• Sonuç bulunamadı

2. CEPHECİLİK KAVRAMI, NEDENLERİ VE KORUMA BAĞLAMINDA

3.11. Yasal Bağlamda

3.11.1 Uluslararası bildirgelerde cephecilik

Bilim adamlarının koruma uygulamalarını tartıştıkları, müdahalelere yönelik karar ürettikleri uluslararası bildirgelerde cephecilik ile ilgili tavsiyeler ve eleştiriler yer almıştır. Bu toplantılardan çıkan kararlar neticesinde ülkeler koruma politikalarını gözden geçirmekte, bu toplantılar yerel ölçekte çıkarılan yasaların fikri altyapısını oluşturmaktadır. Burada, uluslararası bildirgeler ve ülkemizdeki uygulamalar ışığında cepheciliğe yönelik yasaların bir değerlendirmesi yapılacaktır.

1964 tarihinde yayımlanan Venedik Tüzüğü koruma uygulamalarını çok etkilemiştir. Tüzüğün beşinci ve yedinci maddeleri cephecilik uygulamalarını ilgilendirmektedir:

“Madde 5- Kültür varlığının korunması, her zaman onları herhangi yararlı bir toplumsal amaç için kullanmakla kolaylaştırılabilir. Bunun için bu tür bir kullanma arzu edilir, fakat bu nedenle yapının planı, ya da bezemeleri değiştirilmemelidir. Ancak bu sınırlar içinde yeni işlevin gerektirdiği değişiklikler tasarlanabilir ve buna izin verilebilir….

Madde 7- Bir kültür varlığı tanıklık ettiği tarihin ve içinde bulunduğu ortamın ayrılmaz bir parçasıdır. Kültür varlığının tümünün, ya da bir parçasının başka bir yere taşınmasına kültür varlığının korunması bunu gerektirdiği ya da çok önemli ulusal veya uluslararası çıkarların bulunduğu durumlar dışında izin verilmemelidir.”

Venedik tüzüğün beşinci maddesi tarihi yapıların yeniden işlevlendirilmeleri sırasında plan şemasının ve süslemelerinin değiştirilmemesi gerektiğini, yeni işlevin mevcut mekan geometrisi içerisine yerleşmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bunun gibi tüzüğün yedinci maddesinde, tarihi eserin herhangi bir parçasının özgün yerinden ayrılmaması gerektiğini belirtmektedir. Her iki madde de iç mekanın çıkartılması ile planda yapılan köklü değişiklikler sebebiyle cephecilik uygulamalarını uygun bulmamaktadır.

1975 Tarihinde yayımlanan Amsterdam Bildirgesi, Avrupa’nın sahip olduğu kültür mirasının tüm insanlığın ortak mirası olduğunu, üye ülkelerin buna göre politikalar üretmelerini tavsiye etmektedir. Bu bildirgenin f maddesinde:

“Eski alanların sağlıklılaştırılması olanak ölçüsünde, bölge sakinlerinin toplumsal kompozisyonunda köklü bir değişiklik gerektirmeyecek şekilde tasarlanmalı ve uygulanmalıdır...” denilmektedir.

Amsterdam Bildirgesi’ne göre cephecilik, uygulandığı bölgedeki sosyal yapıyı parçaladığı ve fiziksel mekanda köklü değişikliklere neden olduğu için kabul edilemez bir yaklaşımdır.

Venedik Tüzüğü’nden günümüze kadar birçok uluslararası bildiride cephecilik uygulamaları özgünlük bağlamında değerlendirilmiştir. Özgünlük ile ilgili 1970’li yıllarda yayımlanan iki önemli bildirgeden birisi Amsterdam Bildirgesi, diğeri ise UNESCO tarafından 1976 tarihinde yayımlanan Nairobi Bildirgesi’dir. Daha sonra 1987 tarihinde ICOMOS’un (International Council on Monuments and Sites) tarihi şehirler ve kent parçaları için yayımladığı Washington Bildirgesi bulunmaktadır. Bu üç bildirgenin ortak yanı tarihi alanların özgünlüğünün devam ettirilmesine yönelik bilimsel araştırmaların nasıl yapılabileceğine işaret etmeleridir. Üçü de kentsel planlama ile koruma uygulamalarının entegre olmasının önemine, kentlinin sürece dahil edilmesine ve koruma bilincinin kentli ölçeğinde gelişmesine değinmektedir. 1994 tarihinde ICOMOS tarafından yayımlanan Nara Bildirgesi, kentin özgünlüğünün nasıl korunacağına yönelik değerlendirmeler yapmaktadır. Bu bildirge tekil bir yapıyı korumanın kentin genel özgün karakterini korumak için yetmediği, tüm kenti düşünmek gerektiği ve bunu yaparken de zaman içerisinde kentte meydana gelecek doğal değişimlerin yönetilmesi gerektiğini belirtir. 2005 tarihinde UNESCO Viyana Bildirgesi’nde çağdaş tasarımların tarihi bölgelerle entegre edilmesini belirtir (Pendlebury ve ark. 2009). Bu bildirgede: a) kentsel tarihi çevrenin ana fikrine dikkat edilmesi gerektiği b) mekanın kavranmasının önemine c) tarihi bölümlerin taklit edildiği tasarımlardan kaçınılması gerektiğine d) yeni gelişimin doğrudan tarihi bölümleri

