• Sonuç bulunamadı

Yakın Dönemin Politik Atmosferi

Belgede LATİFE TEKİN’İN ROMANCILIĞI (sayfa 114-132)

2.2. Politik Temalar

2.2.2. Yakın Dönemin Politik Atmosferi

103 Tekin’in masal diliyle aktardığı işçi ve sınıf hareketleri otobiyografik göndermelerle birlikte bir dönemin panoramasını yansıtır. Yazar, işçi sınıfının bilinçlenmesine yönelik imgelere yer vermesinin sebebini gittikçe büyüyen şirketler içinde ustaların bu büyümeye uyamadıkları için yitip gitmelerine ve babasının da bu sorunu yaşamasına dayandırır (Özer, 2005: 49). Berci Kristin Çöp Masalları’nın tek başına direnen Gülbey Usta’sı veya sınıf bilincinin farkında olmayan patronlardan söz edilmesi tesadüfî değildir.

104 (Küçük, 1988: 33) olarak nitelemiştir. Sevgili Arsız Ölüm’de açık veya örtük politik göndermelere çok az rastlanır. Romanı ısrarla politik çerçeve içine alan Latife Tekin’e göre Sevgili Arsız Ölüm ile Gece Dersleri birbirinden ayır düşünülemez.

Yazar için Gece Dersleri, Sevgili Arsız Ölüm’ün görünmeyen yüzüdür (Andaç, 2002:

24). Kendisinin ifade ettiği üzere Sevgili Arsız Ölüm politik tavrın görünmediği bir romandır ve açıktan veya derin yapıda politik göstergelerin olmayışı okuyucunun metni politik bağlamda alımlamasına olanak tanımaz. Fakat romanda günlük siyasetin küçük çaplı bir örneği, Huvat’ın köydeyken ismi ve mahiyeti belirtilmeyen bir partiye üye olup oy için köyleri dolaşması sırasında görülebilir. Kente gelindikten sonra ise mutaassıp bir kimliği taklit ederek hocaların peşinden bilinçsizce katıldığı Kanlı Pazar Yürüyüşü’nde8 sol grupların saldırısına uğraması da dönemin ideolojik çatışmasına göndermeler içerir.

Romanın politik oluşundan söz edilmesi gerekliyse, Dirmit’in aile ideolojisinden, kolektif bilinçten çıkarak bireyliğini kazanma yolundaki çabalarından söz etmek gerekir. Evdeki baskı ortamında yazı ile ilişkisini sürdüremeyen Dirmit’in elinden tutan kar onu kalabalığın ortasına bırakır ve ona avazı çıktığı kadar bağırmasını söyler. Öğretmen hakları için yapılan yürüyüşe katılarak “Şiirlerimi yırttılar! Şiirlerimi yırttılar!” (SAÖ, 166) diye bağırmakla ilk mücadelesini eyleme döken Dirmit, romanın sonunda Atiye’nin öldükten sonra karıştığı kalabalığa, ruhsal güçlerini kullanarak elinde al bayrakla girer. Ayrıca duvardaki noktayı kırmızı bir karanfile çevirdikten sonra onu duvardan alıp göğsüne takmasıyla -kırmızı rengin temsil ettiği ideoloji göz önüne alındığında- Dirmit’in politik bir tavır içine girdiğinden söz etmek mümkündür.

İlk romanında olduğu gibi Berci Kristin Çöp Masalları’nın da Tekin’in

“gecekondulaşma süreci içinde politik çevreler açısından bir yüzleştirme”

(Kahraman vd, 1986: 8) yaparak önemli bir meseleye gönderme yaptığı düşünülebilir. Çiçektepe’nin kuruluş aşamasında resmî güçlere karşı verdiği mücadele, muhtarlık seçimleri, grev ve işçi hareketleri, sendikalaşma, işverenin kapitalist yaklaşımları, emek sömürüsü, işçi sınıfının polisle çatışmaları, sendikal

8 Sevgili Arsız Ölüm’de Huvat’ın katıldığı olayların 16 Şubat 1969’da gerçekleşen ve ideolojik çatışmaların yaşandığı Kanlı Pazar Yürüyüşü olduğu bilgisi, Latife Tekin’le 27 Kasım 2010 tarihinde e-posta yoluyla gerçekleştirilen görüşmelerimizden elde edilmiştir.

