• Sonuç bulunamadı

Çoklu Bakış Açısı ve Anlatıcı

Belgede LATİFE TEKİN’İN ROMANCILIĞI (sayfa 177-183)

166 metinler, Elime’nin kadınları cinsel kimlikleriyle öne çıkardığı ve feminist hassasiyetle yazılmış mitolojik hikâyelerdir.

Latife Tekin’in romancılığında ilk kırılmanın görüldüğü Gece Dersleri’nde de özne anlatıcı kullanılmıştır. Fakat bu romanda anlatıcı ‘ben’ kimliği altında birden çok kişiliğe bölünür. Romanın parçalı yapısı anlatıcı profilinde de görülür. Latife Tekin Gece Dersleri’nde hem özne, hem üçüncü tekil şahıs anlatıcı kullanırken, yazar sesiyle romana müdahale ederek üst anlatıcı konumuna da geçer. Anlatının odağında ve aynı zamanda anlatıcı kahraman olan kadını, Gülfidan ve Sekreter Rüzgâr isimleri altında kurgulayarak farklı bakış açıları ortaya koyar. Bu etkenler, romanın çoğul anlatıcı ve bakış açısı kapsamında değerlendirilmesini gerekli kılar.

167 kendisine dışarıdan bakar. Sözgelimi romanın başkişisi, Sekreter Rüzgâr kişiliğiyle kendine dışardan bakarken üçüncü tekil şahıs anlatıcıya dönüşür: “Gülfidan, başına çıkanlar yüzünden, daha doğrusu onlara inat -kulakları iki gözyaşı kuyusu olduğunda bile atlayıp gitmeyi bilmiyorlardı- zamanı adi bir değnek parçasına, paslı bir tele benzetenlere katıldı.” (GD, 18). Kimi kez de tam aksine anlatıcının Gülfidan bakışıyla, Sekreter Rüzgâr kod adlı militan kişiliğine, “Sekreter Rüzgâr diyor ki”

diye başlayan cümlelerle dışarıdan baktığına tanık olunur. Gülfidan’ın annesinin sesiyle anlatılan kısımlarda ise ikinci tekil şahıslı anlatım devreye girer: “Gözlerinin boşluğa süzülüşünden onun mahzun bir hayatsız olduğunu hemen anladın. Bakmaya kıyamadığım yüzünün aynasına eğildin. Zavallı masum kulaklarının içine sızdın.

Kızıma musallat olan politik hüzün onun yüzünü tebeşirle boyadı” (GD, 87).

Gece Dersleri’nde Latife Tekin, olaylara önce içerden ve sonra aniden dışarıdan bakan ve tanrısal konumdaki anlatıcıyı bir arada kullanarak çoklu bakış açısı sağlar. Gülfidan’ın annesine ilişkin anısı buna örnektir: “Şimdi geniş bir açıyla ta yukarıdan görüyorum onu. Ancak bir rüyaya sığabilecek büyüklükteki beyaz, saten örtülü upuzun bir masanın uzak ucunda tek başına oturmuş Kuran-ı Kerim okuyor. Annesi. Başında beyaz bukleler açılıp kapanıyor.” (GD, 122). Çoklu bakış açısını sağlayan önemli göstergelerden biri de romanın başında yazarın üst anlatıcı konumunda romanın kendisinden söz ettiği prelüdle başlar ve kimi zaman Gülfidan’ın yaşam bilgisine sahip biri olarak araya girmesiyle devam eder. Yazarın sesini temsil eden bu anlatıcı, üçüncü tekil olduğu gibi ikinci tekil şahıs anlatıcı olarak da karşımıza çıkar. Sekreter Rüzgâr’ın annesiyle ilişkilerini sorguladığı kısımda üst anlatıcının araya girmesiyle çoklu bakış açısı sağlanır. “Annesiyle aralarındaki tuhaf ilişki –kocası ilişki olarak adlandırılmasına her zaman karşı çıktı- eylülün on ikinci sabahında sesi, süsü, sisi olan, göz yaşartan, burun sızlatan, Gülfidan’ın özgün fidanından on yıllık hayat meyvesini kopartan radyo cızırtılarının ve son derece sinematografik ateş kırıklarının burunlarını yakmasıyla başladı.” (GD, 37). Yazar ben’iyle konuşan ve olimpik konumda bulunan anlatıcının, romanın yansıtıcı bilinci olan Gülfidan/Sekreter Rüzgâr’ın geçmişini ikinci tekil anlatımla aktardığı da görülür. “Birbirlerini bıçaklayan kara ıslak perçemli buzağıların taklitlerini yaparken boğazından çıkardığın böğürtülerle hırıltılar, kulaklarımızdan hiç silinmedi. […] Kollarını bacaklarının arasına sokup arkanda bir çift kanat gibi

