2.4 Mekânın Yeniden Organizasyonunun Ekonomi Politiği
2.4.2 Sermaye Çevrimleri ve Mekânsal‐Zamansal Sabiteler Kuramı
2.4.2.1 Yapısallaştırılmış İç Tutarlılık
Sermaye çevrimleri ve mekânsal‐zamansal sabiteler kuramını incelemeden önce, bu kuramdaki temel yaklaşımlarla çok sıkı bir bağa sahip olan, Türkçe’ye “yapısallaştırılmış
iç tutarlılık” ya da “yapılandırılmış uyum” olarak çevrilebilecek “structured coherence”
üzerinde durmakta fayda görülmüştür.
Bu bölüme dek incelenmiş olan, gerek Marx’ın yaklaşımları, gerek Düzenleme Okulu’nun temel tanımlamaları, gerekse de Arrighi ve Harvey’in güç tanımları, sermaye birikiminin, bazı koşulların ve güvenlikli düzenlemelerin sağlanması durumunda gerçekleşebildiğinde uzlaşmış görünmektedir.
Önceki bölümlerde de belirtildiği gibi, Marx, iktisadi krizleri önleme, ya da bu krizlere çözüm aramada ilk aşamanın, sermayenin üretim süreci içerisinde gerçekleştirdiği
müdahalelerden oluştuğunu; ancak bu müdahalelerin neredeyse hepsinin krizin
aşılmasında geçici çözümler sağladığını; dolayısıyla sürecin sonunda krizin yeniden baş göstereceğini açık bir şekilde ortaya koymuştur.
Marx’a göre krizin aşılmasında sermaye, devletin de desteğine ihtiyaç duymakta, bu noktada öncelikle ulusal sınırlar içerisindeki devlet müdahaleleri önem taşımaktadır. Ulusal sınırlar içerisindeki düzenlemelerin yetersiz kalması durumunda ise devlet, uluslararası emperyalist ataklarda devreye girmekte, sermayeye yeni pazarlar ve ucuz işgücü olanakları yaratmaktadır.
Düzenleme Okulu’na göre ise, yeni birikim rejimlerinin eski düzenleme tarzları ile çakışması, kriz yaratmaktadır. Dolayısıyla kapitalizmin devletinin, kapitalist sistemin devamlılığı için, sürekli olarak yeni birikim rejimlerine uygun düzenleme tarzları inşa etmesi gerekmektedir.
Bu noktada Harvey’in, temelde Marx’ın devletin rolü konusundaki görüşlerinden yola çıkarak, Düzenleme Okulu’nun “düzenleme tarzı” kavramına daha kapsamlı bir alternatif kavram önerdiği söylenebilir.
Harvey’in tanımladığı, gücün iki mantığından birisi olan “devlet ve imparatorluk siyaseti”, burjuva anayasalcılığının doğuşu ile aslen bir iktisadi yapılanma olarak kapitalizmin siyasal boyutu haline gelmiştir.
Bu özellikleriyle devlet, sermaye birikiminin ulusal ve uluslararası ölçeklerde örgütlenmesinde çok önemli bir rol oynamaktadır. Harvey çalışmasında [5] bu rolün daha çok uluslararası boyutuyla ilgilenmiştir. Başka bir ifadeyle devletin ulusal sermaye birikimindeki rolünden ziyade, küresel ekonominin hegemon devletlerinin (ve hatta diğer uluslararası örgütsel yapıların) uluslararası neoliberal iktisadi sistem içerisindeki rollerine odaklanmıştır. Dolayısıyla Harvey’in açıklamalarının merkezinde ABD ve AB; ayrıca IMF ve DTÖ gibi örgütsel yapıların yer aldığı belirtilmelidir. Öte yandan Harvey’in söz konusu devletler ve örgütsel yapıların küresel para sistemi içerisindeki rollerine ilişkin temel açıklamalarında yer yer başvurduğu yapısallaştırılmış iç tutarlılık kavramı, daha alt ölçeklerde de açıklama olanağı sunan bir kavramdır.
