• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: VERGĠ POLĠTĠKALARININ ĠKTĠSADĠ DÜġÜNCE OKULLARINDAKĠ YERĠNE ĠLĠġKĠN AÇIKLAMALAR OKULLARINDAKĠ YERĠNE ĠLĠġKĠN AÇIKLAMALAR

2.7. Arz Yönlü Ġktisat ve Vergi Politikaları

1929 Büyük Burhan‟ın ardından başlayan Keynesyen akım 1970‟li yıllara kadar görüş ve düşünceleri ile dönemin hâkim iktisadi akımı olmuştur. Bu tarihten itibaren ortaya çıkan petrol krizlerinin de etkisiyle başlayan durgunluk, enflasyon ve işsizlik gibi sorunların çözümünde etkisiz kalan Keynesyen akım yerini liberal görüşlere bırakmaya başlamıştır. Ekonominin talep yönüne ağırlık verilmesi ve yaşanılan sorunlarız arz şokları kaynaklı olması Keynesyen akımın sonunu hazırlamıştır. Bu akımın yerini bıraktığı liberal görüşlerden biri de Arz Yönlü İktisat akımı olmuştur. 1970‟li yılların ortalarında başlayan bu akım, ekonominin arz yönüne ağırlık vererek ekonomide görülen sorunların arz yetersizliğinden kaynaklandığını savunmuştur. Yüksek vergi

71

yükleri altında baskılanan üretimin, talebi karşılamada yetersiz kalması ekonomik sorunların temel kaynağı olarak ifade edilmiştir.

Arz yönlü iktisat, gelir üzerinden alınacak vergilerde yapılacak indirimler sayesinde ekonominin arz edenleri üzerindeki yükün hafifletilerek, sorunların çözüme kavuşacağını öngören bir iktisadi akımdır (Canbaz, 2012: 4). Bu akımın görüşlerinin ortaya koyulmasında ve kurucusu olarak ifade edilen iktisatçı Arthur Laffer‟dir. A. Laffer, piyasalarda ortaya çıkan problemlerin çözüm anahtarını, vergi indirimlerinde görmüştür. Vergi indirimleri sonucunda toplam piyasa üretiminin ve toplam vergi gelirlerinin yükseleceğini belirtmiştir. Bu görüşlerin dönemin diğer iktisatçıları P.C. Roberts, N. Ture, M. Evans, A. Reynolds ve B. Bartlett tarafından da kabul görmüştür. Arz Yönlü İktisat akımı, ekonomik sorunların çözümünü vergi politikalarında yapılacak indirimlerde gördüğünden literatürde “Arz Yönlü Vergi Politikası” olarak yer edinmiştir (Aktan, 2009:41).

Arz yönlü akımın temel felsefesinde yukarıda da ifade ettiğimiz gibi vergiler yer almaktadır. A. Laffer, vergi hasılatı ile vergi oranları arasındaki ilişkiyi derinlemesine inceleyerek, bu iki değişken arasında ters orantılı bir ilişki olduğunu ortaya koymuştur. Vergi oranlarının artması belirli bir noktadan sonra vergi hasılatının düşmesine neden olacak görüşünü ortaya koymuştur. Vergi oranları ile vergi gelirleri arasındaki ilişki 1371 yılında İbn-i Haldun tarafından “Mukaddime” adlı eserinde açıkça ortaya koyulmuştur. Dolayısıyla A. Laffer ‟in bu çalışmadan etkilendiği varsayımı ile vergi oranları-vergi hasılatı ilişkisine dair eğri “Haldun-Laffer Eğrisi” olarak literatürde yer almaktadır.

Arz Yönlü İktisat akımının vergi politikalarına ilişkin ifadelerini aşağıdaki gibi sıralayabiliriz (Şen, Sağbaş ve Keskin, 2007; Aktan, 2009; Aktan, 1991; Canbaz, 2012);  Gelir üzerinden alınan vergilerin, marjinal vergi oranlarının indirilmesi, vergi

gelirleri, üretim ve ekonomik büyüme üzerinde olumlu etki oluşturacaktır.  Stagflasyon, yüksek vergi oranlarının bir sonucudur. Vergi indirimleri ile

yatırımların teşviki sorunun çözüm anahtarıdır.