168 sallardın. Ağır ağır başını karnına yumuşun, tüyden bir top gibi yuvarlanışın…” (GD, 93) sözleriyle konuşan yazar-anlatıcı, romanın birinci tekil anlatıcısı olan Gülfidan’la girilen bir diyalogda romandan söz ederek kurguyu ele verir:

(Anlatıcı) “Herhalde sen, şu sözünü ettikleri bilgelik kompleksisin… Okşayıcı sözleri, çiçekleri çok sever dedikleri… Benimle uğraşmaktan vazgeçer misin? Kana susamış bir budala olduğumu sanacaklar…”

(Üst Anlatıcı-Yazar) “Her gün üç ölünün toprağın derinliklerine bırakılışını seyredenlerin bakışlarında bir bozulma olmayacağını söylememi istiyorsan boşuna… Beni gönül okşayıcı sözlerle, çiçeklerle kandıramazsın…”

(Anlatıcı) “Seni kandırmak kimin haddine sultanım!..”

(Üst Anlatıcı-Yazar) “Geçmişe doğru masum bir yolculuğa çıktın… Yırtık perdeler ve kanlı cam kırıklarına, gözlerini yaşartan bu yuvarlanışın şiirini yazdın… Gece Dersleri’nin en dokunaklı bölümleri olduğunu kabul ediyorum ama…” (GD, 127-128).

Romanın son bölümünde Gülfidan’ın okuyucuyla yaptığı konuşmada şimdiye kadar anlatılanların, tanıştığı bir yazar tarafından kurgulandığını söylemesiyle çoğul anlatıcı bütünüyle karmaşık bir hal alır. Gece Dersleri’nin bir yazar tarafından kurgulanması da toparlayıcı olmaz çünkü Sekreter Rüzgâr kimliğinin bu kez de yazara ait olduğuna işaret edilir. Daha önce anlatıcı yazar, romanın başkişisi ve birinci tekil anlatıcısı Gülfidan’a dışarıdan bakarak anlatıma müdahale ederken bu kez anlatıcı, Sekreter Rüzgâr kod ismiyle yaşadıklarını anlatan kişinin yazar olduğuna dair bilgiler verir.

Yazarın Sekreter Rüzgâr’lı günlerine ilişkin son sayfalar bardaktan boşanan bir yağmuru gerektirdiği için sabırla sonbaharı bekledim” (GD, 171).

Oturduğu evin kapısını şimdi niye hayal edemediğimi belki de bilmek isteyenleriniz çıkar” (GD, 172).

Gece Dersleri’nin bir yandan Gülfidan ve Sekreter Rüzgâr, bir yandan yazar ve annenin sesinden aktarılması, farklı anlatıcı konumlarının varlığına işarettir.

Latife Tekin’in yoksulluk ve dili odağa alarak kurguladığı Buzdan Kılıçlar’da da çoklu bakış açısı, farklı konum ve tutumlara sahip üçüncü tekil anlatıcının varlığıyla ortaya çıkar. Yazar “çalınmış sözcüklerden oluşan bir dille, kendilerine ait olmayan hayatı yaşamaya kalkışan pılık pırtık insanlar”ın (Tekin, 2002: 25) dil ile olan mesafelerini üç farklı söylemle ifade eder. Her üç söylem, üçüncü tekil şahıs anlatıcının farklı şekillerde konumlandırılması ve bakış açılarındaki farklılıkla temsil

169 edilir. Romanın prelüdünde üst anlatıcı konumundan romana giren yazar sesi, okurla konuşarak yoksullar hakkında detaylı bir şekilde anlatacaklarını önceden haber verir.

