• Sonuç bulunamadı

Leviathan ile ulus-devlet olarak adlandırabileceğimiz yapılanmanın kökeni Tanrısal değil; insanidir. Hobbes’un tabii halinde insanlar eşit olup güvenlikten yoksundur. Bireyden hareket eden Hobbes’un kuramında güvenlik amacıyla tek taraflı bir sözleşmeye insanlar rızalarını verir ve insanların bu rızasından dünyevi yönetici meşruiyeti alır. Meşruiyet ilişkisi egemenlik olup Locke’un özdeşleştirdiği biçimde egemenlik, yasa yapmayı ifade eder. Meşruiyeti sözleşme düşüncesinde bulan bir kuram, bu bağlamda pozitivisttir. Moderniteyle pozitivizme atlandığı kabul edilirse, tabii hukuk kuramlarının geleneksel olandan nasıl ayrıştığını ve modernite içerisinde nasıl anlam kazandıklarını görmek gerekebilir. Sokrates, Platon, Aristoteles ve Hıristiyan düşünürlerin çizdiği tabii hukuk kuramları skolâstik tabii hukuk içinde kalırlar. Teolojinin kaynağı olarak izlenen tabii yasa kavramına başvuran geleneksel yaklaşımların aksine XVII. yüzyıla geçildiğinde, tabii hukuk yaklaşımlarının teolojiden bağımsızlaşma çabası içerisinde olduğunu görürüz194. Kırılma Aquinolu Thomas ile başlayıp Grotius ile

devam edecektir. Grotius’un iyinin Tanrı buyurduğu için iyi olmadığını ve tanrısallığın dışında iyiyi belirten kuralın tek başına durabileceğini söylemesi; tabii hukukun rasyonelleşmesi, Tanrıdan bağımsız bir tabii hukukun düşünülmesidir. XVII. yüzyılda Tanrının rolünün ortadan kaldırılmaya çalışılması, aklı inançtan bağımsızlaştırma amacındaki rasyonel çabayla örtüşür.

Öte yandan bu yaklaşım, başta Protestan-Katolik karşıtlığına bir çözüm olarak düşünülmüş de olabilir. Bu nedenle dinden bağımsız olacak ve mezhep savaşlarının üstüne yerleşecek rasyonel bir tabii hukukun oluşumu, belki de ilk defa uluslararası hukuktan söz edebilmenin de koşullarının yaratılması, modern düşüncenin doğuşu ile olacaktır. Locke’un Tabii Yasa Üzerine Denemeler ile Yönetim Üzerine İki İnceleme’si birlikte okunacaksa, iradeci bir yaklaşımın rasyonel bir çabayla uzlaştırma çabası onu Suârez düşüncesine yaklaştırabilir. Bix’e göre Suârez de çelişkili biçimde eylemlerin özünde iyi ve kötü olduğunu, ancak Tanrı istediği için iyiyi yerine getirmemiz gerektiğini savunmaktadır195. Öte yandan bu uzlaştırma çabası Tanrının her daim işlevsel bir temel olmasından da kaynaklanabilir. Hak ve ödevlerin temeli, Tanrı imgesinden bağımsız bir şekilde nasıl düşünülebilir? Böyle bir çabanın güçlükleri açıktır. Ancak Tabii Yasa Üzerine Denemeler’i bir kenara koyarak Locke’u olgunluk eserleri doğrultusunda okuyacak olursak, Locke’un temelini Tanrısallıkta bulan iradeci bir tabii hukuk düşüncesinden koptuğu ve Yönetim Üzerine İki İnceleme’ye gelirken düşüncesinin rasyonelleştiğini kabul etmek gerekir. Bu bağlamda Locke, Pufendorf, Grotius gibi isimlerle modern tabii hukuk düşüncesi içerisinde yer alacaktır. Schneewind de, Locke’un kendisini Aquinolu Thomas’tan ayırıp kendi yüzyılında Grotius ile gelişmeye başlayan tabii hukuk geleneği içerisine yerleştirdiğini belirtir196. Bu tabii hukuk geleneğinde de sözleşme düşüncesinin devreye sokulduğu görülmektedir. Rasyonalist ya da modern tabii hukuk yaklaşımlarında, tabii hukuk ile pozitif hukuk arasına aklın yerleştirildiği söylenebilir. Bu anlamda tabii hukukun rasyonelleşmesi, onun bir ölçüde pozitifleşmesidir197. Locke meşruiyet ilişkisini sözleşme düşüncesinde bulacak, tabii yasa kavramı dünyevi düzlemde modern kavram ulusun yaratıcısı olacağı bir yasanın gerekliliğine işaret edecektir. Amaç, sözleşmenin meşrulaştırılması ise tabii yasa kavramı bu amaca hizmet eder. Ancak modernitenin iradi pozitivist çerçevesini kırmak için yine etik gerekir ve modern tabii hukuk kuramları bu etiği yasa değil, tabii hak kavramı üzerinden

195Brian H. Bix, “Doğal Hukuk: Modern Gelenek” (çev. Ertuğrul Uzun), Dokuz Eylül Üniversitesi

Hukuk Fakültesi Dergisi, cilt 6, sayı 2, 2004, 291-343, s.299.

196Schneewind, s.209-210.

197Cemal Bâli Akal, Varolma Direnci ve Özerklik, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, Ekim 2005,

temellendirir. Her insan, “İnsan Tabiatı” gereği evrensel ve ortak haklara sahiptir ve pozitif düzlemde bu haklarla donatılmış şekilde yer alır. Zuckert, geleneksel tabii hukuk kuramlarının ödev tartışması içerisinde kaldığını, modern tabii hukuk yaklaşımlarının ve Locke’un düşüncesinin ise haklar ve özgürlükler tartışmasına yöneldiğini belirtir198. D’Entreves’e göre de, modern hukuk kuramlarının ilgi alanı, öncelikle özgürlüklerin ve hakların savunulmasına ilişkindir199. Pozitivizmi yumuşatmak ve siyasi iktidarı sınırlandırmak için Locke’un ahlak kuramı, tabii hak üzerinden temellenir. Öncelikle bu tabii hakların korunması devletin kurulum amacı olurken, modern devlet yine bu vazgeçilmez haklar tarafından sınırlandırılmaktadır. Yasama, yürütme güçleri bile kaynağını bir ödevde değil, insanın tabiattan gelen bir hakkında, cezalandırma hakkında bulur. Öte yandan bu hak modeli, liberal çabayla da özdeşleşir. Negatif özgürlük, bireysellik, piyasa ekonomisi ve sınırlı devlet ilkeleri ile özdeşleşen bir liberalizm, devleti bir amaca indirgeme çabasında yönetimi bireylerin hakları ve amaçları ile sınırlamaya çabalayacak ve “hukukla yasanın arasını açtığı”200gözlenecektir. Bu nedenlerden

ötürü Locke’un Yönetim Üzerine İki İnceleme adlı çalışması içerisinde bir “tabii hak kuramından” bahsedilebilir. “Burada tabii yasanın özelliklerine ya da onun cezalandırma ölçütlerine girmek, şimdilik amacımızın dışındadır”201. Locke’un merkezden yasa kavramını çıkardığı ve yerine hak kavramını geçirdiği düşünülebilir.