• Sonuç bulunamadı

İnsanların toplum hâlinde yaşamaları, dile gereksinimi doğurmaktadır. Eğer dil olmasaydı, insanların birbirleriyle anlaşabilmeleri ve toplum oluşturmaları mümkün olmazdı. Çünkü

13

insanı insan eden dil, toplumun temel taşlarındandır; ulusu ulus yapan ögelerin en önemlisidir; kültürün belkemiği sayılmaktadır. Dil, bir toplumsal-tarihsel birleşimdir; bir toplumun yaşayışı içinde hukuk, iktisat düzeni belirlenmiş kurallar ve geleneklerle karşılaştırılabilecek bir kurumdur. Bireyin bir milletin yaşam tarzı, inançları, gelenekleri ve nitelikleri üzerinde bilgisi yoksa, sadece dil bilimi inceleyerek bu dilin söz varlığı aracılığıyla bu konularda çok değerli bilgiler edinmeye fırsatı vardır. Örneğin, Köktürk yazıtlarında geçen hayvan adları, özellikle atla ilgili sözcüklerin sıklığı, Türklerin hayvancılıkla, at yetiştirmeyle olan ilişkisini, atın Türklerin yaşamındaki yerini gösteren ipuçlarıdır. Ayrıca bir dili konuşan toplumun yiyecek ve içeceğiyle ilgili sözcükler o toplumun beslenme düzenini göstermektedir. Bununla birlikte bir dilin yabancı etkiler açısından incelenmesiyle bu dili konuşan toplumun o süre içinde hangi kültür hareketlerine sahne olduğu, hangi dış etkiler altında kaldığı öğrenilmektedir. Örneğin, Tanzimat ya da 2. Dünya Savaşı dönemlerine ait yazılar veya sanat ürünü, bu dönemlerde Türklerin hangi dış etkiler altında bulunduğunu, hangi sorunların, hangi eğilimlerin toplumda canlı durumda olduğunu göstermektedir (Aksan, 2015, s.64:66). Kısacası bir milletin tarihi, kültürü veya bilimlerinden haberdar olmak için en kısa ve en güvenilir yol bu milletin konuştuğu dili öğrenmektir.

Aksan'dan aktaran Barın (2003)'ın belirttiği üzere ''Bir dilin söz varlığı, o dilin tarihine geniş ölçüde ışık tutmakta, yüzyıllar boyunca ortaya çıkan ses, biçim, söz dizimi ve anlam değişikliklerini yansıtmakta, hangi dillerin etkisiyle, ne türden değişimlerin gerçekleştiğini göstermektedir'' (s.311).

İnsan, çevreyle, doğayla ve farklı insanlarla devamlı bir şekilde etkileşim içinde olduğundan dolayı dil aracılığıyla sosyal, tarihî, dinî, siyasi, kültürel ve ekonomik alanlardaki binlerce yıllık birikimini, deneyimini yeni kuşaklara ve başka dillerde konuşup yazan insanlara aktarıp onlarınkilerden yararlanmaktadır (Akpınar, 2010, s.12).

Yabancı dil öğretimi, tarihin eski dönemlerine kadar uzanan bir bilim dalıdır. Eskiden beri toplumlar, din, siyaset, ticaret gibi çeşitli nedenlerden dolayı diğer toplumlarda konuşulan dilleri öğrenip kendi dillerini de öğretmeye çalışmaktadır. Dolayısıyla İngilizce, Fransızca ve

14

Almanca gibi diller, uzun yıllardır bazı toplumlara ya resmî dil ya da ikinci dil olarak öğretilmektedir (Albayrak, 2010, s.10).

Yabancı dil öğretiminin tarihi ile ilgili yapılan araştırmalar, M.Ö. 2225'te Akadların Sümer ülkesini ele geçirdikten sonra kendilerinden daha üstün bir uygarlığa sahip olan Sümerlerin dilini öğrendiğini ve bu şekilde insanlık tarihinde ilk kez yazılı ve sözlü yabancı dil öğretiminin başlamış olduğunu ortaya koymaktadır (Hengirmen'den aktaran Biçer, 2012, s. 107-108).

Ana dili dışında bir veya birden fazla dil bilen bireyin yeni insalarla tanışmaya, dolayısıyla yeni hayat deneyimlerine ve farklı kültürlere maruz kalmaya fırsatı olmaktadır. Geçmişten günümüze kadar ticaret yapmak, çeşitli bilim alanlarında yazılmış eserleri çevirmek ve diğer milletlerin medeniyetlerinden haberdar olmak gibi farklı nedenlerden dolayı yabancı dil öğrenmeye başvurulmaktadır. Durmuş (2013)'un belirttiği üzere ''Tarihsel süreçte temas hâlindeki toplumlarda birinin konuşurlarının diğerinin dilini öğrenme ihtiyacının, dil öğrenim ve öğretim uygulamalarını da biçimlendirdiği söylenebilir'' (s.41)

Bugünlerde yaşamın bütün alanlarında olduğu gibi eğitimde de hızlı gelişmeler görülmektedir. İnsanların küresel bir etkileşim çemberinin içinde bulunmaları en az bir yabancı dil öğrenme ihtiyacını doğurmaktadır (Kasapoğlu, 2013, s.2). İnan (2013)'ın belirttiği üzere ''Kişinin kendisini ana dilinin dışındaki dillerde de ifade edebilmesi bir ayrıcalık olmaktan çıkarak herkesin sahip olması gereken temel bir özellik hâline gelmiştir'' (s.10).

