• Sonuç bulunamadı

49 adlandırdığı görüştür. Bu görüşe göre başkasına ait olana zarar vermememiz gerektiği gibi kendimize ait olanı yüce gönüllükle kullanmamız gerekmektedir. Smith, her iki ada-let görüşünün dışında ve ikincisine paralel bir içeriğe sahip başka bir anlayışın varlığından söz ederek Platon’un savunduğu bu yaklaşımda adaletin tüm sosyal erdemleri kavradığını belirtmektedir. Ahlaki Duygular Kuramı adlı yapıtında Smith, adaleti ilk anlamıyla ele aldığının altını çizer.172 Buradan da anlaşılacağı üzere tüm diğer erdemlerle adalet arasına bir ayırım koyan Smith için adaletli olmak, başkasına zarar vermemekle eşanlamlıdır.

Çünkü Smith nezdinde zarara neden olmak, adalet kuralarının ihlal edilmesi şeklinde yo-rumlanmaktadır. Dolayısıyla başkasına zarar vermemek adalet kurallarına uyulması için yeterli bir unsurdur. Bu unsur Smith’in “karşılıklı uygulanan adalet” görüşünü savunma-sının esas nedenidir. Smith’e göre adalet, temel erdem olup birey ve kamu arasındaki ilişki çok boyutlu bir yapıda ve adalet temelinde yükselmekte olup farklı erdemleri de içeren bir biçimde genişletilmektedir.

Adaletin en kutsal yasaları, ihlali en yüksek sesle intikam ve cezayı çağrıştıran yasalar, komşumuzun hayatını ve kişiliğini koruyan yasalardır; ikincisi, malını ve mülkünü koruyanlardır ve son olarak, onun kişisel hakları denileni veya ona veri-lecek olanı başkalarının vaatlerinden koruyanlardır.173

Smith’e göre insanlar, adaletsizlikle alınan zararın intikamını almak adına uygu-lanmış olan şiddete tahammül edip onayladığı gibi zararın önüne geçmek ve onu uzak tutmak ve saldırganı komşusuna zarar vermekten alıkoymak adına yapılan şiddeti de ka-bullenerek onaylar. Adaletsizlik eden şahsın kendisi de bu duruma duyarlıdır ve suçun işlenmesini önlemek ya da suçu gerçekleştirdiği anda kendisini cezalandırmak için gerek zarar vermek üzere olduğu şahsı gerekse öteki kişiler tarafından en uygun biçimde ken-disine yönelik güç kullanılacağının farkındadır. Smith’e göre adalet ve tüm diğer sosyal erdemler arasındaki kayda değer farklılık buna dayanır.174 Adaletsizliğin ve mutluluk önündeki engellerin maddi hırsların olumsuz yönleriyle ilintili olduğunu savunması, Smith’in manevi hazları maddi hazlardan daha fazla önemsediğini gösterir.

Özetle belirtecek olursak Smith için adaletli olmak başka insanlara ve onların mal-larına ve mülklerine aynı zamanda saygınlıkmal-larına zarar vermemektir. Öyle ki adaletli olmak demek başkasına zarar vermemeyi sağladığında bile gerçekleşmiş olur, öylece otu-rarak ve hiçbir şey yapmayarak bile adaletin tüm kuralları yerine getirilmiş olur. Genel olarak ifade edecek olursak İskoç Aydınlanma düşünürlerini Hume ve Smith’in felsefe-leri özelinde değerlendirmeye giriştiğimiz bu başlıkta, her iki filozofun özgün tarafları göz ardı edilemeyecek kadar çarpıcı olmakla beraber ciddi fikir ayrılıkları söz konusudur.

Hume’un faydayı esas alan adalet yaklaşımı Smith’in felsefesinde zarar vurgusuyla öne çıkar. Buna rağmen her ikisi de insani uygulamalara, duygulara ve alışkanlıklara dayalı bir düşünce dizgesi ortaya koymaları bakımından sübjektivite metafizikleri açısından önemlidir.

