• Sonuç bulunamadı

Yapısalcılık ve postyapısalcılık arasındaki temel bağlantılar özne sorunu ekse-ninde ve anti-hümanist açıdan tartışmayı gerekli kılmaktadır. Gerek hümanist görüşe ge-rekse Batı metafizik düşünesine yöneltilen eleştirilerin bir diğer uğrak noktası olan yapı-salcı düşünce, hümanizm eleştirisinde insanın ve toplumsal fenomenlerin dilsel olduğu kadar toplumsal yapılar bağlamında da anlaşılması gerekliliğini vurgular. Yapısalcılık bu eleştirileri ile özneyi dilin, kültürün veya bilinçdışının bir etkisi şeklinde konumlandırarak ve öznenin “bilinçli, nedensel ve yaratıcı bir etkinliğe” vakıf olduğu iddiasındaki moder-nite düşüncesini reddetmek suretiyle özneyi radikal bir biçimde âdem-i merkezileştirmiş-tir. Ancak postyapısalcıların ileri sürdüğüne göre yapısalcılık, öznenin âdem-i merkezi-leştirmesi çabası içerisinde olsa da esasında değişmez bir insan doğası varsayımı üzerine kurulu modern hümanistik vizyondan bir kopuşu gerçekleştirememiştir. Bu anlamda araş-tırmamız öncelikle yapısalcılık yaklaşımının özneye dair görüşlerine yer verecek olup sonrasında postyapısalcı anlayışın özne tasavvuru değerlendirilecektir.

Yapısalcılığın popülerliğinin artması ve öteki insan bilimleri üzerinde etki bırak-ması, antropolojinin felsefe ve sosyoloji ile bağlarıyla birlikte Fransa’da bugün kısaca antropoloji dendiğinde insani kültürlerin çağdaş farklılıklarla ilintilenen olguları anlaşıl-maktadır.416 Yapısalcı devrim, evvelki toplumsal bilimleri ve insani bilimleri biçimlendi-ren hümanist görüşü reddederken toplumsal ve dilsel yapıları, kuralları, kodları ve sis-temleri toplumsal fenomenler bünyesinde değerlendirmektedir. Örneğin Althusser, teorik bir anti-hümanizmi savundu ve insan pratiği ile öznelliğini, kendisinin inşa ettiği Mark-sizim versiyonunun açıklayıcı şemasından dışladı. Bu bakımdan yapısalcı eleştiri, Des-cartes’tan beslenerek Sartre’a kadar varan düşünce geleneği üzerinde egemenlik kuran

414 Urhan, “Michel Foucault ve Etik”, ss. 64-66.

415 O’Farrell, Michel Foucault, s. 109.

416 M. Auge ve J. P. Colleyn, Antropoloji, çev.: İsmail Yerguz, Ankara: Dost Kitabevi, 2014, s. 14.

102 özne kavramını ortadan kaldırmak istedi. Bu eleştiri çerçevesinde özne sadece dil, kültür yahut bilinçdışı gibi etmenlerin etkisiyle nitelendirilerek kenara itildi ya da radikal dere-cede merkezsizleştirildi. Hatta öznenin nedensel ya da yaratıcı bir etkinliği olabileceği reddedildi. Bilhassa hümanist yaklaşımda, bilen öznenin önceliğine karşı çıkmanın, do-layısıyla özneyi öldürmenin temel sorumluluğunu üstlenen guruplar yapısalcılar ile post-yapısalcılardır.417

Daha önce de belirttiğimiz üzere savaş sonrası varoluşçuluk coşkusundan sonra, Almanya’da Heidegger’in Hümanizm Mektubu (Hümanizm Üzerine) tarafından yönlen-dirilen hümanizm tarafından metafiziksel olarak öngörülen insanın özünün anlaşılmasını kınayan bir anti-hümanizm dalgasının ortaya çıktığı görülür. Fransa’da hümanizm hak-kındaki tartışma, yapısalcılıkla ilgili tartışmalarla ve beş ana figürle yakından ilişkiliydi:

Saussure, Lévi-Strauss, Lacan, Althusser ve Foucault.