etkilememesi gerektiğine e) çağdaş tasarımların tarihi bölümlerin değerini artırmak için yapılması gerektiğine ve f) yapılan tasarımların kültürel veya görsel etkilerinin değerlendirilmesi gerektiğine vurgu yapmaktadır. Ayrıca; Viyana Bildirgesi’nde, cephecilik uygulamalarını doğrudan değerlendirerek, tarihi bir binanın içinin boşaltılmasının, çekirdeğinin çıkartılmasının uygun bir strüktürel müdahale olmadığını açıkça belirtir.

Güncel hayatta meydana gelen değişikliklere paralel olarak, tarihi binalara müdahalelerin yapılması kaçınılmaz olmuştur. Bunlar hem tarihi binayı korumak hem de içinde yaşanılabilmesi ve gelecek kuşaklara iletilmesi için gerekli olan müdahalelerdir. Bu kabule rağmen müdahalelerin türü ve miktarı konularında ciddi fikir ayrılıkları bulunmaktadır. Bu konu ile ilgili uluslararası birçok belgede, müdahalelerin yapılabilirliği ancak, tarihi yapının bu değişimi kaldırıp kaldıramayacağının irdelenmesi gerektiğini belirtir. Yapılacak müdahalelerin yapının kültürel, sosyal ve politik uyumunu düşünerek, strüktür ve karakterinin tamamını koruyarak yapılması gerektiği belirtilmektedir. Fakat uygulamada, her ülke kendi kanunları ile koruma uygulamalarına yön verir, müdahaleleri belirler. Koruma uygulamaları ile ilgili anlayışın değişmesine paralel olarak, gerek ilgili yasaların, gerek bu alanda çalışan meslek adamlarının konuya yaklaşımları da değişmektedir (Yüceer, 2005). Uluslararası bildirgelerde ve ülkelerin yasalarında tarihi yapının bütünlüğünün, özgünlüğünün korunması gerektiği düşüncesiyle cepheciliğe karşı çıkışların yer almasına rağmen dünya genelinde uygulamalara devam edilmektedir. Cephecilik uygulamalarının düşünsel gelişiminin yaşandığı İngiltere’de cepheciliğe karşı yasal tedbirler 1977 ve 1987 tarihinde yayımlanan yasalarla (Circular 23/77 ve Circular 8/87) başlanmıştır. Bu yasalarda cephecilik ile ilgili kesin bir ifade yer almamakta, fakat kapsam olarak yapının tasarımına, malzemesine, seçkinliğine zarar verilmemesi gerektiği belirtilmektedir. 1994 tarihinde yayımlanan yasada ise, (PPG 15 yasası) sadece cepheyi koruyan, yapının iç mekanını boşaltan ve bunun yerine iç mekanda yeniden yapılan uygulamaların normal şartlarda koruma uygulaması olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığı belirtilmektedir.

Venedik Tüzüğü, sadece çok önemli yapıların değil, üretildikleri toplumun kültürel belgeleri olan daha mütevazı yapılarının da koruma bağlamında çok önemli olduğunu

vurgular. Ülkemizdeki iç mekanı yenilenerek gabarisi değiştirilen (II. grup) yapılar da önemli kültürel değerleri olan yapılardır. Venedik Tüzüğü’nde koruma müdahalelerinden sonra kültür varlığının devamlılığı önerilir. II. grup yapılarda esaslı değişiklikler olduğu için tarihi binanın devamlılığından söz edilememektedir. Yine aynı tüzükte tarihi yapıyı oluşturan öğelerin bütüncül bir yaklaşımla değiştirilmeden korunması istenir. Gerek duyulduğunda, plan ve süslemelerde koruma amaçlı değişiklikler yapılabilir. Bu özellikleri ile ikinci grup uygulamalar Venedik Tüzüğü’nde belirtilen müdahale çerçevesinin dışına çıkmış gibidir. Tüzüğün 9. Maddesinde, sonradan yapılan ilavelerin mutlaka görsel olarak algılanmasının gerekli olduğu vurgulanmaktadır. Bu öneri, bazı yapılarda uygulanmış bazı yapılarda uygulanmamıştır. Bu genel değerlendirme çerçevesinde Venedik Tüzüğü’ne göre ülkemizde yapılan uygulamaların çoğunu koruma uygulaması olarak tanımlamak oldukça güçtür.