50 Özneden, düşünen benden ve bilme yetisinin çözümlenmesinden hareket eden bir yaklaşım sergileyen Immanuel Kant, kendinden önceki felsefe dizgelerine karşıt bir tu-tum içinde olmayı tercih eder. Kant’ın felsefesi, transandantal olanın yani ontolojik ze-minin yitimiyle beraber beliren boşlukta, modern öznenin fenomenal alana mahkûm edil-mesiyle birlikte akıl odaklı bir metafiziğe doğru yol alınmasına sebebiyet verdiğinden sübjektivite metafiziği eleştirmenlerinin birçoğu için önemli bir çıkış noktası sağlar. Do-layısıyla bu sorunsallık modern dönemin yeni özne tasarımı olarak karşımıza çıkmakta olup evrensel ahlak yasası ile birlikte çağdaş felsefelerin yönünü belirleyen ve adalet kav-ramını etkileyen önemli bir faktör olarak değerlendirilir.

Post-antropolojik felsefelerin Aydınlanma’nın aklın özgürleştirici potansiyeline duyduğu inancı hedef aldığını dile getirecek olursak Kant felsefesinin araştırmamızdaki önemi belirmiş olur. Çünkü dünya tasarımında akla yapılan yüceltmeyle Aydınlanma dü-şüncesindeki esas vaat edilen, dünyanın adeta bir cennete dönüştürüleceğiydi. Oysa başta Nazi Almanya’sında yaşanan ırkçı, yok edici politik tutumlar ve Hiroşima’ya yapılan nükleer bombalama olmak üzere deneyimlenen olumsuz gelişmelerin Aydınlanma dü-şüncesinin evrensel ahlak yasası, adalet, barış, özgürlük, refah gibi vaatleriyle ve insan hakları söylemleriyle pek de uyuşmaması, postmodern düşüncenin kritize ettiği en önemli argümantasyon olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bakımdan Kant’ın adalet ve insana dair söylemleri merak uyandırıcı olmakta ve çalışmamızda önemli bir referans kaynağı olarak konumlanmaktadır. Çünkü Aydınlanma felsefesi sübjektivite tanımlamasının odağına yerleşmiş olup Kant’ın felsefi katkıları sayesinde Descartes’ın modern öznesinin ve ada-let söylemlerinin sistematize edilmiş halini serimlemektedir.

Hatırlanacağı üzere Kant’tan günümüze kadar Batı düşüncesi yaklaşık iki asırdır nesnelerle sadece özneden yola çıkarak bağlantı kurmak zorunda kalmıştır. Kant’ın fel-sefe dünyasında gerçekleştirmiş olduğu Kopernik Devrimi ise özneyi merkeze alır: Dış dünya, bir özne tarafından bilinmediği sürece nesnesi dahi olmayan bir numen alanı yani bir belirsizlik olarak kalır ve nesne, bilen bir özne olmadan hiçbir statüye sahip olamaz.175 İşte Kant’ı post-antropolojik felsefeler açısından önemli kılan husus onun özneye ilişkin söylemlerinin adeta bir devrim niteliğinde olmasıdır çünkü sübjektivitenin rasyonel ola-rak tanımlanışı evrenin de akla uygun bir şekilde açıklanmasıyla sonuçlanır.

Kant’ın birey anlayışı epistemolojik, ahlaki ve siyasal bir özne olarak belirir.176 Descartes’ı takip eden Kant, düşünen-bilen bene indirgenmiş olan özneye bir de eyleme niteliğini ekleyerek Aydınlanma döneminin öznesinin “bilen-eyleyen bir özne” olmasını sağlar. Önceki yaşam şekillerine, tutumlarına ve düşünme biçimlerine şüpheyle yaklaşan Kant bu konularda eleştirel bir tutum sergiler. Nesnellik arayışını hem felsefi söylemin asıl gayesi olarak belirler hem de metafiziğe sınırlar getirmekle kalmayıp aynı zamanda tamamen yeni bir metafizik tasarımı oluşturur. Kısacası felsefenin problemlerini ve fel-sefe yapma yollarını yenileyen ve dönüştüren bir tutum sergiler.

