• Sonuç bulunamadı

MEKÂNIN YENİDEN ORGANİZASYONUNDA TOPRAK MÜLKİYETİNİN İŞLEVİ 

5.1 Mekânın Yeniden Organizasyonunda Ekonomi Politik Bir Faktör Olarak Toprak Mülkiyeti 

5.1.3 Toprak Mülkiyetinin Ekonomi Politiği 

Türkiye’de  toprak  mülkiyetine  bakış  açısı  özellikle  1980’lerle  birlikte  değişmiştir.  Sermayenin kentleştiği bu süreç, aynı zamanda toprak mülkiyetinin de baş tacı edildiği  bir  süreçtir.  Arazi  spekülasyonları,  imar  haklarının  kontrolsüz  artışı,  ıslah  planlarıyla  gecekondu bölgelerinin “rant bölgeleri” haline getirilmesi hazine arazilerinin satışı gibi  konular bu dönemde toprak mülkiyetinin önemini anlamamızı sağlayacaktır. 

Taşınmaz değerlerindeki artışlar üzerinden elde edilen ranta dayalı bu sistem aslen özel  mülkiyetin  “fetişleştirilmesi”  olarak  da  yorumlanabilecektir.  Bir  yandan  özel  mülkiyet  “fetişleşirken”,  kamu  mülkiyeti  de  sürekli  olarak  bu  fetiş  dünyasının  içine  çekilmek  istenmiştir. 

Elbette kent mekânını yalnızca mülk sahipliklerinin dağıldığı bir mülkiyet deseni olarak  görmek ve mekânın dinamiklerini yalnızca bu parametre üzerinden okumaya çalışmak  yanlış  olacaktır.  Kentsel  mekânın  yeniden  organizasyonunda  mülkiyet  dinamikleri  oldukça  önem  taşımaktadır.  Diğer  taraftan  kentler,  yalnızca  mülkiyet  örüntülerinin  üzerine  kurulu  yapılar  değillerdir.  Kentler,  insan  yaşamının  süregittiği  modern  coğrafyalardır.  Dolayısıyla  “mekân”  ve  “yer”,  iktisadi  olduğu  kadar,  toplumsal  bir  içeriğe de sahiptir.  

Her  ne  kadar  mekânın  toplumsal  ilişkiler  ve  süreçler  açısından  yadsınamaz  boyutları  olsa  da,  kapitalist  sistem  tarihinden  bugüne  bu  boyutu  es  geçerek  mekâna  yalnızca  iktisadi  bir  anlam  yükleyerek  evrimini  sürdürmüştür.  Mekân,  kapitalizmin  iktisadi  devinimlerinin  somut  yapıtaşlarını  barındıran  ve  bu  yapıtaşlarının  birbiriyle  olan  ilişkilerini gerçekleyen yegâne öğe olmuştur. Hatta bu ilişki kurucu özelliğinin yanında  bu  yapıtaşlarından  birisi  olma  özelliğini  de  taşımıştır.  Bu  anlamıyla  mekân,  ekonomi  politiğin vazgeçilmez bir unsurudur. 

Mekâna  bu  gözle  bakıldığında  taşınmaz  mülkiyetinin  önemi  ortaya  çıkacaktır.  Marx,  Kapital’in  birinci  cildinde,  sermayenin  arazi‐arsa  ve  diğer  gayrimenkuller,  makine  ve  teçhizat  gibi  unsurların  (üretim  araçlarının)  özel  mülkiyetini  elinde  tutmasının,  kâr  oranlarının  denetimini  arttırmada  önemi  olduğunu  ortaya  koymuştur.  Zira  bu  unsurların mülkiyetine sahip olan sermaye, denetleyemediği değişmez sermayenin (v) 

Yine, Bölüm 2’de aktarılmış olan Şekil 2.1 hatırlanacak olursa, sermaye, üretimden elde  ettiği P1 değerinin büyük bir kısmını, artık değerin üç biçiminden ikisi olan, rant (kiralar)  ve faiz olarak geri ödemektedir. Kapitalist sistemde üretici, mülk sahibi olursa bu rant  ve faiz ödemeleri geriye çekilebilecek, böylece kâr oranları arttırılabilecektir.  

Marx’a  göre,  kapitalist  üretim  tarzının  ürünü  olan  kapitalist  mülk  edinme  tarzı  ve  dolayısıyla  kapitalist  özel  mülkiyet,  aynı  zamanda  bireyin  kendi  emeğine  dayalı  özel 

mülkiyetin  de  ilk  olumsuzlanmasıdır1.  Emeğini  satan  proleterya  mülksüzleştirilirken,  burjuvazi  mülklüleşmektedir.  Kapitalist  sistem  emeğe  “bir  gün  mülk  sahibi  olma”  hayalini  de  sunmaktadır.  Öte  yandan  Marx’a  göre  kapitalizmin  “herkesin  özel  mülk 

sahibi  olduğu  çağa”  erişmesi  imkânsız  denecek  kadar  uzun  bir  zamana  yayılmak 

zorundadır2. 

