2.4 Mekânın Yeniden Organizasyonunun Ekonomi Politiği
2.4.1 Arrighi’den Harvey’e: Gücün İki Mantığı “Sonsuz zenginlik birikimi, sonsuz güç birikimine dayalı olmak
zorundadır… Sınırsız sermaye birikimi süreci, gittikçe daha güçlenerek zenginliğini arttırabilen “sınırsız bir gücün” siyasi yapısına gereksinim duyar” (Arendt, [64]). Nietzsche [65], “Der Wille zur Macht” (Güç İstenci) adlı eserinde doğaları farklı olsa da, tüm insanlarda ortak olan bir öğe bulunduğunu ortaya koymaktadır: güç isteği. Nietzsche’ye göre bütün varlığın temelinde, daha güçlü olmaya yönelmiş bir istek, bir irade vardır. Yaşamın temel nedeni, güçlü olma isteğidir. Bu evren güçlü olma isteğinin hüküm sürdüğü bir evrendir.
Ancak insan için güç isteği, diğer canlılardan farklı olarak bilincin ekseninde sürekli değişen bir ihtiyaç eğrisine göre değişmektedir. Nietzsche’nin belirttiği gibi güç istenci, korkusuzluk1 ve mutluluğun da ötesinde doyuma, hazza ve şehvete ulaşma, kendini aşma, diğerlerini aşma, iktidar ya da otorite sahibi olabilme bağlamlarında önemli bir yer tutmaktadır.
Toffler’se ([67]:17), gücün çağlar boyunca kötüye kullanıldığını ileri sürmektedir. Bu sebeple gücün çağrışımlarının da kötülükten yana olduğunu belirmektedir. Edmund Burke’ye göre güç arttıkça kötüye kullanılma tehlikesi de artmaktadır. Platon ‘Devlet’ adlı eserinde “adalet güçlünün işine gelendir” demektedir (Magee, [68]).
Tezin bu aşamasına dek tartışılan konuların insan doğasıyla ve özellikle “güç isteği” ile yakın bir ilişkisi olduğu belirtilmelidir. Her ne kadar Marksist eleştiride sömürü düzeninin güç isteği barındıran insan doğasının bir parçası olduğu yer bulsa da, bunun gücü kullanan ve sömüren sınıfları haklı çıkaran bir argüman olduğu reddedilmektedir.
İnsan doğasının temel nitelikleri, toplumların yaşamlarına doğrudan yansıyan, dolayısıyla gerçek dünyanın da biçimlenmesinde etkisi olan unsurlardır. Tezin bu bölümünde, neredeyse 400 yıldır insanoğlunun yaşam koşullarını belirleyen kapitalist sistemin doğasında, güç olgusunun nasıl bir yere sahip olduğu konusuna ve bu
1
Afşar Timuçin’e göre [66] güç istenci, insanın kendini koruma ve etkin kılma içgüdüsünden ileri gelmektedir. Bu anlamda güç istencinin temelinde iktidar ve otorite arzusundan önce insani bir
bağlamda iki temel görüşe yer verilecektir. Bunlar G. Arrighi ve D. Harvey’in yaklaşımlarıdır.
Ortaçağın kapanmasıyla güçlenmeye başlayan devlet rejimleri, sermaye birikiminin de temel unsuru olmuşlardır. Arrighi, 16. yy.dan itibaren kendisini gösteren kapitalist – emperyalist sistemin analizini, “gücün iki mantığı” yaklaşımına dayandırmaktadır.
Arrighi’nin ([38]:13‐14) çalışmasında tanımladığı ilk güç odağı “gücün ülkesel / bölgesel
mantığı”dır (territorial logics of power). Bu mantık, belirli bölgesel (territorial)
sınırlılıklar içerisinde hareket eden ve bu sınırlar içerisinde egemenlik kurmaya çalışan siyasal yapıların kendisidir.
Buna göre, gücün ülkesel mantığı diğer devletlere karşı güç arayan bir mantık olarak tanımlanmaktadır. Savaşlarla sürekli yeniden organize olan dünya siyasal sistemi içerisinde, devletlerin ayakta kalabilmesi, diğer devletlere karşı gücün arttırılmasına bağlıdır.
Ülkesel mantığın dünya sistemi içerisindeki hareketleri siyasi ve askeri koşullarla sınırlıdır. Bu mantık ancak ülkeselleştirilmiş bir mekânda hareket edebilmektedir. Hantal, uzun sürelerde adapte olabilen, göç edemeyen ve ‐istisnalar haricinde‐ genellikle sabit coğrafyalara hapsolmuş yapılardır.
Gücün ülkesel mantığının bir diğer özelliği ise genelde belli bir vatandaş topluluğuna (seçkinler grubuna) ya da bir sınıfa karşı sorumluluk taşımasıdır.
Arrighi’nin tanımladığı ikinci güç odağı ise “gücün kapitalist mantığı”dır (capitalist
logics of power). Bu mantık, kârlı alanlar arayan, sermaye birikiminin
ençoklaştırılmasına odaklanan bir güç unsuruna işaret etmektedir. Herhangi bir “sosyal sorumluluk” ilkesi bağlı olmadan, sonsuz mekân ve zamanda hareket etme arzusuna sahip olan bu mantık; gücün ülkesel mantığına göre daha kolay yer değiştirebilen, ayrılıp birleşebilen ve kolayca yok olabilen özelliklere sahiptir. Ancak bu özelliklerine rağmen hareketleri aslen kanunlarla sınırlıdır.
Harvey, Arrighi’nin yukarıda özetlenmeye çalışılan görüşlerini esasen biraz daha detaylandırarak yeniden ele almıştır1.