105 haklar gibi konular Berci Kristin Çöp Masalları’nın politik unsurlarıdır. Çiçektepe halkının, fabrika işçilerinin grev ve direnişlerine destek vermesiyle başlayan siyasî hareketlenmeler, mahallenin muhtarlık seçimlerinde farklı bir boyut kazanır. Çöp Bakkal, Ciğerci ve Naylon Mustafa arasındaki rekabet anlatılırken muhtar adaylarının yayımladıkları seçim bildirisiyle halka gerçekleşmeyecek vaatlerde bulunması, Tekin’in siyaset kurumuna getirdiği ironik yaklaşımın yansımalarıdır. Bu doğrultuda ekonomi-iktidar ilişkileri ile elde edilmeye çalışılan politik kazançların örneğini Çöp Bakkal’ın çıkışları ortaya koyar. Çöp Bakkal, Çöp Ağası’yla anlaşarak rakiplerini bertaraf eder:

Çöp Bakkal tenhalarda Çöp Ağası’yla ağız ağza verdi. Bir süre sonra elinde Çiçektepe’nin yerleşim planıyla konducuların arasına girdi. Dilinin altından ‘Bürokrasi’ diye bir laf çıkardı. Çiçektepe’ye muhtar olunca bürokrasiye gireceğini açıkladı. Partiden, bayraktan söz edip kondulara tapu dağıtacağını yaydı (BKÇM, 53).

Berci Kristin Çöp Masalları’nda kapitalizmin temsilcisi olarak yer alan fabrika sahibi Bay İzak’ın başlangıçta kolektif bilinçle hareket eden işçilere yönelik uygulamalarla söz konusu birliği bozması politik bir girişimin sonucudur. Dayakçılar kullanarak işçileri sindiren Bay İzak’ın “böl-yönet” politikası işçiler arasında ayrışmalara sebep olur. Bu aşamadan sonra toplu olarak grevcilerden söz etmek yerine Gülbey Usta gibi bireysel kahramanlıklar üzerine destanlar üretilir. Bay İzak’ın yeni stratejiler geliştirmek zorunda kalması, sözgelimi işçileri “ürettiği mala, bileğinin gücüne, çalışma imanının sağlamlığına göre ücret sınıfına dizeceğini”

(BKÇM, 69) bildirmesiyle işçiler arasında kopmalar yaratması, Çiçektepe’nin politik anlamda bilinçlendiğinin göstergesidir. Bu öneriyi kabul edenler için “Muntazam İşçi” tabiri kullanılır ve bir süre sonra “Muntaz” diye bir küfre dönüşür. Berci Kristin Çöp Masalları’nın diline sonradan dâhil olan “komünist”, “anarşist”, “arazi mafyası”, “grev”, “sendika” gibi kavramlar politik bir dönemi işaret etmekle beraber 1980’lere yaklaşan Türkiye’de kenar mahalle yoksulları üzerine uygulanan politik gerçekliği de ortaya koyar. Gecekonduların yıkılması haberi üzerine “Çiçektepe’nin taşınma kararı alacağını duyan hükümetin Çiçektepe’nin bulunduğu araziyi vakıf malı ilan ederek kira karşılığı oturma izni vermesi de dikkate değer bir durumdur.

Bu, Çiçektepe’nin resmen siyasete içselleştiği ve hükümet politikalarını etkileyen bir oy potansiyeli oluşturduğunu göstermektedir” (Cebe, 2005: 111).

106 Son romanı Muinar’da da Tekin’in uzun bir aradan sonra siyasî meselelere yöneldiğinden söz etmek mümkündür. Yazar, politikaya dair eleştirilerini bu kez eko-feminist ve eko-sosyalist fikirlerinin taşıyıcısı olarak kurguladığı Elime ve Muinar karakterleri üzerinden gerçekleştirir. Gece Dersleri’nin derinlikli yapısı bu romanda günlük ve uluslararası siyasete yöneltilen hakaret, küfür ve beddualara dönüşerek sığlaşır. Birçok politik soruna birden yönelen roman kişisinin bir yandan da bin yıllık yaşam deneyimiyle konuştuğu konuların çok çeşitli olması, belli bir sorunsalın enine boyuna irdelenmesini engellemiştir. Muinar’ın ilençle yaklaştığı konular arasında romanın laytmotifi de olan “türban” ve “Puştbinnefret” dediği Amerika Başkanı öne çıkar. Türbana karşı duruşunu hemen her fırsatta roman kişilerine söyleten Tekin, bunun bir özgürlük olarak algılanamayacağı ön kabulüne sahiptir. Sık sık “rüzgâr uçursun türbanlarını” diyerek çıkıştığı türbanlı kadınlara söylenen Muinar, türban takanlara “karton kafalı kadınlar heyeti” hakaretini yapacak düzeye vardırılır. Türbanı ve giyim özgürlüğünü tartışan meclise karşı ütopik mekân tasarımı olan “Kadınlar Ülkesi”nin okçu kızlarından medet umar:

Kadınlar ülkesinin okçu kızları, yekinip kalkın, oka tutun şu meclisi! […] Un eleyeceksen örtersin başını, türban dediğin nedir ki, karton var içinde, söyletecekler beni, kafaları güneş görmüyor, aklı olan düşünür, insanın saçı niye tel tel, hava girsin aralarına, akıp dolaşsın serbestçe, kartonu kim üretiyor, fazladan kaç ağaç kesiliyor bu türbanlar için (MU, 23).

