• Sonuç bulunamadı

Göç ve Gecekondu Yaşantısı

Belgede LATİFE TEKİN’İN ROMANCILIĞI (sayfa 103-109)

1.4. Düşünce Unsuruna Yaslanan Kurgu

2.1.3. Göç ve Gecekondu Yaşantısı

92

yiyen karanlıkların bilgisi… yoksulluğun duygusu… boşluğun… fakirliğin cümleleri… (Aİ, 57).

Latife Tekin, ilk beş romanının değişmez konularından yoksulluğu öne çıkarmaktan Ormanda Ölüm Yokmuş’la birlikte vazgeçer. Fakat son romanında ekonomi-iktidar ilişkileri bağlamında kapitalizme ve sömürüye yönelik beddua ve hakaret düzeyinde de olsa değindiğinden söz etmek gerekir. Siyaset yoluyla iktidarı ele geçirenlerin refah seviyelerinin yükselmesi de Muinar’ın eleştirdiği noktalardan biridir. Romanın bin yaşındaki başkişisi Muinar’ın kapitalist güçlerin ülkeyi ele geçireceklerine dair öngörüleri ve yoksullar üzerindeki sömürgeci emelleri dillendirilir: “Haberin olsun, yakında boğazların kontrolü sermaye korsanlarının eline geçecek, yalancı coşkusu, kalaycı düğünü, bıraktınız ipin ucunu, hayat kan revan içinde kendi hayatını yaşıyor bu ülkede” (MU, 14).

Muinar’a göre Türkiye’de de iktidarı elinde bulunduran belli bir kesim siyasetin getirdiği imkânları ve iktidar oluşlarını kullanarak hükmetmeye, sömürmeye başlayacaklardır. Muinar’ın bu minvalde Elime’ye söylediklerinden iktidar olmanın ekonomik çıkarları beraberinde getirdiği sonucu çıkar: “Büyük oğlun Türkiye’nin başbakanı olmuş, kurtarmış kardeşlerini, hepsi büyük tüccar, bankacı, reklâmcı, performansçı, madenci… Küçük kızın iki gazete satın aldı, büyük kızın banka patronuyla evlendi, kat kat örtüler altında badem çiçeği, herkesin rızkını onlar dağıtıyor, süzülüyor ki görme…” (MU, 78).

93 kültürünü tam anlamıyla yaşayan bu insanların melez bir yaşam tarzı içinde, daha çok taklide düşerek yaşadıkları bir ara alan -araf- olarak varoş muhitleri, sosyolojik bir sorunsal olarak değil, kültürel ve zihnî bir mesele olarak Latife Tekin’in romanlarında önemli bir yere sahiptir. Tekin’in sosyal sorunları ele alış biçimi hem köy, hem köyden kente göç, hem de gecekondu sorunsallarında alışılmışın dışındadır. Bu anlamda yazarın ‘öteki’yi dillendirilişi olarak görülen romanları “ne Kemal Tahir’e, ne Orhan Kemal’e benzer. Sevgili Arsız Ölüm ve Berci Kristin Çöp Masalları adlı iki romanında olsun, Buzdan Kılıçlar adlı romanında olsun, Tekin feerik (perilere ilişkin, olağanüstü) ve fantastik bir kır ve gecekondu” (Oktay, 2002:

93) yaşantısı sunar.

Tekin’in romanlarında göçle başlayan ve kenar mahallede süren yoksul hayatlar, yukarıda belirtildiği üzere iki kültürün arasında sıkışmış ve “arabesk” diye tabir edilen yeni bir yaşam biçiminin doğuşuna sebep olurlar. 1980’lerde arabesk,

“büyük şehre sızmaya çalışan taşralı kalabalığın sesini duyurma, kendini kabul ettirme, görüntüler piyasasında kendine bir yer edinme, girdiği yabancı kültür içinde yönünü bulma, onu bozma ve kendine benzetmenin adı olduğu kadar, büyük şehrin asıl sahiplerinin bu yabancılar akınını geri püskürtme, öncelikle de adlandırma çabasının” (Gürbilek, 2007: 25) karşılığı olarak üretilir. Arabesk, “çeşitli alt-kültürlerden oluşan şehir kültürü karşısında bocalayan ve yılgınlık psikolojisi içinde ayakta durmaya çalışırken başkaldıran gecekondu insanını” (Yazan, 1993: 75) ifade eder. Tekin, anlatılarında göç eden insanların doğası gereği yaşadıkları kimlik bunalımlarının sonucunda düştükleri arabesk tavırlara geniş yer verir. İlk dönem romanlarının hâkim temalarından biri olan gecekondu yaşantısı, Sevgili Arsız Ölüm’de başlayan göçün uğrak yeri olması nedeniyle başlangıçta, roman kişilerini bu yaşama sürükleyen etkenlerin yansımalarına dikkat çekmek doğru olacaktır.

