TÜRKİYE’DE NEOLİBERALİZMİN KURUMSALLAŞMASI
3.2.2 AKP İktidarı ve Türkiye’de Neoliberalizmin Sistematik Kurumsallaşma Süreci
3.2.2.2 Özelleştirme Politikaları, Kamu Arazilerinin Satışı ve El Koyarak / Mülksüzleştirerek Birikim
2000 sonrası dönemin, yapısal anlamda neoliberal sistemin gerektirdiği iç tutarlılığın ülke koşullarında tam olarak sağlanmasına yönelik bir dizi düzenlemeyi içerdiği belirtilmişti. Bu düzenlemeler Harvey’in de ortaya koyduğu gibi, sermaye açısından iki temel dinamiği getirecektir. Bunlar zaman mekân sabiteleri ve el koyarak birikimdir.
El koyarak birikimin temel parametresi kamu varlıklarının metalaştırılmasıdır. Bu aşamada özelleştirme uygulamaları ve kamu arazilerinin satışı, bu metalaştırma sürecinin bileşenleri olarak ifade edilebilir.
2000 sonrası dönemde, kamu sektörü ekonomisinin en yüksek katma‐değer yaratma kapasitesine sahip iktisadi kuruluşlarının özelleştirme yolu ile hızla elden çıkartıldığı; hatta geçmiş dönemlerle karşılaştırıldığında, bu dönemin tartışmasız bir üstünlüğe sahip olduğu belirtilmelidir.
Devletin, bu dönemde piyasa içerisinde etkin rol alan bir özellik taşıdığı düşünüldüğünde, özelleştirme uygulamalarıyla kamusal iktisadi araçlarını yitirme sürecinin bu rolle çeliştiği düşünülebilecektir. Öte yandan Güzelsarı ([78]:82), kamusal alanı sermaye lehine daraltan de‐regülasyon (kuralsızlaştırma) ve özelleştirme süreçlerinin, esas olarak devlet müdahalesini basit bir kavrayışla azaltmadığı, aksine müdahale araçlarını metalaştırma süreçlerinin dışında kalan bürokrasiden devralarak piyasacı olanlara kaydırdığını belirtmektedir.
Kaynak: TC Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, (2011). Faaliyet Raporu 2010. Şekil 3.5’de görüldüğü gibi özelleştirmeden elde edilen gelirler özellikle 2003 yılından itibaren ciddi bir artış göstermiştir. Son 25 yılda özelleştirmeden toplamda 41,7 milyar dolarlık bir gelir elde edilmiştir. Öte yandan bu gelirin yaklaşık 34 milyarlık kısmı 2003’ten bu zamanda dek gerçekleştirilen özelleştirme uygulamalarıyla el ede edilmiştir. Bu da 25 yılda elde edilen toplam gelirin %80’inin yalnızca son 8 yıl içerisinde elde edildiğini göstermektedir.
Çizelge 3.1 ve Şekil 3.6 ise, Türkiye’de yıllar itibariyle hazineye ait taşınmazların satışına ilişkin değerleri içermektedir1. Bu değerlere göre, 1995‐2002 aralığında (8 yılda) toplam 8729 ha.lık hazine arazisi satışından yaklaşık 13.3 milyon TL’lik gelir elde edilmiştir. 2003‐2010 aralığında ise (yine 8 yılda), 25.478 ha.lık hazine arazisi satışından 205.3 milyon TL’lik gelir elde edilmiştir. Bu da toplam satış geliri olan 218.8 milyon TL’nin % 93.9’una tekabül etmektedir. 1 Bu değerlere TOKİ aracılığıyla gerçekleştirilen satışlar dâhil değildir. Hem TOKİ aracılığıyla gerçekleştirilen satışlara, hem de kamu arazilerinin özel mülkiyetin kullanımına açılmasıyla ilgili diğer Şekil 3.5 ‐ Türkiye’de Yıllar İtibariyle Özelleştirmeden Elde Edilen Gelir
Çizelge 3.1 – Türkiye’de Yıllar İtibariyle Hazineye Ait Taşınmazların Satışı
Yıllar Adet Yüzölçümü (m2) Satış Bedeli (TL)
1995 580 6.747.010 600.400 1996 1.135 13.515.919 1.084.041 1997 1.870 21.684.590 1.984.964 1998 1.267 13.774.992 1.070.891 1999 766 7.872.925 1.190.836 2000 496 4.591.455 1.542.067 2001 670 7.317.158 2.085.859 2002 1.023 11.784.257 4.353.636 2003 801 8.502.292 7.173.996 2004 4.278 57.248.140 31.368.662 2005 6.654 75.451.902 53.760.774 2006 4.711 67.812.683 53.476.839 2007 1.722 17.397.721 21.045.014 2008 1.230 14.276.375 15.275.987 2009 719 6.963.108 11.125.738 2010 501 7.130.091 12.062.511 Toplam 28.423 342.070.617 219.202.215 Kaynak: T.C. Maliye Bakanlığı Milli Emlak Genel Müdürlüğü, (2011). "2010 Yılı Faaliyet Raporu", Ankara. Kaynak: T.C. Maliye Bakanlığı Milli Emlak Genel Müdürlüğü, (2011). "2010 Yılı Faaliyet Raporu", Ankara
Özetle, hem özelleştirme uygulamaları hem de hazine arazilerinin satışları açısından, özellikle 2003 sonrası dönem, çok ciddi bir kırılmaya işaret etmektedir. Buna göre, sermayenin kamusal varlıklara el koyması / kamuyu mülksüzleştirmesi sürecine devletin aracı olduğu bir dönemin yaşanmakta olduğu, önemle belirtilmelidir.