Sanayi devrimi sonrasında, iş gücü, üretim araçları ve hatta zamanın birer maliyet olarak devreye girmesi, sistemin içgüdüsünü tamamıyla değiştirmiştir. Akabinde Fordizmin kitlesel üretime olanak tanıması, bu içgüdüyü bir kez daha değiştirmiştir. Fordizm öncesindeki ilk sanayileşme aşamasında (yaygın birikim döneminde), sistemin içgüdüsü tüketimin sürekliliği, yeniden üretim sürecinin gerçekleştirilmesi ve rekabetçi mekanizmaların yaratılması yönünde işlerken, ikinci aşamada (yoğun birikim döneminde) bu içgüdü ‘tekel’ olabilme yönünde gelişmektedir1.
Burada tekel olanın, sistem içindeki konumunu koruyabilmesi ve üretimden kâr elde etme sürecinin sürekliliği açısından, belirli koşulların gerçekleşiyor olması gerekmektedir. Bu koşullar sistemin devamlılığını sağlayacak yönde ve kusursuz bir uyum içerisinde çalıştığı sürece, sözü geçen döngü gelişimini sürdürecektir.
Ancak Marksist teori, kapitalist sistemi tasvir ederken, bu ‘sözde’ kusursuz uyumun kırılganlığından dem vurmuştur. Sistemin iç işleyişi bu kabule dayalı olarak çözümlenirken, bu kabulün gerçek hayattaki krizinin de teoride çözümlenebilmesi ancak bu yolla gerçekleştirilebilmektedir.
David Harvey’in yapısallaştırılmış iç tutarlılık olarak ifade ettiği ve esasen kapitalist sistemin işlemesini sağlayan koşulların eş evreli, birbirini tutan ‐ birbirine tutunan ve
1 Bu aşamada Düzenleme Okulu’nun bu ikinci dönemin düzenleme tarzını tekelci düzenleme olarak
birbiriyle uyumlu niteliklere sahip olması anlamına gelen bu olgu, özellikle mekânın ve kurumsal yapının yeniden düzenlenebilirliği üzerinde durmayı gerektirmektedir. Birbiriyle ilişkileri bugün neredeyse çözümlenemez hale gelmiş yedi temel düzenek, bu iç tutarlılığın inşasında devreye girmektedir. Bunlar sırasıyla siyasal yapı (devlet
yönetimi), askeri sistem ve polis sistemi, hukuk sistemi, para sistemi, mülkiyet sistemi, ulaşım‐iletişim sistemi ve değerler sistemi’dir. Bu düzeneklerden birisi sistemin
devamlılığını bozacak şekilde işlediği takdirde kriz ortaya çıkmaktadır1.
Neoliberal sisteme eklemlenmesi gereken ya da sistemin varlığını tehdit eden herhangi bir devlet yapısı, uluslararası örgütsel yapılar (IMF, Dünya Bankası, DTÖ vb.) öncülüğünde neoliberalleştirilir. Eğer sisteme ideolojik ve askeri karşıtlıklar taşıyorsa, bu hükümet darbeyle düşürülür. Harvey, Şili2, Venezüella3, İran4, Endonezya5, Vietnam, Kongo, Brezilya, Guatemala, Dominik Cumhuriyeti ve Irak6 hükümetlerinin tümünün değişiminde bu mantığın işlediğini belirtmektedir (Harvey, [5]:8‐12). Zira devletin nasıl ve kimler tarafından yapılandırılmış olduğu, sermaye birikiminin lehinde ya da aleyhinde hareket edip etmeyeceği büyük önem taşımaktadır7.
