• Sonuç bulunamadı

B- Şikâyet Hakkını Kullanma Ehliyeti

4- Yasal Temsilciler Bakımından

Kimse kavramı; hukukta, hak ehliyetine sahip olan varlıkları ifade eder. Ceza Hukuku açısından ise suçtan zarar gören, sadece gerçek ve tüzel kişler olabilir. Gerçek kişilerin suçun mağduru olmaları açısından medeni hakları kullanma (fiil ehliyeti) ehliyetine sahip olması şart değildir272. Şikâyet hakkı, kişiye sıkı sıkıya bağlı haklardan olduğundan, kural olarak doğruda suçtan zarar gören kimse tarafından kullanılmalıdır. Farik ve mümeyyiz olan küçükler şikâyet haklarını kendi kullanabilecekleri gibi yasal temsilcileri de şikâyet hakkını kullanabilirler.

Medeni haklarını kullanmaya ehil olmayan veya vesayet altında bulunan suçtan zarar görenin, şikâyet hakkını, kanuni temsilcisi veya vasisi kullanır. Bu son halde suçtan zarar gören istemese de temsilcisi şikâyette bulunabilmelidir273.

Medeni haklarını kullanamayanların, yani, mümeyyiz olmayanların şikâyet haklarını yasal temsilcileri kullanabilecektir. Medeni Kanunun 16. maddesinde “Ayırt etme gücüne sahip küçükler ve kısıtlılar, yasal temsilcilerinin rızası olmadıkça, kendi işlemleriyle borç altına giremezler. Karşılıksız kazanmada ve kişiye sıkı sıkıya bağlı hakları kullanmada bu rıza gerekli değildir.” şeklinde düzenlendiği274; buna göre

269 SEZER, s. 51.

270 DÖNMEZER-ERMAN, C: I, No: 2089. 271 CENTEL-ZAFER, s. 87.

272 SEZER, s. 45.; Benzer görüş için bkz.: ÖZBEK, (TCK), s. 637. 273 ARTUK-GÖKCEN-YENĐDÜNYA, s. 706.

274 NUHOĞLU-YENĐSEY-KUNTER; şikâyet ehliyetini belirleme hususunda TMK 16. maddesinin esas alınmasını eleştirmektedirler. Bu yazarlara göre: “Çok defa bu hususu izah için Medeni Kanunun “münhasıran şahsa bağlı hakların kullanılması”nı düzenleyen 16. maddesine başvurulmaktadır.

mümeyyiz küçükler, yasal temsilcilerinin rızası olsun olmasın kendilerine karşı işlenmiş suçlarda şikâyet haklarını kullanabileceklerdir275.

Yargıtay’ın, 15.04.1942 tarih, 14/9 sayılı Đçtihadı Birleştirme Kararında; mümeyyiz küçükler yasal temsilcilerinin rızası olsun olmasın, doğruda doğruya şahıslarına karşı işlenmiş suçlarda, şikâyet hakkına sahiptirler. 15 yaşını bitirmemiş küçüklerin

şikâyetlerinin geçerli sayılması ancak mümeyyiz olduklarına dair rapor alınmasına bağlı olup, mümeyyiz olmadığı saptandığı takdirde şikâyetin geçerli olmadığı belirtilmiştir276.

Unutulmamalıdır ki faydalanma ve kullanma bakımından Medeni Kanunun düzenlediği haklar “medeni haklar”dır. Bunlardan boşanma hakkı gibi bir kısmının kullanılmasının ancak dava açmakla mümkün olması, bunların aslında medeni haklar olmasına mani değildir. Bunlar Muhakeme Hukuku veya daha geniş olarak Kamu Hukuku haklarıdır, daha doğrusu yetkileridir. Muhakeme Hukuku haklarının da şahsa bağlı olanları bulunabilir. Bunları Muhakeme Hukuku düzenlemelidir. Şahsa bağlı hakların müşterek noktaları bakımından genel bir nazariyede kurulabilir”, NUHOĞLU-YENĐSEY-KUNTERs. 284, Dip not: 16.