 Artan oranlı gelir vergisi, emek arzı üzerinde ikame etkisi oluşturmaktadır. Vergi indirimleri emek arzını nitelik ve nicelik bakımından arttıracaktır.

72

 Faiz, kâr payı ve sermaye kazançları şeklindeki yatırım gelirleri üzerindeki vergi oranlarının indirilmesi, yatırım ve tasarruf fonlarının artmasını sağlayacaktır.  Marjinal vergi oranlarının indirilmesi(arttırılması), göreli fiyatları

pozitif(negatif) yönde etkileyecektir.

 Arz yönlü akımda vergi indirimleri, gelir ve kurumlar vergisini kapsamaktadır. Bu vergilerde yapılacak indirimlerin etkileri farklılık göstermektedir.

 Vergi indirimlerinin etkin sonuç vermesi amacıyla amaçlara uygun para politikası ile birlikte uygulanmalıdır.

Temeli vergilere ilişkin indirim politikaları dayanan Arz Yönlü İktisat, M. Evans‟ın tabiriyle 3 ayaklı bir masa gibidir. Bu ayaklar gelir vergisi, kurumlar vergisi ve bütçe harcamaları indirimlerinden oluşur (Savaş, 2000: 964). Bu indirimlerin diğer bir ifade ile vergi politikalarının etkileri uzun vadede ortaya çıkacaktır. Arz Yönlü İktisatçılarda uzun vadeli görüşler ortaya koymuşlardır. Savundukları görüşler itibariyle gelişmiş ülkelere yönelik bir iktisadi sistem niteliği taşıyan bu akımın günümüz az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerinde kabul görmesi pek mümkün görünmemektedir. Arz yönlü akımının başarılı olabilmesinde devletin ekonomi içerindeki payının azaltılması, kamu harcamalarının azaltılması gibi faktörler etkilidir. Ancak kamu harcamalarının önem arz ettiği gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerde, devletin küçülmesi kısa vadede mümkün değildir. Dolayısıyla vergiler en temel gelir kaynağı niteliğindedir. Bu doğrultuda kamu harcamalarının finansmanı noktasında da vergiler ilk sırada gelmektedir. Bu sebeplerle, vergi indirim politikalarının uygulama alanı bulması çokta mümkün görünmemektedir.

2.8. Kamu Tercih YaklaĢımı ve Vergi Politikaları

James Buchanan ve Gordon Tullock öncülüğünde ortaya çıkan kamu tercih yaklaşımı, iktisadın politik analizini yapan bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımın ortaya çıkmasında İkinci Dünya Savaşı sonrası süreçte yaşanan gelişmeler etkili olmuştur. Literatürde “anayasal

iktisat” olarak ta bilinmektedir. 1986 yılında Nobel Ekonomi Ödülünü alan J.

Buchanan‟ın (1986) ifadesiyle Kamu Tercih Yaklaşımı, kolektif ya da piyasa dışı karar verme süreci alanında çalışmalar yapan bazı ekonomistlerin çeşitli araç ve metotları kullanarak geliştirdikleri bir alanı kapsayan yaklaşımdır. Bu yaklaşımdan geliştirilerek, 1970‟lerde ve sonrasında farklı bir araştırma sorusu ve ilgili politika söylemini tanımlamak ve sınıflandırmak için “anayasal iktisat” terimi ortaya koyulmuştur.

73

Anayasal iktisat hem karşıtlık hem de karşılaştırma yoluyla, ekonomik ve politik ajanların seçimlerini ve faaliyetlerini sınırlayan alternatif yasal-kurumsal anayasal kurallar grubunun çalışma özelliklerini, ekonomik ve politik sıradan seçimlerin hangi çerçeveyi tanımladığını açıklamaya çalışır (Buchanan, 1991: 134). Anayasal İktisat teorisinin temel varsayımı, devletin varlık ve yetkilerini vatandaşlarla uzlaşı sonucu elde ettiğidir. Diğer bir ifade ile devlet varlığı “toplumsal sözleşmeye” dayanmaktadır. Devlet vatandaşlar arası bir uzlaşma ile belirlenmiş suni bir yapıdır. Bu sebeple devlete verilmiş bütün yetkiler vergileme yetkisi de dâhil, vatandaşlar tarafından her zaman ve her ölçüde sınırlandırılabilir (Acar ve Bilir, 2013:89).

