• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: VERGĠ POLĠTĠKALARININ ĠKTĠSADĠ DÜġÜNCE OKULLARINDAKĠ YERĠNE ĠLĠġKĠN AÇIKLAMALAR OKULLARINDAKĠ YERĠNE ĠLĠġKĠN AÇIKLAMALAR

2.4. Neoklasikler ve Vergi Politikaları

Neoklasik düşünce sistemi, Klasik iktisattan farklı olarak, gerektiği alanlarda devlet müdahaleciliğinin olması gerektiğini savunan bir sistemdir. Günümüz iktisat sistemi ile örtüşen Neoklasik sistemin önemli temsilcileri arasında; A. Marshall, V. Pareto, L. Walras, W.F. Jevons, K. Wicksell, A.C. Pigou, E. Lindahl ve F.Y. Edgeworth gibi iktisat tarihinde yer edinmiş isimler bulunmaktadır. Her ne kadar iktisat ile eşanlamlı olarak kullanılsa dahi Neoklasik iktisadın ne anlama geldiği veya bu kavramın ne ifade ettiği konusunda ortak bir görüş söz konusu değildir. Bazı çalışmalarda Neoklasik

63

iktisat bazı düşünürler ve kavramlarla çerçevelendirilirken, bazı çalışmalarda da belirli tarihsel dönemlerle 1870-1930, 1840-1970 gibi sınırlandırılmaktadır. Çalışmaların ortak özelliği Neoklasik iktisada ilişkin kavramsal bir tanımlama yapılamamasıdır (Bilir,2018: 659).

Neoklasik iktisat ile özdeşleşen görüşler, günümüz iktisat sistemi ile örtüştüğünden güncel ekonomi bilimine hâkim düşünce sistemi olduğu yönünde fikir birliği vardır (Goodwin vd., 2014:146). Klasik iktisadın devamı olarak ifade edilen Neoklasikler, fikirleri ile onlardan ayrılmaktadırlar. Serbest piyasa ekonomisinin etkin kaynak dağılımı sağlamada yetersiz kalacağı ve bu sebeple başarısızlığın olduğu alanlarda devlet müdahalesinin gerekli olduğunu görüşleri, Klasiklerden tamamen farklıdır. Aynı zamanda sahip oldukları bazı temel özellikler ile yine farklılıkları ortaya koyulabilmektedir (Colander, 2000:134-135; Dequech, 2007: 280; Bresser-Pereira, 2012:3, Bilir, 2018: 665); i) metodolojik bireycilik anlayışları, ii) rasyonelliğe verdikleri önem ve kriter olarak fayda maksimizasyonu kullanmaları, iii) genel denge ve içsel büyüme teorilerine atfettikleri önem, iv) tam bilgili rasyonel davranan bireylerin optimizasyon davranışlarının dengeyi oluşturacağı analizi. Bu özellikleri ile Neoklasikler farklılıklarını ortaya koymuşlardır.

Neoklasik iktisatçılar, gerekli durumlarda devletin müdahaleci yaklaşımının olması gerektiğini “piyasa başarısızlık tezi” ile meşrulaştırmaktadırlar. Piyasa ekonomisinin kaynak dağılımında başarısız olduğu durumlarda devlet müdahalesinin gerekli olduğunu savunmuşlardır. Bu durumda Neoklasikler, devletin gerekliliğine vurgu yapmışlardır. Piyasa başarısızlığına neden olan faktörleri; kamusal mallar, dışsallıklar, eksik rekabet piyasaları, merit-demerit mallar, asimetrik bilgi ve marjinal maliyetin sıfır olduğu ekonomik faaliyetler şeklinde belirtmişlerdir. Belirtilen bu faktörlerin ekonomilerin gerçeği olduğuna vurgu yapan Neoklasikler, piyasanın bu sebeplerle kaynak dağılımında etkinliği sağlamada başarılı olamayacağını savunmuşlardır. Bu durumun dışında, gelir dağılımında adaleti tesis etme ya da ekonomik büyüme ve kalkınma amaçlı durumlarda devlerin müdahalesine karşı çıkmışlardır.

Neoklasikler, vergi ve vergi politikaları anlamında iktisat literatürüne geçen önemli hipotezler ortaya koymuşlardır. Devlet müdahaleciliğini, kaynak dağılımı ile meşrulaştırdıklarından vergi politikaları da bu yönde gelişmiştir. Neoklasiklerin kendi

64

isimleriyle anılan vergiye ilişkin önemli argümanlar arasında “Marshall Vergileri”, “Lindahl Vergisi”, “Ramsey Kuralı” ve “Pigoucu Vergiler” gibi önemli yaklaşımlar bulunmaktadır.

A. Marshall, vergiye ilişkin çalışmalarında toplumsal refaha etkisi üzerine yoğunlaşmıştır. Bu amaçla ―tüketici rantı‖ kavramını kullanmıştır. Vergilerin ekonomik etkilerinin, toplumda refah kaybı yönünde olduğunu belirterek, bu görüşünü ispatlamaya yönelik uygulamalı çalışmalar gerçekleştirmiştir. Refah kaybının olmasındaki etkenleri, tüketici rantında meydana gelen azalma ve aşırı vergi yükü olarak belirtmiştir. Bu hipotezi literatürde Marshall Vergileri olarak yerini almıştır (Şen ve Sağbaş, 2016: 90).