Tekin, roman kişisine “kanadına bez bağlayan kuş var mı?” sözünü söyleterek onu belli bir politik düşünceye angaje eder. Fakat yukarıdaki alıntıda türbanı, doğayı tahrip etmenin ve ağaçların kesilmesinin sebebi olarak görmek, içine düşülen ideolojik saplantının hem dayanaksız, hem kindar yönünü yansıtır. Bunun yanı sıra türban antipatisini “ağaç kesilmesine” veya “kanadına bez bağlayan kuş”

benzetmesinde olduğu gibi öznel gerekçelere dayandırmak, roman kişisinin güdümlü bir bakış açısına sahip olmasının ürünüdür.

Muinar’ın uluslararası siyasetle ilgili ve yakın geçmişte gerçekleşen olaylara değinen söylemleri romanın politik temasının farklı bir cephesini oluşturur. Bush’un Türkiye ziyaretini diline dolayan romanın başkişisi, batı dünyasının üçüncü dünya ülkeleri üzerinde uyguladığı kapitalist politikalarına da sık sık değinir:

107

Fransızlar da bir badem bıyıklının eline düşecekmiş, “Yuttular Afrika’nın elmasını, altınını, AIDS yayıldı yakıyor kıtayı, coğrafyalarını şaşırıp Ağrı Dağı’na vurdular, topraklarınızı nadasa bıraktıracaklar, Avrupa’nın işkembesi derin, daha çok bok çıkar oradan, insanlar delirsin, sevinip coşarım, milletler delirmesin, işimiz var sarhoş Avrupa’yla… (MU, 76).

Muinar’da yakın tarihe yönelik politik eleştiriler, “Ağlayan Hoca Efendi” diye tabir ettiği Fethullah Gülen, Irak’a getirileceği söylenen demokrasi, FBI ajanları ve Kenan Evren etrafında şekillenir.

2.2.3. 12 Eylül Döneminde Sol Siyaset

Latife Tekin’in romancılığındaki ilk kırılmanın görüldüğü Gece Dersleri, dönemin yazarları için “bir monotem olan 12 Eylül ortamından yola çıkılarak”

(Sazyek, 1990: 144) kurgulanmıştır. Yazarın, anlatıcı konumundaki “Gülfidan adlı kahraman dolayımıyla öznesi olduğu” (Temizyürek, 2003: 195) Gece Dersleri,

“politik açıdan devrimci bir anlayış yerine 80’lerin apolitik bireyliğini öne çıkarmakla suçlansa da aslında gerçekçi bir yaklaşımla romantik devrimciliği ve bu devrimciliğin pozitivizmini ve iktidar ilişkilerini” (Sönmez, 2004: 77) sorgulamaktadır. Özellikle bazı zihniyetin romana ilişkin suçlamaları, Gece Dersleri’nin “sol pratiğin ve sol eylemcinin suçlanmasına” (Küçük, 1987: 190) odaklandığı yönündedir. Yalçın Küçük’ün “şizofreni yazıları” (1988: 71-119) olarak suçladığı Gece Dersleri üzerine yaptığı eleştirilere cevap Alev Alatlı’nın Aydın Despotizmi adlı kitabında verilmiştir. Alatlı, Küçük’ün eseri doğru okumadan yaptığı suçlamaları ağır bir dille cevaplar. Ona göre Yalçın Küçük;

Latife Tekin’in Gece Dersleri’ni, yetersiz ya da bağlam dışı aktarmalar ve yorumlarla, yapıtta var olanı yok, yok olanı var ederek, kendi tezlerini doğrulayacağını umduğu biçimde ve okurlarının gözlerinin içine baka baka saptırmaktan zerre kadar utanç duymayabiliyor; okurun elinin altındaki bir yapıtın böylesinde yakışıksız bir saptırma ile yorumlanabilmiş olması, başka bir dilde yazılmışlık, eski basım olma vb. nedenlerle genç okurlara uzak düşen kitapların aktarılmasında gözetilen özen hakkında, bilim ahlâkı adına derin endişelere sevk ediyor (Alatlı, 2002: IX-X).

