• Sonuç bulunamadı

Bölünmüş Kişiler

Belgede LATİFE TEKİN’İN ROMANCILIĞI (sayfa 188-198)

4.1. Merkezî Kişiler

4.1.2. Bölünmüş Kişiler

177 Güllü Baba’nın sahip olduğu olağanüstü güçlerden birkaçı olan “bastonuyla konuşması” ve “toprağı dinlemesi” hızla mahalleye yayılır. Böylece mahallede her işin başında Güllü Baba ziyaret edilmeye başlanır. Bastonu kimin sırtına üç kez değerse “başına tavus kuşu gibi kısmet konacağı” (BKÇM, 24) inancının yaygın olduğu mahallede Güllü Baba’nın olağanüstü güçleri, mahalle halkının gerçeküstünü gerçek sayan algıları içinde karşılık bulur. Yazarın kimi zaman ironik bir dille anlattığı gerçek dışı olayları ve Güllü Baba’nın gösterdiği keramet ve kehanetler, Çiçektepe mahallesinin gerçeğidir. Onun önemli kerametlerinden biri, gözyaşlarıyla insanları dertlerinden kurtarmaktır. Gözleri kuruduktan sonra ise Çiçektepe kondularının kaderini okumaya başlayan Güllü Baba şamancıl kimliğine farklı bir yetenek kazandırmış olur. Tekin’in hem Sevgili Arsız Ölüm hem de Berci Kristin Çöp Masalları’nda gerçek ve gerçek dışına aynı mesafede olan ve ikisini de doğal kabul eden insanlardan oluşan dünyada, olağanüstü yeteneklere sahip insan profilini Orta Asya Türk inanışları içinde önemli bir yere sahip olan “şaman”ın özelliklerinden yararlanarak ortaya koyar.

178 şekilde bilincinden geçmesiyle anlatıcının kâh Gülfidan olarak annesini, çocukluğunu hatırladığı, kâh Sekreter Rüzgâr kod adı ve kişiliği altında giriştiği politik mücadeleyi sorguladığı görülür. Gülfidan’ın, Sekreter Rüzgâr’lı dönemlerinde yaptığı militanlığı, sorgulamaları, itirafları ve anıları kişiliğinin parçalanmış yapısı içinde ortaya çıkar. Gülfidan, politik kimliğe büründüğü zamanlarda yaptığı çalışmaları şöyle anlatır:

Gözlerimin çelik ayna olduğu, günlerimin beyaz kuşların gagaları gibi güzel kırmızıya çaldığı, kör sabahta kalktığım, gözlerim kan çanaklarda pankart çıtası çaktığım, slogan sorumluluğu yaptığım, süzgeç yöntemiyle polis atlattığım, ebruli bulutlara pul savurduğum, ay solunca uykulara daldığım, on yıl gece evlerinin dış yüzünde dolandığım hayatım tangırlana yuvarlana tangırlana yuvarlana göçüp giderken, ben ardından nemli gözlerle baktım ve üçüncü kez aynı eski yüzlü koltuğa hış diye yığıldım (GD, 3).

Hayatının üç kez başını alıp gittiğinden söz eden anlatıcının, benliğindeki parçalanmalar diline de yansır. Latife Tekin, roman kişisinin kullandığı dili kimi zaman ideolojik bir üsluba çevirerek Sekreter Rüzgâr kişiliğini, kimi zaman ise duygusal, imgesel bir dil ile Gülfidan kişiliğini öne çıkarır. Gülfidan olarak konuştuğu yerde anlatıcının duygusallaştığına tanık olunur: “Boğazım ve göğüs kafesim de hıçkırıklara sahne oldu. Şimdi uzak ve silik görüntülere bakmaktayım ve tek bir duygu bile oluşturamamaktayım” (GD, 11).