3.2.2.3 “Acil Eylem Planı” ve “Konut Seferberliği”
3 Kasım 2002 Seçimi sonrasında yapılan basın toplantısında, AKP hükümeti bir "Acil
Eylem Planı" açıklamıştır. Hükümetin hazırladığı bu planda “konut seferberliği” adı
altında bir bölüm yer almıştır. Bu kapsamda “konut üretimi” ve “planlı kentleşme” ana hedefler olarak belirlenmiştir1. Ocak 2003 itibariyle de toplu konut ve kentsel dönüşüm uygulamalarına hız verilmiştir.
İlan edilen “konut seferberliği”ni izleyen dört yıl süresince, TOKİ’nin kurumsal yapısı yeniden organize edilmiş, yetkileri yasal düzenlemelerle genişletilmiştir. Kurum, doğrudan Başbakanlık’a bağlanmış ve böylece kendi kaynaklarını üreten ve kullanan,
bağımsız bir düzenleyici kurum haline getirilmiştir. Süreç içerisinde Emlâk Bankası ve
Arsa Ofisi’ne ait tüm varlıklar TOKİ’ye aktarılarak, kurumun arsa portföyü genişletilmiştir.
Elde ettiği yeni yetkilerle TOKİ, kendisi için bizzat Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından belirlenmiş olan “500 bin konut”2 hedefini 2011 yılının sonu itibariyle yakalamış, hatta bu hedefi geçmiştir. TOKİ’nin resmi internet sitesinde yapılan açıklamaya göre, 2011 yılı sonu itibariyle 81 il 800 ilçe, 2210 şantiyede, toplam 518.392 konut üretilmiştir. Bu rakam TOKİ’nin internet sayfasında ifade edildiği biçimiyle “100 bini aşkın nüfuslu 20
şehir demektir”.
AKP hükümeti konut seferberliğini “konut açığı” gerekçesine dayandırmıştır3. Hükümete göre ülkede sürekli artan bir konut talebi ve bu talebi karşılayamayan bir konut piyasası söz konusudur. Öte yandan bu gerekçelere, birçok çevreden konut açığı yerine “konut fazlası” olduğuna ilişkin karşı görüş gelişmiştir.
Esasen, konut açığı ya da konut fazlası tartışmasından önce konut gereksiniminin tanımlanmasında fayda vardır. Keleş ([96]:430) konut gereksinimini “kişilerin ödeme
1 T.C. Başbakanlık Toplu Konut idaresi, Konut Programı. http://www.toki.gov.tr/page.asp?id=130 (Erişim tarihi: 12.11.2011); ve TC Başbakanlık Toplu Konut idaresi, Tanıtım ‐ Tarihçe. http://www.toki.gov.tr/ (Erişim tarihi: 12.11.2011). 2 Bu rakam ilk aşamada (2003 yılında) 250 bin konutken, daha sonra 500 bin, 2011 yılı itibariyle ise 1 milyon konut olarak sürekli güncellenmiştir.
güçlerinden, bireysel tercihlerinden bağımsız olarak, en düşük düzeyde barınabilmelerini sağlamak için gerekli konut sayısı ve kalitesi, belli bir anda var olan konut sayısından ve kalitesinden farklı ise, aradaki fark konut gereksinimi adını alır”
şeklinde tanımlamaktadır. Keleş ayrıca, “konut istemi” ile “konut gereksinimi” kavramlarını da birbirinden ayırmaktadır.