Gece Dersleri’nin, geçmişiyle hesaplaşan Sekreter Rüzgâr kod adlı anlatıcısının romanın tümüne hâkim olan karamsarlığı Latife Tekin’e göre bir dönemin

108 karamsarlığını yansıtır. Yukarıda değinildiği üzere, özellikle örgüt çalışmaları içinde yönetici kadroya yönlendirilen eleştirileri Latife Tekin şöyle açıklar:

İnsanları kurtarmaya çalışan kişiler, o kurtarma sürecinde kurtarmak istedikleriyle sadece ve sadece politik olarak bir araya gelebiliyorlar. Anlamlı değil mi bu? Başka hiçbir ortak noktaları yok. Yaşamdan kaynaklanmadığı için, gerçekliği olmadığı için belki de farkında olmadan onlar üzerinde bir baskıyı ve aşağılamayı organize ediyorlar. Özünde aralarında bir tapınma ilişkisi gelişiyor. Kurtarıcılar kapısını çaldıkları insanların hayatlarına asla özenmiyorlar. Onları tanıma zahmetine katlandıkları da pek söylenemez. Bilgiyle aşağılıyorlar onları. Onlar da bilgilerine tapıyorlar kurtarıcılarının (Karaosmanoğlu, 1986:

36).

Tekin’in kurtarıcıların hedefindeki insanların yoksul ve sessiz olduklarını keşfederek Gece Dersleri’ni yazdığını ve politik çalışmalarına farklı bir kimlik kazandırdığını ifade eder. Yazar bu romanıyla “sessiz insanların sessizliğini dile çevir(ir) ve onlarla aydınlar arasında bir köprü” (Aslan, 2006: 94) oluşturduğunu söyler.

Romanda Gülfidan’lı yıllarından, yani geçmişinden kurtulamayan “solgun itiraflar” içindeki Sekreter Rüzgâr kod adlı militanın anıları ve iç hesaplaşmaları arasında 12 Eylül döneminin hem devrimci-sol örgüt içindeki uygulamalarına yönelik eleştirisi hem de geriye dönüşlerle darbenin öncesi ve sonrasına ilişkin göndermelere yer verilir. Ancak Gece Dersleri, sabit bir kişiliğin hatırlamaları, geriye dönüşleri veya itiraflarıyla ve tek sesle, belirli bir ‘şimdi’den belirgin bir geçmişe bakışın olmadığı bir romandır. Dolayısıyla hemen hemen aynı tema etrafında kurgulanmış romanlardan söz konusu parçalı yapısıyla ve diliyle ayrılır.

Gece Dersleri’nin anlatıcısı Gülfidan/Sekreter Rüzgâr’ın geriye dönüşleriyle aktarılan kişisel tarihi, çocukluk dönemleri ve anneye ilşikin imgeler dışında politik faaliyetler yaptığı 12 Eylül öncesini, darbe dönemi ve darbe sonrası hesaplaşmaları içerir. Tekin’in 12 Eylül öncesine dair Gülfidan’a düşündürttükleri kendi politik geçmişiyle örtüşür. Bir söyleşisinde bu çalışmalarını anlatan Tekin, daha önce sözü edildiği üzere kenar mahallenin yoksul insanlarını onlara dışarıdan bakarak ve onlarla aynı dili konuşmaksızın yapılan bilinçlendirme çalışmalarına değinir:

Kaleme sarılmadan önce bir kadın örgütünde çalışıyordum, ‘vahşi gecekondu vadisi’

dediğim Gültepe Çeliktepe bölgesinde, İlerici Kadınlar Derneği’nin genç şube başkanlarından biriydim. 12 Eylül öncesinde derneğimiz kapatılmıştı ama biz mahallelerde,

109

fabrika içlerinde çalışmaya devam ediyorduk, erkek diliyle, yoksul kadınların düşlerine girmeye çalışıyorduk işte (İşeri, 2009).

Latife Tekin’in sözünü ettiği örgüt çalışmaları “on yıl boyunca gece evlerini dolaşarak” (GD, 2) çalışan Gülfidan’ın bilincinden geçen idealist devrimcilik günleri,

“halkımızın kız evlatlarına yön vermek maksadıyla bir yıldız gibi parlayıp yeniden göğe ağacaktım” (GD, 3) şeklinde itiraf edilir.

Gülfidan’ın, örgüt çalışmalarına yönelik iç hesaplaşmasının altında, yoksul kadınları bilinçlendirme hareketi içindeyken devrimci jargonu paylaşmaması ve ideolojinin yaslandığı kavramlara olan yabancılığı yatmaktadır. 12 Eylül öncesi örgüt çalışmalarına yönelik eleştirel bakışın nedeni de Gülfidan’ın örgüt içinde bireyliğini yaşayamamış ve esasında devrimin ideolojisiyle çatışan görüşlere sahip olmasıdır.