Yönetimin el değiştirmesi sonrasında; ya da neoliberal politikaların işletilmesi ve kaynakların piyasalaştırılması konusunda direncin olmaması durumunda, diğer düzenekler devreye girmektedir. 1 Bu önerme, Düzenleme Okulu’nun “birikim rejimi ‐ düzenleme tarzı uyumsuzluğu” koşullarında kriz tanımı yapmasına benzemektedir. Yapısal iç tutarlılık düzenekleri için bkz. Harvey, [5]: 89, 102, 200. 2 Pinothet’i getiriren darbe. 3 Chavez’i deviren darbe. 4 Harvey’e göre demokratik Musaddık hükümetini deviren bu darbe ile ABD şirketleri, 1940‐1967 yılları arasında Ortadoğu petrol rezervleri üzerindeki denetimlerini %10’dan %60’a çıkarmıştır; aynı yıllarda İngiliz kontrolü ise %72’den %30’a düşmüştür (Harvey, [5]:20). 5 ABD desteğiyle, Endonezya’da 1965 yılında yaklaşık 1 milyon insanı katlederek Sukarno yönetimini deviren Suharto, en acımasız örneklerden birisidir. 6 Harvey, Irak müdahalesinin, konvansiyonel yorumların aksine yalnızca petrole dayalı bir müdahale olmadığını –Irak petrol rezervleri hakkındaki bilginin son derece spekülatif bir bilgi olduğunu‐, bunun daha çok Irak’ın Suudi Arabistan örneğinde olduğu gibi bir uydu devlet haline getirme projesi olduğunu belirtmektedir(Harvey, [5]:22‐23). 7 Hegemon güç, her zaman dönüştürmeye çalıştığı ülkelerde önce bir tasfiye, daha sonra boyun eğdirme,
Polis yetkileriyle donanmış, cebir tekelini elinde bulunduran güçlü bir devlet, kendisinden beklenen dönüşümlerin kurumsal çerçevesini güvence altına alabilmekte ve bu yapıyı anayasal düzenlemelerle desteklemektedir (Harvey, [5]:89‐90).
Hukuk sisteminin yeniden düzenlenmesinde öncelikle neoliberal sistemin temel finansal aygıtlarının yeniden örgütlenmesi ön plana çıkmaktadır. Bir sonraki aşama para güvenliğinin sağlamasıdır. Daha sonra kamu yönetimi ve sözleşme özgürlüğü1 başta olmak diğer hukuki düzenlemeler (sınıf mücadelelerini önlemeye ve çeşitli sermaye kesimleri arasındaki farklı çıkarları uzlaştırmaya yönelik düzenlemeler; örneğin ticaret, maliye, üretim, tarım ve rantiye çıkarları arasındaki çatışmaların uzlaştırılması2) gerçekleştirilmektedir.
Yapısallaştırılmış iç tutarlılığın inşasında devreye giren bir diğer önemli düzenleme mülkiyet sisteminin yeniden yapılandırılmasıdır. Ülkelerin bu dönüşümler öncesinde korumayı başardıkları ya da yıllar boyunca sert sınıf mücadeleleriyle kazanılmış ortak mülkiyet hakları (emeklilik aylığı hakkı, refah hakkı, sağlık güvencesi hakkı vb.) özel alana devredilmektedir. Bunun bir başka boyutu da özelleştirme politikalarının devreye sokulmasıdır3.
Bölüm 2.4’ün giriş kısmında ele alındığı gibi, ulaşım‐iletişim ve diğer teknik altyapı sisteminin organizasyonu da yapısallaştırılmış iç tutarlılığın kapsamı içerisindedir. Sermaye birikiminin verimliliği açısından bu alanda yapılacak yeni yatırımlar önem taşımaktadır. Bu yatırımlar devlet tarafından gerçekleştirilebileceği gibi bizzat sermaye tarafından da organize edilebilmektedir. Bu yolla sermaye fazlası da mekâna ve zamana sabitlenebilmektedir4.
