• Sonuç bulunamadı

Modern sübjektivite düşüncesinin kurucusu Descartes’ın özne tasarımının ardın-dan John Locke’un özne devrimi de hem insanı hem de insan doğasını yorumlayışıyla dikkat çeker. Bilhassa bu yönüyle Locke, kendi çağdaşlarından farklılaşarak antroposent-rik açıdan kritik öneme sahip bir diğer düşünür olup ele aldığı zihin araştırmasıyla insan-öznenin zaferini ilan eder.

İnsanı diğer duyarlı varlıklardan üstün kılan ve üzerlerinde üstünlük ve hakimiyet kuran şeyin bilme yetisi olduğunu bildiren Locke, müşterek ahlaksal kaidelerin var olma-dığını, benzer gibi algılansa bile farklılıkların olabileceğini öne sürer. Nitekim Locke açı-sından ortak içtimai ilişkinin esası “adalet ve dürüstlük” kaidelerinin oluşturulmasıyla sağlanır. Bu görüş nispeten doğru olsa bile böylesi bir zorunluluk düşüncesini varsayarak söz konusu kaidelere bireyin doğuştan haiz olduğunu söylemek uygun olmaz.122

120 Küçükalp, Siyaset Felsefesi, s. 92.

121 Sadık Erol Er, Gilles Deleuze’ün Fark Felsefesi, Konya: Çizgi Kitapevi, 2012, s. 17.

122 John Locke, İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Deneme, I.-II. Kitap, çev.: M. D. Topçu, Ankara: Öteki Yayınevi, 1999, s. 57.

38 Adalet ve dürüstlük ortak toplumsal bağlardır; dolayısıyla kendileri dışındaki dün-yadan kopuk yaşayan suçlular ve soyguncular arasında da aralarındaki birliğin bozulmaması adına adalet inancı ve kuralları korunmalıdır. Fakat kimse çıkıp da dolandırıcılık ya da yağma ile yaşamlarını sürdüren bu insanların kabul ettikleri ve onayladıkları adalet ve dürüstlük ilkelerine doğuştan sahip olduklarını söyle-yebilir mi? Yaşantılarında ters düştükleri şeylere zihinlerinin sessiz onayıyla evet dedikleri öne sürülebilir.123

Bu düşünceden hareketle doğanın insana hayatını ve varlığını korumak için güçlü bir arzu yerleştirmiş olduğunu vurgulayan Locke’a göre insanın varlığı için faydalı ve gerekli olanın ne olduğunu kendisine bildiren yalnızca sahip olduğu aklıdır.124 Bu yakla-şımın bir bakıma Locke’un felsefesindeki insan haklarının esasını oluşturduğunu belirten Arnhart ise bu tespitini şöyle dile getirir: “İnsan haklarının temeli, insan aklı sayesinde her insanın aşağı mertebedeki yaratıklar için imkânsız olan, kendisinin efendisi olma me-lekesidir.”125 Bu düşüncelerden hareketle belirtilmelidir ki Locke’un insanın istisnai olu-şunu akılla temellendirişi onun modern sübjektivite metafiziğindeki konumunu iyice be-lirginleştirmektedir.

Onun özne düşüncesi bilhassa post-antropolojik felsefelerde merkezi tartışma ko-nularından biri olan kimlik sorunu açısından da oldukça dikkat çeker. Hem Skolastik hem de Kartezyen hesapları reddederek kişinin ve kişisel kimliğin geleneksel ontolojik bakış açısını bozar. Özel kişisel kimlik sorununa, genel kimlik teorisi uyarınca davranır ve bu tutum esasen kendi kavramlarımızın kendisinden daha çok önemli olduğu meseleye öz-nelci bir yaklaşımdır.126 Locke, birçok düşünür gibi insanın toplumsal bir varlık olduğunu belirtse de onun bu tutumu daha çok tanrısal inançla ilintili görülmektedir: “İnsanı top-lumsal bir varlık olmak üzere yaratan Tanrı, ona yalnızca kendi türünden varlıklarla be-raber yaşama eğilimi ve zorunluluğu sunmakla kalmayıp en güçlü toplumsal araç ve bağ olan dili de bağışlamıştır.”127

Locke, “insanın mutluluğu veya mutsuzluğunun en büyük sebebi kendisidir”128 şeklindeki ifadesiyle aslında insanın mutluluğunu insanın bizatihi kendisine indirgemiş olur. Bu yaklaşımla Locke, aynı zamanda birey merkezli düşüncenin ilk formunu ortaya koyar çünkü bireyin kendi mutluluğunun nedeni olarak adres gösterilmesi toplumdan ayrı birey tasarımını da beraberinde getirmekte olması nedeniyle modern sübjektivitenin ka-rakteristik yönünü açığa çıkarmaktadır.

123 Locke, İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Deneme, I.-II. Kitap, ss. 74-75.

124 Levi Strauss, Doğal Hak ve Tarih, çev.: M. Erşen ve P. Onur, İstanbul: Say Yayınları, 2011, ss. 262-263.

125 L. Arnhart, Siyasi Düşünce Tarihi: Plato’dan Rawls’a, çev.: A. K. Bayram, Adres Yay., Ankara, 2005, s. 233.

126 Udo Thiel, The Early Modern Subject: Self-consciousness and personal identity from Descartes to Hume, Oxford: Oxford University Press, 2011, s. 102.

127 John Locke, İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Deneme, III.-IV. Kitap, çev.: M. D. Topçu, Ankara:

Öteki Yayınevi, 1999, s. 11.