Sevgili Arsız Ölüm’de -minimize edilmiş düzeyde de olsa- maceraları anlatılan Aktaş ailesinin henüz köydeyken ekonomik koşullar nedeniyle göç zorunluluğu içinde oldukları gözlenir. Huvat, şehre çalışmaya gitmekte ve her gelişinde kimsenin bilmediği aletler getirmektedir. Kendilerine yabancı gelen aletlere karşı söylentiler geliştiren köylülerde Huvat’ın Kepse (yakalandığında dilediğini yaptıracağına inanılan cin) yakaladığı inancı ortaya çıkar. Onlara böyle bir şey olmadığını ispat etmek için isteyeni kente götürüp anlattıklarını göstereceğini

94 söyledikten sonra köyün gençleri Huvat’ın peşine takılır ve giderler. Gidenlerin bir daha köye dönmemesiyle birlikte “köyden kente göç başlamış” (Önertoy, 2003: 145) olur. Huvat, belli bir yaşa gelmelerinden sonra çocuklarından Halit ve Seyit’i de beraberinde çalışmaya götürür. Ailenin dağılma tehlikesi karşısında karısına

“…döllerin şehirde sefillik çektiklerini, evi de yükleyip şehre götürmeyi düşündüğünü” (SAÖ, 57) söylemesi üzerine, ekonomik zorunluluktan kaynaklı göç hareketi Huvat ailesinin tek çaresi olmuştur. Latife Tekin, romanın kente göçle başlayan ikinci bölümünde ailenin yaşadığı mahalle, çevre ve dekor bilgilerine yer vermez. Fakat onların köylüleriyle aynı muhite yerleştikleri, mahalle kahvesinin Akçalılılarla dolu olmasından, birbirlerine yaptıkları ev ziyaretleri ve davetlerden anlaşılmaktadır. Böylelikle göç edenler rahatça yaşayabilecekleri güvenli bir bölge bulmuş ve burada köyden getirdikleri kimliklerini asgari düzeyde de olsa yaşatma şansına sahip olmuşlardır. Fakat kente gelen aileyi bu kez de kentin dışladığı, ötekileştirdiği ve alt kimlik olarak nitelendirdiği güruh içinde kronikleşmiş bir sorun olan kimlik bunalımı, dolayısıyla arabeskleşen bir yaşam beklemektedir.

Gecekondu yaşantısının, merkez tarafından yapılan tanımı ve konumlandırmaları, “marjinal, tehlikeli ve lekeli” gibi özellikler barındırır. Şehrin öteki’si bir bütün olarak değerlendirilir ve “hor görülen, sosyal faaliyetlerin, suçun, kokuşmuşluğun ve anti-rasyonelliğin merkezi” (Şenol, 2004) olarak konumlandırılır.

Tekin’in romanlarındaki kenar mahalleliler de merkezin kendilerini tanımladıkları şekilde kimlikler kazanarak gecekondu hayatının ötekileşmiş yüzünü ortaya koyarlar.

Bir süre sonra kente girmeye çalışarak ve kentten etkilenerek onun bir parçası olmaya başlayan gecekondu mahallesi, göçün hem alındığı hem de verildiği, çift yönlü bir toplumsal hareketliliğin mekânı olmakla birlikte sürekli değişen, dönüşen, kentin etkilerine açık dinamik bir yapıdadır.