Harvey’in sınıflaması da Arrighi’ninkine benzer biçimde iki temel güç unsuru ortaya koymaktadır. Buna göre Harvey’in tanımlamasında ilk güç odağı “devlet ve
imparatorluk siyaseti” iken, ikinci odak “sermayenin zaman ve mekândaki birikiminin moleküler süreçleri” olarak tanımlanmıştır. Harvey bu iki odağın arasında çelişkili, karmaşık ve diyalektik bir ilişki olduğunu ileri sürmektedir.
Bu bölümün girişinde yer verilen Arendt alıntısında da belirtildiği gibi, Harvey’in tanımında birinci mantık, Arendt’in ifadeleriyle, sonsuz bir güç peşindedir. Öte yandan Harvey, Arendt’in “sınırsız siyasi güç” önermesini haklı bulmakla beraber, aşırı genişleme ve güçlenmenin hegemon devletlerin yumuşak karnı olduğunu da belirtmektedir. Hatta bu sınırlılığın var olmasının bir gün sonsuz sermaye birikiminin de sonunu getirerek, kaosa sebep olabileceğini belirtmektedir2.
Harvey’in çalışmasında birinci mantık, gücünü bir ülkenin yönetilmesine ve bu ülke üzerindeki beşeri ve doğal kaynakların siyasi, ekonomik ve askeri amaçlarla seferber edilebilme yeteneğine dayandıran aktörler bakımından ayırt edici bir siyasi proje olarak tanımlanmaktadır. Bu mantık, dünya üzerindeki çıkarlarını korumak ve hedeflerine ulaşmak için mücadele eden, bir devlet (ya da siyasi bir güç bloğu olarak hareket eden devletler topluluğu) tarafından izlenen ve kullanılan, siyasi, diplomatik ve askeri stratejilerden ibarettir3.
İkincisi mantıksa, ekonomik gücün, üretim şekilleri, ticaret, sermaye hareketleri, para transferleri, işgücü göçü, teknoloji transferi, döviz spekülasyonu, bilgi akışı, kültürel etkiler vb. aracılığıyla mekânda sürekli olarak yer değiştiren, ülkesel entiteler arasında gidip gelen, moleküler birikim ilişkilerini sürekli yeniden üreten ve bu özellikleriyle topyekûn kavranması son derece güç olan sermayenin mantığıdır4. 1 Harvey’in görüşleri Şekil 2.3’te özetlenmiştir. 2 Harvey, [5]:36. 3 a.g.e., s26.
Şekil 2.3 Gücün İki Mantığı Kaynak: David Harvey’in [5] Gücün İki Mantığı yaklaşımlarından derlenerek hazırlanmıştır.
Harvey’e göre kapitalist emperyalizmin özü, bu iki gücün bileşiminde gizlidir.
Burada temel nokta, her iki mantığın da karmaşık ve bazen de çelişkili yollarla birbirine bağlı olmasıdır. İki mantık arasındaki ilişki, işlevsel ve tek taraflı değil, problematik ve diyalektiktir. Bu diyalektik ilişki gücün iki farklı ancak birbiriyle bağlantılı mantığının kesişimiyle ilgili bir kapitalist emperyalizm analizini1 mümkün kılmaktadır.
Kapitalist mantığın bakış açısıyla emperyalist uygulamalar, sermaye birikiminin meydana geldiği eşitsiz coğrafi koşulları (uneven geographical conditions) ve mekânsal mübadele ilişkileri (spatial exchange relations)2 sonucunda kaçınılmaz olarak ortaya çıkan “asimetriler”den yararlanmaktadır. Devletin en önemli görevlerinden biri, mekânsal mübadelelerdeki asimetrilerin kendi yararına işlemesini sağlamaya çalışmaktır3.
Harvey’e göre bu özellikleriyle her iki mantık da ‐farklı amaçlarla da olsa‐ bir “başat olma isteği” içerisindedir. Öte yandan aralarında birbirlerine karşı bir “bağımlılık ilişkisi” de söz konusudur. Bu sebeple tarih boyunca genel olarak birbirlerini desteklemeyi tercih etmişlerdir. Burada belirtilmesi gereken bir diğer konu Harvey’in ikinci mantığın
daha baskın bir role sahip olduğunu belirtmesidir. Zira Harvey’e göre kapitalist
emperyalizmi imparatorluğun diğer kavramlaştırmalarından farklı kılan, bazen ülkesel mantığın ön plana çıktığı durumlar da olmasına rağmen, genelde kapitalist mantığın egemen olmasıdır4.
Özetlenecek olursa:
Her iki yazarın da devlet ve sermayenin mantığına ilişkin önermeler geliştirdiği, ikisinin de bu öğelerin arasında belirli bir ilişki olduğunu ileri sürdükleri söylenebilir. Harvey’e göre bu ilişki karmaşık, çelişkili ve diyalektik bir ilişkidir. 1 a.g.e., s30. 2 a.g.e., s31. 3 Örneğin, ABD’nin İMF ve DTÖ’nün faaliyetleri aracılığıyla sermaye piyasalarını dışa açılmaya zorlamasının nedeni, ABD mali kurumlarının bundan yarar sağlayacağını düşünmesidir (a.g.e., s32.).
Yine her iki yazar da sermayenin mantığının devletin mantığına kıyasla daha hareketli, kolay adapte olabilen ve değişken özelliklere sahip olduğunu ileri sürmektedirler.
Öte yandan Arrighi’den farklı olarak Harvey, sermayenin mekân ve zamanla özgün bir birikim ilişkisi (moleküler) kurduğunu belirtmektedir.
Çalışmanın ilerleyen bölümlerinde söz konusu birikim ilişkisinin temel niteliklerine odaklanılacak ve bu ilişkinin kurulmasında, gücün bir diğer unsuru olan devletin nasıl bir role sahip olduğu açıklanacaktır.