• Sonuç bulunamadı

B. Özel Hayatın ve Aile Hayatının Korunması Hakkı (AİHS m. 8) Kapsamında

7. Aile Hayatının Korunması

AİHM, aile yaşamına saygı hakkı bakımından devletin pozitif yükümlülüğünü ilk olarak Marckx-Belçika (Başvuru no. 6833/74, 13 Haziran 1979) kararında formüle etmiştir. Marckx davasında Mahkeme, Belçika aile hukukunun evlilik dışı çocuklarla ilgili hükümlerinin AİHS’in 8. maddesinde düzenlenen aile hayatına saygı ile bağdaşıp bağdaşmadığını incelemiştir. AİHM, özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesini içeren 8. maddenin amacının, her ne kadar bireyi, kamu gücünün keyfi müdahalelerinden korumak olsa da söz konusu madde, devleti sadece müdahalelerden kaçınmaya zorlamakla yetinmemekte fakat bu tür negatif yükümlülüğün yanında, aile hayatına etkin bir şekilde saygı gösterilmesine sıkıca bağlı olan pozitif yükümlülüklerin de bulunduğunu dile getirmiştir. (Özdek, 2004:

223) Kararın 31. paragrafı şöyledir:

“…bu madde, bir devleti aile yaşamına sadece müdahale etmemeye zorlamakla kalmamaktadır; aile yaşamına ‘saygı’ kavramının içinde bazen pozitif yükümlülükler de bulunabilir. Bu demektir ki, evli olmayan anne ile çocuğu arasındaki ilişkiyi düzenleyen iç hukuk hükümleri, bu kişilerin normal bir aile gibi yaşamlarına olanak verecek şekilde, yani çocuğun doğumundan itibaren aileyle

bütünleşmesini sağlayacak biçimde düzenlemesi gerekir. Bu bağlamda devlet bu amacı gerçekleştirmek için çeşitli araçlar kullanabilir; ancak bu gereği yerine getirmeyen bir yasa hükmü, Sözleşme’nin 8(2). fıkrasına göre incelemeye geçilmeden, birinci fıkrasını ihlal eder. Bu nedenlerle Mahkeme, başvurucuların durumu Sözleşme’nin 8(1). fıkrasıyla ilgili görmüş ve bu fıkra altında incelemeye karar vermiş, bir başka deyişle evlilik dışı aileye de 8. maddenin uygulanabilir olduğu sonucuna varmıştır.”

Airey-İrlanda davasında, boşanmak isteyen başvurucuya İrlanda hukukunda kendisine açık olan hukuki yollarla ayrılma hakkı tanınmıştır. Başvurucunun düşük geliri ve söz konusu zamanda İrlanda’da adlî yardım sisteminin olmaması nedeniyle, başvurucu yasal prosedürün karmaşıklığını göz önünde bulundurarak kendini bir avukatın yardımı olmadan savunamayacağına inandığından en nihayetinde başvurusunu geri çekmek zorunda kalmıştır. Başvurucu, İrlanda’nın, aile hukuku sorunlarıyla ilgili olarak yargısal yollara ulaşma imkânı sağlamamış olması nedeniyle aile yaşamına saygı hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Mahkeme’ye göre olayda, İrlanda’nın başvurucunun aile yaşamına veya özel yaşamına ‘müdahale’

ettiği söylenemez. Ancak başvurucunun şikâyeti devletin tasarrufuna değil, tasarrufta bulunmamasına karşıdır. Sözleşme’nin 8. maddesi amacı asıl olarak kişileri kamu makamlarının keyfi müdahalelerine karşı korumak ise de, bu madde sadece devleti bu tür müdahalelerden kaçınmaya zorlamakla kalmaz; bu negatif yükümlülüğe ek olarak, aile yaşamına saygı hakkının etkili bir biçimde korunması, olumlu yükümlülükleri de içerebilir. Mahkeme’ye göre, etkili özel ve aile yaşamına saygı hakkı, İrlanda’nın, gerektiği takdirde herkesin başvurabileceği koruma araçlarına ulaşmasını sağlamasını gerektirir. Ancak başvurucu, Yüksek Mahkemeye başvurabilecek durumda olmadığından, bu yol başvurucu için etkili bir biçimde ulaşılabilir değildir. Başvurucu, eşinden fiilen ayrılığının hukuken tanınmasını sağlamak için başvuramamaktadır. Bu nedenle Mahkeme olayda, aile yaşamına saygı hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. (31–33. paragraf)

AİHM, Olsson (No. 2)-İsveç (Başvuru no. 13441/87, 27 Kasım 1992) davasında, çocukların zorunlu olarak idari makamların koruması altına alındığı ve koruma tedbirlerinin uygulandığı olaylarda, Sözleşme’nin 8. maddesinin anne babaya çocukla yeniden bir araya getirilmek için tedbirler alınmasını isteme hakkı

verdiğini ve ulusal makamlara da bu tür eylemlerde bulunma yükümlülüğü yüklediğini belirtmiştir. Mahkeme’ye göre bu prensip, annesi ölen çocuğun baba tarafından anneanne ve dede yanına bırakıldıktan bir süre sonra, babanın çocukla görüşmesine dair mahkeme kararına rağmen anneanne ve dedenin görüştürmediği olaylarda da geçerlidir. Mahkeme’ye göre ulusal makamların yeniden birleşmeyi kolaylaştırmak için tedbirler alma yükümlülüğü mutlak değildir; çünkü bir süredir başkalarıyla birlikte yaşayan çocuğun anne babasıyla yeniden bir araya gelmesi hemen mümkün olmayabilir ve bu yönde hazırlık tedbirlerinin alınması gerekebilir.