Yoksulluğun manifestosunu aktaran anlatıcı, “uzaklarda ağlamaktan gözleri jüt olmuş pılık pırtık adamlar”ın (BK, 1) ötekilerden farklı bir yaşam şekli olduğunu, kendilerine özgü bir dile sahip olduklarını, kendilerinin olmayan hayatı çalarak ve taklit ederek yaşamaya çalıştıklarını bildirmek suretiyle yoksulları öteki insanlardan ve okuyucudan kesin çizgilerle ayırır. Okuyucuya “Nerden bileceksiniz siz bunu?”

diye soran anlatıcı, “Bu kadar sır verdiğim yeter” (BK, 2) sözleriyle tamamladığı prelüdde, konumunu da belirlemiş olur. Romana konu olan yoksullara taraf bir anlatıcı kullanan yazar asıl tarafgirliği dil düzeyinde gösterir. “Leri şarupdiende tisika cemi’ deriz bizler eşyalarımıza. Yani yoksullar ülkesinin sınırlarını gösteren harita” (BK, 2) ifadesinde “bizler” diye yoksulların vurgulanması anlatıcının tarafgirliğini, hatta yoksul olduğunu göstermesi açısından dikkate değerdir. Latife Tekin, anlatıcısı üzerinden katılımcı ve duygudaş tutumunu bu romanda da sürdürür.

Roman kişileriyle anlatıcı üzerinden empati kurarak onların dünyalarını, algılarını, konuşmalarını paylaşır ve aradaki mesafeyi kaldırır.

Buzdan Kılıçlar, prelüdün ardından başlayan asıl metinde yazar anlatıcısı aracılığıyla yoksulların dile mesafelerini, taklit ve özentiyle kullandıkları dildeki yanlışlıkları kullanarak da bu tarafgirliği pekiştirir. Anlatıcı, yoksulların yazıya ve dile yabancılığını, bozuk sentaks ve söz varlıklarını kullanarak ortaya koyar ve böylece dil düzeyinde yoksullarla bütünleşir. “Ününü bir başka sahada, hayatı yakın incelemeye alışıyla yapmış olan Gogi’nin çok yıl önce bu türden ruhuyel ve fiziksiyel hırslarla bağı kopmuştu” (BK, 9) gibi birçok dil yanlışını, argo ve bozuk senteaksı bilinçli kullanan Latife Tekin, romanın sonunda yine “siz/biz” ayrımı yapan üst anlatıcıyı devreye sokar. Bu ayrımı, “[h]ayatla hayatımız arasındaki intıka, eşit seğirmelerle ayın öteki yüzüne geçtikleri anlarda saklıdır” (BK, 108) sözleriyle belirginleştirir. Yazar, romanın başında ve sonunda ortaya çıkan ve yoksul/yoksul olmayan arasındaki ayrımı açıklayan üst anlatıcı ve asıl metni aktarırken roman kişilerinin dilini kullanarak taraf tuttuğunu belirten anlatıcının yanında bir de müdahil anlatıcı konumundan romana girerek çoğul anlatıcı yapısını oluşturur.

Romanda üçüncü bir sesi temsil eden anlatıcı da yine yoksulluk bilgisine sahip biri olarak araya girer ve bu bilgilerini aktarır. Yoksulların dünyasını iyi tanıyan anlatıcı,

170 dışarıdan bakarak “yoksul” veya “yoksullar” ifadeleriyle açıklamalara girişir. Onlara yandaş olmasına rağmen bakış açısını ve konumunu değiştirerek yoksullara tepeden bakar:

Yoksul doğasının gereği, hayal ettiği bir durumun gerçekleşmesinin yarattığı hüznü yaşamaktaydı. Kendilerini yaşadıklarına inanmak zorunda kalan insanların dünyasında hayatın araçları gerçekliklerinden sıyrılırlar. Yoksullar onları boşluklarında durmaksızın çınlayan bir ses olarak duyarlar (BK, 11).