275 SEZER, s. 45.

276 Ceza Genel Kurulu: 30.05.2006 T, 2006/1-131 E, 2006/146 K

Kasten adam öldürmek suçundan sanıklardan S... S... 'nın, 5237 sayılı TCY.nın 81, 31/2, 62. maddeleri uyarınca sonuçta 5 yıl 10 ay hapis cezasıyla; sanık Öner Budak'ın ise 5237 sayılı TCY.nın 81, 31/3, 62. maddeleri uyarınca sonuçta 7 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmalarına, suçta kullanılan bıçakların 5237 sayılı TCY.nın 54. maddesi uyarınca zoralımına ilişkin Kayseri 1. Ağır Ceza Mahkemesince 11.07.2005 gün ve 255-206 sayı ile verilen kararın sanıklar müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 13.03.2006 gün ve 3708-596 sayı ile;

"Sanıklar Ö... B....ve S... S...'nın 15.07.2005 günlü dilekçelerle temyiz talebinden feragat ettikleri anlaşılmakla,

Vaki feragat nedeniyle temyiz tarihinde 15-18 yaş grubu içinde bulunan sanıkların davadan feragate yetkili olduklarının kabulüyle sanıklar müdafiinin temyiz talebinin reddiyle dosyanın incelenmeksizin mahalline iadesine" karar verilmiştir.

Yargıtay C.Başsavcılığı ise 12.04.2006 gün ve 160647 sayı ile;

"Kayseri C.Başsavcılığının 24.06.2004 gün ve 2004/10145 sayılı iddianamesiyle Kayseri 1. Ağır Ceza Mahkemesinde açılan kamu davasında sanıklar Ö... B....ve S... S...'nın "kasten öldürmek" suçundan yarılandıkları ve 5237 sayılı TCK.nun 81, 31/2-3, 62, 54, 63. maddeleri uyarınca mahkûm edildikleri, suç tarihinin 05.04.2004, hüküm tarihinin de 11.07.2005 olup, sanıklardan S….'ın, suç tarihinde 15

yaşından küçük ve hüküm tarihinde 16 yaş içinde bulunduğu, sanık Ö….r'in ise gerek suç tarihinde ve gerekse hüküm tarihinde 16-17 yaş dönemi içinde bulunduğu, son soruşturma süreci boyunca sanıklar 18 yaşından küçük oldukları nedenle; CMUK.nun 138. maddesi (5271 sayılı CMK.nun 150/2. maddesi) uyarınca, zorunlu müdafii marifetiyle temsil edildikleri ve bu suretle yasal haklarının korunduğu,

Sanıklar ve müdafiinin yüzüne karşı 11.07.2005 tarihinde verilen mahkûmiyet hükmünün, sanıklar müdafii tarafından 12.07.2005 tarihinde sanıklar lehine temyiz edildiği, ancak bizzat sanıkların ise 15.07.2005 günlü dilekçeleri ile "cezalarını temyiz etmek istemediklerini" belirten bir irade serdettikleri, Yargıtay C.Başsavcılığımızın 05.10.2005 gün ve 2005/160647 sayılı tebliğnamesinde, "her ne kadar

sanıklar temyiz talebinde bulunmadıklarını açıkça belirtmişlerse de,sanıklar temyizden vazgeçme tarihinde 18 yaşından küçük oldukları nedenle CMK. hükümlerine göre kendilerine zorunlu müdafii tayini yoluyla, yasal hakları koruma altına alındığından" bahisle yasal süresi içinde vaki müdafii temyizine itibarla, temyiz incelemesine girişilmesi gerektiği görüşü açıkça belirtilerek, hükmün temyizen incelendiği ve bozma talebinde bulunulduğu, ancak Yüksek Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 13.03.2006 gün ve 2005/3708 E., 2006/596 K. sayılı ilamıyla ise; "küçük sanıkların temyizden feragatlerinin geçerli olduğu görüşünden hareketle, sanık müdafiinin temyiz talebinin reddine" karar verildiği anlaşılmıştır.

Hüküm tarihi 11.07.2005 olup, sanıklar temyizden vazgeçme tarihinde (15.07.2005 de) 18 yaşından küçüktürler. Sanıklar müdafii CMUK. 138. madde (5271 sayılı CMK.nun 150/2) uyarınca zorunlu müdafii konumundadır.

Bu durumda sanıkların yaşı nedeniyle fiil ehliyeti (temyizden vazgeçme) meselesini Medeni Kanun ve Ceza Muhakemesi Kanunu yönünden irdelemek gerekir.