Jale Parla, Gülfidan ile örgüt öğretisi arasındaki zımnen de olsa çatışmayı, bireysel kazanımlar elde etmek isteyen Gülfidan’ın örgütle ortak algıya sahip olmayışına bağlar:

Örtünün altında direnen, başkaldıran, çırpınan Gülfidan’ın ‘hayat bilgisi’ hiçbir noktada devrimin öğretisiyle bağdaşmaz. Sınıf sözcüğü ona hep okul sınıflarını, pazar sözcüğü ise semt pazarlarını çağrıştırmaya devam eder. Yoksulluğa, işçiliğe sempatiyle bakamaz, dahası böyle bakmanın iki yüzlü bir popülizm olduğunu düşünmekten kendini alıkoyamaz (2005: 348).

Sekreter Rüzgâr aslında kişiliğinin diğer yanından kurtulamamış, “hep ve her yerde

‘gizli bir ejderha olarak Gülfidan suretinde’ dolaşmıştır” (Parla, 2005: 351).

Anlatıcının Sekreter Rüzgâr’lı günlerine ilişkin geriye dönüşleri belli bir sıra takip etmez ama ilk olarak 12 Eylül öncesinin politik atmosferine ve ideolojik faaliyetlerine ilişkin göndermelerden söz edilebilir. Kendisinin de militanı olduğu örgütte, devrimci duruşu ile şahsiyet kazanan insanların sahte bir yüzle ortaya çıktıkları, “Gülüm” dediği mektup arkadaşına anlattığı bir olayda ortaya çıkar.

Devrimci arkadaşlarından söz ederken ince bir alayla söz konusu şahsın kırıtarak yürüdüğünü, evde de bulaşıkları ona yıkattırdıklarını söylemesi, anlatıcının militan kişilik karşısındaki tutumunu gösterir. Mukoşka ile dertleştiği bölümlerde geçmişine dair hatırlanmaya değer, özlenebilecek bir şey bulamadığını söyleyen Gülfidan, kendisine verilen kod isminden de rahatsız olduğunu itiraf eder. Örgütün kendisine verdiği görevi yıllar sonra hatırlayarak belleğinde onları mahkûm eder:

110

Niyetin ne biliyor musun? El emeği, göz nuru bir duyguluk bulup yakama takmak…

Beni sulu gözlerle oradan oraya dolaştırıp rezil etmek. […] Hülyalı gözlerle uzak kıyılara bakıp beni etkilemeye çalışma… Aldanıyorsun… Her şey ortada, bana yakıştırdığın kod adına bak… Sekreter Rüzgâr! İnsanlar kod adımı gözleriyle değil burunlarıyla okusunlar ve yanık bir sekterlik kokusu alsınlar istiyorsun (GD, 25).

Gülfidan’ın Sekreter Rüzgâr kod adıyla örgüt çalışmalarına başladığı dönemlerde görülen profili, 12 Eylül öncesinin güdümlenmiş devrimci kişiliğine uygundur:

“Parkamın cebinde devletle devrim, gözlerimde alev gibi iki bebek, en son çıkan marşları söylemeye gidiyordum. […] Halkımız için inliyordum” (GD, 71).

Latife Tekin’in Gece Dersleri’nin parçalı yapısı içinde anlatıcısına düşündürttüğü siyasal faaliyetler arasında, örgütlenmenin temel dinamiğini oluşturan işçi sınıfı ve sendikalarla dayanışma, örgütün özgürlük mücadelesini sembolize eden kuşlar, gece evlerinin slogan duvarları, işçilere dağıtılan bildiriler ve özellikle Sekreter Rüzgâr’ın görevleri arasında birinci sırada yer alan yoksul kadınları devrimci ideoloji çerçevesinde güdümleme misyonuna yer verilir. Bu çalışmalar içinde yaratılan korku toplumu ve neticesinde oluşan patolojik kişilikler, dönemin siyasî havasını da ortaya çıkarmaktadır. Gülfidan, polis ve postal korkusu içinde, muhtemelen işkenceden olsa gerek, psikolojik problemler yaşayan bir kadını anlatır:

Kızıl kanatlarıyla ağır ağır kül süpüren, ekose etekli, topuksuz ayakkabılı, kaşları hiç alınmamış, saçları erkek saçı gibi kısa, genç bir kadın mırıldanarak şarkı söylüyordu. Çelik adımlarla yürüyerek yanına yaklaştım. Beni görünce dehşete kapılarak yerinden sıçradı.

‘Postalları cinli iya! Postalları cinli iya!’ diye çığlıklar atarak deli gibi koşmaya başladı. Polis korkusuyla paniğe kapıldığını anladım. Onu ferahlatmak için, ‘Nostaljiya… Nostaljiya…’

diye avazım çıktığı kadar haykırdım (GD, 16).