Latife Tekin’in hem üçüncü hem de birinci tekil anlatımı kullandığı romanlarından biri de, Ormanda Ölüm Yokmuş’tur. Romanın ana metni, yani roman kişileri Emin ve Yasemin’in ağırlıklı olarak orman ve bir kısmı da kentte geçen ilişkilerinin anlatıldığı bölümler üçüncü tekil şahıs anlatıcı tarafından aktarılır. Bu romanda da anlatıcı dışarıdan veya tepeden değil, roman kişileriyle yan yana, onların duyarlılıklarına ortak, katılımcı ve duygudaş olmakla beraber yine empati kuracak mesafede konumlandırılır. Nitekim anlatıcının ormana, doğaya, ağaçların bilgisine en az roman kişileri kadar hâkim oluşu, kendini roman kişileriyle özdeş tutarak ‘biz’

dilini kullanması, onların yanı başında ormanda dolaşması içeriden bakan anlatıcı konumunun tercih edildiğine işaret eder. Yasemin ve Emin arasında kibarlık-kabalık üzerine gerçekleşen tartışmaların ardından, anlatıcının olan biteni sahiplendiği ve roman kişileriyle ortak bilince sahip olduğu aşağıdaki alıntıdan anlaşılır:

Kibarlıkla sahtekârlık arasında nasıl ince bir çizgi, belirsiz bir sınır varsa, bir insanı teselli etme çabası da benzer bir tehlike taşıyordu. Farkında olmayarak karşımızdakinin üzüntüsünden yararlanma havasına girebiliyorduk. Aslında böyle bir çaba anlayışsızlıktan kaynaklanıyordu ve ne kadar ölçülü davranırsak davranalım sonuçta kabalık etmiş oluyorduk (OÖY, 29).

Ormanda Ölüm Yokmuş’ta standart karakterle yazılan metindeki üçüncü tekil anlatımın dışında bir de italik yazılmış sözcükler ya da paragraflar birden fazla anlatıcının var olduğunun göstergeleridir. İtalik yazılar iki türlü kullanılır. İlki ana metin içinde birkaç sözcük veya bir cümle şeklinde yer alarak metne açıklık getiren ve söyleyenin yazar olduğunu düşündüren açıklamalardır. Anlatıcı, kimi zaman çıkarıldığında anlam eksikliği yaratmayacak bir sözcükle anlamı daha da bütünlüklü kılarken kimi zaman da roman kişileri adına birinci tekil ağızdan konuşur. Emin’in kişilik yapısını ve geçmişini aktarırken asıl metnin sonunda italik yazıyla onun adına konuşur: “Gündüzün ortasında geri dönüp gelen rüya sözlerinden sonunda sevgilisi

171 de ürkmeye başlayınca, dalgınlık içinde geçirdiği yılların kederine, bir de ayrılık acısı eklenmişti; ben bu aşkı keser, cebime atar, dünyayı dolaşırım…” (OÖY, 14).

Anlatımı kesmeyen müdahaleler kimi kez de bir ya da birkaç sözcükle yapılır:

Emin, bulunmaz bir arkadaştı Yasemin’e göre…” (OÖY, 15), “…elinden insana yaşama sevinci aşılayan, çok güzel işler çıkmıştı. Hafiflik, ferahlık, birbaşınalık… Bazen kendini kaptırıp yaptıklarını bu çeşit sözlerle tanımladığı olurdu.” (OÖY, 30), “…şu ölçü tutturma zorunluluğu yüzünden sürekli uykuda uyanık hesap yapmak durumunda kalıyor, diye düşünüyordu (OÖY, 31).

