• Sonuç bulunamadı

Yönetim Üzerine İki İnceleme ve Modern Devlet Kuramı

XVII. yüzyıl İngilteresi sıklıkla mezhep kavgalarına, parlamento ve kral arasında yaşanan çekişmelere sahne olmuştur. İngiltere’nin son Katolik hükümdarı II. James, 1685’de tahta geçerek hükümdarın iktidarını sınırlandırma çabası içerisindeki parlamentoyu dağıtmış, Katolikliği halka zorla kabul ettirmeye çalışmıştır. Halkın başlattığı ayaklanma 1688 Devrimi’ne dönüşmüş, devrimin ardından parlamento kralın vesayetinden kurtulmuştur. Parlamento tarafından görevinden alınan II. James, 1689’da kuzeni XIV. Louis’nin yanına, Fransa’ya sığınmıştır. II. James yerine geçen Orange valisi William, ilk olarak Haklar Bildirisi’ni (Bill of Rights) kabul ederek yasa yapma yetkisinin parlamentonun

elinde olduğunu, üye seçiminin serbest biçimde gerçekleşeceğini kabul etmiştir184. Locke ise 1689’da sürgünden dönmüş ve 1690’da siyasi metin Yönetim Üzerine İki İnceleme’yi adını gizli tutarak yayınlatmıştır. Locke’un bu eserinin 1688 Devrimi’nden önce mi yoksa sonra mı yazdığı tartışılmış olsa da, bugün genel olarak Laslett’in, eserin devrimden önce yazıldığı görüşü genel kabul görmektedir. Bu görüş, eserin olağan bir durumu meşrulaştırma çabası olup bir devrim kitapçığına indirgenmesinin mümkün olmadığını, Locke’un bu devrimi öngörecek biçimde metnini kaleme aldığını söylemektir185. Bu tartışma bile Locke’un eserinin kendi dönemine ne kadar bağlı olduğunu gösterir. Ancak sadece tarihsel bağlılıkları nedeniyle bir siyasi metni eleştirmek de anlamsız olabilir. Copleston, Locke’u bu biçimde eleştirenlere, her devlet kuramı çalışmasının ister istemez kendi dönemi içerisinde kalmak durumunda olduğunu hatırlatır186. Kaldı ki tarihsel somut verilerden yola çıkmak ve sadece akıl yürütmeye dayanmamak, ampirist bir yöntemle uyumlu da görülebilir. Ancak Locke ideal bir düzenin peşinde devlet mekanizmasını bir kurguda, sözleşme düşüncesinde temellendirecektir ve bu bağlamda rasyonel bir tutum sergileyecektir. Touchard, Yönetim Üzerine İki İnceleme’de savunulan tezin Locke’dan önce savunulmamış bir tez olmadığını, ancak metnin tam da yayımlanması gereken zamanda yayımlanarak günün düşüncelerine tercüman olduğunu yazacaktır; bu bağlamda 1688 Devrimini öngören bu metnin, gelişen burjuvazinin arzularını dile getirdiği söylenebilir187. Locke ise Yönetim Üzerine

İki İnceleme’ye dönemin dışında bir evrensellik öngörecek ve eserini Aristoteles’in Politika’sının (Politeia) hemen yanına yerleştirecektir188.

İki bölümden oluşan eserin birinci bölümü, I. Charles tarafından “Sir” unvanı verilmiş Robert Filmer’in Patriarcha eserinde ortaya koyduğu kuramın çürütülmesine ayrılır. Filmer, kuramında siyasi iktidarın kaynağını Adem’in özel

184Göze, s.428.

185Laslett, s.20; Hünler, s.60. 186Copleston, s.105.

187Göze, s.169, dipnot 233’de bulunan Touchard, Histoire des Idées politiques, Paris 1970, cilt 2,

s.373.

mülkiyetinde ve babalık hakkında bulur. Locke’un modern kuramını sunmadan önce bu pre-modern meşruiyet bağını kesmesi gerekir. Driver, Locke’un birinci incelemesinin geçmişle hesaplaşırken, ikincisinin geleceğe baktığını belirtir189. Bu bağlamda ilk metin modern düşüncenin Ortaçağ zihniyeti ile hesaplaşması olarak okunabilir. Geçmiş dönemlerinde Filmer’a saygı duymuş olduğu düşünülürse, Locke’un kendisiyle de hesaplaştığı düşünülebilir. Filmer, kuramını oluştururken kutsal kitaptan yola çıkmışsa önermelerin yine aynı kaynaktan çürütülmesi gerekir. İkinci incelemede ise Locke’un kutsal kitaba başvurmadan teolojiden bağımsız bir düşünsel yapı kurduğu kabul edilirse de, Harris’in belirttiği biçimde, seküler bir devlet mekanizmasının teolojik terimlerle sunulmuş olduğunu kabul etmek gerekir190. Öncelikle Locke’un ikinci incelemede sunmuş olduğu kuramdan kısaca bahsedebilir ve Locke’un tabii hukuk kuramları içerisindeki yerini tespit etmeye çalışabiliriz.