Gece Dersleri’nin başkişisi ve anlatıcısının kimliği ile ilgili veriler, romanın bazı kısımlarında araya giren üçüncü tekil anlatıcının aktarımıyla sunulur. Bu anlatıcı da yine kendisine dışarıdan bakan Gülfidan/Sekreter Rüzgâr’dır: “İtiraf emeliyim ki rüyaların küçük kapatması Gülfidan, kötü yola sürüklendiğinde ayıplanacak yaştaydı.

Bedeniyle ruhunun, görünmez gizli güçlerin kullanımına verildiğini bilmiyordu. O kandırgan görkemli saflığını, her zaman boğazını kapatan dehşetlerle hatırladı.” (GD, 67). Kendisini örgütün iradesine bırakan Gülfidan, “bildiğin ben, ben değilim”

diyerek ruh dünyasında yaşadığı bölünmeleri itiraf eder. Aktif olarak örgüte girdikten sonra pozitivist düşünceye sahip olduğunu “gözümle gördüğümü, elimle tuttuğumu algılamaya alıştırmışım beynimi” sözleriyle açığa çıkaran Gülfidan/Sekreter Rüzgâr,

“ekonomi politik” dersleriyle gecekondu muhitindeki kadınları aydınlatma ve bilinçlendirme faaliyetleri yürütmüştür. Örgütün en genç başkanı ve aynı zamanda herkesin “yengesi” sıfatını taşımaktadır.

179 Geçmişiyle derin bir hesaplaşma içine girdiği zamanlarda ise militan ruhundan sıyrılarak Gülfidan ismine sığınır. Gerçekte örgütün paradigmalarına ne denli uzak olduğu da bu kimlik altında itiraf edilir. Gülfidan’ın “direnme” sözcüğünü ayak direme, “sınıf”ı okullardaki sınıf, “pazar” kelimesini ise semt pazarları olarak düşündüğünü itiraf etmesi, mensubu olduğu ideolojik yapıya uzaklığını açığa çıkarır.

Örgütün Sekreter Rüzgâr’ın çocuk doğurmasını istememesi, kadın cinsel kimliğinin ve birey olmanın önüne engel olarak koyulan ideolojinin anlatıcıda yarattığı bunalımlı ruh yapısı, onun kendi çocukluğuna, annesine ve Gülfidan’lı zamanlarına dönme isteğini tetikleyen unsurlardır. 12 Eylül sonrasında devrimci-sol ideoloji etrafında faaliyet göstermiş olan militanların geriye dönük özeleştiri yapmaya başlamasının tipik bir örneği Gülfidan/Sekreter Rüzgâr kimliğiyle ortaya konur.

Sığındığı siyah örtünün altında karabasanlar gören anlatıcı ideolojinin esiri olan benliğini sorgularken bir hesaplaşma içinde eve dönüş arzusunu nostaljik özlemlerle dile getirir. Gülfidan’ın itirafları arasında kendi hayatını ve kimliğini yaşayamamış olmanın serzenişi hem üçüncü tekil ağızdan ve kendisine dışarıdan bakarak hem de birinci tekil ağızdan anlatımlır:

Derme çatma maketim, beğenmiyorum işte… Ne senin savaşını ne de kendi acıklı kıstırılmamı. […] Ama illa ki seç diyorsan, seçiyorum: İşte bu gördüğün sana karşı parçayı.

Üstünde ‘Evine git’ yazıyor. Kendi hayatımı almak, sana da hayatını vermek istiyorum. Bu incecik bedenin gözlerimi üzüyor. […] Sınıfımı yücelten o büyük aşkınız -korkuyorum nefrete dönüşecek- ayağımızı gerçek zeminlerden kaydırdı (GD, 148).

Romanın anlatıcı kahramanının Gülfidan ve Sekreter Rüzgâr kod adı altında çatışan kişiliği aynı zamanda iki farklı dünya görüşünün çatışmasıdır. Gülfidan kimliği anlatıcının duygusal, nostaljik özlemleri olan, anneye dönme arzusu taşıyan romantik yönünü temsil ederken, Sekreter Rüzgâr onun sosyalist, devrimci, solcu ve pozitivist özellikleri taşıyan kişiliğini temsil eder. Romanın sonunda da anlatıcının içine düştüğü ruhsal açmazlar yine kendisine dışarıdan bakan biri gibi yaptığı telkin ve tavsiyelerle giderilmeye çalışılır.

