• Sonuç bulunamadı

2.2. Politik Temalar

2.3.2. Aşk

Aşk’ın Latife Tekin’in romanlarına yansıması, kolektif yapıyı ve dışa bakışı bırakıp, bireyi iç dünyasıyla analtmaya başladığı Aşk İşaretleri’nden sonra görülür.

Tekin’deki aşk, tıpkı adı geçen romanda olduğu gibi belirli işaretlere bağlı, açığa çıkmayan, eyleme dökülmeyen, roman kişilerinin zihninde yaşanıp akıbeti hakkında fikir edinilemeyen bir temadır. Görünür bir yanı olmayan bu temanın ilk dönem romanlarında sadece sonuçları veya gizli hâllerine kısıtlı yer verilir. Zira Aşk İşaretleri’ne kadar yazılan ilk dört romanda bireyin psikolojik gerçekliği söz konusu olmadığından aşkın örtülü varlığından söz edilebilir. Söz gelimi Sevgili Arsız Ölüm’de aile bireylerinin yaşadıkları aşklara yer verilir. Halit, âşık olduğu Elmas uğruna bıçaklanır, Dirmit, kara sivilceli oğlanı düşünerek uyur, hayal kurar, saldırganlaşır ve nihayet adını “Leyla”ya çıkarır. Nuğber karşı komşularının oğluna tutulur, onun uğruna aynanın karşısından ayrılmaz, mektup yazar, isimlerinin baş harfini işlediği bir kazak örer. Mahmut sarışın bir kızla mektuplaşır. Romanın hemen

137 hemen tüm kişileri aşk yaşarlar fakat tüm olaylarda olduğu gibi yüzeysel anlatılan aşk, başka bir olayın aktarımına geçildiği noktada unutulur ve bir daha sözü edilmez.

Latife Tekin’in masalsı anlatımla aktardığı roman, yapısı gereği bireyin iç dünyasına yer vermez, gözlemlenebilir tavırlar öne çıkarılır. Roman kişilerinin başından geçenler yaşanır, biter ve yazar hızla bir sonraki olaya geçer. Romanda karşılaşılan her yenilik uçucu ve geçicidir. Aşk da bundan payına düşeni almıştır.

Buzdan Kılıçlar’da ise aşkın tensel hazza indigendiğine tanık olunur. Halilhan’ın Volvo’suyla yanaştığı Bella adlı pavyondan tanıdığı Jüli ile gönül eğlendirmeye dayanan, aynı zamanda karısını aldatmasına da sebep olan ve cinselliğe yaslanan aşkın varlığından söz edilebilir. Aşk, Halilhan’ın kendi çapkınlıklarına giydirdiği bir kılıf olmanın ötesinde bir işleve sahip değildir.

Aşk İşaretleri’nin tek kadın kahramanı ve anlatıcısı olan Cihan’ın, peşinde koştukları Nezir’e karşı hisleri aşkın habercisi olarak değerlendirilmeye açıktır. Fakat Tekin, bu romanda aşkı olabildiğince muğlâk bırakmış, başlangıçta hayranlık ifadeleri olarak algılanan sözler kimi iç konuşmaların satır aralarında aşk itirafına dönüşür. Romanın sonlarında ise Cihan’ın aşkı Nezir’e değil, Yener’e hissettiğini gösteren somut gelişmelerle ortaya çıkar. Romanın büyük bölümünde kolektif özne kimliği altında romanı anlatan Cihan, ‘ben’ anlatımına geçtiği sırada Nezir’e duyduğu hayranlığın gerçekte dizginlenemeyen gizli bir aşk olduğunu itiraf eder.

Cihan’ın, Nezir’le aralarında kurulan gizli bağdan, içindeki “ateşsi” korkudan ve birbirlerinin çekim alanlarından söz etmesi; kalbinin Nezir’in nefesiyle tutuşması, onunla kucaklaşma arzusunun itiraf edildiği iç konuşmalar, gizli bir aşkın yaşandığının habercisidir. Cihan’ın hislerinin karşılığı olarak “aşk” sözcüğü ilk kez Yener’in kendisine “Nezir’e âşıksın değil mi?” (Aİ, 80) sorusuyla açığa çıkar.