Şöyle ki;

I- Türk Medeni hukukunda ne yaştan gelen mutlak bir ehliyetsizlik ve ne de yaş ile belirlenen sınırlı bir ehliyetsizlik hali söz konusudur. Ergin olmayan kimseler (0-18) arasında) yaşları ne olursa olsun, ancak temyiz kudretine sahip olma şartıyla "sınırlı ehliyetsizlik" kategorisine girerler. Temyiz kudreti ise nispi (göreceli) bir kavramdır. Medeni Kanunun 13. maddesi hükmünden; açıkça olmasa bile zımnen, belli kişilerde (örneğin ergin olmayanlarda yani 18 yaşından küçüklerde), "temyiz kudretinin yokluğunun" kanunen kabul edilmiş olduğu anlaşılır. Maddeye göre; ergin olmayanların (küçüklerin), akla uygun biçimde hareket edememeleri asıldır. Bu sebeple bu kişiler hakkında, temyiz kudretinden yoksun olduklarına ilişkin bir karine vardır ve buna "temyiz kudretinden yoksunluk karinesi" denir. Medeni Kanunda "temyiz kudretinin, hangi yaştan itibaren kazanılmış olacağı hakkında bir hüküm de yoktur. Zaten bu konuda kesin bir yaş sınırı saptamaya psikoloji biliminin verileri de uygun değildir. Her somut olayda, ergin olmayanın yani küçüğün, temyiz kudretine sahip bulunup bulunmadığını saptamak hakimin takdirine kalmıştır.

Đşte Medeni Kanunun 13. maddesi çerçevesinde sanıkların fiil ehliyetleri değerlendirildiğinde, temyiz kudretlerinin bulunmadığının asıl olduğu "temyiz kudretinden yoksunluk karinesi" noktasından hareket edilirse "tam ehliyetsiz" olduklarının kabulü gerekeceği ve buna bağlı olarak da Medeni Kanunun 15. maddesi gereğince "tam ehliyetsizin menfaatleri çiğnenmiş olmak kaydıyla fiillerinin hukuki sonuç doğurmayacağı" gibi doğal bir sonuca varılacağı açıkça ortaya çıkmaktadır. Đş bu dava dosyasından da sanıkların "lehlerine temyizden vazgeçme tarzındaki fiilleri, yasal menfaatlerini çiğnediğinden, sonuçta iş bu vazgeçmenin aleyhlerine hukuki sonuç doğurmaması gerektiğinin kabulüne varmamızı zorunlu hale getirmektedir.

Buna karşın Medeni Kanunun 16. maddesi çerçevesinde sanıkların fiil ehliyetleri değerlendirildiğinde ise, temyiz kudretlerinin varlığının kabulünden hareket edilirse bu kez "sınırlı ehliyetsiz" olduklarının benimsenmesinin gerekeceği açıkça ortaya çıkmaktadır. Sınırlı ehliyetsizler de kural olarak kendi aleyhlerine sonuç doğurabilecek işlemleri kendi başlarına ( bizzat) yapamazlar. Medeni Kanunun 16/1. maddesindeki düzenlemeye göre;

Yasal temsilcinin rızasına bağlı olmadan kendi başlarına yapabilecekleri işlemler ise ancak a) Kendilerine ivazsız iktisap sağlayan işlemler, b) Serbest mallarıyla ilgili işlemler, c) Bir meslek veya sanatla uğraşmak, d) Bir başkasının temsilcisi olarak hareket etmek ve e) Kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların kullanılması, tarzında özetlenebilir.

Medeni Kanun "temyiz kudretine sahip küçükler (ve kısıtlılar), yasal temsilcilerinin rızası olmadıkça, kendi işlemleriyle borç altına giremezler" demek suretiyle genel bir ilke koymuş bulunmaktadır. (16/1. m.)

Kanunun amacı (sınırlı ehliyetsizleri = 18 yaşından küçük mümeyyizleri) korumaktır. Bu amacın gerçekleşmesi maksadıyladır ki, bütün hükümler; sınırlı ehliyetsiz durumunda bulunan kişilerin kendi fiilleriyle, aleyhlerine sonuç doğurabilecek mahiyette olan işlemleri yapamaycaklarını öngörmektedir. O halde mümeyyiz küçüğün bir işlemi kendi başına yapabilmesi için, söz konusu olan işlemin hukuki

mahiyeti itibariyle kendisine sadece hukuki yararlar ve haklar sağlamaya yönelik bir işlem olması zorunludur.