E. Lindahl, kamu mallarının düzeyini belirlemek ve gerekli finansmanı sağlamak üzere vergi yükünü bireyler arasında dağıtmak için demokrasilerde uyulması gereken prensipleri ve karar verme kurallarını ortaya koymaktadır (Savaşan, 2014:176). Lindahl modeli yine Neoklasik akımın öncülerinden olan K. Wicksell modelinin geliştirilmiş halidir. Her iki modelde de vergi mükelleflerinin kamu mallarına yönelik talep miktarlarını ve katılım paylarını (fiyatlarını) gönüllük esasına dayalı olarak açıklayarak ödedikleri varsayılır (Cooper, 1994: 448). Lindahl modeli, fayda maksimizasyonu hedefleyen iki grup varsayımına dayanmaktadır. Bu gruplar toplam kamu mallarının finansmanına birlikte katılmak durumundadırlar. Gruplardan birinin maliyete katlanma payı, diğerinin katılma payına göre belirlenmektedir. Kamusal malların finansmanında ya da katılma paylarında, marjinal fayda kuralının geçerli olması gerektiğini ifade etmiştir. Optimal düzeyde kamusal malın, marjinal faydasının ve fiyatının (vergisinin) eşitlendiğini belirtmiştir (Lindahl, 1958: 168). Bu vergileme önerileri literatürde Lindahl Fiyatı(vergisi) olarak yer almıştır.

F. Ramsey, devlet bütçesinin gelir hedefini gerçekleştirmesi ve bunu yaparken mal ve hizmetlerin farklı miktar ve oranlarda vergilendirilmesinin mümkün olması halinde aşırı vergi yükünün nasıl azaltılabileceğine ilişkin çalışmalar gerçekleştirmiştir. F. Ramsey, aynı vergi gelirini sağlayacak ama daha düşük vergi yüküne neden olabilecek tüketim vergisi sistemi için bir kural geliştirerek literatüre “Ramsey Kuralı” olarak kazandırmıştır. Aşırı vergi yükü, vergi nedeniyle bireylerin tüketim davranışlarını değiştirmeleri ve vergisi yüksek malları daha az tüketmeleri sonucu denge miktarında

65

ortaya çıkan azalmadan kaynaklanır. Malın miktarındaki azalma ise talep esnekliğine bağlıdır. Ramsey‟in kuralına göre, esnekliği yüksek malın üzerine salınan vergi oranı, esnekliği düşük mal üzerine salınan vergi oranından düşük olmalıdır. Esneklikle vergi oranı arasındaki ters orantıyı “ters esneklik kuralı” olarak isimlendirmiştir. Böylece malların denge miktarındaki azalma en aza indirilmiş olur. Bu kural, vergilerin etkinlik maliyetinin azaltılması hedefine uygunluk gösterirken, vergilerin adil olması hedefine aykırılık teşkil eder. Bilindiği gibi talep esnekliği düşük malların bir kısmı zorunlu tüketim mallarıdır. Lüks tüketim mallarının talep esnekliği ise daha yüksektir. Ramsey kuralı, zorunlu tüketim mallarının daha yüksek oranlarda vergilendirilmesini önerdiğinden düşük gelirliler için dezavantajlı bir durum oluşturacaktır. Ancak Ramsey kuralı, etkinlik hedefi gözetilmek istendiğinde yapılması gerekeni ortaya koyar. Vergilemede adalet hedefi bu kuralın ilgi alanına girmez (Savaşan, 2014: 358-359). Neoklasik akımın önemli temsilcilerinden A. Pigou, vergi politikalarına ilişkin literatüre önemli katkılar sunmuştur. Piyasa başarısızlıklarından olan dışsallıklar konusunda ve özelde de negatif dışsallıkların giderilmesi konusunda vergilerin önemli görevler üstlendiğini belirtmiştir. “Pigoucu Vergiler” olarak literatüre geçen vergilendirme görüşleri, günümüz maliye çalışmalarına konu olmaya devam etmektedir. Pigoucu vergi, negatif dışsallıkların içselleştirilmesini amaçlayan düzeltici bir vergidir. Maktu veya advalorem (değer üzerinden) şeklinde uygulanabilen bu verginin temel özelliği, negatif dışsallığa konu olan malın özel maliyetini sosyal maliyetine eşitlemesidir. Bu vergiler, bireylerin veya firmaların faaliyetlerinin gerçek sosyal maliyetlerinin ortaya çıkarılmasına olanak sağlar. A. Pigou ayrıca artan oranlı vergileme sisteminin, gelir dağılımında adaletin tesisi ve bireysel refah artışı için gerekli olduğunu belirtmiştir. Devletin, gelir dağılımını adaletli hale getirebilmesi için birincil gelir dağılımına vergiler ile müdahale ederek gelirin yeniden dağılmasını sağlayabileceğine dikkat çekmiştir (Pigou, 2013).

Neoklasik iktisadın günümüz iktisat sisteminin dayanağı olduğu görüşleri, vergi politikaları üzerinden de desteklenebilir. Özellikle A. Pigou‟nun negatif dışsallıkları içselleştirmek amacıyla önerdiği vergiler, günümüz çevre vergileri ile özdeşleşmektedir. Öte yandan artan oranlı gelir vergisi önerisi ve gelir dağılımında adaletin tesisi için vergilere atfettiği önem günümüz vergi politikaları içinde geçerliliğini korumaktadır.

66

Genel olarak kaynak dağılımı ve toplumsal refah olgularında, vergilere yükledikleri misyonlar günümüz politikacıları için yol gösterici unsurlar olmuştur.