Sana tavsiyem bilimle uğraşmandır. Aksi takdirde bunalımdan, sorumsuzluktan, siyah bilmem kaç tane ölüden, bencillikten, çarpıntılarından ve bunaltılarından kurtulamazsın. Huzur onda… (GD, 167).

180 Gece Dersleri’ndeki gibi çatışan kişilikler olmasa da Latife Tekin son romanı Muinar’da da bölünerek çoğullaşmış kişileri romanın merkezine alır. Anlatıcı kahraman Elime’nin içinde uyanan yaşlı Muinar’ın ölümsüz bir ruhtur ve daha önce birçok kadının içinde uyanmıştır. Elime ve içindeki ruhun Latife Tekin’in düşüncelerinin taşıyıcısı olduğu, birçok söyleşisinde romanın öznesinin bizzat kendisi olduğuna dair ifadelerinden anlaşılır. Tekin, “ses vermeye başladığında, niyetinin beni öldürmek olduğunu düşündüm” (Kaygusuz, 2009) dediği Muinar’ı

“çok ruhlu, çoğul bir varlık, benden önce içinde uyandığı sayısız kadının ruhundan, ruhuna bir parça duman eklemiş” (Akdemir G., 2009) diye tarif ederken romanın yazar olan anlatıcısı Elime’nin, kendisi olduğuna işaret eder. Muinar’ın Tutunamayanlar’ın Olric’iyle olan benzerliği göz önüne alındığında “gerçek hayatta var olup olmadığı düşünülmeyen, romancının kafasında ürettiği” (Çetin, 2006: 168) bir kişilik yapısına sahip, yani “tasarlanmış kişi” olduğu sonucu çıkar. Muinar’ın çoğul karakter göstermesi ve Elime’nin içinde uyanmasının yanı sıra Tekin’in romancılığında tek örnek olarak kalması açısından “Çoğul Kişiler” kapsamında değerlendirilmesi uygun görülmüştür.

Romanın anlatıcısı Elime, öyküler yazan bir yazardır. Onun öyküleri de romanın ana metninden italik yazı karakteriyle ayrılır. Muinar’ın daha önce içinde uyandığı Faliha adlı kadından söz ederken “o da edebiyatçıydı, senin gibi.” (MU, 77) demesiyle Elime’nin kimliği ortaya çıkar. Muinar ise bir sabah anlatıcının içinde uyanan yaşlı bir kadındır. Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanında Turgut Özben’in iç sesini temsil eden Olric’i hatırlatan Muinar, bin yıllık yaşam deneyiminden ötürü sürekli konuşmaktadır. Elime romanın ilk bölümünde Muinar için, “…yüzü yok, benim yüzümü kullanıyor, ellerimi, ayaklarımı… Sürekli konuşuyor, sesi yok, konuşuyor yine de, benim sesimle konuşuyor.” (MU, 9) tasvirini yapar. Hemen arkasından ise kendini takdim ederek “Benim adım Muinar”

(MU, 10) diyen, ruh roman boyunca kendisi hakkında kısa bilgiler verir.

İçindeki kocakarıyım, ama köylü değilim… […] Coğrafyası gizili bir kocakarıyım, her kadının içinde benim gibi bir kocakarı uyur derinde, uyanması şans işi, şarta bağlı (MU, 10-11).