Anlatıcı yüzüne söylenen hakikati iç sesinde itiraf ederken bir kararsızlık hâlinin ortaya çıkması, Tekin’in aşkı görünür kılmak istemediği, özellikle kadın cephesinde gizil ve zihnî bir durum olarak kalmasını istediğini düşündürür. Aşkın bir yandan görünür diğer yandan da gizli kalması Cihan’ın iç monologundan aktarılır:

Herkesten gizli mahzene gidip onun üstünde başaramadığım bir şey denemişim öyle mi? Aşk. Tepemde kırılıp duran bir titreşimle yatağıma sığınmıştım. Aşk. Aşk. Nezir’in ruhuma fırlattığı hiçbir kelime böyle dağılıp tozlaşmamıştır (Aİ, 80).

138

Aşk. Kalbimin derinliklerinde gizli bir ışık var. Nezir’e yansıtamadım. Yener’i düşünüyorum (Aİ, 86).

Cihan, roman boyunca Nezir’e yönelik hislerinin istikametini Yener’e çevirerek ondan ayrılınca silikleştiğini, Nezir’in karşısındayken farklılaşan ifadesinin aslında Yener’den kaynaklandığını, yokluğunda gövdesine yayılan soğuk sessizliği itiraf eder. “Yener ve ben Nezir’in zamanından sekmiştik de, gerçek durumumuzu bilmemiz bir şarta bağlanmıştı sanki. Hiç ayrılmamalıydık birbirimizden.” (Aİ, 94) diyen Cihan ve Yener’in ele ele tutuşmuş bir halde Nezir’le karşılaşmalarıyla aşk görünür hale gelir. Fakat Tekin’in sonraki romanlarında da görüleceği üzere, aşkın eyleme yansıdığı noktada roman sona erdirilir. Aşk İşaretleri’nde de bireysel tercihlerini yapmış olan Cihan ve Yener arasında gelişen aşkın el ele tutuşma dışında fiile dökülen hâline rastlanmaz.

Latife Tekin’in “aşk hakkında yazılmış romanlar arasına” (Andaç, 2002: 26) koyduğu Ormanda Ölüm Yokmuş, aşkın kadın ve erkek bakış açısının farklılığından kaynaklanan iki ayrı yüzünün Emin ve Yasemin karakterleriyle temsil edildiği ve yine Tekin’in bilinçli bir şekilde aşkı zihnin içinde hapsettiği bir romandır. Aşk,

“Ormanda Ölüm Yokmuş’un başlıca izleklerinden biri(dir). Emin’in Zümrüt ile yaşadığı aşk: romanın açıkça dışa vurduğu”, “Emin ile Yasemin arasında yaşanan aşk; romanın sözler, sesler, sözcükler arasında gizlendiği, aslında yaşanmayan, duyulan, duygularla algılanabilen” (Gümüş, 2003: 149) bir aşktır.

Tekin gerek Ormanda Ölüm Yokmuş gerekse Unutma Bahçesi’nde kadın ve erkek bakış açılarına göre iki farklı konum belirler. Ormanda Ölüm Yokmuş’ta erkeğin “aşka bakışını bedensel, kadının aşka bakışını ise zihinsel aşk temsil” (Şahin, 2009) eder. Romanda Emin ve Yasemin adlı iki arkadaşın dolaştığı mekânın orman olmasının da önemli bir işlevi vardır. Düşsel atmosferi ve büyüleyici yanıyla, zaman ve mekân hissini ortadan kaldırmasıyla orman, dışa vurulamayan aşkı gizleyen bir örtü işlevine sahiptir. Yazarın ifadesiyle; “Bu iki arkadaşı hep öyle gerçeğin üstünde, zamanın dışında kalma isteği sarmış… Düşmemek için ormana kaçıyorlar…

Sevgililerini yitirmişler; soludukları aşk havası dağılmasın diye oradalar… Ormanda Ölüm Yokmuş’un kahramanları, insanın aşkı, bir başına, sevgilisiz sürdüremediğini üzülerek kabul etmek zorunda kalıyorlar.” (Andaç, 2002: 26). Ormanda dolaşan Yasemin ve Emin’in bir hafta arayla âşık olmaları, sevgililerini aynı gün

