• Sonuç bulunamadı

Yaşam hakkı mutlak ve sınırsız bir hak değildir. Sözleşme’nin 2. maddesi bu hakka getirilebilecek sınırları da belirtmiştir. Belirtilen bu istisnalar dışında insan hayatına kasten son verilemez. Ayrıca Sözleşme’nin 15. maddesinin 2. fıkrası uyarınca savaş veya olağanüstü durumlarda dahi, devletler 2. maddeye aykırı önlemler alamaz. 2. maddenin öngördüğü istisnalar şu şekildedir:

1. Yasanın Öngördüğü Durumlarda Yetkili Mahkeme Tarafından Verilen Ölüm Cezasının Yerine Getirilmesi:

Sözleşme’nin 2. maddesinin 1. fıkrasına göre ölüm cezasının verilebilmesi için, işlenen suçun yasada karşılığının ölüm cezası olması ve bu cezanın yetkili mahkeme tarafından verilmesi gereklidir. Ancak 01.03.1985 tarihinde yürürlüğe giren İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetlerini Korumaya Dair Sözleşmeye Ek Ölüm Cezasının Kaldırılmasına Dair 6 No’lu Protokol’ün 1’inci maddesi ile ölüm cezası kaldırılmıştır ve hiç kimse bu cezaya çarptırılıp idam edilemez. 6 No’lu Protokolün 2. maddesine göre bir devlet, mevzuatında, savaş veya yakın savaş tehlikesi zamanında işlenmiş olan fiiller için ölüm cezası öngörebilir.

Avrupa Konseyi ölüm cezası konusunda bununla yetinmekle kalmamış ve bir adım daha ileri gitmiştir. 03.05.2002 tarihinde ise Vilnus’ta imzaya açılan ve 01.07.2003 tarihinde yürürlüğe giren “Her Durumda Ölüm Cezasının Kaldırılmasına İlişkin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Ek 13 No’lu Protokol ile 6 No’lu Protokol’ün öngördüğü istisnalar da kaldırılarak artık ölüm cezası tümden yasaklanmıştır. Gerçekten de 13 No’lu Protokol’ün 1’inci maddesine göre, “Ölüm cezası kaldırılmıştır. Hiç kimse ne böyle bir cezaya çarptırılabilir, ne de bu ceza infaz edilebilir.” Var olan istisnaları ortadan kaldıran 2’nci madde “istisnaların yasaklan-ması” başlığını taşımakta ve Sözleşme’nin 15’inci maddesi doğrultusunda iş bu protokol hükümlerine hiçbir istisna getirilemez” hükmüne yer verilmektedir. Aynı

şekilde Protokol’ün “çekince yasağı” başlıklı 3’üncü maddesine göre, Sözleşme’nin 57’nci maddesi doğrultusunda iş bu protokol hükümlerine hiçbir çekince konamaz.

(Tezcan vd., 2004: 39)

2. AİHS Madde 2’nin 2. Fıkrasında Sayılan İstisnalar:

2. maddenin 2. fıkrası şu şekildedir:

“Öldürme, aşağıdaki durumlardan birinde kuvvete başvurmanın mutlak suretle gerekli olduğu haller sonucunda meydana gelmişse, bu maddenin ihlali suretiyle yapılmış sayılmaz:

d. Bir kimsenin yasa dışı şiddete karşı korunması için,

e. Usulüne uygun olarak yakalamak veya usulüne uygun olarak tutuklu bulunan bir kişinin kaçmasını önlemek için,

f. Ayaklanma veya isyanın, yasaya uygun olarak bastırılması için”

AİHS madde 2/2 yaşam hakkının üç istisnasına yer vermektedir. Bunlar;

meşru müdafaa, yakalama ile kaçmanın önlenmesi ve ayaklanmanın bastırılmasıdır.

(Tezcan vd., 2004: 115) Yaşam hakkının ihlali niteliğinde sayılmayan bu hallerde devletin mutlak zorunlu (gerekli) olarak kullandığı güç sonucunda öldürme meydana gelmektedir. Burada yer alan istisnalar kişinin öldürülmesine değil, mutlak zorunluluk halinde güç kullanılmasına izin vermekte ve kullanılan güç sonucu istenmeden meydana gelen ölüm, yaşam hakkının ihlalini oluşturmamaktadır.

