• Sonuç bulunamadı

Düş-Gerçek Çatışması

Belgede LATİFE TEKİN’İN ROMANCILIĞI (sayfa 152-155)

2.2. Politik Temalar

2.3.4. Düş-Gerçek Çatışması

Latife Tekin’in romanlarında düş ve gerçek birlikteliği ağırlıklı olarak romancılığının ikinci döneminin başladığı Ormanda Ölüm Yokmuş ve Unutma Bahçesi’nde görülür. İlk romanı Sevgili Arsız Ölüm’de Dede Korkut Hikâyeleri’yle kurduğu akrabalık çerçevesinde Atiye’nin gördüğü rüyaların gerçek oluşu, halk anlatıları kapsamında değerlendirildiği için bu başlık altında ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir. Bu nedenle düş ve gerçek Tekin’in son dönem romanlarında öne çıkan temalar olarak değerlendirilecektir. Ormanda Ölüm Yokmuş, bu iki zıt kavram etrafında şekillenmiş, romanın ana mekânı olarak orman düşleri (rüyayı) simgelerken, karşıtı olduğu kent ise gerçeği temsil eden mekânlar olarak kullanılmıştır. Aynı şekilde roman kişilerinden Emin hayata bakışıyla, içe dönüklüğüyle daha çok düşsel bir atmosfer içinde, Yasemin ise gerçeğe dönük yüzüyle öne çıkarılır.

Ormanda Ölüm Yokmuş’un henüz ilk bölümünde Emin’in rüyalarında gerçek yaşamla ilişki kurduğuna, gerçekte de rüya halinde yaşadığına ilişkin göstergeler yer alır. Emin gece boyunca Yasemin’den kaçıp kurtulmaya çalıştığı bir rüyanın içinde sürüklenmiş, uyandığı gün içinde de Yasemin Emin’in evine gelmiştir. Düş ve gerçek arasında yaşayan Emin’in romanın başında gördüğü sarı zarf gerçeğe

142 dönüşür. Yine romanın başlarında Yasemin’e, rüyasında toplayıp evine astığı, kitapların arasına koyduğu yaprakları kaldırdığından, karakterinin değiştiğinden ve bütün acılarından kurtulduğundan söz eder. Romanın sonunda Emin’in rüyası gerçeğe dönüşür ve Emin, yaprakları toplayıp sandığa koyarak yaşamında yeni bir sayfa açar.

Emin ile Yasemin’in zıt kişilikleri rüya konusunda da ortaya çıkar. Emin, rüyalarında gerçek yaşamla ilişki kurduğu için gerçeği de rüyadaymış gibi yaşar.

Yasemin’in ise bakışları gerçeğe ve görünene dönüktür. İkili arasında bu farklılıktan dolayı sık sık tartışma yaşanır. Her ikisi de gerçekte birbirlerini dinlemekten ziyade kendi söylediklerine odaklanmıştır ve birbirlerinin sesini sadece duymaktadırlar.

Romanın epigrafında yer alan “rüyalarda kimse kimseyi dinlemez” sözü roman boyunca Emin ve Yasemin’in diyaloglarını şekillendirir. İkisinin de birbirini sadece duyduğu, fakat kendi sözlerine koşullandıklarının görüldüğü konuşmalarda ormanın bir düş mekânı olmasının da etkisiyle Emin’in rüya ile gerçek algısı birbirine karışır.

Rüyalar üzerine Emin ile Yasemin arasında geçen konuşmaya, metne italik yazılarla müdahale eden, anlatıcıdan farklı dördüncü bir kişinin sesi de karışır:

Ne çok ses, yankı vardır rüyalarda… Ama görüntüler tek boyutludur, gölge oyunlarındaki gibi.

Yasemin, ‘Öyle ama aynı zamanda rüyalarımız çok derinliklidir’ dedi.

Emin, ‘Rüyalarımızda yankılanan sesin yarattığı bir şey’ diye yanıtladı onu, ‘rüyalar derinliklidir, çünkü rüyalar ses ülkesinde geçiyor.’

Rüyalarda mesafeler birden bire kapanır, zamanın tükeneceği duygusu var, ama ilerleyen bir zaman içinde değiliz…

‘Rüyalarımızdaki görüntü akışının hızı ışıktan çok sesin hızına uygunmuş gibi geliyor bana… Rüyalar anlatılır, resmini yapmaya kalkmayız hiç (OÖY, 43).

Gerçek ve düşler etrafında geliştirdiği düşünceler içindeki Emin, rüyasında kimi nasıl gördüyse, o gece, aynı biçimde o kişinin rüyasına girmiş olduğu duygusuna kapılır.

Emin’e göre zaman rüyalarda işlemez. Onun zamanı durdurma, anı yakalama peşinde koşması, gerçeğe yönelmesini engellemiş, düşlerini gerçeğin yerine koyarak ilerleyen zamanla baş edebileceği düşüncesini geliştirmiştir. Gerçeğin insanın dışında olduğu, gerçeğin içinden geçilip gidildiği fikri Emin’de zaman mefhumunun sorgulanmasına kapı aralamış ve onu, rüyaların zamana zaman eklediği, gerçeğin ise zamanı kısalttığı sonucuna ulaştırmıştır.