Muinar’ın Elime’den önce birçok kadının içinde uyanması, onlardan özellikler taşıması çoğul kişiliğin yansımalarıdır. Romanda parçalı bir şekilde hatırlanan bu

181 kişiler arasında Muinar’ın tanrısı Siyutu da vardır. Geçmişte içinde uyandığı kadınlardan biri Bedira’dır. Antik dönemlerde yaşamış biri olduğu anlatıcının kısıtlı bilgisinden aktarılır: “Bedira, bakire ölmüş bir prensesin adıdır” (MU, 12). Muinar’ın içinde uyandığı ve dolayısıyla hatırlamalarıyla romana giren kişiler sadece isimleriyle yer alır ve derinlemesine tanıtılmazlar. Geçmişte Faliha, Hemşire Azize, Belinur, Hatica gibi kadınların içinde uyanması Muinar’ın her birinden farlı nitelikler taşımasını sağlamış ve çoğul kişiliğini oluşturmuştur.

Romanın çoğul kişili yapısı, anlatıcı ile iç sesi arasında düşüncelerin kime ait olduğu tartışmalarında da ortaya konur. Elime’nin “kuşların yazıyı, insanlardan çok daha önce bulmuş oldukları” düşüncesine Muinar, “karıştırıyorsun, ben aklımdan geçirdim kuşları” (MU, 15) diyerek yanıt verir. Benzer bir durum da rüyaları aynı şekilde görmelerinde ortaya çıkar. Söz konusu ikircikli yapının aslında bir kişinin iç dünyasında olduğu yine Muinar’ın “Canım bir gecenin rüyası hem seni görmüş, hem beni görmüş, ayırmayıp bir tutmuş ikimizi…” (MU, 184) sözleriyle açıklık kazanır.

Çoğul kişilik yapısı içinde “kocakarı” Muinar yüzünün “Sharon Stone’la Nefretiti arası” olduğunu ifade eder. Güncel siyasi olayları, dünyada ve Türkiye’deki tüm gelişmeleri takip ederek onlara yönelik sözler eden Muinar, yaşından beklenmedik bir şekilde hız tutkunudur. Hız yarışları seyreder, haber bültenleri ve tartışma programlarını kaçırmaz ve izledikleri hakkında sürekli öfkeli yorumlar yapar. Ne var ki bunlar yüzeysel değerlendirmelerden öteye geçmez. Muinar,

“binlerce yıllık yaşamından süzdüğü deneyimlerine rağmen olaylara derinlemesine değil de gazetenin, televizyonun etkisinde kalarak yüzeysel baktığını ve televizyon tartışmacılarının komplo teorilerinden bolca etkilendiğini” (Celâl, 2009) düşündürtecek bir dünya görüşüne sahiptir. Binlerce yıllık tecrübesi ve gündemi takip etmesinden ötürü Tekin’in yarattığı roman kişisi, eleştirilecek birçok konu ve kişi bulur. Fakat çok sayıda sorunun tümünden söz etme arzusu içinde olan Muinar, hiçbirine derinlikli ve geniş ölçekli eleştiri getiremez. Bu nedenle sözleri ilençten ve küfürden öte bir anlam ifade etmez. Yazarın fikrinin taşıyıcısı olarak Elime’nin içinde uyanan Muinar ve Muinar’ın belleğinden romanın şimdisine taşınan kadınlar bölünmüş / çoğul kişiliği oluştururlar.

182 4.1.4. Otoriter Kişiler

Latife Tekin, Aşk İşaretleri ve Unutma Bahçesi’nde roman kişilerini peşinde sürükleyen erkekleri ana karakter olarak kurgulamıştır. Aşk İşaretleri’nde Cihan ve arkadaşlarının peşinden sürüklendikleri Nezir; Unutma Bahçesi’nde başta anlatıcı Tebessüm olmak üzere bahçenin diğer kişilerinin yaklaşmaya çalıştığı Şeref, kurdukları iktidarla çevrelerine hükmederler. Romanın yardımcı kişileri üzerinde iktidarını kuran başkişilerin erkek oluşu Latife Tekin’in bilinçli bir tercihidir.