Bu bakımdan yapısalcılık akımının başta Claude Lévi-Strauss ve Ferdinanad de Saussure gibi düşünürler olmak üzere geliştirdikleri yapısal dilbilim analizi metoduyla dikkat çektiğini söylemek mümkündür. Saussure’ün dil anlayışı, anlamda yapıya kilitle-nerek öznenin yerine yapıyı geçirmeyi hedefler. Anlamın belirleyicisi özne değil aksine öznenin içinde bulunduğu yapıdır. Bir bakıma yapı içerdiği öznenin aslında yaşantısını da önceden belirlemiş olur.418 Yapısalcılık, “toplumsal ve kültürel fenomenlerin insan öznelerinin amaçlı ürünleri veya tarihin amaçsız yan ürünleri olarak değil, fakat daha zi-yade öğelerin, özgül ve indirgenemez bileşim ve dönüşüm kurallarıyla yapı kazanmış sis-temleri olarak ele alınması gerektiğini savunmaktadır.”419 Dolayısıyla özne, anlamı belir-leyen konumundan edilir ve yerine yapı konur. Yapısalcılığın bu yaklaşımı, anti-hümanist bir perspektif olarak yorumlanmakla berber bu yönelim, modern öznenin aşınmasında oldukça etkili bir darbe niteliğindedir. Saussure ile başlayan yapısalcılık esasında yerleş-miş olan özne yapısının aşındırılması girişimi olarak nitelendirilebilir. Aydınlanma’dan beri hâkim olan özne anlayışının sanılanın aksine merkezi bir konuma sahip olmadığı gibi fail de olmadığını ve genel itibariyle öznenin belirlenim altında olduğunu ileri süren ya-pısalcılık, klasik özneyi eritmeyi hedeflemektedir.

Yapısalcılık simge sistemlerinin, bilinçdışının ve toplumsal ilişkilerin öncelik ta-şıdığını, bunların karşısında öznelliğin ve anlamın türevsel olduğunu vurguladı.

Bu modelde anlam, özerk bir öznenin şeffaf amaçlarının yaratısı değildi; bizzat özne, dil içerisindeki bağıntıları yoluyla oluşturulmuştu. Böylece öznellik, bir top-lumsal ya da dilsel inşa olarak görüldü.420

Buradan da anlaşılacağı üzere sübjektiviteyi yapı içinde konumlandıran yapısal-cılık, dilin ya da toplumun kurgusuyla gündeme gelen özneyi özerk bir yapı olarak be-nimsemez aksine dil ve toplum faktörleriyle olan bağıntısıyla yorumlar.

Saussure’ün dil analizi metodunu antropolojiye taşıyan Lévi-Strauss ise benzer şekilde toplumsal yapının dil gibi analiz edilebileceğini ileri sürer.421 Lévi-Strauss’a göre

417 Urhan, Michel Foucault ve Arkeolojik Çözümleme, ss. 81-82.

418 Rosalin Coward ve John Elis, Dil ve Maddecilik, çev.: Esen Tarım, İstanbul: İletişim Yayınları, 1985, s. 13.

419 Küçükalp, Nietzsche ve Postmodernizm, ss. 189-190.

420 Best ve Kellner, Postmodern Teori: Eleştirel Soruşturmalar, ss. 40-41.

421 Claude Lévi-Strauss, Yaban Düşünce, çev.: Tahsin Yücel, İstanbul: YKY, 2000, s. 164.

103 toplumlar kültürel karakteristik yönlerini kodladıkları için tıpkı dil gibi toplumda birta-kım işaretler toplamından ibarettir.422 İnsan, modern felsefe ve antropolojilerde iddia edil-diğinin aksine birtakım kültürel yapıların belirleyiciliği altında olan bir niteliğe sahiptir.

Bu bakımdan Saussurecü yapısalcılığı kendi antropolojisi için hareket noktası alan Levi-Strauss da Saussure gibi insanın ve kültürün oluşumunda birtakım dilsel ve kültürel ya-pıların belirleyici olduğunu ileri sürmek suretiyle öznenin merkezsizleştirilmesinde önemli bir adım atar.423 Dolayısıyla yapısalcılığın anti-hümanist karakterinin izlerini bu-radaki ifadelerden yola çıkarak keşfetmek mümkün gözükmektedir çünkü yapısalcılıkta özerk bir özne felsefesinden uzak durulduğu, kültürel yapıların özne üzerindeki etkisinin ön plana çıkarıldığı açıkça gözlemlenmektedir.