Tekin’in ilk romanında göçten sonra ailenin hemen hemen tüm bireylerinde görülen tutunamama hali, yeni kimlik arayışlarına, arabesk tavırlara yol açar. Huvat, köyde yenilikçiliğiyle tanınırken, kente göç ettikten sonra tümden işsiz kalmanın da verdiği bunalımın sonucunda kendisini yeşil kitaplara verir, taklit ettiği sakallı hocanın peşinden sürüklenerek tutucu bir kimliğe bürünür. Seyit ve Mahmut arabesk kültürün izlerini somut bir şekilde yansıtırlar. Seyit, kenar mahallenin marjinal yapısı içinde suça bulaşır, mafya ve kabadayılık özentileriyle kimi zaman çalarak, kimi

95 zaman hak gaspıyla para kazanır. Bu uğurda sağlığını da yitiren Seyit, ciğerlerini üşütür, bacağından vurulur ve elektrik çarpması sonucu dişlerini kaybeder. Ailenin en küçük oğlu Mahmut da ağabeyi Seyit’in izinden gider. Terzi ve berber çıraklığı, tombalacılık, kaçak sigara ticareti gibi değişik işlere girer çıkar, sonunda teknik kaplama ustasının taklitçisi olur. Seyit’in işsiz kaldığı ya da askerde olduğu dönemlerde ailenin geçimini o sağlar. Gitara merak salar, evin duvarlarını posterlerle doldurur, saçlarını uzatır ve okuduğu çizgi roman kahramanlarının isimlerini kendisine alarak yaşanan kimlik bunalımını somutlaştırır. Halit ise babasının yolundan giderek işsizliğin verdiği ezikliği, mühendislik kitaplarına kapılıp köylülerine mühendislik taslayarak gidermeye çalışır. Kardeşinin kuracağı şirkete müdür olma hayalleriyle yaşar ve herhangi bir şekilde tutunacak iş bulamayarak aynı zamanda kolay yoldan zengin olmak isteyen köşe dönmeci zihniyetin temsilcisi olur.

Kimlik bunalımı ve asalaklaşma süreci içindeki Halit’in köyde, görmeden evlendiği karısı Zekiye ise şehre geldikten sonra Halit’in kendisine ilgi göstermemesi, ondan soğumasıyla beraber, mutsuz ev kadını kimliğini taşır. Halit’in geçirdiği değişim, karşılaştığı yeni yaşamın cezbedici taraflarına kapılmasından kaynaklanır. Göç sonrası yaşanan aile sorunları, köyden gelen insanların modernite ile karşılaşmaları sonucunda yaşadıkları kültür şokundan kaynaklanır. Romanda bu sorun, sosyal hayatla bağları kesilen köy kökenli kadınların kapalı alanlara hapsolmasıyla baş gösteren sorunlar şeklinde tezahür eder.

Göçün ilk durağı olan gecekondu, inşa süreci ve kente yaklaşma yolundaki aşamalarıyla birlikte Berci Kristin Çöp Masalları’na konu olur. Sonraki bölümlerde hem mekân hem de roman kahramanı açısından ele alınacak olan gecekondu mahallesinin, bu bölümde bir ara bölge olarak hangi sorunlar etrafında geliştiğine değinilecektir. Kente göç sonrası karşılaşılan ilk sorunlardan biri, gelenlerin entegrasyon sorunu yaşamayacakları bir bölgede, mahalleli üst kimliği altında, sözlü kültür birikimlerini yaşatabilecekleri ve aidiyet duygusu hissedebilecekleri güvenli bir alan oluşturmak, orada kendileri gibi olan insanlarla uyum içinde yaşayabilmektir. Yaşam alanı oluşturmak için kent merkezinden çok diledikleri zaman girip çıkabilecekleri ama kentin pisliğinin ve çöplüğünün aktığı dış cephesinde karşılaşılan ilk sorun, resmi güçlerle girdikleri yıkım mücadelesidir.