Düşünsel  temelleri  Marx,  Engels  ve  Lenin  tarafından  atılan  sosyalist  kuram,  toplumla  mekân, dolayısıyla kentleşme arasındaki ilişkinin tarihsel bir gelişmenin sonucu olarak  ortaya  çıkmış  belli  bir  üretim  biçimi  örgütlenmesinin  işlevi  olduğunu  varsaymaktadır.  Sosyalizmde temel öğe üretim araçlarının özel mülkiyete konu olmaması; kamuya mal  edilmiş  bulunması,  devlet  aracılığı  ve  müdahalesi  yoluyla  gelir  ve  refahın  dağılımında  göreli de olsa bir eşitliğe varılmasıdır3. 

Keleş’e göre, sosyalist kentlerde hem üretim araçlarının hem de toprağın mülkiyetinin  devlete ait olması kentlerin biçimlenmesini olumlu yönde etkilemiştir. Bir kentin çeşitli  semtleri  arasında  keskin  ve  açık  çelişkilerin  bulunmaması,  oturma  alanlarının  kalitesi,  insanların  konut  ve  temel  kent  hizmetleri  gibi  en  temel  gereksinmelerinin  belirli  bir  düzeyde  karşılanmış  olması,  toplumsal  yapının  kentler  arasında  ve  kentlerin  bütün  kesimlerinde türdeşlik göstermesi, sosyalist kentin dayandığı bir ilkedir4. 

Ayrıca  kapitalist  sistemde  kentler  üretim  araçlarının  yığıldığı  ve  yalnızca  belli  bir  kesimin egemenliği altında bulunan yerlerken; kırsal alanlar, nüfusun çekildiği, üretim  araçlarınınsa  kullanım  değerinin  çok  düşük  olduğu  yerler  haline  gelmektedir.  Bu          1 Marx, [46]:729.  2  a.g.e., s730.  3 Keleş, [96]:95.  4 a.g.e.,s98 

sebeple  özel  mülkiyetin  varlığı  aslında  bölgeler  arası  eşitsizliğe  de  sebep  olan  faktörlerden biri olarak görülmektedir.  

Topraktaki bireysel mülkiyetin sağladığı rant, bir yandan tarımsal üretim ve kentleşme  üzerinde  olumsuz  etkilerde  bulunurken,  bir  yandan  da  nitel  olarak  gelişmeyi  felce  uğratmakta, ne köy ne de kent kimliğindeki banliyöleri yaratmaktadır. Gecekondular ve  bol çelişkili büyük kentler hep bu ilkenin bir yana itilmesinden doğan bozukluklardır1. 

Oysa  daha  ileri  bir  gelişme  düzeyine  varmış  toplumlarda  üretim  araçlarına  devletin  sahip olması, daha önce kullanılmayan toprakların üretime açılması ve toprağın belli bir  plana  göre  iyileştirilmesi  olanağı  vardır2.  Bu  yolla  işgücünün  sektörlere  dağılımını,  nüfusun  ve  üretim  araçlarının  bölgeler  arasındaki  dağılımını  dengeli  bir  biçimde  örgütlemek mümkün olacaktır.  

Özel  toprak  mülkiyeti,  başka  bir  bakış  açısıyla  değerlendirildiğinde  aynı  zamanda  ekolojik açıdan da ciddi sorunlara sebep olduğu görülecektir. Toprağın özel mülk haline  gelmesi aslında doğaya ait bir varlığın parçalara ayrılarak kişilere ait hale getirilmesidir.  Kadastral  sistem,  kadastro  haritaları  ile  bu  mülklerin  dağılımının  iktisadi  fotoğrafıdır.  Planlama ise mülk sahipliğinin meşrulaşmasının disiplinel bir boyutudur. 

Bu  yönüyle  planlama,  mülkiyeti  sürekli  yeniden  üretir.  Bunu  yaparken  gelişmeci  bir  paradigmayı  çoğu  durumda  insan  ve  doğanın  önüne  koyar.  Bu  sistem  kişilerin  yaşam  kalitesini  ve  hatta  yaşamlarını  tehdit  eden  bir  şekilde  işleyebilir.  Örneğin  rant  uğruna  jeolojik  açıdan  riskli  bir  alan,  bilimsel  raporları  ve  plan  kararları  değiştirilerek  yapılaşmaya  açılabilir.  Rant  uğruna,  insanlar  taşkın  alanlarda  yaşatılabilirler.  Rant  uğruna,  tarihi,  doğal  mirasın  yok  edilmesi  rahatlıkla  söz  konusu  olabilir.  Bu  “bile  bile  lades”  oyununda,  planlama  kentlilerin  yaşam  haklarına  bir  saldırıda  aracı  bir  unsur  haline gelebilir. 

        1 a.g.e.,s105. 

5.2 Kent Mekânında Yapısallaştırılmış İç Tutarlılığın İnşası ve Kentsel Planlama