. Garp’ ta Hıristiyanlık vakit vakit İslâmlık aleyhine hücum ederek “Endülüs” kıtasını tahrip, enafis-i asarı ihrak, efrad-ı İslamiyeyi müthiş işkencelerle katil ve efna ve kemâl-i vahşetle bir medeniyet-i muazzamayı hâk ile yeksan ettiği sırada Şarka da İslâmlık tarz-ı maruzda hareket ederek mağlubeye

mağlubiyetini tahfif edecek mesere-i adilane izhar ediyordu. İşte bu türlü inkilâbatın saha-i zuhura gelmessaha-i saha-ile der ksaha-i “Kurun-ı Vüsta” kapanıyor. Kurun-ı Âhsaha-ire başlıyordu. Şarkî Roma İmparatorluğu’nun zaten ehemmiyet-i siyasiye ve kudret-i askeriye kalmamış olduğu cihetle onun inkırazından âlem, fikir ve izanın müteessir olması ve bahusus bir kurun-ı cedidin küşadına sebebiyet verebilmesi yanında o zamana kadar hiçbir Hıristiyan hükümetin yapamadığı ve hatta yapmak hatırına gelmediği hürriyet-i mezhebiye ve vicdaniye meselesi elbette tarihin Osmanlı kabiliyet-i medeniye ve idaresi namına ikame edeceği delâil-i taktiriyedendir. Malum olduğu üzere bu nevi inkılâbatta hüküm eden uzun zamanlardır. Bunlar ani olarak vukua gelemez.

“703”de yani feth-i Konstantiniye’den elli dört sene evvel Asya-ı Sugra’ yı zir ü zeber eden “Timurleng” “Sivas” ta dört bin Ermeni’yi sekizer, onar tutturmuş ve başlarını bacakları arasına bağlatıp kazdırdığı büyük çukurlara atmak ve üzerlerine mezar tahtaları gibi tahtalar koydurarak toprak doldurmak suretiyle diri diri gömmüş, bu vaka-ı hunrizane “Beyazıt”-ı Evvel’i o hakan-ı hûnfeşan aleyhine son derecede azap etmiş idi. Cinayat ve fecayin bu rütbe-i inkişafı ve nice büyük efradın itilafı hadisat-ı müessefesi henüz Anadolu’da unutulmadığı bir zamanda Hükümet-i Osmaniye’nin başına her türlü gavail ve mesail-i mudile açmak, bütün Hıristiyanlığı hatta Anadolu beyliklerini aleyhine yürütmek gibi entrikalarla dünyayı bi-huzur eylemiş olan müntin ve müteaffin bir İmparatorluğun enkazına gösterilen bu hürmet ve itibar acaba nasıl oluyor da nazar-ı şükranı celp etmiyor? “Endülüs” ateşler içinde kalarak efrad-ı İslamiye katil ve mütebaki parçaları Avrupa’ya senelerce hocalık etmiş olan âsâr-ı İslamiye ihrak-ı bin-nâr edildiği bir asırda Osmanlıların “Bizans” ın sönmek üzere bulunan mesere-i irfanını his-i temsile şitap ederek mağluptan ilim ve sanat namına istifade ettikleri nasıl unutuluyor?

“Feth-i Konstantiniye” de İngiltere ile Fransa arasındaki meşhur “Yüz Sene Muharebesi” hitam bulmuş idi. Düşünmeli ki yüz seneden beridir aksa-yı garbın iki hükümeti yekdiğerini boğazlamış idi. “Kalmar” İttihadı92 denilen “İsveç”, “Norveç” ile Danimarka ittifakından ibaret olan siyasiyet-i mübeddil nifak olmuş Avusturya büyük bir Arşidüklük hükmünde olup fakat arkasında Alman Hükümeti mütefakkıhasından mürekkep büyük bir İmparatorluk teşkil etmiş, Ruslar Tatarlara haraç vermekten kurtulmuş, Lehistan’da “Bakelon[?]” Hanedanı hüküm-ferma olup “Bohemya” Protestanlığı’nın mukaddime-i zuhuru gavailinden kurtulmuş, Macarlar “Varna” melhamesi tesirat-ı muharribesinden

mecal kalmış idiler. İşte böyle bir zaman fütuhat-ı nişanda Papalık makamında bulunan Beşinci “Nikola” nın din namına Osmanlılık aleyhine teşvikat ve tahrikat-ı mevride bulunduğu mesmu ve mervi olduğu halde Osmanlılık yine Hıristiyanlara dokunmamış ve bilâkis hürriyet-i mezhebiye ve vicdaniyelerine hürmet ederek imtiyazat-ı mühimme vermiştir.

Yirminci asır medeniyet diye avazı çıktığı kadar bağıran Avrupa Balkan ittifakı muharebe-i zailesinde İslâmların ve mebani-i diniyenin uğradığı tahkiratı gözüyle görmüştür ki Osmanlılar bu üç milletin asırlarca muhafızı ve kâfil-i diyanet ve mevcudiyetleri idiler. Ermenilere gelince bizden ne istemeleri lazım geleceğini düşünmek bile istemeyiz. Biz onları Asya-ı Sugra’ da, şurada burada gayr-ı muntazam, dağınık, her türlü imtiyazat-ı içtimaiye ve dininden mahrum bir halde bulmuşuzdur. Tarih bu bapta uhdemize hiçbir zimmet kayıt etmemiştir. Mevhum ve hayalat ile meşhun bir Ermeni Hükümet-i kadimesi, tavaif-i mülûk serpintilerinden daha zayıf bir “Kilikya” idaresi var ise, bizim bildiğimiz değil bize öğretmek istenilen hak-ı siyasi ve içtimaî, bundan ibaret olup hâlbuki Ermeniliğe bir mevcudiyet bahşeden yine Osmanlı imtiyazatıdır. İşte Türklerin tarihî kabahatlerinden bir kısmı!...