96 Şehre göç eden insanların başlangıçta yıkım ekiplerine karşı gösterdikleri mukavemet, ilerleyen süreçte kültür dönüşümüne karşı da gösterilecektir. Çiçektepe mahallesinin doğuşu ve kente entegre olma yolunda geçirdiği değişimler, doğuşun ve değişimin doğasına aykırılığı sebebiyle birçok sorunu barındırır. Teorik olarak şehrin çöp tepelerine kurulmuş bir mahallenin kent yaşamına katacağı bir şey olmadığı gibi bir birikimin sonucunda doğmadığı için kendi kültürel dokusunu da öremez. “Bir gece önce şehrin çöplerinin döküldüğü bir yer, o gecenin sabahı, insanların yaşamaya başladığı bir hayat alanı/mekân haline gelir. Ancak öncesi/hafızası olmayan bir mekânın şehre katacağı artı bir değer yoktur” (Çonoğlu, 2008: 155). Çöpün ortasına bir gecede doğan mahallenin, belli bir süreci ve olgunlaşmayı gerektiren imar kuralına aykırı oluşumu, ihtiyaç duyulan zamandan önce tamamlanmış bir yaşam alanının birçok problemi barındırması doğaldır. Latife Tekin’in Berci kızlıktan, fahişe Kristin’liğe evrilen yapıyı ortaya koyarken, oraya yerleşen insanların yaşadıkları ve tamamen gecekondu yaşantısına emsal olan sorunlara da yoğun göndermelerde bulunması bu bağlamda dikkate değerdir.

Gecekondu yaşantısı içinde öne çıkan en büyük problemlerden biri alt yapıya dayanan sağlık sorunlarıdır. Belirli bir imar projesine dayanmayan ve konumu açısından da kentin pisliğininin, fabrika atıklarının geçtiği bir bölgede kurulan Çiçektepe mahallesi, bir yandan rüzgârla, yıkımcılarla mücadele ederken öte yandan da çevresel sorunlarla baş etmek durumundadır. Latife Tekin’in romanda söz konusu zorlukları sosyo-politik çerçeveye oturtmadan aktardığını bu noktada hatırlamak gerekir. Fabrikaların yarattığı zararlı etki Çiçektepe’de çok farklı algılanır.

Yaz başında bu fabrikadan Çiçektepe’nin üstüne ilkin insanların kar sanıp şaşırdıkları beyaz beyaz bir şeyler yağmaya başladı. Kondulara dayanılmaz bir koku yayıldı.

Üç gün içinde bu fabrika karı Çiçektepe’nin ilk çiçeklerini kuruttu (BKÇM, 12).

Gecekondunun bilinçsiz sakinlerinin fabrika atıklarını nimet bilerek sağlıksız koşullar altında sürdürdükleri yaşama dair çok sayıda olayın aktarıldığı romanda anlatıcı, bu durumu yadırgamaksızın onlarla aynı bilinçle aktarır. Fabrika sahibi hastalanan mahalleliye yoğurt dağıtarak ve doktor getirterek onların duasını alır. Bay İzak’ın mahalleden gitmesinin ardından mahallelinin nimet bildiği fabrikadan akan mavimsi sıcak suya tekrar kavuşulur. Mahalleli akan atık suyla çamaşırlarını, çocuklarını yıkadıkları gibi kendileri de onunla yıkanırlar. Anlatıcı bu manzarayı,

97

“Yaz gününde kar altında mavimsi sıcak bir suyla yıkanmak yalnızca Çiçektepelilere kısmet oldu” (BKÇM, 13) şeklinde ironik bir dille anlatır. Kenar mahallede baş gösteren hastalıklarla mücadele içine girilmişken, yeni çöp tepeleri ve dolayısıyla geçim alanları oluşur. Bir süre sonra mahallelilerin fizikî görünümünde meydana gelen hastalıklı yapı ortaya çıkar. İçme suyundan yayılan hastalıktan sonra Çiçektepe’deki yaşantı şöyle çizilir:

Çiçektepe’de içme suyundan görülmedik bir hastalık yayıldı. Büyük küçük herkesin yüzünde kuş burnu gibi kırmızı yaralar açıldı. […] Bebekler kondularda el kadar kaldı.

Çocuklar başlarını tuta tuta sedir ayaklarının dibine kıvrıldı. Erkekler eğri boyunlarında, yürürken yana düşen başlarında açılan yaralar yüzünden korkuluklara döndü. Çiçektepe’den kuşlar kaçıştı. Tavuklar kadınların elinden yem almaz oldu. Ağaçlar yapraklarını döktü.

Dökülen yapraklar grevle gelen türkülerin, düşlerin üstünü örttü. Çöp Yolu’ndan kondulara yayılmış ne kadar laf varsa hepsi kabuk bağladı (BKÇM, 41-42).

Gecekonduların kronik sorunlarından biri olan içme suyunu mahalleli, alışageldikleri olağan dışı çarelere başvurarak çözmeye çalışır. Su için önce mahalle halkı ortak kararla su duasına çıkar, Su Baba yatırını icat eder ve oradan su dilemeye başlarlar. Başvurdukları hurafelerin problemi çözmediği gerçeği ise Çiçektepe’ye su tankerlerinin gelmesiyle ortaya çıkar.

