• Sonuç bulunamadı

Modern paradigmayı incelediğimizde öznenin nesneleşmesi tahakküm ilişkisi içinde değerlendirilen önemli bir konudur. Çünkü modern dönemde nesneleşen sadece doğa veya diğer canlılar değil insan da nesneleşmiştir. İnsan merkezciliğin ve hümaniz-min küçümsendiği bugünlerde insanların sahip oldukları biriciklikleri ve ayrıksı konum-ları beraberinde doğada özel bir statüye sahip olup olmadıkkonum-ları yönünde birtakım sorun-ları da beraberinde getirmiştir. Doğal dünyanın teknolojik dünyaya tercih edildiği günü-müzün görsellik üzerine kurulu dünyasında modernliğin retoriksel metaforu ve motifleri özne-nesne ikiliğinde bireyin us-merkezli, egosantrik, bireyselleşmiş, farklı-öteki olana kayıtsız, kendi kendine yeten, yalnız ve yabancılaşmışlığını bütün çıplaklığıyla gözler önüne serer.

Tam da bu nokta da ifade edilmelidir ki kimlik ve farklılık tartışmaları bağla-mında, olanca farklılıklarıyla tezahür etmesi beklenen çağdaş insan, tüketim kül-türünün vücut verdiği yaşam dünyasında tüm farklılıklarıyla bu bağlamda bütün-lük nosyonunu mümkün kılacak ilke, değer ve anlam imkânlarını yitirmek

sure-247 Delruelle, “Pratik Hümanizm ve Teorik Anti-Hümanizm”, s. 1.

70 tiyle trajik bir sona taşınmıştır. İnsanın anlamsız bir hayatı hiçbir rahatsızlık duy-madan yaşadığı bu trajik sonda (yeni hümanizmin hüküm sürdüğü postmodern dünyada) nihilizm sorununun en derin biçimiyle kendisini gösterdiği söylenebi-lir.248

Bilindiği üzere Hume, İnsan Doğası Üzerine Bir İnceleme’de en fazla ihmale uğ-rayanın insanın kendisi olduğunu söyleyerek söz konusu ihmalin telafisini ise bütün bi-limsel çabanın insanın doğasına açıklık kazandırmaya yönelik olmasında bulur. Kierke-gaard ise insan doğasının sadece Tanrı’yı bilmekle yani Tanrı vasıtasıyla imkân bulaca-ğını bildirir. Böylelikle Hume’un bu husustaki yaklaşımı, aslında insan bilimlerine antro-polojik bir statü edindirmekle beraber görüşlerindeki farklılığa rağmen, ilk etapta arala-rında Kant’ın ve Marx’ın felsefeleri olmak üzere Alman düşünce dizgesini de etkiler.249 Dolayısıyla hümanizm konusu hem Aydınlanma’nın seküler yaklaşımının etkisiyle hem de metafiziksel bir zeminde olmasından kaynaklı olarak birçok disiplin gibi çağdaş felsefi antropolojinin de esas problemi olarak belirir.

Öznenin nesleştirildiği düşüncesi üzerinde yoğunlaşan Foucault’nun bölme pra-tikleri dediği özne ya kendi içinde bölünür ya da diğerlerinden ayrılır. Foucault’ya göre bu süreç özneyi nesnelleştiriyor. Söz gelimi deli ve aklı başında, hasta ve sağlıklı, suçlular ve iyi çocuklar şeklinde.250 Buradan da anlaşılacağı üzere postyapısalcılar nezdinde mo-dernizmin yaptığı bu türden bölünmeleri yapan modernizm esasında kendi belirlemiş ol-duğu özne tasarımına uymayanları (delileri, hastaları, suçluları, eşcinselleri, kadınları) özne statüsünde yok saymış olup nesneleştirmiştir. Bu hususta vurgulamak gerekir ki fel-sefi karşıtlık ve politik felaketle karşı karşıya kalan hümanizmin doğuştan gelen nitelik-lere, karaktere veya haklara dayanan modern bir insanlık hayalini kurduğu statüsü çarpıcı bir biçimde aşınır.