Kamu Tercih Teorisi, devletin piyasada başarısız olduğu tezini savunmaktadır. Devletin başarısızlığının nedenlerini olarak da ekonomi içerisinde büyümesi ve Keynesyen politikalar şeklinde ifade etmiştir. Buradan hareketle devletin yeniden tanımlanmasının ve küçültülmesinin gerekliliğinin altını çizmişlerdir. Kamu Tercih Yaklaşımın ortaya koyduğu soruna çözüm anayasal iktisatta aranmıştır (Şen ve Sağbaş, 2016: 104).

Kamu Tercih Teorinde vergi politikalarına yaklaşımını J. Buchanan‟ın şu ifadeleri ortaya koymaktadır. “Bir ülkede etkili bir vergi reformundan söz edebilmek için, vergi

sisteminin ancak anayasal bir çerçevede tartışılabilmesi gerekliliği bulunmaktadır. Bu, vergilemenin temel yapısının, vergi paylarının bireyler ve gruplar arasındaki dağılımının, bireylerin davranış ayarlamalarının sürekli kurallar ve tedbirler gibi tanımlanan yürürlükteki bir vergi yasasının parçası olarak düşünülmelidir” (Buchanan,

1978: 108). Kamu Tercih Teorisi‟nin ortaya koyduğu “mali anayasa” kamu harcamaları, vergiler ve borçlanma gibi mali alanlarda politikacıların oy maksimizasyonu amacıyla hareket etmelerini engellemek amacıyla bir zorunluluk olarak görülmüştür. Mali anayasa ile birlikte siyasi iktidarların vergilendirme yetkisinin bir ayrımcılık aracı olarak kullanmasının önüne geçilmektedir. Mali anayasanın diğer bir etkisi de borçlanma üzerinde olmaktadır. Politikacıların kendi siyasi çıkarlarını korumak amacıyla kamu harcamalarının finansmanında vergileme yerine borçlanmayı tercih ettikleri bir gerçektir. Gelecek nesillere büyük bir yük oluşturan borçlanma mali anayasa ile kontrol altına alınmaktadır. Kamu harcamaları ve vergiler yasalarla kontrol altına alındığında denk bütçenin sağlanması da daha rahat olacaktır (Sakal ve Şahin 2009:86). Kamu tercih teorisyenleri, vergileme konusunda 2 temel soruya cevap aramışlardır. Bunlar; i) vergileme yetkisi siyasi iktidar tarafından nasıl kullanılmalıdır?

74

ii) siyasi iktidarların bu yetkisi nasıl sınırlandırılabilir? Bu sorular bağlamında mali anayasanın nasıl olması gerektiğine ilişkin önerilerde bulunulmuşlardır. Bu öneriler çerçevesinde siyasi iktidarların, vergilerin konusu, oranları, bütçe büyüklüğü ve kanunları noktasında sınırlandırılmaları gerektiği belirtilmişlerdir (Savaş, 1993: 75-82). Mali anayasa günümüz ülkelerinin birçoğunda farklı yöntemlerle uygulanmaktadır. Bu yasalar açık, anlaşılır ve anayasal temellere dayandırıldığında başarı getirecektir. Kuralların uygulanmasında istikrarlı olunması, konjonktürel dalgalanmalara karşı esnekliği ve uyulmadığı taktirde yaptırımlarının olması başarı şansını arttıracaktır. Mali kurallar günümüz dinamik ekonomileri açısından önem arz etmektedir. Küresel piyasalar ve sürekli değişim gösteren dünya piyasaları maliye politikaları açısından, mali kuralları vazgeçilmez bir unsur haline getirmektedir.