143 Romanda rüya ve gerçek diyalektiğini besleyen önemli kaynaklardan biri de Emin’in gördüğü rüyaları, uyandıktan sonra da yaşamak istemesi ve bu nedenle sürekli rüyalarını anlatmasıdır. Rüyaların etkisi bir süre sonra ormanın düşsel ortamında Emin’in ormana “uykusunun derinliklerinden yansıyan bir resme bakar gibi” (OÖY, 140) bakmasına yol açar. Düş gerçekliği Emin için nesnel gerçekliğin yerine geçmiştir. Fakat bu durum ormanda bulunulan süre içinde geçerli olup, romanın son bölümlerinde Emin’in rüya halinden çıkıp nesnel gerçekliği görmeye ve yaşamaya başlamasıyla son bulur. Roman kişileri rüya atmosferinden gerçeğe yönelmiş, gerçekliğin düş karşısındaki zaferi yazarın tasvirlerine de yansımıştır. Bu noktada Tekin’in anlatıcısı da gerçeğe yönelerek çevrenin görünen yüzünü anlatmaya başlamıştır. Orman bir cennet düşü olmaktan çıkar ve fizikî bir mekân görünümünde tasvir edilir: “Düzlüklerde ışıyan gölcükler, su kanalları, yüzü paramparça dağlar, taş ocakları! içdeniz, açık deniz… Kıyı boyunca yol almaya başladılar. Terk edilmiş görünen, yaşamsız yazlık konutlar… Yamaçlara kurulmuş sitelerin önünden geçiyorlardı.” (OÖY, 177). Gerçeğin zaferinden sonra Emin, eskiden olduğu gibi resim yapma kararı alır, evinin duvarlarını dolduran yaprakları toplar, böylelikle yüzünü dış dünyaya döner.

Tekin’in rüya motifine ağırlık verdiği romanlarından biri de Unutma Bahçesi’dir. Romanın anlatıcısı Tebessüm’ün kendi rüyalarını aktarmasıyla başlayan bu izlek, avcı Cömert’in bahçeye gelmesinin ardından onun düşlerine ağırlık verilerek sürdürülür. Ormanda Ölüm Yokmuş’ta Emin’in rüyalarının içeriğini aktarma görevi bu romanda Tebessüm ve Cömert’e verilmiştir. Bahçeye bahçıvan olarak alınan Cömert’in otobüs garajında görülmesinden sonra onu almaya giden Tebessüm’ün gerilim içeren düşleri de başlar. Çünkü Cömert’in sırtında bir av tüfeği vardır ve tüfek gerilim unsuru olarak Tebessüm’ün hem düşlemlerine hem de rüyalarına girecektir. Yol boyunca durmadan konuşan Cömert’in, Şeref’in suskunluğu tercih eden yaşam tarzıyla oluşturduğu çelişkiden dolayı Tebessüm’ün düşleri ikisinin kavga ve çatışmaları etrafında kurulur. Tebessüm düşleminde,

“Cömert Şeref’i vuracak biliyorum bunu” gibi korku içeren ifadeler barındırır. Yol boyunca düşündükleri arasında, tüfeğin patlaması, Şeref’le Cömert arasında yaşanan gerilimli ilişki ve ölümlü kavgalara kadar varan endişe düşleri öne çıkar. Bahçeye gelindikten sonra Tebessüm, “yukarı çıkıp yatağıma uzandım, dalmışım yeniden”

144 (UB, 160) der ve ardı ardına duyduğu tüfek patlamalarıyla doğrulup pencereye uzandığında, Cömert’in köpekleri öldürdüğünü ve bu sebeple de Şeref’ten esaslı bir dayak yediğini görür. Farklı bir rüyasında da Tebessüm yine tüfeğin ateşlendiğini, Şeref’in iki kolunun yana düşmüş, gözleri kapalı halde yattığını görür. Tebessüm’ün, Cömert’in sırtındaki av tüfeğini görmesinden itibaren Çehov öykülerine göndermelerde bulunurcasına tüfeğin her an patlayacağına dair endişe içine girer ve nihayet tüfek Tebessüm’ün düşlerinde defalarca patlayarak işlevini yerine getirmiş olur.

Latife Tekin’in son romanı Muinar’da rüya motifine önceki romanlarda olduğu kadar yer verilmez. Ancak romanın anlatıcısı Elime ve içinde uyanan yaşlı Muinar arasında geçen tartışmada, rüyayı kimin gördüğüne dair yaşanan tereddüt, düş-gerçek karmaşasını ortaya çıkaran bir imge olarak işlevselleştirilir. Muinar, kendisini bir rüyanın içinde bulduğunu söyleyen Elime’ye “Şaşırma kalk, ben görüyordum o rüyayı.” (MU, 54) diyerek içine düştükleri kişilik bölünmesini ifşa eder.

Belgede LATİFE TEKİN’İN ROMANCILIĞI (sayfa 152-155)