Anlatıcının bütünüyle özneleştiği metinler de romanın alt hikâyesini oluşturur. Yine italik yazı karakteriyle asıl hikâyeden ayrılan metinleri birinci tekil anlatıcı, yani Emin aktarır. Kendi geçmişine ait alt hikâyeler, Emin’in Yasemin’le tartışmaktan bunaldığı noktada metni böler ve adeta Emin için sığınılacak güvenli bir alan olur. Anlatıcı özne / Emin, eski karısı Gece, dostu Yurt, köpeği Yaşar ve ayrıldığı sevgilisi Zümrüt’le yaşadıklarını anlattığı metin parçaları çıkarıldığında romanın yapısında bozulma olmadığı gibi anlamında da eksiklik yaratmaz. Öznel tutumlu gözlemci anlatıcı, Emin ve Yasemin’in ormanda lale ağacını aradıkları sırada aralarında başlayan tartışmayı aktarırken yazar, metni kesintiye uğratır ve Emin’e kendi hikâyesini anlattırır. Emin’in hikâyesinin ardından romanın asıl metni kaldığı yerden devam ettirilir:

Emin, bunu duyunca geri dönüp yaprağı yukarıya, kayınların ışığına tuttu,

‘Kesinlikle yapmayacağız bunu Yasemin’ dedi, ‘bulursak buluruz, öylesine arıyorum, oyalanıyorum tamam mı?”

Yurt’la kahveden çıktık, cebim leblebi dolu, yokuş aşağı yürüyoruz, durup bir leblebi atıyorum havaya, ağzımla yakalamaya çalışıyorum, yavaşlayıp bekliyor beni, bir leblebi iki leblebi… Doydum, yokuşun altında canım sigara çekti, bu kez paketten bir sigara alıp havaya fırlattım… (OÖY, 69).

Ormanda Ölüm Yokmuş’ta Yasemin ve Emin’in ormanda ve evdeki ilişkilerini içeren ana metni aktaran anlatıcı ve ana metnin arasına bir veya birkaç sözcükle giren farklı bir anlatıcının yanı sıra Emin’in geçmişini aktaran birinici tekil anlatıcıdan oluşan üç farklı anlatıcıya yer verilir. Latife Tekin, çoğul anlatıcı ve çoklu bakış açısını kullandığı üç romanında da tercih ettiği anlatıcılarla romanda anlatılan kişiler arasındaki mesafeyi açmaz, duygudaş ve katılımcı anlatıcı tutumunu sürdürür.

172 4. KİŞİLER

Latife Tekin’in romanlarında kişi kadrosu sınıflandırmayı zorlaştıracak düzeyde dağınıktır. Kimi romanlarında bir-iki kişiden oluşan şahıs kadrosu kimi romanlarda otuz-kırk kişinin üstüne çıkar. Romancılığının ilk dönemini oluşturan Sevgili Arsız Ölüm’den Aşk İşaretleri’ne kadar yoksul kesimi konu alan Tekin’in bu süreçte onları bireyliğini kazanamamış, kolektif, psikolojik derinliği olmayan, anonim niteliklere sahip ve cemaat olgusu içinde varlık gösterebilen kişiler olarak kurgular. Son üç romanında ise kentin trajik yalnızlarını, kentten ve kendisinden kaçan bireyleri, iç dünyalarını ön plana çıkararak kurgular. Gerek ilk romanlarda yer alan yoksul kesimin, gerekse ikinci dönem romanlarındaki kişilerin farklı karakter özelliklerine sahip olmalarından dolayı onları mesleklerine, romandaki işlevlerine veya cinsiyetlerine göre sınıflandırmak güçtür. Yazarın her romanda farklı denemelere girmesi onun roman kişilerini ancak ana ve yardımcı karakterler olarak tasnif etme imkânı tanır. Tekin’in belli bir dünya görüşünü öne çıkarmak istememesinin neticesi olarak da romanlarında bir sınıfın, felsefenin veya ideolojinin temsilcisi olan “tip”lerin varlığına rastlanmaz.

Belgede LATİFE TEKİN’İN ROMANCILIĞI (sayfa 177-183)