Bilgi çağını yaşayan dünyamızda eğitim bir güçtür. Dil, bu güce ulaşmanın en önemli aracıdır. İnsan, kendi dil becerilerini kullanarak bilimin bütün dalları hakkında bilgi sahibi olup hayat boyunca kendisini geliştirebilmektir. Yani dil öğrenmenin ilk aşaması sayılmaktadır. Ancak dil ve zihinsel becerileri gelişmiş olan insanlar aracılığıyla farklı alanlarda ülkenin kalkınması gerçekleşmektedir. Dil öğretiminde dille ilgili bilgi ve becerilerin öğrenicilere kazandırılması amaçlanmaktadır. Bunun için söz konusu amaç doğrultusunda uygun içerik, yöntem ve süreçler sıralanmaktadır. Bu süreçte dilin kullanım alanı dikkate alınmaktadır (Güneş, 2013, s.37).

15

Dil öğrenimi ve öğretimi ile ilgili şöyle bir gerçek vardır; çocuk yabancı bir dil öğrenmeden önce ana dilini iyi bir şekilde öğrenmesi, bu dille okuma ve yazma yeteneğini geliştirmesi, kavram ve anlamda derinleşmesi, bu dille şahsiyet ve bilinç kazanması gerekmektedir. Batı ülkelerinde bu konuyla ilgili yapılmış araştırmalarda da aynı sonuca ulaşılmaktadır (Demir, 2014, s.151). Uzun yıllardır bireyin yabancı dilde yaptığı söz dizimsel yanlışların kendi ana dilini eksik öğrenmesinden kaynaklı olduğu farzedilmektedir (Lado'dan aktaran Krashen, 2002, s.68).

Dil öğretimi, en geniş anlamda, öğretmen tarafından öğreniciye bilgi aktarılmasıdır. Öğretmenler, hedef dile dair bilgileri, o dili öğrenmek isteyen öğrenicilere iletmekten sorumlu kişilerdir. Öğretmen sadece tek yönlü bilgi ileten kişi değil, sınıf içi süreci yöneten, danışmanlık yapan, iletişim ve etkileşimin sağlayıcısı konumunda bulunan kişidir. Dil öğrenimi ise, canlı organizmalar üzerinde sürekli kapasite değişimine yol açıp, yalnızca biyolojik olgunlaşma ve yaşlanmaya bağlı olmayan herhangi bir süreç şeklinde tanımlanmaktadır. Öğrenmenin iki temel süreci vardır: Birincisi, öğrenici ile onun sosyal, kültürel veya fiziksel çevresi arasındaki dışsal ve etkileşimsel süreçtir, ikincisi ise gelişim ve edinimin içsel-psikolojik sürecidir (Durmuş,2013, s.20-21).

Dil ediniminde birey ve çevre sürekli etkileşimsel bir biçimde yüz yüzedir. Birey, algılayabilme, uyabilme ve yetenek gibi doğal nitelikleri işlenmemiş hâlde bünyesinde taşımaktadır (Kara, 2004, s.303).

Bazı kuramcılar edinim ve öğrenme terimlerini aynı anlamda kullanırken bazıları iki terim arasındaki farkı gözetmektedir. Buna göre öğrenmeyi, sıklıkla yabancı dil bağlamında sınıf içi öğrenmede olduğu gibi, dilin açık kurallarına yönelik çalışmayı ve kişinin performansını denetlemeyi içeren bilinçli bir süreç şeklinde; edinimi de, öğrenicinin dikkati biçimden ziyade anlamın üzerine olduğunda, anlaşılabilir girdiye maruz kalmayla sonuçlanan, kuralların içselleştirilmesindeki bilinç dışı süreç şeklinde, daha yaygın olarak da ikinci dil edinimi bağlamında kullanılmaktadır (Richards ve Schmidt'ten aktaran Durmuş, 2013, s.21).

Günümüzde anlama ve anlatma becerileri, çağdaş dil eğitimi çalışmalarının temelini oluşturmaktadır. Anlama (dinleme- okuma) ve anlatma (konuşma- yazma) çalışmaları, hem günlük hayatta hem de eğitim-öğretim sürecinde dilin doğru ve etkili kullanımını geliştirmeyi amaçlamaktadır (Temizyürek ve Balcı, 2015, s.2).

16