175 Graham Harman, Nesne Yönelimli Ontoloji Her Şeyin Yeni Bir Teorisi, çev.: Oğuz Karayemiş, İstan-bul: Tellekt, 2020, s. 11.

176 Ahmet Çiğdem, Aydınlanma Düşüncesi, İstanbul: İletişim Yayınları, 1997, s. 92.

51 Kant, “Sapere Aude!”177 söylemi ile tüm Aydınlanma döneminin baskın kodu ola-rak öne çıkan aklın, akıl sahibi olmanın ve onu kullanmanın önemine dikkat çekerek do-ğada ve sosyal yaşamda düzenin keşfini ve bu düzeni kurmayı kendisine görev addeder.

Akla yüklemiş olduğu bu görev neticesinde doğadaki düzeni matematiksel bir yolla for-müle etmesi yasa olarak bilimin en önemli amacı olmuştur. Doğada başarıyla neticelen bu durumun akabinde söz konusu dönemin içinde bulunduğu tarihsel ve toplumsal koşul-lar dikkate alındığında benzer tutumun ve başarının toplumsal sahaya uygulanıp uygulan-mayacağı sorgulanmıştır. Esasında, aklın düzenleyici işlevini sosyal sahada işler hale ge-tirmek insan davranışlarının yasalarına dönük bir ilgi oluşturmuştur.178 Bu yaklaşım şekli ilerleyen zamanlarda Pozitivizm adıyla toplumun tıpkı bir doğa objesi şeklinde incelene-rek bilimsel bir ideal olma çabasını yansıtmaktadır.

Kantçı ahlak felsefesinde özne, uyduğu yasayı koyar fakat bunu yapabilmesi için, ego’ya meyil ve akıl konusunda, özdeş değilse de benzer bir evrensel varlılar top-luluğunu varsayması gerekir. Ontolojiden etiğe yönelim ve teorik gereklilikten praksis sahasına geçiş, formun evrensel rasyonelliğinin özgürlüğü sayesindedir.

Bu nedenle logos’a uymak, özerk olmaktır.179

Logos’a uyularak özerliğin elde edileceğinin altını çizen Kant, Yunan yasa düşün-cesinden Yahudi Hıristiyan yasa fikriyatına yönelen değişiminin rasyonel kuramını ger-çekleştirmiştir: “Yasa, kendisine içerik sağlayacak olan, önceden mevcut bir İyi’ye bağlı değildir, iyinin mevcut haliyle kendisine bağlı olduğu saf biçimdir yasa. İyi, yasanın kendi kendisini bildirdiği biçimsel koşullar içinde bildirdiği şeydir.”180

Normların, değerlerin ve hukukun kaynağı olarak aklın ve dolayısıyla da insanın kaynak olması felsefi anlamda en tutarlı ve temelli biçimde Kant tarafından incelenmiştir.

Pratik Aklın Eleştirisi ve Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi adlı yapıtlarında Kant’ın öncelikli amacı objektif bir ahlak düşüncesini inşa etmektir. Bununla birlikte Kant’ın,

“genel bir özgürlük yasasına göre her bireyin iradesinin diğerlerinin iradeleriyle uzlaştı-rılabileceği şartların bütünüdür”, şeklindeki hukuk tanımı, “genel özgürlük yasası” dola-yımıyla hukukun da ahlak yasası zemini üzerine inşa edilmesini sağlamıştır. Dolayısıyla Kant’ın felsefesinde tıpkı ahlak gibi hukuk da otonom bir vasıf kazanmıştır.