Latife Tekin, gecekondu yaşantısını şekillendiren ana unsurlardan biri olarak

“arabeskleşme” sürecine de göndermede bulunur. Fabrikada iş bulan gecekondu kızlarının artist resimleriyle süslü defterlerine hicranlı şiirler yazması Yeşilçam melodramlarını hatırlatır. Tekin’in anlattığı gecekondu mahallesi, resmi makamlarca tanındıktan sonra derme çatma inşasını tamamlar. Kenar mahalle kültürü içinde görülen illegal faaliyetler ortaya çıkar, eğlence mekânları kurulur, esrar ve fuhuşun merkezi haline gelir ve nihayet dönüşümünü tamamlayarak kentin kirli yüzü olur.

Berci Kristin Çöp Masalları’nın odağındaki kenar mahalle, romanın başlığındaki iki farklı ismi karşılayacak şekilde değişmiştir. Yazar romanın ikinci bölümünde Berci’liği açıklar:

Köyde yazıda yaylayan, gece dışarıda kalan koyunları sağmaya giden kızlara ‘Berci Kız’ denirdi. Koyunların sütün toplayıp köye getirmeleri kıymetli bir iş olarak görülürdü. Bir kızın terbiyesi süt toplamaya gidip gelirkenki haliyle, tavrıyla ölçülürdü (BKÇM, 16).

Romanın sonunda ahlâk ve yasadışı işlerin merkezi durumuna gelen mahallenin Deli Gönül isimli ilk fahişesine delikanlılarca takılan “Kristin” ismi, kenar mahallenin

98 yeni kimliğini sembolize eder. Kente tutunamayan öteki’nin yaşantısı, kentin ancak alt kültürü, alt kimliği olmuş, illegal işlerin odağı haline gelmiştir. Sözlü kültürden kent kültürüne geçerken yaşanan deformasyon ve yozlaşma kenar mahallenin Berci’yken Kristin oluşuyla ortaya konur.

Tekin, büyük şehrin dışlanan yoksul kesimlerinin yaşadığı kenar mahalleyi Gece Dersleri’nde politik bir malzeme haline getirmiştir. Örgüt militanı ve romanın anlatıcısı olan Gülfidan’ın bilincinden, kenar mahallenin bilinçlendirildiği ve devrimci sol örgütlerin militan kazandığı önemli kaynaklarından biri olduğu ortaya koyulmuştur. Buzdan Kılıçlar’da anlatılan “pılık pırtık adamlar”ın da yaşadığı varoş mahalleleri bu kez içindekilerin merkeze girme çabalarıyla aktarılır. Halilhan karakterinde somutlaşan gecekondu yaşantısının düzenli bir ekonomik döngüye sahip olamayışı ve taklit yaşantıların mekânı oluşuyla bir araya getirilerek ara kültürün ekonomi-iktidar olgusuna uzak mesafede yaşadıklarının altı çizilerek resmedilir.

Gecekonduda yaşamadığı halde kendisini gecekondulu hissettiğini söyleyen Latife Tekin (1995: 37; 2009: 180), ilk dönem romancılığının ana malzemesi ve yazarlığını besleyen etkin bir unsur olan gecekondu hayatıyla karşılaşmasının uyandırdığı izlenimi şöyle ifade eder:

Yıllar önce bir yaz Sanayi deresinden geçerken -Kâğıthane’ye dek uzanan vahşi gecekondu vadisi- tuhaf bir duyguyla ürperdim. Ağır büyülenme, ardından sezgi krizi!

Dereye inen dik, eğri sokaklardaki törensel faaliyet -el arabası, kum, tel, briket… onarım hareketi- gözlerimin önüne ‘düven’ gibi bir şey getirdi. ‘Harman’ diye iç geçirdim,

‘köylülerin yaz macerası, anlaşılan şimdi böyle sürüyor’. Yol boyunca bilincinde, kendi derinliklerimden yükselen mucizeli bir esinti. Bana ait ilk düşünce… (Tekin, 1995: 37).

Belgede LATİFE TEKİN’İN ROMANCILIĞI (sayfa 103-109)