Nitekim “kuvvetli bir erkek karakter çevresinde toplanmış müritler Latife Tekin’in diğer romanlarında da rastladığımız bir ilişki şekli olup, genelde yazarın kurduktan sonra bozduğu bir yapıdır” (Parla, 2010a). Nezir’in otorite olarak görülmesinin sebebi dile, sözcüklere hâkim oluşu, yoksulların mırıltısına karşılık çevresine üstten bakabilmesine olanak tanıyan bir dile sahip oluşudur. Fiziksel tasvirinin yapıldığı pasajlarda gizemli bir görünüm altında anlatılan Nezir, özne anlatıcının bakış açısıyla verilir:

Sırtında siyah eski bir palto. Elindeki plastik kutudan bir koku yayılıyor… tatlı, yapay bir koku. Hava saçlarının arasında inliyor. Umursamıyorum. Onda doğaüstü bir güç var. Ucuz bir araba kokusunu umutsuzca kapanmış güneşten, kükreyen rüzgârdan daha önemli kılabiliyor. (Aİ, 3).

Kendi iktidarının farkında olan Nezir, otoritesini sesi ve diliyle elde ettiğini çocuklara, “[h]issediyor musunuz kimim? Hayatı sahipsiz sanmayın. Sesimle gidip gelir.” (Aİ, 9) diyecek ve sözleriyle onları büyüleyecektir. Dile sahip oluşuyla da yoksulluk içinde yaşayan dört gence dışarıdan bakabilmekte, onları dilediği gibi sürüklemektedir. Otoritesinin kaybolma eğilimi gösterdiği zamanlarda çocuklara korkulu ve cinsel içerikli oyunlar oynayarak iktidarını tekrar güçlendirir. Kendilerini birey olarak göremeyen, dile sahip olmadıkları için de kolektif öznellikten kopamayan dört arkadaş için Nezir, gölgesine sığınılması gereken bir kahramandır.

Nezir’in çocukların iradesine hükmetmesinin sebebini yazar şöyle açıklar:

Nezir’le karşılaşmaları onlar için olağanüstü bir şey. Çünkü masalların, mırıltıların dışında bir ses duymadıkları o âlemde Nezir’in sesi onlar için çok çarpıcı. Nezir onlara dışarıdan bakan, hayata ve dünyaya dair ilginç şeyler söyleyen biri. Çocuklar daha ilk andan çarpılıyorlar ve Nezir onları adeta çalıyor (Avcı, 2008).

183 Anlatıcının Nezir’i yücelterek anlattığı bölümlerde fiziki görünümündeki eksikliklerin bile idealize edilerek yansıtılması dikkat çekicidir. “Astarı iplik iplik dökülen” bir ceketin içinde Nezir, çocuklar için mükemmelliğin simgesidir:

“Omuzlarının hareketi, astarı torbalanmış ceketinin savruluşuyla dengeleniyor.

Yürüdükçe hava açılıyor önünde. Ardından rüzgârlı bir kapanış. Nezir. Ansız gölgelerin macerası! […] Onu arkadaşımız sanmayalım!” (Aİ, 23). Yersizlik ve dilsizlik içinde savrulan dört arkadaşın sığındıkları mekân fizikî olarak Nezir’in mahzeni ama gerçekte onun dilidir. Nezir’in tahakkümünü kendileri için varlık sebebi sayan anlatıcı, “O olmasa, hayatın, rüyasında kendini yokluk içinde gördüğü yerde, adımızla yaşayıp ölecektik” (Aİ, 29) diye düşünür.