128 John Locke, Eğitim Üzerine, çev.: A. Uğur, Ankara: Yeryüzü Yayınevi, 2004, s. 13.

39 Bilhassa insanların doğa durumunda güvencesiz olduğunun altını çizen Locke, bu durumda tek çözümün hükümet ya da sivil toplum olduğunu belirtir çünkü akıl, sivil top-lumun ne şekilde tasarlanacağını ve onun hak ve sınırlarını belirleyerek dikte eder.129 Bu noktada doğa durumunda mülkiyet kullanımının güvencesiz olmasından da kaynaklı ola-rak insanların bir yasa oluşturaola-rak aralarında bir barış inşa etmeleri gerektiğini şu şekilde ifade eder: “Dolayısıyla insanların devletlerde birleşmelerinin ve kendilerini yönetim al-tına koymalarının asıl ve ana amacı, mülkiyetlerinin korunmasıdır. Doğa durumunda ise bu konuda pek çok şey eksiktir.”130 Locke açısından “mülkiyet doğa yasasının buyurduğu zorunluluktan kaynaklanan mülkiyettir. İnsan varlığını sürdürmek için doğal bir zorunlu-lukla bu amaç için gerekli maddelerin mülk edinilmesini gerektirir.”131 Dolayısıyla Locke’un özne kavramında öne çıkan husus sübjektivitenin haklarını mülkiyet kavramına dayandırmasıdır.

Bir özgürlük durumu olan “doğa durumu”, bir başıboşluk hali değildir diyen Locke, “doğa durumu”nda insanların davranışlarını barış adına yönlendiren doğal yasa-ların var olduğunu ve insanın bu yasaları akıl ile kavrayabileceğini söyleyerek eşitlik ve özgürlüğün doğa düzeninde var olduğunu ama insanın doğa kurallarına yani aklın kural-larına karşı gelerek aynı eşitlik ve özgürlük üzerinde yıkıcı bir potansiyel taşıdığını kabul eder. Bu yıkıcı potansiyeli dizginlemek için özgürlüklerin garantisini oluşturacak bir güce bu özgürlüklerin herkes için geçerli ilkelerini, doğa yasalarına karşı gelenlerin yine herkes için yaptırımları belirleyecek ve denetleyecek bir iktidara ihtiyaç vardır. Locke, doğadan gelen özgürlüğü, bozgunculuk sananları yine doğal yasalar ile sınırlandırma ihtiyacı duy-muştur. Aslında, insan aklını yücelten ve özerk kılan liberal yaklaşımda bile temel sorun, insan doğasına duyulan güvensizliktir. İnsandaki yıkıcı ve açgözlü tutumu göz ardı etme-yen Locke, özgürlüğü belirli bir düzen çerçevesinde anlatır.132 Sübjektivite metafizikleri bağlamında ele aldığımız Locke, devleti meşrulaştırırken kullandığı temel enstrüman ge-nel olarak doğaları gereği özgür, eşit ve bağımsız olan insanların söz konusu doğal hak-larının korunması ve güvence altına alınması olurken özgür öznenin sahip olduğu mülk-lerin de korunmasıdır.

Locke’un insana ve adalete dair söylemlerini araştırmamız özelinde özetle değer-lendirecek olursak Newton’cu fizikten esinlenen Locke, temel yapı birimleri insanlardan oluşan atomcu bir toplum tasarlayarak toplumda gözlemlediği kalıpları bireylerin davra-nışlarına indirgemeye çabası içinde olmuştur. Bu çabanın neticesinde “insanoğlunun ilk doğasını” araştırmaya teşebbüs ederek insan doğası ilkelerini hem ekonomik hem de si-yasal problemlere uygular.133 Hobbes gibi Locke’da siyasetin işlevini insanlar arasında meydana çıkan çıkar çatışmalarını yönetmek ve yönlendirmek şeklinde yorumlar.134

129 Strauss, Doğal Hak ve Tarih, s. 264.

130 John Locke, Yönetim Üzerine İkinci İnceleme; Sivil Yönetimin Gerçek Kökeni Boyutu ve Amacı Üze-rine Bir Deneme, çev.: F. Bakırcı, Ankara: Ebabil Yayınları, 2012, s. 81.

131 G. Acar Savran, Sivil Toplum ve Ötesi: Rousseau, Hegel, Marx, İstanbul: Dipnot Yayınları, 2013, s.

13237. Kia, Moderniteden Postmoderniteye Egemenlik ve Hukuk, s. 71.

133 Fritjof Capra, Batı Düşüncesinde Dönüm Noktası, çev.: Mustafa Armağan, İstanbul: İnsan Yayınları, 2014, ss. 79-80.

134 Başdemir, Siyaset ve Ahlak, s. 11.

40 Locke, ahlak ve siyasete ilişkin görüşlerini benimsemiş olduğu rasyonalist episte-moloji doğrultusunda şekillendirir. Hukukun ve hakların akli bir gerçeklik olarak kendi-liğinden var olduğunu kabul eden Locke, doğal hukukun koşullara göre değişkenlik gös-termediğini belirterek bu durumun siyasetin meşruiyet ilkesi olduğunu dile getirmiştir.135 Bu bakımdan Locke’un felsefesinde kendini koruma hakkı kadar mülkiyetini koruma hakkı da ön plana alınırken onun hukuk ve adalet görüşü de bu minvalde şekillenmiş olup özerk, özgür ve akıllı özne anlayışıyla beraber iyice bireyselleşen bir özne ve adalet yapısı gözlenir.

Benzer Belgeler