Konut istemi, ailelerin, belli bir konutun fiyatını ya da kirasını ödemeye istekli ve ödeme
gücünde olmaları olarak tanımlamaktadır1. Bu aynı zamanda “efektif talep” olarak da adlandırılmaktadır. Buna göre konut istemi, ödeme güçlerine bağlı olarak konut gereksiniminden az ya da çok olabilmektedir.
Konut açığı ve konut fazlası konusunda hatırı sayılır bir yazın oluşmuş olmasına rağmen, hem konunun çok boyutlu oluşu, hem de var olan hesaplama yöntemleri ve veri kaynaklarının tartışmaya açık yönlere sahip olması, konuyu “spekülatif” bir konu haline getirmektedir.
Keleş, iki farklı konut açığı tanımı yapmaktadır. Birincisi “açık konut açığı”dır. Açık konut açığı nicel bir özellik taşırken, ikinci tür olan “gizli konut açığı”, barınma koşullarının niteliğiyle yakından ilişkilidir. Bir konut biriminin birden fazla hane halkı tarafından paylaşılması, yani konutların aşırı derecede kalabalık olması (overcrowding,
encombrement) gizli konut açığının göstergeleri olarak tanımlanmaktadır2.
Dolayısıyla belli bir andaki konut açığının hesaplanabilmesi için öncelikle gerçek konut gereksiniminin belirlenmesi gerekmektedir. Bunun için de “gizli” ya da “potansiyel” hane halklarının toplam hane halkı hesabında dikkate alınması önem taşımaktadır. Buna rağmen, konut açığı hesabında genel eğilim, yalnızca nüfus sayımı sonuçlarında yer alan reel hane halkı büyüklüğünden toplam konut stoğunun çıkarılması şeklindedir.
Ayrıca gerçekçi bir konut açığı hesabı için, toplam konut stoğu verisinin de içeriği önem taşımaktadır. Zira bu noktada toplam konut sayısı hesabının, konut olarak kullanılan birimlerle, konut olarak üretilmediği halde konut olarak kullanılan birimleri ve boş konut birimlerini içermesi; öte yandan birden fazla konut sahibi olan kişilerin boşta
1 Keleş, [96]:430.
duran diğer konutlarını, kullanılamayacak durumda olan konutları, konut olarak üretilmesine rağmen farklı amaçlarla kullanılan birimleri ve yazlık olarak kullanılan birimleri içermemesi gerekmektedir1.
Çizelge 3.2 – Türkiye’de Konut Açığı / Konut Fazlası Analizi (2000 Yılı)
Parametreler Adet Oran %
Toplam Hane Halkı Sayısı 10,314,439 Konut Gereksinimi* 10,906,367 Ruhsatlı Konut Sayısı 8,366,428 61.5% Yapı Kullanma İzni Olan Konut Sayısı 4,524,170 33.3% Toplam Konut Sayısı 13,597,676 Toplam Konut Sayısına Göre Konut Açığı ‐2,691,309 Ruhsatlı Konutlara Göre Konut Açığı 2,539,939 Yapı Kullanma İzni Olan Konutlara Göre Konut Açığı 6,382,197 *Toplam konut gereksinimi olan hane halkı sayısı kastedilmektedir. Kaynak: Başbakanlık Toplu Konut Müsteşarlığı, (2002). “2000‐2010 Dönemi Konut İhtiyacı Analizi ve Konut Politikaları Araştırması” [148]; DİE Bina Sayımı, (2000); DİE, (2000). Genel Nüfus Sayımı İstatistikleri Çizelge 3.2’de Türkiye il ve ilçe merkezlerindeki, 2000 yılına ait, toplam hane halkı sayısı ve konut açığına ilişkin veriler yer almaktadır. Yukarıda da belirtildiği gibi gerçekçi bir konut açığı hesabının yapılabilmesi için, gizli ya da potansiyel hane halkı bilgilerinin de kullanılması gerekmektedir. Konut Müsteşarlığı’nın 2002 yılında yaptığı araştırmanın sonuçlarına göre, 2000 yılında Türkiye kentlerinde toplam konut gereksiniminin 10.906.367 olduğu görülmektedir. Ancak bu hesabın ne şekilde yapıldığı belirtilmemiştir. DİE’nin 2000 yılı genel nüfus sayımı sonuçlarına göre ise il ve ilçe merkezlerinde toplam hane halkı sayısı 10.314.439’dur. Aradaki bu fark, potansiyel ya da gizli hane halkı varlığının değerlendirildiği ve toplam hane halkı sayısına eklendiğine
ilişkin bir düşünce yaratmaktadır. Öte yandan DİE İstatistiklerinde hane halkı
sayılarında böyle bir ayırım bulunmamaktadır. Haliyle bu rakam ancak bir kestirim olarak yorumlanabilir.