139 kaybetmeleri ve aşk acısı çekmeleri dışında ortak yönleri yoktur. Yasemin Emin’den yirmi yaş daha genç, olaylara daha yüzeysel bakan, sesten ve konuşmaktan yana, olayları akışına bırakan biridir. Emin ise şair, yazar ve ressam olarak hayata entelektüel bir gözle bakar, gördüğü her varlık üzerinden derin sorgulamalar içine girer, kendisine farklı bir algı alanı yaratır, sessizlikten ve rüya halinde yaşamaktan yana olan biridir. Birbirlerine zıt yaratılışlı olmalarına rağmen ikisini bir araya getiren esas dürtü, aşk acısıdır. Emin’in sık sık hatırladığı eski sevgilisi Zümrüt’ü

“ormanın içine baktığım gibi bakıyordum, ürpermek için” diye düşünmesi “ormanı yüceltirken Zümrüt’ü sıradanlaştırmış” (Gümüş, 2003: 154) ve görselliğe hitap eden bir varlığa indirgemiştir.

Emin, “yüreğindeki aşkın değerini, yalnızca yaprakların güzelliğiyle ölçebileceği” (OÖY, 9) inancıyla ormanda dolaşmayı yaşamı anlamlı kılan bir uğraş haline getirir. Yasemin’le hemen her konuda çatışan fikirlere sahip olmalarına rağmen ikisini birbirine bağlayan gizli bir duygunun varlığı sezdirilir. Emin ve Yasemin zıt karakterli ikizler gibidirler, birleşmeleri de ayrılmaları da söz konusu değildir. Ormanda geçirilen süre içinde ikilinin birbirine âşık olduğu sezdirilir fakat ormandan çıkıp şehre dönüldüğünde sese dönüşmeyen aşk biter ve ikisi de artık iki ayrı insan olduklarını daha net görmeye başlarlar. Okuyucuya sezdirilen aşk, somut ifadelere ulaşmadan roman bitirilir. Böylelikle Latife Tekin “kadının ve erkeğin hem bedensel hem de zihinsel aşkta yaşayacağı hazza geçit vermez” (Şahin, 2009). Emin ve Yasemin arasında, aşkın insanı ölümsüzlüğe ve sonsuzluğa götüreceğine dair konuşmalar roman boyunca sürdürülür.

Tekin, Unutma Bahçesi’nin de “bir aşk romanı olarak” (Atılgan, 2010) okunabileceği düşüncesine sahiptir. Yazar romanın merkez kişisi Şeref’i, Emin’e yakın kişilik özellileriyle kurgular. Aşk, Unutma Bahçesi’nde zihnin derinliklerinde, açıkça dile getirilemeyen, sadece sezdirilen bir gizlilik içindedir. Ormanda Ölüm Yokmuş’un kişileri arasında konuşulan ve kimi zaman tartışılan aşk’ın, bu romanda açıkça dile getirilişine rastlanmaz. Fakat Tebessüm’ün iç sesinden yansıyan kimi sözlerinde aşk acısı yaşadığı sezilir: “Sesi(m) ruhuna dokunmuş gibi, uzayın enginliğini hissettirecek bir şeyler” (UB, 31) söyleyen Şeref’le yakınlaşma isteği, ona yaranma arzusu romanın sonlarında gördüğü rüyada açığa çıkacaktır. Tebessüm’ün Şeref’le aynı denizde iki ada olmak istemesi, rüyasında bir odada çırılçıplak

140 dolaştıklarını görmesi ve geceleri ona dair düşler içine girmesi, eylemlerine yansımayan aşkın göstergeleridir:

Sessiz yaz gecelerinde Şeref’in sayıklamalarını bile duyduğum oluyor… İkimiz aynı karanlıkta dalıp gidiyoruz uykuya… Onun ayaklarını vadiye, başını dağa yaslayarak uyuduğunu; benim onun çaprazında, başım denizde, ayaklarım dağın eteklerinde kendimden geçtiğimi düşünüp kederlendiğim ne çok gece var… (UB, 214).

Roman, Tebessüm ve Şeref’in evin terasında baş başa kalışlarını anlatan

“Şeref ağaçların arasından usulca süzülerek yaklaştı… Onu bekleyeceğimi biliyormuş gibi yüzüme bakıp yanımdaki sandalyeye oturdu…” (UB, 239) cümleleriyle bitirilir. Latife Tekin, aşkın zihinde ve gönülde kalmasını istercesine, yaşanıp yaşanamayacağını belirsiz bırakarak romanı bitirir.

Belgede LATİFE TEKİN’İN ROMANCILIĞI (sayfa 147-151)