İlk sorumuz: Egemenlik, Filmer’in iddia ettiği gibi ilk kral olarak addedilen Adem’den kaynaklı kalıtsal, tanrısal, değiştirilemez, mutlak ve sınırsız bir “haktan” gelmeyecekse, meşruiyet ilişkisi nasıl kurulabilir? Locke düşüncesi öncelikle pre-modern meşruiyet bağını kesecek, ikinci incelemede meşruiyeti sözleşme kurgusunda bulacaktır. Bir tabii hal kurgusu içerisinde eşit bireyler sözleşmeye verdikleri rızalarıyla sivil toplumu ya da devleti kurar. Toplumsal sözleşme düşüncesi ile modern bir kavram olan “ulus” devreye sokulur ve egemenlik bu kavramın üzerine inşa edilir: “Egemenlik varlığını doğrudan doğruya sözleşenlerin yaptığı toplumsal sözleşmeye borçludur”191. Siyasi iktidarın kaynağını Tanrıda bulan Filmer’in karşısında, Hobbes ve Locke konuyu dünyevi düzlemde temellendiren iki modern ulus-devlet kuramcısıdır. Bu bağlamda Locke’u Hobbes’un tamamen karşısında kuran bir okuma ikinci incelemenin de aslında Hobbes’un reddedilişi olduğunu ileri sürse de, Laslett’in de belirtmiş olduğu üzere ortaya konulan düşüncenin Hobbes’u hedef aldığının düşünülmesi

189Hünler, s.60. 190Harris, s.192.

bir hata olacaktır192. Locke’un pre-modern bir anlayışa saldırıları Hobbes’ın kuramına uğramaz. İki düşünür arasında kurulabilecek benzerlikler de aslında hiç de şaşırtıcı olmayacaktır; zira söz konusu olan iki modern devlet düşüncesidir ve ister istemez söylenen sözler birbirine benzeyecektir. Ancak Leviathan modernitenin belki de ilk sorununu açık bir biçimde göstermişse, Locke’un çabası bu sorunun giderilmesi üzerinde ilerler: Siyasi iktidarın sınırları nereye kadar uzanabilir? Bu noktada Locke, Hobbes’dan ayrıldığı oranda “liberal devlet” modelini imleyecektir.

Locke’un mutlakiyete karşı çıkışı Filmer’i hedef gösterse de, ister istemez Hobbes’un kuramını da karşısına alır. Ancak yine de Laslett’in belirttiği hataya düşmemek, Hobbes’u Filmer’a indirgememek gerekir. Locke’un mutlakiyetten (absolutism) ne anladığını, sözcüğün dönemi içerisindeki günlük kullanımından anlamaya çalışabiliriz. Mutlakiyet sözcüğü ile karşılanan; hiçbir insani güce bağımlı olmamak, bu bağlamda hesap verebilir olmamaktır. Sözcük I. Charles’in ifadesinde anlam kazanır: “Hükümdar, eylemleri yüzünden kimseye hesap veremez”; “Tanrıdan başka” diye ekleyerek193… Otoriter bir devlet modeline karşı devleti sınırlandırma çabasında olan bir kuramın devletin öncesine yerleşen tabii hal kurgusu; homo homini lupus biçiminde düşünülmeyecektir. Locke’un tabii hali bir özgürlük hali olmakla birlikte, herkesin dilediğini yapabilmesi anlamında bir özgürlük de değildir. Özgürlüğün yeni tanımında, insanlar ancak bir yasaya uydukları ölçüde özgürdür. Pozitif yasa düşünüldüğünde, devletli toplum içerisinde özgürlükten, ancak hakların ödevlerle dengelenmesi noktasında bahsedilebilir. Tabii halde de, insanlar akıl sayesinde tabii hakların yanında ödevlerini bilerek barış durumunda yaşayabilir. Özgürlüğün Locke için diğer anlamı, insanların bir başkasının hâkimiyetinde olmamalarıdır. Tabii halde insanlar başkasının iradesi altında değillerse ve barış içerisinde yaşayabilirlerse, devletli toplumun da böyle olması gerekir: “Kimse durumunu kötüleştirmek için değiştirmek istemez.” Dünyevi yöneticinin bu anlamda bir iradesi olamayacağına göre, mutlak monarşi bir yönetim biçimi olarak görülmez. Ancak öte yandan

192Laslett, s.67. 193Harris, s.194.

devlet bir çare olarak düşünüldüğünde, bu tabii hal kurgusu değişmeye başlayacaktır. Locke’un kuramsal hali gerçekten de özgürlük hali olmaktan uzaklaşır, insanların çıkarlarının peşinden gittiği, tabii yasayı ya da ödevlerini takip etmedikleri bir hale dönüşür. “Gizli kalmış bir yasa” ifadesi ile tabii yasanın işlevsizliğinin belirtilmesinden, gerçek anlamda bir yasanın söz konusu olmadığı düşünülebilir. Çünkü Locke için en başta mülkiyet kavramı içerisinde ele alınan tabii vazgeçilmez haklar, insanların aşırılıkları karşısında ancak modern devlet yapılanması içerisinde güvence altına alınabilir.