Akıl, gerçekliğin yapısını açığa çıkarır, tekil vakaları ve ahlaki ikilemleri, bireysel kişilerin tekilliğini zorunlu olarak zayıflatan evrenselliğin imperatifliğine tabi kı-lar. Ancak bu evrensel ahlak yasasının başlangıç ve sonuç noktaları, bilen ve irade gösteren öznedir, ego’dur. Ego formel bir öğüt, somut bir ahlaki norm olarak ev-renselleştirecek gerekli kaynakların hepsini kendinde bulur. Ötekini özdeşe indir-geyerek kişi kendini adeta bir monad gibi kapatır.181

Douzinas’ın bu alıntısını dikkate alacak olursak Aydınlanma ve modern dönemin öne çıkan ötekinin özdeşe indirgenmesi, evrensel ahlak yasasının özneyle olan bağlantısı

177 (Bilmeye cesaret et.) Bkz: Immanuel Kant, “Aydınlanma Nedir? Sorusuna Yanıt”, Felsefe Yazıları, çev.: Nejat Bozkurt, İstanbul: Yazko Yayınları, 1983, s. 139.

178 Hollinger, Postmodernizm ve Sosyal Bilimler, s. 14.

179 Costas Douzinas, İnsan Haklarının Sonu, çev.: Kasım Akbaş ve Umre Deniz Tuna, Ankara: Dipnot Yayınları, 2015, ss. 376-377.

180 Gilles Deleuze ve Felix Guattari, Kafka Minör Bir Edebiyat İçin, çev.: Özgür Uçkan ve Işık Ergüden, İstanbul: YKY, 2001, s. 65.

181 Douzinas, İnsan Haklarının Sonu, s. 377.

52 ve tekilliğin eritilmesiyle evrenselliğin vurgulanması gibi söylemleri sübjektivite metafi-ziklerinin karakteristik bileşenleri olup Kant’ın felsefesinde bu kodlar rahatlıkla gözlem-lenebilir. İşte bu bileşenler post-antropolojide sorunsallık addedilerek bütün bir felsefi yapılanmanın odağına yerleşir.

Kant, Salt Aklın Eleştirisi’nde salt aklın metafizik konularda Tanrı’nın varlığı, in-sanın özgürlüğü ve ruhun ölümsüzlüğü konularında yargıda bulunamayacağını kanıtla-maya çalışmış, bu konuların kanıtlanmasını pratik akla bırakmıştır. Kant ahlakının, ko-numuz açısından da özel önem taşıyan hümanist karakterini göstermesi bakımından hi-potetik ve kategorik buyruk ayırımına değinmekte yarar görülmektedir. Bu anlatılanlar, Kant etiğinin -ahlak ve hukuk felsefesinin- mahiyeti gereği laik bir zemine dayandığını ortaya koymakta ve Kant etiğinin hümanist/insan merkezli karakterini ortadan kaldırma-maktadır. Ama şu da bir gerçektir ki kendisinden sonraki laik karakterli birçok kodifikas-yona esin kaynağı olan Kant’ın ahlak ve hukuk felsefesinde Tanrı düşüncesi kilit bir nok-taya yerleştirilmiştir. Bir diğer ifadeyle, modern hukuksal düzenlemelerin teorik arka pla-nını oluşturan Kant etiği bile pür seküler bir niteliği barındırmamaktadır.

İnsanın her şeyi bilme yetisine sahip olmadığını bildiren Kant, anlama yetisinin kavramlarının aşkınsal olarak değil sadece deneysel şekilde kullanılabileceğini düşünür.

Dolayısıyla numenal alanın mevcut bilgilerle aklın bilmesinin mümkün olamayacağının altını çizer. Kant’ın akla dair bu çıkarımları sübjektivitenin hümanist karakterine ve muk-tedirliğine balta vurmuş olup kendinden sonraki özne eleştirilerinin de neredeyse ilk kay-nağı olarak gösterilmiştir. Kant’ın insan aklın sınırlarına dair yapmış olduğu çıkarım her şeyi bilmemizin mümkün olmadığına yönelik öznellik söylemleri de dikkate alındığında sübjektivite metafiziklerine ilişkin eleştirilerin ana hatlarını meydana getirir.