Medeni Kanunun 16/1. maddesi esas itibariyle sınırlı ehliyetsizleri koruna düşüncesi taşıdığındandır ki, bu hükümlerin yaptırımında amacına uygun olarak sınırlı ehliyetsizin menfaatlerini sağlamayı ve kollamayı hedef tutan bir hükümsüzlük derecesi olması gerekir. Bu hükümsüzlük derecesinin ne olacağı hakkında kanunda açıklayıcı bir hüküm yoktur. Ancak doktrinde hakim olan görüşe göre bu hükümsüzlük derecesi "tek taraflı bağlamazlık" yaptırımıdır. Yani yasal temsilcinin sonradan onay vermemesi halinde, mümeyyiz küçüğün tek taraflı bağlılığı da ortadan kalkmış olur. Yani yapılmış bulunan işlem, mümeyyiz küçük hakkında hükümsüz olur.

Đşte iş bu dava dosyasında da sanıkların " lehlerine temyizden vazgeçme" tarzındaki filleri, onların yasal menfaatlerini çiğnediğinden yine sonuçta, iş bu vazgeçmelerinin, aleyhlerine hukuki sonuç soğurmaması gerektiğinin kabulüne bir kez daha varmamızı zorunlu hale getirmektedir.

II- Sanıkların "temyizden vazgeçmeleri tarzındaki iradelerini, bir de Ceza Muhakemesi Kanunu çerçevesinde incelediğimizde yine karşımıza 18 yaşından küçük olan kişilerin korunmasına yönelik düzenlemeler çıkmaktadır.

Şöyle ki,

5271 sayılı CMK. 266/son maddesi, "... 150. maddenin ikinci fıkrası uyarınca kendisine müdafii atanan sanıklar yararına kanun yoluna başvurulduğunda veya başvurulan kanun yolundan vazgeçildiğinde sanık ile müdafiin iradesi çelişirse müdafiin iradesi geçerli sayılır" hükmünü amirdir. 1412 sayılı CMUK.nun 295. maddesinde öngörülmeyen ancak 5271 sayılı CMK.nun 266/son maddesinde kanuni düzenleme altına alınan bu hüküm, (aynı kanunun 150/2. madde ve fıkrasıyla 18 yaşından küçükler için getirdiği, taraflarına bir avukat atanması tarzındaki zorunluluktan dolayı) 18 yaşından küçüklerin kendilerini

yeterince savunamayacakları gerekçesine dayalı olduğundan; özde ve genel kuralda, Medeni Kanun ile getirilen koruyucu hükümlere (13 ve 16. maddeler) paralel biçimde ve yoruma tabi durumlarda ise, küçükler lehine istisna sayılabilecek emredici bir hükümdür.

Bu itibarla; sanıklar Ö… ve S….'ın (temyizden vazgeçmeye yönelik) iradeleri ile müdafiinin (sanıklar lehine vaki, bozma istemli temyize yönelik) çelişen iradesi karşısında, sanıklar müdafiinin vaki temyiz talebinin kabulü gerektiği hususu açıkça tebeyyün etmektedir.

Kaldı ki, 1412 sayılı CMUK.nun yürürlükte olduğu dönemlerde dahi yerleşmiş Yargıtay Đçtihatlarının; "18 yaşından küçük sanıklar temyizden vazgeçmiş olsalar dahi, müdafilerinin sanıklar lehine vaki temyizinin geçerli sayılması gerekeceği ve ayrıca yoklukta verilen kararlara karşı küçük sanığın ancak müdafiine yapılacak tebligatla, yasal sürelerin işlemeye başlayacağı ve CMUK. 138. maddesi gereğince zorunlu olarak atanan müdafilerin yasal görevlerinin 18 yaşın bitmesi ile son bulacağı yolundadır. (YCGK.nun 14.12.1999 gün ve 1999/5-300-312 sayılı, Y. 1. CD.nin 30.04.2002 gün ve 2001/4398- 2002/1613 sayılı kararları gibi)

Yukarıda açıklanan gerekçe ve nedenlerle;

Yüksek Dairece; sanıklar müdafiinin süresi içinde vaki temyizine istinaden "temyiz incelemesine" girişilmesi gerekirken, küçük sanıkların temyizden vazgeçme iradelerine itibarla, "müdafilerinin temyiz talebinin reddine" karar veren ilamındaki görüşe katılma mümkün olmamış ve itiraz edilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır" görüşüyle itiraz yoluna başvurarak Özel Daire kararının kaldırılmasına ve Yerel Mahkeme hükmünün tebliğname doğrultusunda bozulmasına karar verilmesi isteminde bulunmuştur.