Romanın yakın dönem politik atmosferine dair imgeler, 12 Eylül darbesinin yapıldığı gün ve sonrasında ortaya çıkan katı uygulamalar, romanın parçalı yapısı içinde anlatıcının bilincinden belli bir düzene tâbi kılınmaksızın aktarılır. Sekreter Rüzgâr’ın 12 Eylül tarihinin kendisi için bir dönüm noktası olduğu, on yıl boyunca kadın örgütlerinde gösterdiği devrimci çalışmaların kırılmaya uğradığını itiraf etmesi, özellikle sol ideolojileri sindirmeye yönelik bir darbenin ardından başlatılan depolitizasyon sürecinin ana kodlarını da barındırır. Darbenin solu susturmak amacıyla giriştiği katı uygulamalar, dönemin devrimci gençlerinin birçoğunu hem sindirmiş hem de geçmişe yönelik eleştirel bakış geliştirmelerine sebep olmuştur. Bu

111 eleştirilerin odaklandığı noktalardan en önemlisi de militanlığını yaptıkları ideolojilerdir. Romanda sık sık geçen ve Latife Tekin’in anneye dönüş olarak nitelendirdiği Gülfidan’ın annesiyle aralarındaki tuhaf ilişkinin başlaması darbenin yapıldığı güne denk gelir. Sekreter Rüzgâr’ın “annesiyle aralarındaki tuhaf ilişki -kocası ilişki olarak adlandırılmasına her zaman karşı çıktı- eylülün on ikinci sabahında, sesi, süsü, sisi olan, göz yaşartan, burun sızlatan, Gülfidan’ın özgün fidanından on yıllık hayat meyvesini kopartan radyo cızırtılarının ve son derece sinematografik ateş kırıklarının bulutları yakması” (GD, 23) şeklinde betimlenen darbeyle başlar.

Gülfidan’ın anıları arasında 12 Eylül darbesinin ardından uygulanan sıkıyönetim, işkenceler ve idamlara da yer verilir. Anlatıcı işkenceyi, “gecenin kıvrımlı yumuşak örtüsüyle yüce sınıfımız tarafından […] bir sanat gösterisine” (GD, 59) dönüştürüldüğü şeklinde anlatırken, dönemin işkencenin sonuçlarına da değinir.

Gülfidan’ın ürperiş içinde hatırladığı olaylardan biri, devrimci arkadaşlarından birinin işkence altında ölmesinden sonra eve getirilişi ve annesinin oğlunu son kez görmesini anlatan trajik olaydır. Tekin’in bu olayı otobiyografik dürtüyle romana aktardığı, Sevinç Öztaş’ın ortak arkadaşları olan ve “işkencede ölen Deniz’i tarif”

(Öztaş, 2002: 60) ettiği şeklindeki ifadelerinden anlaşılır. Darbe dönemine gönderme içeren başka bir gerçeklik de romanda; “ölülerin özel eşyaları sergilenecek […]

Üstünde kan ya da başka bir ölüm lekesi bulunan giysiler tercih edilir” (GD, 123) sözlerinde karşılık bulur. Tekin’in tanıklık ettiği dönemden romana aktardığı bu anekdotu Alev Alatlı, Yalçın Küçük’e verdiği cevaplar arasında açıklar:

(Küçük’ün)12 Eylül’den kısa bir süre önce çeşitli sol siyasi örgütlerin ortaklaşa yürüttükleri anti-terör kampanyadan haberi olmaması mümkün mü? Terör kurbanlarının özel eşyalarının sergilenmesi girişimi yok muydu? (2002: 46).

1980 askerî darbesinden sonra özellikle sindirilmeye çalışılan solun darbe öncesi devrimci militanlarının, bir tür geçmişle hesaplaşma ve aidiyet duygusu hissettikleri politik yapıya yönelik eleştirileri dönemin romanlarına yansıdığı gibi, Latife Tekin’in Gece Dersleri’nin de odağında yer alır. Gülfidan/Sekreter Rüzgâr’ın hiçbir zaman programlanmış bir militan olarak faaliyet göstermediğini, içten içe bireyliğini de yaşamak isteyen Gülfidan yanının hiçbir yerde peşini bırakmadığını ortaya koyan monologlardan birinde, geçmişte yapılan ideolojik çalışmalara ve o

112 dönemde devrimcilik yapanların darbe sonrasında içine düştükleri apolitik kimliklerine işaret edilir:

Geçmiş dönemde, “Bilinç getirdim, açın!” diyerek kapıları çalanlar, işkence, işsizlik artık fıkra konularını oluşturuyormuş. Vakit kaybetmeden moda olan sözleri, fıkraları PSD (problem sorun değil) ekiplerinin yakın geçmişle ilgili değerlendirmelerini yazıya geçirip toparlamak gerekiyor. Bu iş için gönüllü olduğumu bilmenizi isterim. Unutmadan: Bana anlatılan tüm işkence hikâyelerinde, işkenceyi zaten hayatın parçası sayan bir tavır gizliydi.