Lévi-Strauss açısından toplumsal kültürel ağları imleyen kodlar tarafından belir-lenen birey, toplumsal yapı tarafından oluşturulur ve bütünüyle pasif bir konumda olup toplumsal alanda bireyin etkili olmaması, bireyin içine doğduğu yapı tarafından şekillen-mesiyle açıklanır. Öyle ki Lévi-Strauss, yapının bilinçaltını ifade ettiği gibi aynı zamanda aşkınsal bir konuma da sahip olduğunu vurgulayarak yapının bu şekilde bireyin zihnini de şekillendirdiğini bildirir. Bu bakımdan Lévi-Strauss’un yapısal antropoloji yaklaşımı, sadece yapının değil aynı zaman da özne sorunun da önemli ayaklarından biridir.424 Lévi-Strauss, şeylerin düzeninde bireylerin (yahut öznelerin) konumunu önemsemeyen aksine sistemlerin önemini vurgulayan bir eğilimi yansıtan antropolojik araştırmalardaki benzer yaklaşımları ifade etmiştir.425 Bu bakımdan Lévi-Strauss’un yapısal antropolojisinde öz-nenin oluşumunda aşkınsallığın ve bilinçaltının göz ardı edilmediği dolayısıyla hümaniz-min karakteristik unsurlarının aksi yönünde bir yaklaşım sergilemiş olduğunu belirtmek mümkün.

Benzer biçimde Louis Althusser, Marksçılığı kuramsal bir karşı-insancılık bir başka deyimle anti-hümanizm düzleminde yeniden yorumlamak suretiyle özneyi çözüş-türmüştür. Özne teriminin bir oluşmuşluk olarak belirttiği içerik, kültürel manada özgül ve genel manada ise bilinçdışı etkinliklerin ürünü olarak eskiden beri insan gerçeğini an-lamamızda aydınlatıcı olmuştur. Bu anlamda özne kategorisi, bilinçle eş anlamlı benlik (self) kavramının yerindeliğini sorgulayarak bilinci merkezi konum olmaktan çıkarır. Bu türden özne kuramlarını benimsemeyen Foucault ve Derrida gibi postyapısalcılar ise bu-güne değin insanı anlamamıza yarayan birtakım kavramsallaştırmaları yapısökümden ge-çirmek için çaba sarf ederler.426 Dolayısıyla yapısalcılar gibi postyapısalcılar da bilinci merkezi konumundan indirerek modern özne kuramını çözümleyen ve dışlayan bir tutum sergiler.

Yapısalcılar, yapıyı merkeze almalarından kaynaklı olarak özcü felsefelere eklen-mekten de kurtulamazlar. Buna rağmen kendilerinden sonra gelen postyapısalcı ve post-modern düşünür ve felsefeler, bu belirleyici yapı anlayışını oldukça radikal bir soruştur-maya tabi tutarak, öznenin merkezsizleştirilmesini ulaşabileceği en ileri noktaya kadar

422 David Kronenfeld ve Henry Decker, “Structualism”, Annual Rewiev of Anthropology, Sayı: 8, 1979, (ss. 503-541), s. 521.

423 Kasım Küçükalp ve Ahmet Cevizci, Batı Düşüncesi Felsefi Temeller, İstanbul: İSAM Yayınları, 2010, s. 178.

424 Coward ve Elis, Dil ve Maddecilik, s. 42.

425 Stuart Sim, Derrida ve Tarihin Sonu, çev.: Kaan Ökten, İstanbul: Everest Yayınları, 2000, ss. 14-15.

426 Sarup, Post-Yapısalcılık ve Postmodernizm, s. 15.

104 taşırlar. Postyapısalcılık ve postmodern düşünce açısından bakıldığında yapısalcılık her ne kadar öznenin merkezsizleştirilmesi çabası gütmüş olsa da modern hümanistik pers-pektiften tam anlamıyla bir kopuşu sağlayamaz.427 Yapısalcılığa yöneltilen bu eleştiriler-den hareketle belirtilmelidir ki yapısalcılık akımı hümanist düşünceeleştiriler-den tam bir kopuşu sağlayamamış olmasa bile onun anti-hümanist karakteri küçümsenmeyecek derecede bas-kın ve belirgindir.