Burada belirleyici olan şey, ulusal makamların yeniden birleşmeyi kolaylaştırmak için olayın şartları içinde kendilerinden beklenebilecek bütün makul tedbirleri alıp almadıklarıdır. (Doğru, 2007)

Sophia Gudrun Hansen-Türkiye davasında (Başvuru no. 36141/97, 23 Eylül 2003) Mahkeme, İzlandalı annenin Türk babadan olma çocuklarının baba tarafından Türkiye getirilmesinden sonra ulusal mahkeme kararlarına rağmen kendisine gösterilmemesini ve bunun için ulusal makamların gerekirse zorlayıcı tedbirleri almamalarını Sözleşme’nin 8. maddesindeki pozitif yükümlülüğüne aykırı bulmuştur. (Doğru, 2007)

Sözleşme’ye taraf devletlerin aile bağlarını resmi olarak tanıma yükümlülüğü vardır. Buna göre, aile bağının varlığının kanıtlandığı durumda devlet, bu bağın geliştirilmesini sağlayan bir şekilde hareket etmelidir. Bu durum hukuki tanımayı gerektirmektedir. Çocuğun doğum anından itibaren veya bundan sonra mümkün olur olmaz ailesi ile bütünleştirilmesi lazımdır. Hukuki tanıma her şeyden önce mevzuat ile kurulmalıdır. Bununla birlikte, 8. maddenin gereklerini karşılayan bir yasanın kabul edilmesi tek başına yeterli değildir. Bu yasanın ayrıca uygun bir şekilde uygulanması ve ulusal mahkemeler tarafından uygun şekilde yorumlanması gerekmektedir. Bu bağlamda, içtihat aslında ulusal mahkemeler için ulusal yasayı Sözleşme uyarınca yorumlama yükümlülüğü getirmektedir. Fakat belirtilmelidir ki devletin Sözleşme sistemi uyarınca var olan sorumluluğu her dava için söz konusu olmayacaktır. Böyle olabilmesi için ulusal mahkemelerin açık bir yorumlama hatası yapmış olmaları, diğer bir deyişle sadece “ulusal mahkemelerin olguları veya iç hukuku değerlendirmesinin açık bir şekilde makul olmaması veya keyfî veya

Sözleşme’nin temel ilkeleri ile belirgin bir şekilde uyumsuz olması gerekmektedir.”

(Kombe, 2008: 42)

Sözleşme’nin 8. maddesi çerçevesinde ailelerin birleştirilmesi yükümlülüğü vardır. Fakat bu yükümlülük mutlak değildir. Mahkeme bu konudaki başvuruları mevcut olayların içinde bulunduğu şartlara göre değerlendirmektedir. Yabancıların yakınlarına katılma ve onlarla bir arada kalmak için 8. madde temelinde devletten topraklarına girme ve/veya topraklarında ikamet etme izni alma almaları konusu Mahkeme önüne gelmiştir. Mahkeme bu davalarda 8. maddenin aile birleşimine uygulanabilir kabul etmiş ancak çoğu kez statüleri ve genel menfaatlerini dikkate alarak bu kişilere uygulanan muamelenin bu maddeyi ihlal etmediği sonucuna varmıştır. Burada üstün gelen düşünce bu kişilerin yabancı olduğu ve birçok ilgili kararda vurgulandığı gibi devletin uluslararası hukuk uyarınca bu kategorideki kişiler ile ilgili olarak kendi topraklarına giriş üzerinde neredeyse mutlak bir kontrol haklarının bulunması ve kabul ve ikamet konularında takdir yetkisinin devlete ait olmasıdır. Daha somut ifadelerle, Avrupa Mahkemesi Sözleşme uyarınca devletin aile hayatının kendi toprakları dışında başka bir yerde yaşanmasının mümkün olmadığı durumlar dışında bu kişileri kabul etmesi ve bu kişilere yerleşme izni vermeye zorlanamayacağı görüşündedir. (Kombe, 2008: 43)

Fakat Şen-Hollanda (Başvuru no. 31465/96, 21 Aralık 2001) ve Tuquabo-tekle-Hollanda (Başvuru no. 60665/00, 1 Aralık 2005) adlı iki davada Mahkeme farklı bir sonuca varmıştır. Mahkeme iki davanın kendine has özelliklerini dikkate almış ve yabancının söz konusu devletin topraklarına kabul edilmesi ilgili kişinin aile hayatının gelişmesi için en uygun yol olduğu ve ulusal makamların böyle bir karar vermemekle 8. maddenin devlet için getirdiği pozitif yükümlüğün yerine getirilmediği sonucuna varmıştır. Burada Mahkeme’nin kaynağı ülkede yaşayan bir annenin alıcı ülkede bıraktığı çocuğuna daha sonra bu ülkede katılmak istemesi ile ilgilidir. (Kombe, 2008: 44)

Yabancılar ile ilgili yukarıdaki davalarda AİHM şu prensibi kabul etmiştir:

Çocuğun sadece doğumu ile ebeveynleriyle arasında sürekli bağları söz konusudur ve sadece istisnai durumlar bu bağları koparabilmelidir. Elbette bu durum hiçbir şekilde Sözleşme’nin ayrılma ve boşanmayı yasakladığı anlamına gelmemektedir.

Mahkeme basitçe ebeveyn/çocuk arasındaki ilişkilerin kopmasına neden olan bu tür olayları reddetmektedir. İlgili içtihat bu bağlamda devletler açısından pozitif yükümlülükler getirmiştir. (Kombe, 2008: 44)