Unutma Bahçesi’nin kurucusu ve aynı zamanda sahibi olan Şeref ise Nezir’in aksine diliyle ve sesiyle değil, sessizliği ile çevresindekilere hükmeder. Unutmak için sessizlğin şart olduğunu düşünen ve bu nedenle kentten uzak, adeta soyut bir mekânda unutmaya çalışanları bir araya getiren Şeref, yukarıda sözü edilen erkek etrafında şekillenen şahıs kadrosunun merkezindeki kişidir. Romanın diğer karakterleri Şeref’le konuşmak, onun beğenisini kazanmak veya iç dünyasında kendine yer edinmek hevesindedirler. Şeref Nezir’den farklı olarak, Nezir’in gençleri peşinden sürüklemenin aksine, insanların kendisine yanaşmalarını istemez. Nezir’e göre daha çok içe dönük bir kişiliğe sahiptir. Bunu, unutma isteğinin dürtüsüyle tercih ettiği söylenebilir. Yine Nezir’in aksine Şeref sahip olduğu iktidardan memnun değildir. Çevresiyle sürekli gerilimli bir ilişki içinde olan Şeref, çatışmacı özelliklerini felsefi düzeyde içselleştirecek kadar uyumsuzdur. Otorite sahibi oluşuyla Nezir’e benzeyen Şeref, doğaya düşkünlüğü açısından ve suskunluğu arzulamasıyla da Ormanda Ölüm Yokmuş’un Emin’ini hatırlatır. Emin’le ortak yönlerinden biri de sessizliği, dinginliği tercih ederek unutmayı daha kolay başaracaklarına olan inançlarıdır. Emin ve Şeref’in konuşmaktan, sesten, kentten ve toplumdan uzak, kaçkın bireyler olarak kurgulanması, modernist romanın “anti-kahraman”ları olabileceklerini de hatırlatır.

Romanın başta anlatıcısı Tebessüm olmak üzere tüm kişileri Şeref’in takdirini kazanmanın, ilgisine mazhar olmanın peşindedir. Sözgelimi Tebessüm, “ölü güzel bir kelebek, ya da tuhaf çıkıntıları olan kabuklu bir böcek bulduğu(n)da Şeref’e vermek için” (UB, 49) saklar, Ferah bahçe için sürekli yeni fikirler üreterek Şeref’e

184 yaklaşmak ister. Bunlara karşın sürekli son sözü söyleyen Şeref’le kimse huzurlu bir ilişki kuramaz. Bu “tutumuyla, karşısındaki herkesi kendisine ilişen insan durumuna düşürdüğünün farkında” (UB, 50) olan Şeref, kendisinin muktedir görüntüsünün çevresindekilerden kaynaklı olduğunu anlatır:

Güçlüyüm senden çünkü. O kadar güçsüz olursanız ben de güçlü oluyorum, başka ne olmamı bekliyorsunuz… Bana ne yaptığınızın farkında değilsiniz ki. Güçsüzlüğünüzle beni güçlü adam haline getirdiniz burada, istemeye istemeye sizin güçlü köleniz haline geldim.

(UB, 136).

Şeref, kurduğu bahçeyle ve kurmayı düşündüğü adayla bir ütopist, insanlarla diyaloglarında çatışma yaşamasıyla, uyumsuzluğuyla absürd, toplumu “sakat tavırlı”

insanlar topluluğu olarak görmesi, sosyal yapıyı reddetmesiyle trajik yalnızlık içine düşmüş, varoluşçu endişeler taşıyan biridir. Varlıklı bir ailenin oğlu olan Şeref bahçeyi kurmadan önce nükleer bir santralde mühendislik yapmış, işten ayrılarak yıllarca motosikletiyle gezmiş, bir koyda yalnız yaşamış ve ömrü boyunca Sadık Bey dışında kimseyle arkadaş olamamıştır. Şeref’in kişiliği ile ilgili önemli bilgiler de hayattaki tek arkadaşının günlüğünde yer alan notlardan öğrenilir:

Küçüklüğünden beri yaşama isteksizliği gösterdi Şeref… Her şeye karşı beğenmezlik içinde oldu. Onun unutmak istediği, bütün bir dünya… Dünyayı sevmiyor…

İkimiz bir ada alabilirdik ama teklifimi geri çevirdi. […] Doğuştan insan tiksintisiyle dolu, bu hepimizde bir ölçüde var belki. Onun burnu bir tanrının burnu kadar hassas (UB, 218).