Yapısalcılığın yanı sıra postyapısalcılığın ve öznenin ölümü söylemleri çağdaş düşünce dünyasında önemli bir yer edinmekle beraber postyapısalcılık, kimlik politikala-rının gündeme gelmesinde etkin bir role sahiptir. Söz gelimi Platon’dan Descartes’a ora-dan Kant ve Hegel’e uzanan Batı düşünce geleneğinde baskın kod “aklın erkek öznesinin öyküsü” olarak karşımıza çıkmaktaydı. Batı aklının kendisini yalnızca kendisiyle özdeş bir öznenin söylemi şeklinde gündeme getirmesi bizleri hümanizmin dayattığı kategori-lere uymayan ötekilik ve farklılıklar karşısında körleştirir bir bakıma ötekiyi ve farklıyı gayri meşru kılar. Dolayısıyla “İnsanın Ölümü”ne dair postmodernist söylemin feminist karşılığı “Erkek Akıl Öznesinin Gizemselliğinin Bozulması” olarak nitelenir.428

Postyapısalcılara göre modernizmin öznesinde zuhur eden bireyin evrensel bir akıl varlığı olmadığını aksine toplumsallığın, dilselliğin, söylemsel pratikliğin inşa ettiği bir yapı olduğunda hem fikirdirler. Bu nedenle Batı düşüncesinin ötekiliğin mevcudiye-tini yok sayıp silmeye yeltenmesi postyapısalcılar tarafından eleştirilmiştir. Kimlik siya-setinde çoğulluğu öne çıkaran postyapısalcılar, modern özneyi yerinden etmeyi hedefle-diğinden farklılığı vurgulamaktan geri durmaz. Görüldüğü üzere postyapısalcılıkta özne bir hayli tartışma konusudur. Öznenin statüsü halledilmemiş bir problem ve her türlü ni-hai kimlik de bilinmeyen bir boyutta kalır. Genel olarak modern özneyi reddeden postya-pısalcılar için öznenin olmadığı bir toplum biliminin var olup olmayacağı da tartışılan hususlar arasındadır. Postyapısalcılar için insanın ölümü, tüm özcü insan varlık yahut doğa görüşlerini imha etmeyi arzular.

İnsan kavramının yapıbozumuna uğratılması yoluyla, öznenin epistemolojik ba-kımdan ön planda yer almasına karşı çıkma tavrının, çağdaş toplumsal teorinin merkezinde yer alan temayı oluşturduğunu öne süren Hekman’ın söz konusu teo-riyi destekleyen kuramcıların yükselen çığlıklarının ‘insanın ölümü’nü haber ver-diklerini düşündüğüne kuşku yoktur.429

Sonuç olarak belirtilmelidir ki Birinci Dünya Savaşı sonrasında bir proje, yaşam tarzı ya da etik bir zemin olarak kabul edilen hümanizm fikri reddedilir. Bu reddiyede başı çeken yapısalcılık ve postyapısalcılık akımlarının antihümanist söylemlerinin etkisi oldukça büyüktür. Her iki düşünce akımının özneye ve insana dair söylemleri esasında Batı düşünce geleneğinin modern öznesine karşıt geliştirdikleri felsefi söylemlerde eleş-tirel bir üslupla birleşerek ortak bir payda da buluşur. Böylelikle özne fikri bulunmuş olduğu merkezi konumundan kaydırılarak her türlü aşınmaya maruz bırakılmıştır.

427 Küçükalp ve Cevizci, Batı Düşüncesi Felsefi Temeller, s. 178.

428 Seyla Benhabib, Modernizm, Evrensellik ve Birey, çev.: Mehmet Küçük, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1999, s. 284.

429 Urhan, Michel Foucault ve Arkeolojik Çözümleme, s. 81.

Benzer Belgeler