Çoğu, günlerce gözlerinin bağlı tutulmasına büyük öfke duymuş tabi… Ama şaşırtıcı olan şu ki, en çok dikleştiği için yana yatmayan saçlarından şikâyet ettiler. Yanlarında tarak yokmuş ve kırık parmaklarla friksiyon yapmak gibi zor bir pozisyona sürüklenmişler. […] Yeni mi çıktı bu stiller? […] Öyle geldi ki, işkenceden çok yeni olan işkence stillerinden dertliydiler (GD, 143-144).

Anlatıcı, geçmişinde dava arkadaşlarını ve ortak amaç peşinde ideolojik çalışmalar yürüttüğü örgütün, bireyi ve bireysel talepleri yok sayması, yasaklaması, kolektif bilinçle, ast-üst hiyerarşisi içinde kişisel alanlarına müdahale etmesi ve duygusallığa izin vermemesini, kısacası güdümlenmiş ve programlanmış bir militan yaratılmak istenmesini de eleştirir. Sekreter Rüzgâr’ın “Biz tanımlarla yaşayan robotlarız” (GD, 38) sözüyle özetlediği örgüt-birey ilintisi içinde örgütün dayatmalarına karşı duruşu itiraf etmesi sol görüşlü insanların darbe sonrasında içine düştükleri açmazlardan biridir. Nitekim anlatıcı, militanlık yaptığı on yıl içinde nefret ettiği her şeyi sevmeye zorlanmış olduğunu, bu atmosfer içinde sahip olduğu gerçek düşüncelerinin örgütün öngördüğü doğrultuda olmadığını itiraf eder.

“Annesini ölüm uykusundan kaldıran hayırsız bir evlat, sinsi bir militan olduğumu saklamadan, bu bilimin kırmızı ışığında, ruhsal strateji ve taktik düşkünü zavallı kötürüm bir fareye benzediğimi söylesem nasıl bir kıyamet kopar?” (GD, 49) diye düşünen Gülfidan’ın kadın kimliğiyle yaşamak istediği bireyliği üzerine de örgüt tarafından ipotek konmuştur. Anlatıcının çocuk doğurma isteği (gerçekte doğuracak bir çocuk yoktur) örgüt tarafından kabul edilmez ve bu isteği devrimden sonraya bırakması gerektiği gerekçesiyle kürtaj dayatması uygulanır.

Sekreter Rüzgâr’ın “Ay hayatım, hiç benim olmadın” serzenişiyle aktardığı yaşamı; çocukluk, anne, örgüt, koca, başkan ve en önemlisi Gülfidan kişiliği arasında parçalanmıştır. Bu parçalanmışlık içinde politik yapıya yönelik itirafların işaret ettiği önemli noktalardan biri olan bireyliğin kolektivite içinde hapsedilmesi, darbe sonrası

113 sorgulanan geçmişin vazgeçilmez konularındandır. Gülfidan/Sekreter Rüzgâr’ın çocukluğundan getirdiği ve peşini bırakmayan anneye ve Gülfidan’lı yıllara dönüş ve sığınma arzusu söz konusudur. Örgütte çalıştığı sıralarda da aynı duyguları içten içe barındıran anlatıcının iç sorgulamaları hem kendi parçalanmışlığını hem de örgütle aralarındaki ilişkinin gerçek yüzünü ortaya koyar:

İşçilerle görüşmem yasaklandı, niçin? Kalbim annemin ölüsüyle parçalandı diye mi?

Kendi sınıfıma duyduğum iç öfkenin kıymetli bir politik açı yaratacağına inandığım için mi?

Onları sevmeyi öğrenmenin başlı başına bir savaş olduğunu haykırdığım için mi? Benimki zavallı bir parçalanma. Bir solukluk pay bile bırakmadınız bana. Bir meydana, tutuldum ve götürüldüm (GD, 147).

Gülfidan, örgüt içinde sınıfsal bir tartışma açılmasın ve politik yapılar içinde yoksulların aşağılandığına dair fikirleri; “devrim tanrıları” dediği yöneticilerin onun işçilerle görüşmesini yasaklayarak cezalandırmalarına sebep olur. Örgütün en genç başkanlarından biri sıfatıyla diğer yöneticilerle karşı karşıya gelmesi örgütü terk etmesine sebep olacaktır. Nitekim onun “terk ettiği örgüt bunların egemenliği altındaki örgüttür” (Alatlı, 2002: 77). Latife Tekin, bol miktarda otobiyografik bilgiyi yansıttığı romanında örgütten ayırdığı anlatıcı ‘ben’i mücadeleden koparmaz.