Bu değerlendirmeler ekseninde düşünüldüğünde, Batı hukukunun kaynağı olarak hem külli aklın hümanist bir karakter sergilemesi hem de hukuksal düzenlemelerin sekü-ler yapıda olması söz konusu kaynağın (külli akıl) nispeten hiçbir dönemde saf seküsekü-ler bir nitelik taşımayıp aksine bir şekilde Tanrı fikriyle ilintilidir. Genel olarak Batı hukuku, özel olarak doğal hukuk düşüncesi geleneğinin nerdeyse tamamında hümanist bir hukuk anlayışı söz konusudur. “Mamafih hukukun kaynağı olarak ‘külli aklın’ pür seküler ka-rakterde olduğunu söylemek zor görünmektedir. Ancak külli aklın bu karakteri, özelikle modern dönemdeki hukuksal düzenlemelerin ve kodların seküler karakterde olmasına en-gel olmamıştır.”182

Hukuksal düzenlemelerin seküler karakterini öne çıkaran Kant, hukuku ahlaka yaklaştırma çabası gütmekle beraber mevcut olanın ideal olana yaklaştığı müddetçe hak ve adaletin tam olarak anlamlarını bulabileceği görüşündedir. Söz gelimi Kant’a göre yer yüzünde en adil topluluk hukuk ile ahlakı tam anlamıyla örtüştürebilmiş bir topluluktur.

Ne var ki Kant açısından hukuk ve ahlak birbirine eşit olarak görülmemektedir.183 Gerek anlamın gerekse hukukun temelini ilahi ve aşkın olandan beşerî ve toplum-sal olana kanalize eden Kantçı devrim açısından hukuk, dolaysız ve mutlak anlamda bu-yurur ve yükümlü kılar. Ancak, özellikle belirtilmelidir ki bu husus bir iyi anlayışından

182 Abdurrahim Kozalı, “Hukukta Aklın Kaynaklığı Konusuna Felsefi Bir Katkı”, İslam Hukuku Araştır-maları Dergisi, Sayı: 7, 2006, s. 313.

183 Thom Brooks, “Kant’s Theory of Punishment”, Utilitas, Vol. 15, No. 2, 2003, s. 208.

53 kaynaklanmadığı gibi empirik yahut toplumsal bir kıstası veya topluma dair bir teori içe-risinde yer alan herhangi bir betimleyici önermeyi de takip etmez. Bu bakımdan ahlaki yasanın doğasını yahut işleyişini sorgulamaya başlamadan önce bize sunulmuş olsa da bu ilk radikal atılım, bütünleştirilebilir bir akıl toplumunda yaşadığımız savıyla beraber son bulur;

Rasyonel insanların hepsinin eylemlerini idare ederken kabul edilebilecek ve arzu edilecek ilkelere dayalı olarak davranmak, ben’in arzu ve eylemlerinin ötekilerin-kiyle uyumlu ve tutarlı olduğunu varsaymaktadır. Bu varsayım, ahlaki normları bir iyi fikrinden çıkarmanın epistemolojik bir emperyalizme dönüşmesi gibi ahla-kiliği de bir ontolojik emperyalizme dönüştürür.184

Kant, adaletin hiçbir surette satın alınamaz olduğunu ve zaten satın alınabilseydi adaletin adalet olmaktan çıkacağını belirtir.185 Kuşkusuz Kant, bu görüşünü ahlak felse-fesinin temel prensiplerinden birine hiç kimsenin sadece bir araç olarak kullanılamayaca-ğına dayandırmaktadır. Ayrıca Kant’a göre bir tek mahkeme yoluyla uygulanan ödetme yasası cezası hem niceliğini hem de niteliğini kesin bir şekilde adil olarak belirleyebilir çünkü bu yasa haricindeki yasalar dışarıdan gelen görüşlere dahil olduğu için saf ve katı adalete uygun hükümlerin tesis edilememesi sonucuna sebebiyet vermektedir.186 Esa-sında bu durum, cezanın mutlak adalet temelinde meşrulaştırıldığı anlamına gelir.