Son olarak, yapısallaştırılmış iç tutarlılığın inşasında ekonomik mübadeleler temel faktör olmasına karşın, sağlanan iç tutarlılık salt ekonomik mübadelelerin ötesine
1 Sözleşme özgürlüğü, sözleşme kurallarının –iş akdi dâhil olmak üzere‐ güvence altına alınması olarak tanımlanabilir. 2 a.g.e., s91. 3 Harvey bu konuyu ağırlıkla “el koyarak birikim” yaklaşımını ortaya koyarken ele almaktadır. Bu sebeple tez kapsamında da bu konu ilgili bölüm içerisinde değerlendirilecektir. 4 İngiliz ve Fransızların 1956’da Suveyş Kanalı’nı açması, hem yapısallaştırılmış iç tutarlılık hem de mekansal‐zamansal sabiteler açısından iyi bir örnek olacaktır (Harvey, [5]:2).
geçerek (örneğin tutumlar, kültürel değerler, inançlar hatta dinsel ve siyasi yakınlıklar gibi) değerler sisteminin de yeniden inşasını içerebilmektedir (Harvey, [5]:102‐103).
Buna göre, her sermaye birikim modelinin bir duyarlılık yapısı olduğundan hareketle, sermayenin de, toplumsal dayanışma ve kamusal alan gibi “toplumsal olana ait öğeleri” kendi ihtiyaçlarına göre yeniden şekillendirdiği görülecektir. Bu eylemler bütünü de, aslen yapısallaştırılmış duyarlıklar (structured sensibilities) olarak yorumlanabilir. Örneğin toplumsal dayanışmanın ve örgütlenmenin mekânı olan sokağın, kapitalizmin evrim sürecinde dönüşmesi, bu duyarlılık yapısının inşasına bir örnek olarak ele alınabilecektir. Özellikle kent mekânındaki perakende ticaretin örgütlenme biçimlerinin yaşadığı evrimi (AVM’ler gibi) dikkate alacak olursak, sermayenin aslında giderek kamusal alanı daralttığı; üretim, tüketim ve dolaşım ilişkilerinin verimliliğini ise arttırdığı görülecektir.
Tam bu noktada sermayenin tekelci düzenlemelere neden ihtiyaç duyduğu konusu yeniden önem kazanmaktadır. Bölüm 2.4.1’de de belirtildiği gibi, sermaye o veya bu şekilde sosyal sorumluluklar taşıyan bir öğe değildir. Bu sebeple sürekli başat olma arzusuyla mekânda organize olacaktır; ve mekân halihazırda sahip olduğu tekelci avantajlarla sermayeye bu olanağı sunmaktadır.
Harvey’e göre mekânsal organizasyon daima belli bir tekelci avantaj sağlamaktadır. Toprak üzerindeki özel mülkiyet, bu bağlamda belirli bir tekelci güce dayanmaktadır. Harvey bunu bir örnekle açıklamaktadır:
“Örneğin “kimse benim fabrika kurduğum bir yere fabrika kuramaz. Benim fabrika kurduğum yere özgü kimi avantajlar varsa, bunlar tek başına bana ait olur”. Bu durum mekân ekonomisi içinde kapitalist tercihin, açık rekabet yerine tekelci kontrolden yana oluşmasını sağlamaktadır. Soyut Kapitalizm Kuramı (neoliberal kuram da dâhil olmak üzere) daima piyasadaki ideal rekabet olgusuna dayanmasına karşın kapitalistler, güvenlik, öngörülebilir‐ lik ve rahatlık sağladığı için tekelci güçlere göz dikmektedirler. Bu sebeple kapitalistler tekelci güç oluşturmak ve bu gücü korumak için daima mekânsal stratejiler kullanırlar.
…Stratejik yerler ya da kaynaklar üzerindeki denetim önemli bir silahtır”
Harvey’in bu yorumları, mekân ekonomisinin sistemin düzenleme tarzına uygun bir biçimde, tekelci bir içgüdüye dayandığını göstermektedir. Haliyle bu düzenleme tarzını örgütleyen temel güç olarak devlet, tekelci ayrıcalıkları ancak uzantısı olduğu kapitalist sermayeye (Marx’ın söyleyişiyle burjuva sınıfına) sağlayacaktır.