(Gomien vd., 1996: 94, aktaran Karakaş, 2000: 204) Yani bu istisnaların sistematik yorumu, burada kasıtlı öldürmeye olanak tanınmadığını göstermektedir. (Tezcan vd., 2004: 115) 2. maddede düzenlenen haller uyarınca güç kullanma mutlak olarak zorunlu olmalıdır. Olağanüstü hallerde dahi sınırlama getirilemeyen, meşru savaş fiilleri sonucu vuku bulan ölümler dışında, mutlak bir hak olan yaşam hakkına, mutlak zorunluluk dâhilinde yapılan müdahalelerin dar yorumlanması gerekmektedir. Bu bağlamda mutlak olarak zorunlu güç kullanımının denetimi daha katı kriterler uyarınca gerçekleştirilmektedir. Bir başka ifadeyle, 2. maddede yer alan mutlak zorunluluğun test edilmesi, Sözleşme’nin 8–11. maddeler arasında kullanılan demokratik bir toplumda zorunluluk kriterinden daha katı bir ölçü uyarınca söz konusu olmaktadır. Buna göre, zorlayıcı toplumsal ihtiyacın ötesinde mutlak bir

zorunluluk söz konusu olduğundan, devlet, yaşam hakkının mutlak niteliğine dokunmadan 2. fıkranın a, b ve c bentlerinde yer alan amaçlara sıkı sıkıya orantılı olarak güç kullanabilir. (Karakaş, 2000: 204)

2. maddenin 2. fıkrasının a bendinde belirtilen istisna, meşru müdafaa halidir.

Meşru müdafaa, bir kişinin kendisine veya üçüncü bir kişiye karşı meydana gelen haksız saldırıyı defetmek için sergilediği zorunlu tepkidir. Bir başka ifadeyle, kişinin kendisinin ya da bir başkasının hukuki varlığını, gerçekleşmekte olan hukuka aykırı bir saldırıya karşı mecburi savunmasıdır. (Meran, 2002: 558–559, aktaran Yıldız, 2004: 67) Buna göre bir kişi, kendisinin veya başkasının hayatına yönelik haksız ve devam etmekte olan bir saldırıyı defetmek zorunluluğu içinde güç kullanarak saldırganı öldürse, Sözleşme’ye aykırı davranmış olmaz. Ancak burada haksız saldırı hayata yönelik olmalıdır. Yani, mala yönelik haksız bir saldırıyı önlemek için saldırganın öldürülmesi, meşru müdafaa olarak değerlendirilemez. (Reisoğlu, 2001:

40) Ayrıca öldürme fiili, mutlak zorunluluğun söz konusu olduğu durumlarda, ölçülü ve saldırıyla orantılı olmalıdır. (Özbey, t.y.: 8)

2. maddenin 2. fıkrasının b bendinde belirtilen istisna, yasanın izin verdiği yakalamayı sağlamak veya yasal olarak el altında bulunan kişinin kaçmasını önlemek amacıdır. (Gölcüklü ve Gözübüyük, 2005: 164) Yasaya uygun olarak tutuklama yapılması veya yasaya uygun olarak tutuklu bulunan bir kişinin kaçmasının önlenmesi için, olayın özel niteliğine göre, kuvvete başvurma “mutlak zorunluluk”

haline gelmiş ve kuvvete başvurmanın sonucu olarak tutuklanmak istenen veya kaçmaya kalkışan kişi ölmüşse, Sözleşme’nin 2. maddesinde bu durum yaşam hakkının ihlali (çiğnenmesi) niteliğinde görülmemiş, hukuka aykırı bir davranış sayılmamıştır. Ancak, böyle bir durumda, ölüm olayının kabul edilebilir olması, olayın istisnai niteliği (örneğin tutuklanmak istenen veya kaçmaya kalkışan kişinin çok tehlikeli bir şahıs olması, işlenmiş olan suçun özel ağırlığı) dikkate alındığında, kuvvete başvurmanın kaçınılmaz olmasına ve kuvvete öldürme amacıyla başvurulmamış bulunmasına bağlıdır. (Reisoğlu, 2001: 40)

2. maddenin 2. fıkrasının c bendinde belirtilen son istisna ise, ayaklanma veya isyanın yasaya uygun olarak bastırılmasını önlemek amacıdır. Ayaklanma, çok sayıda kişinin büyük çapta şiddet kullandığı durumları ifade eder. (Tezcan vd., 2004:

116) Bir ayaklanma veya isyanın yasalara uygun olarak bastırılması, olayın özel ağırlığı, kişilere veya mala vereceği veya vermekte olduğu zararın büyüklüğü göz önünde bulundurulduğunda, “mutlak bir zorunluluk” olarak kuvvete başvurmasını gerektirmişse, kuvvete başvurma sonucunda ölüm olayının meydana gelmesi Sözleşme’nin 2. maddesinde öngörülen yaşam hakkının çiğnenmesi sayılmayacaktır, hukuka aykırı bir nitelik taşımayacaktır. Ayaklanmanın veya isyanın kuvvet kullanarak bastırılması için, devlet güçlerinin veya üçüncü kişilerin “meşru savunma” halinde bulunması gerekmez. Olayın görünürdeki özel ağırlığının kuvvet kullanmayı gerektirmesi yeterlidir. Ancak devlet, bir ayaklanmayı veya isyanı bastırırken, şartların haklı kılmadığı şiddetten özenle kaçınmalıdır. (Reisoğlu, 2001:

41)