Adalet tartışmasını ahlaki ve hukuksal olarak pratik akıl zemininde gerekçelendi-ren Kant felsefesi, doğal-hukuk düşüncesinin yerine bir akıl-hukuku düşüncesini ikame eder zira bilgi için aklın enstrümanlarıyla birlikte empirik sezgilere ve duyumsallığa bağlı olan insan, pozitif hukuku aşan bir doğal hukuku veya tanrısal hukuku bilemez. Adalet, temelde bireysel olarak kişinin özgürlüğü ve çıkarlarının başkalarının özgürlüğü ve çı-karlarıyla nasıl uzlaştırılabileceği sorunudur. Bu aynı zamanda bir iyi olan ve adil olan arasındaki ayrımı ifade etmektedir. Ahlaki anlamda insan özgürlüğünü düzenleyici ide olarak kabul eden Kant, pratik aklın buyruğundan hareketle insanın özerkliğine (Autono-mie) ulaşır. İnsanın kendi kendini belirlemesi/öz-belirlenim (Selbstbestimmung), onu kendi eyleminin temel amacı yapar. Kategorik buyruk (kategorische imperatifv), buna karşı davranmayı yasaklar: “Her defasında insanlığa, kendi kişinde olduğu kadar başka herkesin kişisinde de sırf araç olarak değil, aynı zamanda amaç olarak davranacak bi-çimde eylemde bulun.”187

Rasyonalist ve empirist çizginin özne görüşlerinin doğru yanlara sahip olsa da eksik kaldığı görüşünde olan Kant rasyonalistlerin ve empiristlerin özne hususunda ifade ettikleri düşüncelere ilavede bulunarak hatta ötesine geçerek aslında söz konusu her iki çizginin de özne fikriyatlarını tek potada birleştiren bir anlayış ortaya koyar. Descartes’ta

184 Costas Douzinas, Hukuk, Adalet ve İnsan Hakları Eleştirel Bir Yaklaşım, çev.: Rabia Sağlam ve Kasım Akbaş, Ankara: NotaBene Yayınları, s. 144.

185 Immanuel Kant, The Metaphysics of Morals, çev.: Mary Gregor, UK: Cambridge University Press, 1996, s. 105.

186 Kant, The Metaphysics of Morals, s. 105.

187 Immanuel Kant, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, çev.: İoanna Kuçuradi, Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları, 2013, s. 46.

54 öznenin töz hatta düşünen töz olarak öznenin öznelliğinin yalın, kalıcı ve değişmez ol-ması ve kuşku yöntemi ile ulaşılan bu düşünen tözün kendisinden kesinlikle şüphe edile-meyen ilk açık ve seçik, kesin bilgi olmasıyla bağlantılıdır.

Rasyonalist ve empirist geleneğin özneye dair öne sürdükleri savlara bazı açılar-dan katılmakla birlikte her iki geleneğin özneye ilişkin yaklaşımlarındaki eksikliklere dik-kat çeken Kant, her iki yaklaşımın özne görüşlerini tamamlayacak bir yaklaşım ortaya koymaya çalışmıştır. Kant özne ile nesne arasında var olduğu düşünülen uyum fikri ye-rine nesnenin özneye uymasının gerekli olduğu düşüncesini ileri sürer.

Bugüne dek tüm bilgimizin kendini nesnelere uydurması gerektiği varsayılmıştır;

ama onlara ilişkin herhangi bir şeyi, kavramlar yoluyla a priori saptama ve bu yolla bilgimizi genişletme girişimleri bu varsayım altında boşa çıkmıştır. Öyleyse, bir kez de nesnelerin kendilerini bilgimize uydurma gerektiği varsayımı altında, metafiziğin görevi altında metafiziğin görevinde de daha iyi sonuç alıp alamaya-cağımızı sınayabiliriz.188

