• Sonuç bulunamadı

2. CEPHECİLİK KAVRAMI, NEDENLERİ VE KORUMA BAĞLAMINDA

3.3. Yapı Özgünlüğü ve Cephecilik

Mimari koruma bağlamında özgünlük, tarihi doku ve çevrelerin oluşturulduğu dönem veya tarihi süreç içerisinde kazanmış oldukları duygusal, tarihi, sanatsal, ekonomik, sosyal ve fiziksel niteliklerin kendilerine özel olma durumudur (Aroz, 2008). Koruma uygulamalarının amacı, uygun müdahaleler ile bu niteliklerin gelecek kuşaklara aktarılmasını hedefler. Yapının sahip olduğu anlamı yitirecek müdahalelerden ve zorunlu kalınmadıkça fiziksel elemanlarının kaybedilmesinden kaçınır. Bir tarihi binanın sahip olduğu özgünlük, “iç mekan”, “dış mekan” ve “çevresel özgünlük” olarak üç grupta sınıflandırılabilir (Korumaz, 2003). Tarihi bir yapı gelecek kuşaklara özgün kimliği ile ulaştırılmak isteniyor ise bu üç özgünlüğün korunması kaçınılmazdır. Bu yaklaşım cepheciliğin aksine, tarihi binanın bütüncül bir yaklaşımla değerlendirilip ele alınmasını gerektirmektedir. Tarihi kentler değişirken de özgünlüklerini koruyup koruyamayacakları noktasında sorunlar henüz giderilememiştir. Bunun gibi, değişime kapalı olan ve tarihi eserlerin dokunulmazlığını savunan yaklaşımlar ile kentin zaman içerisindeki değişimini görmezden gelerek, tarihi görünümlü yeni yapılaşmaları destekleyenler arasında görüş ayrılıkları mevcuttur. Tarihi kente dokunulmadan korumak Müzeci yaklaşımlar olarak değerlendirilirken, tarihi görünümlü cephe, sokak ve siluetleri oluşturmak ise, Disneyland

tarzı olarak tanımlanmıştır. Katı korumacıların tarihsel yaklaşımlarla kentsel anlamda

gelişim ve değişime karşı çıkması, modern restorasyon ilkelerindeki özgünlüğü koruma gayretinin bir ifadesi olarak düşünülebilir (Pendlebury, 2009). Bu noktada cepheciliğin kentin doğal süreçte ve zorunluluklarla değişimini beklemeden, keskin bir şekilde müdahalelerle kenti değiştirmesi yapılardaki özgünlüğün bu oranda çabuk kaybedilmesi anlamına gelmektedir. 1994 tarihinde Norveç’te yapılan bir konferansta özgünlük kriterleri

form, malzeme, gelenek, fonksiyon ve ruh olmak üzere beş bağlamda toparlanıp

değerlendirilmiştir (Yüceer, 2005). Klasik koruma anlayışında özgünlük kavramı onarımlar sırasında tarihi bina ve çevrelerin fiziksel olarak bütünlüklerinin sağlanması ve malzeme onarımları ile ilgilidir Bu anlayış daha çok tarihi çevrelerin sahip olduğu kültürel boyutların

anlamları ile de ilgilidir (Shu-yi, 2010). Özgünlüğün tanımlaması ile ilgili değerlendirmelerde kültürel farklılıkların özgünlüğün temelini oluşturduğu sonucuna varılmıştır. Bundan dolayı, kültürel mirasın koruma altına alınması veya belgelenmesi için özgünlük referans bir ölçüttür. Korumacı bakış açısı ile tarihi binanın özgünlüğünün korunması için sadece dış cephesinin korunması yeterli değildir. İç mekan strüktürü, hacimsel katmanlar, içinde yaşayan insanlar ve her türlü kültürel değerler tarihi yapının önemli bileşenlerindendir. Buna rağmen, mevcut kentlerimizde yapılan cephecilik uygulamalarında, kent siluetini koruma kaygısının yapı özgünlüğünden daha önce değerlendirildiği söylenebilir. Bu uygulamaların günümüzde de yaygın bir şekilde devam ediyor olması, gelecekte de cephecilik uygulamalarının yapılacağının ipuçlarını vermektedir (Luxen, 1999).

Rowney (2004) cepheciliğin iç mekanın özgünlüğünün yok olması anlamına geldiğinin altını çizerek, kentsel peyzaj ve sokak siluetlerinin de korunması gerektiğine işaret eder. Bu görüşler doğrultusunda cepheciliği, özgün yapı bütünlüğünü sağlayamadığı ve iç mekanını reddettiği için sahte olarak nitelendirmenin daha doğru olacağı sonucuna varır. Buna paralel olarak Al Nammari de (2006) cepheciliği tarihi binayı, karakterini ve onun kültürel anlamını sadece iki boyuta indiren bir uygulama olarak tanımlamıştır. Sanatta genel olarak, sahte ürün üretiminin, sahte restorasyonların ve ürün kopyalarının insanların algısını yanılttıkları yönünde bir fikir birliği vardır. Aldatıcı oldukları düşünülür. Özellikle postmodern uygulamaların geçmiş form ve stilleri kopya etmesinin kentli üzerinde aldatıcı etkileri oldukça fazladır. Restorasyon uygulamaları ve onarımlarda, sonradan yapılan müdahalelerin kullanıcı tarafından çıplak gözle algılanabilir olması ve uygulamanın geriye dönülebilir olması tercih edilen niteliklerdir. Koruma uygulamalarında özgün malzeme kullanılması, özgünlüğün korunmasına yönelik bir duyarlılık göstergesidir. Tarihi bina ve çevresinin özgün kimliğinin nasıl korunması gerektiği yine tasarımcının sorumluluğundadır. Genellikle tarihi doku içerisindeki yeni strüktürler de kullanıcı tarafından içinde bulunduğu çevreden farklılaşması sebebiyle olumlu karşılanmamaktadır (Jiven ve Larkham, 2003). Bu uygulama ancak tarihi çevrenin ana fikrini anlamak, taklitlerden kaçınmak, kültürel ve görsel etkilerinin sağlıklı etüt edilmeleri ile mümkün