Kurduğu bahçeden dışarıya çıkamayan Şeref, topluluğa karışmak zorunda kaldığı zamanlarda kişilik bozuklukları gösterir. Toplumu yok sayan, insanlardan kopuk yaşayan ve içlerine girmek zorunda kalındığında ortaya çıkan davranış bozuklukları, Şeref’in sanayide kendisine çarpan birini dövmesi, araba kullanırkenki agresif tavırları ve insanları kovalaması biçiminde görülür.

Latife Tekin gerek Nezir’in gerekse Şeref’in etrafında şekillenen iktidarı her iki romanın sonunda yıkıma uğratılır. Aşk İşaretleri’nde dört gencin girişimleri otoriteyi sarsar fakat kesin sonuç vermez. Unutma Bahçesi’nde ise Şeref’in kişiliğindeki bozuklukları, gizemli halleri sevdiği için uzak durmasını, ulaşılmaz olmayı benlik inşasında kullandığı gibi gerçeklerin hem de ona en fazla yanaşmaya çalışan Ferah tarafından yüzüne söylenmesi, eril merkezli iktidarın yıkımına yönelik bir kadın müdahalesidir. Aşk İşaretleri’nde de romanın tek kadın karakteri ve

185 anlatıcısı Cihan’ın birey olma yolunda aldığı kararla erkek otoritesi bir kadının müdahalesiyle sarsılır.

4.1.5. “Pılık Pırtık Adamlar”

Latife Tekin, yoksulluğun manifestosu olarak kaleme aldığı Buzdan Kılıçlar’da yoksulları ve yoksulluğu toplumcu gerçekçi duyarlılıktan uzak bir anlayışla öne çıkarır. Murat Belge’nin ifadesiyle yoksulluk bilincinin ekonomik yoksulluktan daha kalıcı olabileceğini savunarak bunun bir zihniyet meselesi olduğu görüşünü ispatlar (2006: 244). Tekin’in romanında yoksulları ifade etmek için kullandığı “pılık pırtık adamlar” -Halilhan’ın hikâyesi şeklinde kişiselleştirilmiş gibi görünse de- ortak bir zihniyetin ürünü olarak paraya ve iktidara ulaşma çabasındaki tüm yoksullara karşılık gelir. Buzdan Kılıçlar’ın bireylik özelliği gösteremeyen ve yoksulları temsil etmek üzere işlevselleştirilen kişileri Halilhan ve arabası Volvo, arkadaşı Gogi, kardeşleri Mesut ve Hazmi ile eşlerinden oluşur. Roman büyük oranda bu kişiler etrafında gelişen olaylar üzerine kuruludur fakat bu insanların çevresinde bulunan, iş sahibi olmak için gidilen “yeraltı” kahvesinin müdavimleri de söz konusu güruh içinde değerlendirilebilir. Romanda statü sahibi ve sosyal yönleri güçlü birkaç kişinin varlığı görülse de yazar anlatmak istediği yoksulların dünyasını bozacak düzeyde güçlü bir anlatımla bu insanlara yer vermez.

“Pılık pırtık adamlar” romanda kader arsızı, güven vermeyen, kendilerine ait yaşama sahip olmayan ama yazarın taraf olduğu insanlardır. “Karın içinden çıkıp rüzgâr çekirgeleri gibi şehrin üstüne savrulan bu adamlar(ın) ruhları en iyi birbirleriyle tanışır ve anlaşırlar” (BK, 2). Sahibi olduğu elden düşme Volvo’yu kendisini iktidara ulaştıracak yegâne araç olarak gören ve amacı “Volvo’yla bütünleşmek” olan Halilhan, bu sayede uzaktan seyretmek zorunda kaldığı hayata girmenin düşünü kurmaktadır. Ayrı bir başlık altında incelenecek olan “araba”

olgusu, Halilhan’ın kişiliğinde yoksul düşlerini harekete geçiren önemli bir işleve sahiptir ve yazar arabayı romanın en önemli unsurlarından biri haline getirmiştir.