Nesnelerin bilgimize uyması düşüncesiyle birlikte öznenin bilgide belirleyiciliği ön plana çıkmıştır. Elde edilen bilgi nesnelerin kendinde nasıl olduklarının değil bize na-sıl göründüklerinin bizim için nana-sıl belirdiklerinin bilgisidir. Bir bilginin, bir deneyimin olanaklılığı özneye ait belirli transandantal koşullarla gerçekleşir. Bu koşullar duyusallığa ait a priori saf görü formları (zaman ve mekân) ve anlama yetisinin kategorileridir (saf kavramlar). İlkinde nesne bize verilir, ikincisinde nesne düşünülür. Bilginin oluşumunun iki temel kaynağından duyusallıkta zihnimiz duyu verilerini iki saf görü formu altında alımlar ve edilgendir. Anlama yetisinde ise zihnimiz etkindir ve saf görü formları altında alınan duyu verileri saf kavramlar ile düşünülür ve sonuçta bilgi meydana gelir. Kant’ın dile getirdiği gibi görü ve kavramlar tüm bilgimizin esaslarıdır. Kant bu konuda duyuların bizlere asla kendi başına şeylere ait bilgiyi sağlayamayacağını, yalnızca onlara ait görünüşlerin bilgimize dahil olacağını vurgular.189

Kant, iki epistemik geleneğin ötesine geçerek hem duyuların hem de anlama yeti-sinin bilgi üretip sentezlediği bir fonksiyon üstlendiğini açıklayarak her iki epistemik yak-laşımın beraber bir işlevsel yapıya sahip olduğunu belirtmiştir. Kantçı pratik felsefe eleş-tirisini özetleyen Douzinas’a göre modern öznenin doğuşu aslında adalet açmazının, akıl, özgürlük ve yasanın sentezlenebilmesinin çözümüdür. Ne var ki bu otonom özne açısın-dan ahlaki olan başkası, benim itibar ve davranışıma yönelik hukukun varlığının bir ör-neği ve kanıtı olmak dışında bağımsız hiçbir talebe sahip değilken özellikle hukukun buy-ruğuna uymaktır. Daha da önemlisi (ahlaki) yasa işleyişi için evrensel topluluk düşünce-sine yönelir. Ancak, “böyle bir topluluk var olmadığından ve yaratılmayacağından ona yapılacak göndermeler, etik bir adalet ideasından mahrum olan devlet hukukunu rasyo-nelleştirme ve meşrulaştırma işlevi görecektir.”190

Özetle değerlendirecek olursak özneyi bilhassa düşünme edimleri çerçevesinde kuran Kant, bilgi kuramına dair düşüncelerini kaleme aldığı eserlerinde tarihseli aşan

188 Immanuel Kant, Arı Usun Eleştirisi, çev.:Aziz Yardımlı, İstanbul: İdea Yayınevi, 1993, s. 25.

189 Immanuel Kant, Prolegomena, çev.: İoanna Kuçuradi, Yusuf Örnek, Ankara: Hacettepe Üniversitesi Yayınları, 1983, ss. 38-66.

190 Douzinas, Hukuk, Adalet ve İnsan Hakları Eleştirel Bir Yaklaşım, s. 144.

55

“transsendental özne”ye dikkati yoğunlaştırır ve bu öznede bilen varlığın öteki bilen var-lıklar ile bölüştüğü ortak yanları vurgular. Kant açısından trassendental özne kavramı, özneyi nesnelliğin yapıcısı olarak algılamış ve bilimsel bilgiyi sağlam temellere oturtmayı amaçlamıştır. Onun özne tasarımı yalnızca algı yargısı üretmeyen aynı zamanda deneysel yargıyı ortaya çıkaran özne olarak belirmekte olup mutlak özne baz alınarak yapılanan empirik özne de değildir. Onun özneye dair kurgusunda dikkat çeken yön, “gerçeğe iliş-kin izlenimlerin hepsinden önce gelen ve nesne tarafından uyarılmayı/uyarılabilmeyi sağ-layan temeldir.”191 Kant açısından “adalet kararı için düzenleyici olacak fikir, bir birlik veya bütünlük (totalite) fikridir. Ahlakta akıllı varlıkların bütünüdür, politikada ise insan-lığın birliği, yani kozmopolitik bakış açısından insanlık veya barış içindeki insanlıktır.”192 Ne var ki Kant sonrasında adalete yönelik bütünsel etik-politik yaklaşımların farklı türden hususları ve sorunları, meydana çıkan yeni disiplinler tarafından soruşturulup çözüme kavuşturulmak için parçalara ayrılmıştır.193

Benzer Belgeler