Dosya Birinci Başkanlığa gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü. TÜRK MĐLLETĐ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Sanıkların kasten adam öldürme suçundan cezalandırılmalarına karar verilen somut olayda Özel Daire ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlık, zorunlu müdafii ile küçük sanıkların iradelerinin

yasa yoluna başvurma konusunda çelişmesi halinde, bunlardan hangisinin iradesine itibar edileceği, buna dayalı olarak da somut olayda küçük sanıkların temyizden vazgeçme iradelerini bildirmeleri karşısında zorunlu müdafilerinin başvurusu doğrultusunda temyiz incelemesi yapılması olanağının bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkindir.

Uyuşmazlık konusunda sağlıklı bir hukuki çözüme ulaşılabilmesi bakımından, konuya ilişkin yasal düzenlemeleri incelediğimizde;

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Yasasının "müdafiin görevlendirilmesi" başlıklı 150. maddesinin 2. fıkrasında, "Şüpheli veya sanık onsekiz yaşını doldurmamış ya da sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malûl olur ve bir müdafii de bulunmazsa istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir";

"Başvurudan vazgeçilmesi ve etkisi" başlıklı 266. maddesinde ise; "(1) Kanun yoluna başvurulduktan sonra bundan vazgeçilmesi, mercii tarafından karar verilinceye kadar geçerlidir. Ancak, Cumhuriyet savcısı tarafından sanık lehine yapılan başvurudan onun rızası olmaksızın vazgeçilemez.

(2) Müdafiin veya vekilin başvurudan vazgeçebilmesi, vekâletnamede bu hususta özel yetkili kılınmış olması koşuluna bağlıdır.

(3) 150 nci maddenin ikinci fıkrası uyarınca, kendisine müdafi atanan şüpheli veya sanıklar yararına kanun yoluna başvurulduğunda veya başvurulan kanun yolundan vazgeçildiğinde şüpheli veya sanık ile müdafiin iradesi çelişirse müdafiin iradesi geçerli sayılır." hükümlerine yer verilmiştir.

Bu yasal düzenlemelerden de görüleceği üzere, kural olarak müdafiin yasa yolu başvurusunda bulunması veya bu başvurudan vazgeçmesi, asilin iradesine tabidir. Ancak yasa koyucu bu kuralın istisnasını

Mümeyyiz küçüklerin, yasal temsilcilerinin rızası olsun veya olmasın kendilerine karşı işlenmiş suçtan, şikâyet hakkına sahip oldukları kabul edildiğine göre, bu hak ve

yetkilerini şikâyette bulunmama yönünde de kullanabilecekleri sonucuna ulaşılır. O nedenle, küçüklerin şikâyette bulunmamaları halinde, yasal temsilcilerinin onların yerine

şikâyette bulunma yetkisinin kabul edilmesi, küçüklere şikâyet yetkisi tanınmasındaki gerekçe ile uyumlu görünmemektedir277.

Ancak, anlama ve isteme yeteneğine sahip bulunsalar bile davranışlarını yönlendirme yeteneklerinin tam olarak gelişmediği düşüncesinden hareketle, küçüklerin haklarının korunması bakımından bu yönde 15.04.1942 tarih, 14/9 sayılı ĐBK’nın verildiği anlaşılmaktadır ki, bu düşüncenin de yasal dayanağı mevcuttur. Gerçekten, 5237 Sayılı TCK’nın 31/3. (765 Sayılı TCK’nın 54 ve 55 maddeleri) maddesinde, anlam ve isteme yeteneğine sahip olduğu, farz ve kabul edilen15 yaşını doldurup 18 yaşını doldurmayan

CMY.nın 266. maddesinin 3. fıkrasında getirmiş ve onsekiz yaşını doldurmamış ya da sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malûl olan şüpheli veya sanığın, yasa yoluna başvurulması ya da başvurunun geri alınması konusundaki iradesi ile müdafiinin iradesinin çelişmesi halinde bu kez asilin değil, müdafiin iradesine üstünlük tanımıştır.