Halilhan ve çevresindeki birkaç kişi ile temsil edilen yoksulların sahip oldukları kolektif özellikler, romanın prelüdünde yer alan anlatıcının onların dünyasına ilişkin açıklamalarına yansır. Yoksul olmayanların asla öğrenemeyeceği sessiz işaretleri ve

186 gizli dilleriyle “yüzyıllardan beri durmamacasına mırıldanan” pılık pırtık adamlar şöyle anlatılır:

Ceplerinde yoksulluk bilgisi denen küstah bir kurbağa gezdirmiyor olsalar, hayatın kendilerine verilmediğini bile bile, başkalarının zalim dünyasında, ayakkabılarının uçlarına basarak sürekli bir korkuyla var olmayı göze alabilirler miydi? (BK, 2).

Kendilerine ait özel bir dille anlaşan ve kendilerine ait olmayan hayatları taklit eden bu insanların hayalleri, Halilhan’ın hayalleriyle temsil edilir. Yoksulluğun zihnî bir durum olduğu Halilhan’ın düşleri aktarılarak anlatılır. Halilhan’ın Volvo’su ve Gogi’nin bilgisiyle pılık pırtık adamlardan farklı görünmelerine rağmen bu durum ötekisi oldukları yaşamın taklidi olduğu için sahtedir. Sonuç itibariyle “pılık pırtık adamların” düşlerinde yer alan şaşaalı yaşama ulaşma emelleri kolektif öznenin temsilcisi olan Halilhan ve arkadaşı Gogi aracılığıyla ortaya konur.

Halilhan, kuzey hattındaki ülkelerde gecelerin gündüz gibi ışıltılı, aydınlık olduğundan, gökyüzünün ebruli yapısına, toprağın melankolik ruhlu olmasına kadar bir dizi hayal kurar. Bunlar temsil ettiği yoksulların tümünde görülebilecek türden zenginlik düşleridir. Latife Tekin’in sahibi olmadıkları dili taklit ederek yanlış kullanan insanlar olarak tekilleştirdiği Buzdan Kılıçlar’ın kişileri, Sevgili Arsız Ölüm ve Berci Kristin Çöp Masalları’ndakine benzer. Ortak duyarlılığa, reflekslere ve algılara sahip, cemaat kimliği taşıyan, birkaç bireysel ve sonuçsuz kalan girişim dışında kalıplaşmış tavırlar içinde olan ve dar bir alana sıkışmış bu kişiler, “seyircisi oldukları ve hep öyle kalacakları dünyaya hayret içinde bakarlar. Kendi adlarına dilsel düzlemde bile var olamayan bu adamlar, sadece boğaz tokluğuna çalışmak zorunda değiller, aynı zamanda korkak, kurnaz ve sefildirler” (Uğurlu, 2007: 491).

Buzdan Kılıçlar’ın “pılık pırtık adamlar” laytmotifiyle tabir edilen yoksulları arasında Halilhan’ın arabası, kadınlarla olan ilişkisi ve zenginlik düşleriyle kolektif yapıdan ayrı gibi görünür. Arkadaşı Gogi de teknoloji, uzay, politika, felsefe gibi alanlarda bilgi sahibi olsa da, özenilen hayatın oldukça uzağında durmaktadır. Her ikisinin de sahibi olduğunu “zannettikleri” birtakım özellikler, onların ekonomik aidiyetlerinden kurtulmalarına yarayacak nitelikte değildir. Halilhan ve Gogi gibi romanın tüm kişileri, birtakım kimlikleri taklit ederek ait oldukları tabakadan farklı görünme çabasındadırlar. Fakat ne Halilhan’ın otomobili, ne Gogi’nin bilgisi gerçekte onları yoksullardan farklı kılacak düzeyde sahici değildir. Nitekim romanın

187 sonunda pılık pırtık adamların yine uzaktan ışıklarını seyrettikleri bir yaşamın dışında kaldıkları görülür.

Belgede LATİFE TEKİN’İN ROMANCILIĞI (sayfa 188-198)