Kendisiyle özdeşleşen roman kahramanının bıraktığı yerden mücadeleye bireysel çabalarla devam eder ve Gece Dersleri, Tekin’in söz konusu politik mücadelesinin bir ürünüdür.

Yazarın son romanı Muinar’da 12 Eylül idamlarına yapılan göndermeler, Muinar’la konuşan Kenan Evren’in ifadeleriyle yansıtılır. “Kız ben çok oğlan astım, yaşlarını büyütüp astım…” (MU, 183) diyen darbeci zihniyetten, içinde bulunulan dönemin iktidar-muhalefet ilişkilerine ve meclis önergelerine kadar geniş bir alana yayılan siyasî çıkışların hiçbiri sağlam bir zemine oturtulmadan, yalnızca beddua etmek üzere işlev kazanırlar. Bütün politik, ekonomik ve uluslararası siyasete dair geniş ama yüzeysel söylemler, romanın başkişisinin dünya görüşüne feda edilmiştir.

Tekin’in son romanındaki politik göndermeler, sayıca oldukça fazla olduğu için birçoğu sloganik düzeyde kalmış ve birbirini tekrara etmiştir. Bu tekrarlar da laytmotif düzeyinde olmayıp metne farklı değerle katmaktan uzak kalmaktadır. Aynı sözcüklerle aynı politikalara yapılan göndermeler belli bir düşüncenin vurgulanmasındaki ısrardan ileri gelir.

114 2.2.4. Kadın Sorunu ve Feminist Duyarlılık

Dünyada kadın hareketi ve feminist akımların yükselişinin yansıdığı 1980 sonrasında, 12 Eylül askerî müdahalesinin ve onu izleyen depolitizasyon sürecinin de etkisiyle Türkiye’de de kadın hareket ve örgütlenmeleri kendine yeni manevra alanları bulur (Uğurlu ve Balık, 2009: 445). Bu tarihlerden itibaren sorgulanmaya başlanan ve 1980’lerin ikinci yarısından sonra çöküntüye uğrayan sosyalist teori ve uygulamalar, bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kolektivizmin karşısına bireyi yerleştirirken ve birey adeta yeniden inşa edilirken, “birey olarak kadın”

kavramı da bu süreçteki yerini alır. “Siyasal-toplumsal öncü kadın”, yerini “birey kadın”a terk eder. Bu gelişmeler Kadının Adı Yok (1987) ve benzeri, tepkisel yanı ağır basan ürünlerle edebiyata yansır” (Baydar, 1995: 9). Kadın imgesinin Türk edebiyatının geçirdiği çeşitli evrelere paralel olarak meydana gelen değişimler temelde iki bakış açısıyla işlenir. Birincisi “kadını sosyal, ekonomik ve siyasal çalkantıları içinde değerlendir(ip) ahlâki bir sorun olarak gören anlayış; ikincisi ise kadını toplumsal bağlamı içerisinde roman veya öykü kişisi olarak öne çıkaran gerçekçi anlayıştır (Akatlı, 1982: 309).

Kadın imgesi Türk romanında -sayısal çoğunlukta olmalarından ötürü- uzun süre erkek yazarlar tarafından şekillendirilmiştir. Kadın yazarların kaleminden yansıtılan kadın imgesi, erkek egemen yazı ortamına sonradan dâhil olan kadınların farklı bir kimlik inşasını beraberinde getirmiştir. Cinsel kimlik bağlamında kadın imgesi, kadın yazarların kurgularında genellikle “ben”i öne çıkaran ve Parla’nın tespiti üzere kişisel tarihleri ile bir hesaplaşma yoluna gidilerek kendilerini anlattıkları bir metne dönüşür (2004: 180). Latife Tekin’in romanlarında yazar ben’inin yer almadığı fakat Parla’nın ileri sürdüğü gibi kişisel tarihin roman kişileri aracılığıyla yansıtıldığından söz edilebilir. Kendisinin özellikle kadın yazar olduğunun vurgulanmasını isteyen Latife Tekin romanları değerlendirilirken cinsiyet ayrımı yapılmasının en az yoksulluk kadar önemli olduğunu ifade eder:

Eğer kitaplarımda bir farklılık, bir his başkalığı, bir tema farklılığı varsa, bu; yoksul olduğum kadar, kadın olmamdan da ileri gelen bir şey. Ben kendi tarihime önem veriyorum.

Çünkü, bunun aslında bireysel olmadığını düşünüyorum. Burada benim gerçekten bir direncim var; ne olursa olsun, ben kendi kalbimi dinleyerek, kendi iç seslerimi, beni oluşturan sesleri dinleyerek yazmaya karar verdim (Karaca, 2004: 268).

Belgede LATİFE TEKİN’İN ROMANCILIĞI (sayfa 114-132)