Nitekim anılan maddenin gerekçesinde de bu husus; "Katılan, şüpheli veya sanık avukatı, vekâletnameyle verilmiş açık yetki varsa kanun yoluna başvuruyu geri alabilirler.

Ancak, 150 nci maddenin ikinci fıkrasıyla onsekiz yaşını doldurmamış ya da sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malûl olanlara avukat atanması zorunluğu, kendilerini yeterince savunamayacakları gerekçesine dayalı olduğundan bu durumdaki şüpheli veya sanıklar yararına kanun yoluna başvurulduğunda veya başvurudan vazgeçildiğinde avukatın seçimi geçerli olacaktır." vurgulanmıştır.

Đncelenen dosya içeriğine göre;

Sanıklardan S... S... 18.07.1989 doğumlu, Ö... B....ise, 08.02.1988 doğumludur. Yerel Mahkemece cezalandırılmalarına ilişkin hüküm 11.07.2005 tarihinde sanıkların ve müdafilerinin yüzüne karşı verilmiş olup, sanıklar müdafii 12.07.2005 günlü dilekçe ile temyiz isteminde bulunmuştur. Sanıklar ise, tutuklu bulundukları cezaevi müdürlüğü aracılığıyla 15.07.2005 tarihinde ayrı ayrı verdikleri dilekçelerle haklarındaki hükmü temyiz etmek istemediklerini bildirmişlerdir. Bu dilekçelerin verildiği tarihte sanıklar 18 yaşından küçüktürler. O halde sanıkların temyizden vazgeçme iradelerine itibar edilmesi yasal olarak olanaksızdır. Sanıklar müdafiinin yasa yoluna başvurusu ile "istek" koşulu gerçekleştiğinden, sanıklar hakkındaki hükmün temyizen incelenmesi gerekmektedir.

Bu itibarla haklı nedenlere dayanan Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının kabulüne ve dosyanın temyiz incelemesi yapılmak üzere Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.

Öte yandan her ne kadar sanıklardan S... S... tahliyesine karar verilmesi talebinde bulunmuş ise de, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının kapsamına göre dosyanın esasının Ceza Genel Kurulunca incelenmemesi karşısında, bu konuda temyiz incelemesi sonucunda bir karar verilebileceğinden tutukluluk halinin de Özel Dairesince yapılacak temyiz incelemesinde değerlendirilmesi gerekmektedir. SONUÇ: Açıklanan nedenlerle,

1- Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,

2- Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 13.03.2006 gün ve 3708-596 sayılı kararının KALDIRILMASINA, 3- Dosyanın temyiz incelemesi yapılmak üzere Yargıtay 1. Ceza Dairesine gönderilmesi için Yargıtay

C.Başsavcılığına tevdiine, 30.05.2006 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi. 277 NUHOĞLU-YENĐSEY-KUNTER, s. 285.

küçüklerin cezasından indirim yapılması bu yaş grubundaki küçüklerin davranışlarını yönlendirme yeteneklerinin tam olarak gelişmediği düşüncesine dayanmaktadır278.

Anlama ve isteme yeteneği (mümeyyiz) olmayan küçükler ise şikâyete yetkili değillerdir. Bu küçükler adına, şikâyet yetkisi, yasal temsilcileri tarafından kullanılacaktır. Dikkat edilmelidir ki, bu halde, şikâyet hakkının sahibi küçüktür; yasal temsilci onun adına hareket etmektedir. Mümeyyiz küçükler, şikâyet hak ve yetkisine sahip olmalarına rağmen davaya katılmayı isteme yetkileri yoktur. Katılma, esas itibariyle bir dava olduğundan, katılma talep edenin, dava ehliyeti bulunmalıdır. Dava ehliyeti için, kişinin anlama ve isteme yeteneğine sahip (mümeyyiz) olması, küçük ve kısıtlı olmaması lazımdır (CGK: 25.04.1994 T, 1/91 E, 116 K.). Bu nedenle, küçük adına davaya katılma yetkisi yasal temsilcisine aittir. Küçüğün reşit olması halinde yasal temsilcisinin yetkisi sona erer279.

Mağdur küçükle, yasal temsilcisinin menfaatinin çatışması halinde, yasal temsilci küçük adına şikâyet hakkını kullanamayacaktır. Bu durumda küçüğe kayyım tayini gerekmektedir280.