olacaktır (Pendlebury ve ark., 2009). Yapıya müdahaleler gerçekleştirilirken eski ile yeni arasındaki ilişkinin kurulması, tarihsel özgünlüğe saygı gösterilmesi ve mimari uyumun sağlanmasının gerektiği söylenebilir. Başta antik dönem yapıları olmak üzere, tüm tarihi yapılarda günümüzün konfor koşullarını sağlayacak elemanların yerleştirilmesi ve sonrasında mimari ve strüktür bağlamında değişikliklerin yapılması kaçınılmazdır. Tarihi yapı ve dokudaki köklü değişiklikler nedeniyle çevre, dokunulmazlık değerini, sosyal değerini, kültürel özgünlüğünü ve mimari anlamda kenti zenginleştiren resimsel etkisini, müdahalelerin miktarına göre, kaybetmiş olacaktır. Bu sebeple yapının özgün kimliğini geri kazanabilmek adına müdahalelerin geriye dönmeye imkan verecek çekilde yapılması önemlidir (De Naeyer, 2003).

Tarihi bir yapı korunacak ise, bütüncül bir yaklaşımla korunmalı, hiçbir elemanı ihmal edilmemelidir. Tarihi bina yapıldığı dönemin pek çok bilgisini üzerinde taşır. Bu bilgiler teknik, estetik, tarihi ve kültürel bilgiler olabilir. Tarihi binaların sahip olduğu tarihi ve kültürel bilgiler, binanın tamamına ve belki daha da çok iç mekanına ait bilgilerdir. Cephecilik uygulamaları iç mekana ait bu bilgileri yok ederek, korunan cephe gerisinde yeni yapılaşmalar önerir. Yeni yapılaşmanın ise teknik, kültürel, tarihi ve duygusal yönden tarihi bina ile bir bütünlüğü yoktur. Bu nedenlerle iç mekanın özgünlüğü cephecilik uygulamalarında devam ettirilmez. Dış mekan özgünlüğünün tarihi yapı kadar kenti de doğrudan ilgilendiren yönleri vardır. Cephecilik uygulamalarında her ne kadar tarihi yapının dış kabuğu korunuyor ise de, uygulamanın niteliğine paralel olarak, yapıda köklü bazı değişiklikler gerçekleşebilmektedir. Tugnutt ve Robertson (1987) cephecilik uygulamalarında, dış cephede köklü değişiklikler gerçekleştirildiğini ve bu değişikliklerin yapının bulunduğu çevreyi de etkilediğini belirtmektedirler. Yeni yapılaşmanın kabuk dışına çıkması binanın herhangi bir yüzeyinden veya çatı örtüsünden vazgeçildiğini gösterir. Taviz verilen oran büyüdükçe dış cephe özgünlüğünden uzaklaşılmış olunacaktır. Ayakta kalan bölümlerin temizlenmesi, onarılması, pencere boşluklarındaki doğramaların restorasyonu sırasında da benzer şekilde yapı özgünlüğüne dikkat edilmeli, değişiklikler en aza indirilmelidir. Cephecilik uygulamalarında korunan cephenin strüktürel nedenlerle rekonstrüksiyonunun yapılması gerekliliği sık karşılaşılan bir problemdir. Özellikle

cephenin iskele desteği ile taşınmayacak kadar zayıf olduğu durumlarda, cephe strüktürü yıkılarak, yerlerine rekonstrüksiyonu yapılmaktadır. Yapılan rekonstrüksiyonların birçoğu ise, modern malzeme ve tekniklerle yapılmaktadır. Sonuçta biçimsel olarak tarihi binaya benzeyen ama malzeme ve yapım tekniği güncel olan bir cephe elde edilmiş olmaktadır. Bu uygulama ile tarihi binanın geçmişten gelen hiçbir elemanı özgün ve tarihi değildir, yüklendiği kültürel anlam da yoktur. Sadece biçimsel olarak tarihi bir bina taklit edilmiş, dış mekanın özgünlüğü de kaybedilmiş olur. İstanbul Nişantaşı Can Tekstil Binası’nın uygulama öncesi ve sonrası karşılaştırıldığında, yapının kendisini, ve fiziksel çevreyi değiştirdiği gözlemlenebilmektedir (Şekil 3.10; 3.11).

Şekil 3.10. Can Tekstil Binası’nın Güncel Durumu Şekil 3.11. Can Tekstil Binası Cephecilik İstanbul (Korumaz 2003)22

Öncesi Durumu, İstanbul (KTVKK Arşivi)