Çizelgedeki konut açığı değerlerinin ise sözü edilen “konut gereksinimi” rakamından konut sayılarının çıkarılmasıyla elde edildiği görülmektedir. Bu noktada da konut sayısı değerlerinin gerçek bir konut açığı hesabı için gerekli düzeltmeleri içermediği belirtilmelidir. Bu değerler DİE’nin 2000 yılı bina sayımı istatistiklerinden aynen alınmıştır. DİE Bina Sayımı İstatistikleri’nde yer alan konut sayıları tüm konut stoğunu içermektedir. Bu sebeple gerekli düzeltmeler yapılmadan konut açığı hesabında kullanılmaları doğru değildir.
Konut açığı hesabında bir diğer tartışma konusu, hesabın tüm konutları mı yoksa yalnızca ruhsatlı ya da yapı kullanma izni olan konutları mı kapsayacağıdır. Zira bu ayırım hesabın sonucunu ciddi bir şekilde etkilemektedir.
Tüm konut stoğuna göre hesap yapıldığında, 2000 yılında Türkiye kentlerinde (‐)2.691.309 değerinde bir konut açığı, yani yaklaşık 2,7 milyonluk bir konut fazlasından
söz edilmektedir. Yalnızca ruhsatlı ya da yapı kullanma izni olan konutlar hesaba katıldığında ise konut fazlası konut açığına dönüşmektedir. Buna göre ruhsatlı konutlar hesaba katıldığında konut açığı değeri yaklaşık 2,5 milyon, yapı kullanma izinleri olan konutlar hesaba katıldığında ise 6,4 milyon olarak hesaplanmaktadır.
Konut açığı hesabında sadece ruhsatlı ya da yapı kullanma izni olan konutların kullanılmasına karşı bir takım eleştiriler söz konusudur. Zira bu hesaplama biçimine göre söz konusu özelliklere sahip olmayan konutlar yok sayılmaktadır. Burada da gerekçe olarak bu belgelere sahip olmayan konutların “yasadışı” ve “niteliksiz” konutlardan oluştuğu gösterilmektedir. Öte yandan doğrudan böyle bir yargıya varılamayacağı açıktır.
Sonuç olarak, hükümetin 2003 yılında acil eylem planı çerçevesinde hızla konut üretimini destekleyen politikalar üretilmesi gerektiğine ilişkin yargıları, yukarıda çelişkileri tanımlanmaya çalışılan hesaplara dayandırılmıştır. TOKİ halen konut üretimini söz konusu konut açığı söylemi üzerinden açıklamaktadır. Bu açıklamalarda mevcut konut stoğunun büyük bir bölümünün niteliksiz ve yasadışı konutlardan oluştuğu, bu konutların yenilenmesi gerektiği yer almaktadır. Ancak bu anlayışla bugüne dek
üretilen konutların ne kadarının bahsi geçen “sorunlu” konutlarda yaşayan kişilerin barınma problemini çözdüğü tartışma konusudur. Eğer bir konut açığından söz ediliyorsa ve bu açığın asıl belirleyicisi bu “sorunlu” konutlarda yaşayan kişilerse, öncelikle bu kişiler için konut üretilmesinin beklenmesi akla yatkın çözüm olarak görülecektir. Aksi halde sistem sürekli “bir yatırım aracı ya da lüks tüketim nesnesi olarak konut” üretimine devam edecek ve bir yanda nitelikli konuta ihtiyacı olan kesimler bu olanaktan mahrum kalırken, diğer yandan barınma sorunu olmayan kesimler ikinci, üçüncü konutlarının sahibi olacaklardır.
Dolayısıyla sorun bu noktada bir nicelik sorunu değil, bir nitelik sorunu olarak görülmelidir. Yapılacak olan araştırmaların hane halkının yapısı, alım gücü, mevcut konutların niteliği gibi konulara odaklanması gerekmektedir. Ancak bu suretle gerçek bir konut gereksinimi bilgisi üretmek mümkün olacaktır. Bu bilginin üretilmesi akabinde ise mevcut sorunlara gerçekçi çözümlerin aranması şarttır. Eğer üretilen konutlar toplumun yalnızca belirli bir gelir düzeyine sahip olan kesimlerine hitap ediyorsa, bu konutları hâlihazırda konutu olanlar satın alıyorsa ve hatta bu konutların bir bölümü satılmadan elde kalıyorsa, konut açığı değil konut fazlasından söz edilmesi daha gerçekçi olacaktır1.