Tüm bu argümanların ışığında, öznenin içine düştüğü paradoksu daha kapsamlı ifade etmek gerekirse postmodernizmin özne karşıtı tavrını Pauline Marie Rosenau’nun bu konudaki tespitleriyle özetlemek yerinde olacaktır. Rosenau’ya göre postmodernizm, modern toplum bilimcinin gözlemciyi özne olarak belirlemesini, buna karşın gözleme tabi tutulan insanları da nesne konumuna indirgemesi şeklindeki özne-nesne ayırımını yadsır. Postmodernistler açısından böylesi ayırımlar adaletsizlik sebebidir çünkü özneye etkin ve insani özellikler atfedilirken nesneye bir şey gibi (bir nesne) davranılıp nesne edilgen olarak nitelenir. Postmodernistlerin çoğu için insana ilişkin böylesi sınıflandır-malar nesneleştirmeye yol açmaktadır. “Özne nesne ayrımı, insanların kabul edilemez bir biçimde, hepsi de dolaylı ya da dolaysız olarak aşağılamayı ve baskıyı içeren yollardan özne haline getirilmelerine izin verir.”251 Öznenin mevcudiyeti birinin diğerinin tahak-kümü altında olduğunun göstergesidir.

Yukarıdaki değerlendirmeler ekseninde düşünüldüğünde moderniteye yönelik eleştirilerin zemininde, moderniteyi meşrulaştıran akılsalcılığın söz konusu özgürleşme

248 Küçükalp, “Yeni Hümanizm ve İnsan Kavramının Küçülmesi”, s. 305.

249 Tom Rockmore, Heidegger and French Philosophy, Humanism, Antihumanism and Being, London, New York: Routlege, 1995, ss. 62-63.

250 Michel Foucault, “The Subject and Power”, Critical Inquiry, Vol. 8, No. 4, 1982, ss. 777-778.

251 Rosenau, Post-modernizm ve Toplum Bilimi, ss. 83-84.

71 vaadini gerçekleştirememiş olduğu görüşü gün yüzüne çıkar. Bir diğer anlatımla özgür-lüğün ve sınırlamaların bir sahadan alınıp bir başka sahaya aktarılması aslında bir vakitler tıpkı Hristiyan inancından kaynaklı dogmaların sınırlamalar koyması gibi günümüzde de toplumsal olan bütün alanlarda akılsal bir neden arayışına dönüşmüştür. Zira insan, ma-tematiksel olarak hesaplanabilir bir nesne halini almıştır. Ancak “insan bir nesne olmadığı için, onu nesneleştirmeye çalışan her türlü girişim sonunda hastalanmasına yol açacak-tır.”252

Bir zamanlar bilginin temeli kabul edilen insan için bilim, teknoloji ve din gibi hususlar kurgu olarak algılanıyorken felsefi anti-hümanizmin ortaya çıkışı ve detaylandı-rılması ile insan bir dizi felsefi ve politik argümanlar sistemine dayanmaya başlar. Söz gelimi modernizmin, “faşizm ve komünizmin” ütopik ve kurtarıcı iddiaları yüzünden ar-tan bir güvensizliği barındırmasının yanı sıra savaşlar arası dönemin siyasi uğraşlarından kaynaklı olan büyük bir hayal kırıklığıyla yakından bağlantılı hale geldiği söylenebilir.253 Ayrıca toplumsal ayrıcalıkların bir tür örtüsü aynı zamanda bir tezahürü olan hümanizmin beyan edilen amaçları ile fiili pratiği arasındaki uyuşmazlığına dikkat çekecek olursak hümanizm, insanlık durumunu iyileştirme emeline rağmen insanlığı yanlış bir biçimde Marksizme, Nasyonal Sosyalizme ve Stalinizme götürmüştür.254

Küçükalp’in de belirttiği üzere aklın kategorilerine duyulan güven kaybı, insan odaklı olan bütünlüklü ve kuşatıcı hakikat, anlam ve değer inşa etmeyi imkânsız bir hale getirdiğinden geriye kendisi için bir dünya tesis etmek durumunda kalan çağdaş insanı bırakmıştır. Çağdaş insanın arzuya, tutkuya, içgüdüye ve irrasyonel olana referansla tesis ettiği bu dünya, bireysel farklılıklara vurguyla ön plana çıkan ve istemekten başka hiçbir şeyi temyiz etme imkânı olmayan bir yapıdadır. Günümüzde insan, içine hapsolduğu si-mülasyon dünyasında, eşzamanlı olarak hem herkes olabilirken hem de hiç kimse olabil-mektedir. Aslında insan, tam da istediklerine kavuştuğu ve her şeyi anlayıp hakikate eriş-tiğini anladığı an varlığını ve değerlerini yitirmiştir. Fazlasıyla maruz kaldığı etkili gö-rüntü ve duygu insanı duygularına ve varlığına yabancılaştığından ötürü varlık ve değer-lerine olan inancını da kaybetmiştir:

Modern seküler hümanizmle bu bağlamda yalıtık özne nosyonunun her türlü aşkın referans noktasına müracaatı imkânsızlaştıracak bir biçimde, hakikat, değer ve an-lam için ontolojik bir başlangıç noktası kılınmasının akabinde, şimdi de söz ko-nusu olan Tanrı özneyle beraber epistemik özne de dahil olmak üzere, rasyonel olana bağlı olarak kabul edilmiş bütün ilke ve değerlerin tam bir değer kaybına uğradığı nihilizm tecrübesidir.255

Küçükalp’in bu tespitleri hümanizmin geldiği noktayı veciz bir biçimde ifade et-miştir. Tıpkı onun gibi düşünür Delruelle de hümanist bilincin, tahakküm ilişkilerinin ve yabancılaşmanın politik eleştirisinin en kritik noktasında yer aldığının altını çizer. Hüma-nizm yaklaşımının insanı tamamen “tahakküm ilişkilerinin ve yabancılaşmanın” meşru-luğunu yerine getiren bir figür haline dönüştürdüğünü vurgulayan Delruelle’ye göre

“hü-252 Özyurt, Modern Toplumun Çözümlenmesi, ss. 225-226.

253 Geroulanos, An Atheism That is Not Humanist Emerges in French Thought, ss. 1-3.

254 Rosenau, Post-modernizm ve Toplum Bilimi, s. 80.

255 Küçükalp, “Yeni Hümanizm ve İnsan Kavramının Küçülmesi”, ss. 304-307.

72 manist bilinç” kendini ideolojik araçsallaştırmanın tuzağında bulmamak adına kendi üze-rine düşünerek ciddi bir eleştiri süzgecinden geçmelidir.256 Böyle bir çerçeveden soruna bakınca postmodern söylem içinde ortaya çıkan hümanizm eleştirisi haklı bir temele otu-rabilmekte ve adalet konusu etkin bir tartışma motivasyonu olarak değerlendirilebilmek-tedir.

Özneyi kurucu bir bilinç olarak değil kurulan bir bilinç olarak değerlendiren Fou-cault nezdinde felsefenin nesnesi olan insan, temsil sahası lağvedildiğinde ve incelenecek erekli ve tarihsel olarak belirlenen bir varlığa dönüştüğünde ortaya çıkar. Böylelikle öz-neyi merkezsizleştirmeye girişen Foucault’ya göre böylesi sınırlar özöz-neyi bilgi üzerinde egemen kılmaktan alıkoyar. Modern felsefede bilginin hem öznesi hem de nesnesi kılınan insanın istikrarsızlık ve ikilikler arasında inşa edildiğini iddia eden Foucault’ya göre özne dil, arzu ve bilinçdışının bir etkisinden başka bir şey değildir.257

Görüldüğü üzere modern özne ve akıl kavramlaştırması, postmodernist düşünür-lerce aklın saf olmayıp toplumsal şartların bir sonucu yani oluşturulan bir şey olduğuna yönelik vurguyla yoğun bir biçimde eleştirilir. Aklın evrensel bazı esaslarının varolduğu şeklinde bir iddiada bulunmak mümkün değildir çünkü biz aklın esaslarını toplum içeri-sinde öğrenmekteyiz. Dolayısıyla yargılarımız, herhangi bir durumla bağlantılı olabi-lir/olmayabilir. Öyle ki bu durumların hiçbirinde bizler saf bir akla sahip değilizdir. Bu açıdan felsefi bir proje olarak hümanizmin öznenin kuruluşunu öznel özde arama şekldeki yönelimi hiçbir zaman savunulamaz. Nitekim postmodernler açısından öznenin in-şası tamamıyla öznenin düşünüm ve karar alanının dışındaki etkenlerle gerçekleştirilmek-tedir. “Postmodern düşünce açısından ben, tamamı ile kurgusal bir şey olup, gerçekte normal veya anormal nitelemeleriyle ele alınabilecek kendinde bir varlığa sahip değil-dir.”258

Fransız düşüncesi, insanın “doğası” veya “özüne” verilen veya değiştirilemeyen ya da kendi en yüksek varlığı ve ideali olarak sunulan bir “doğa” ya da “öze” dayandığı düşüncelerini reddetmeye başlar.259 Artık hümanizmin sahip olduğu değer yıkılır ve “in-san” anlamını neredeyse tanınmayacak şekilde değiştirir. Ancak özellikle belirtilmelidir ki insan bir nesne olmadığından dolayı kendisini nesneleştirmeye çalışan bütün girişimler onun hastalanmasına neden olacaktır. “Bu hastalık (nevroz), sıkıntı, hayatın anlamsız ol-duğunu düşünme duygusu, her şeyin bulunduğu ortamda sevinçten yoksun yaşama hali, hayatın yönünü bilmeme, kendini şaşkın ve çaresiz hissetme şeklinde görülebilir.”260

Benzer Belgeler