• Sonuç bulunamadı

Tabii Haklarla Donatılan “Birey” Kavramı ve Modern Bireycilik

Peki, tabii haklar üzerine ne söylenebilir? Kavrama ilişkin ayrıntılı bir incelemeye gidilmemiştir. Locke için önemli olan da hakların ne olduğundan ziyade, bu haklara herkesin eşit biçimde sahip olduğudur254. Yönetim Üzerine İki

İnceleme’de öncelikle insanın tabii halde sahip olduğu iki hak ya da güçten bahsedilir. Bunlardan birincisi insanın kendini koruması ve aklın öngördüğü biçimde tüm insanlığın korunması için uygun gördüğü şeyi yapmasına ilişkin hakkıdır. Locke’un mülkiyet hakkını, kendini koruma ile özdeşleştirdiğine

253Ibid., II.69, s.331. 254Simmons, s.79.

değinmiştik; bu bağlamda mülkiyet hakkı da bu hak içerisine yerleşecektir. İkincisi ise cezalandırma hakkıdır. Başka bir önermede ise Locke doğuştan haklardan söz eder: Her insan, iki hakla donatılmış bir biçimde dünyaya gelir. Bunlardan ilki, insanın kendi kişiliği üzerindeki hakkıdır (a right to freedom to his person) ve bu hak üzerinde başka birinin hâkimiyetinden söz edilemez. Mülkiyet ile özdeşleşen bu hakkın yanında insanlar doğuştan bir miras hakkına sahiptir255. Simmons, Hart’ın özel ve genel haklar ayrımından yürüyerek tabii hakları üç kategoriye ayırır. Locke’un hak kuramında kendini koruma hakkı bir genel haktır. İkinci kategoride özel ilişkilerden kaynaklanan özel haklar gelir. Aslında genel haklar içine yerleşebilecek mülkiyet hakları, Simmons’un kategorilendirmesinde cezalandırma hakkı, köle üzerindeki despotik hak, anne-babanın çocuğu üzerindeki hakları ile ikinci kategoriye yerleşir. Yine özel bir ilişki ile söz konusu olabilen ancak kişinin rızası ile kurulabilen üçüncü hak kategorisine ise ekonomik haklar, sivil haklar, karı-koca ilişkisinden doğan haklar yerleşir. Bu hakların kaynağı insanların iradi işlemleridir256. Ancak hakların kategorilendirilmesinden

daha önemli olabilecek bir konu, hakların sahibi olarak insanın ne olduğunu sormak ve bu bağlamda Locke’un hakları temellendirdiği birey kavramını görmektir.

Yönetim Üzerine İki İnceleme’nin birinci bölümünde Locke, hakları mutluluk arzusu üzerinden temellendirmektedir. Bu arzu doğuştan olup, kendini koruma hakkını ya da mülkiyet hakkını tabii kılar. İnsan tabii zorunluluğu nedeniyle mutluluğa eğilim gösterir ve mutsuzluktan kaçar. Öncelikle de mutsuzluğun yarattığı tedirginlikleri bertaraf etmek ister. Ancak irade, çeşitli tedirginliklerle sarılıdır. Özgürlük ise iradeden ayrılıp zihinsel bir işlem olmaktan öte bir güç olarak tanımlanmış ve somut biçimde eyleyenlerde olduğu kabul edilmiştir. Anlama yetisinin geliştirilmesi ise bir özgürleşme olup insan tabiatının mükemmelliği olarak tanımlanır. Yönetim Üzerine İki İnceleme’de Locke, hakkı aynı zamanda güçle ya da özgürlükle özdeş kullanır; bu bağlamda örneğin, tabii

255Locke, Two Treaties of Government, II.128-190-123-173, s.370, 411, 368, 401.

256Simmons, s.85, 87-89, dipnot 51’de bulunan H. L. A. Hart, “Are There any Natural Rights?”,

halde herkesin sahip olduğu cezalandırma bir güç ya da bir hak olarak karşımıza çıkmaktadır. Locke’un hakkı güçle özdeşleştirmesi Spinoza’yı takip ettiğini düşündürtebilir. Bu noktada iki düşünür arasında bir fark görmeyen Klever, hak kavramından ilerleyerek Locke’un tabii hakların toplum içerisinde son bulmadığını belirtirken, Spinoza’yı Politik İnceleme’de (Tractatus Politicus) herkesin tabii hakkının tabii halden sivil hale taşındığında sivil halde ortadan kalkmayacağını söylerken yakaladığını düşünür257. Ancak öncelikle Locke’un Yönetim Üzerine İki İnceleme’deki özgürlük anlayışı bir ödeve ya da yasaya uygunluk ölçüsünde dile getirilir. Locke için bir anlamda özgürlük artık insanın sınırlarını bilmesini ifade eder. Spinoza düşüncesinde ise ileride üzerinde duracağımız gibi özgürlük, ödeve tabii değildir. Ayrıca Spinoza’dan farklı biçimde Locke geleneksel sözleşme düşüncesine yer verir ve hakları bir insan tabiatı kurgusu içerisinde sunar. Ve temel olarak haklar, bir kurgu olan birey kavramı üzerinde yükselir; bu birey somut gerçeklikten, devletten, toplumsallıktan uzakta tek başına ele alınan bir bireydir. Farklı biçimde belirtirsek, Locke’un haklarla donattığı, ampirik özne olarak insan değil; “bağımsız, özerk olan ve bu açıdan da (esas olarak) toplumsal olmayan, öncelikle insan ve topluma ilişkin modern ideolojimizde karşımıza çıkan manevi varlıktır”258. Bu manevi varlık ya da “birey”, rasyonel olduğu kabul edilen, tabii eşitlik içinde olduğu varsayılan, öte yandan Eğitim Üzerine Düşünceler’de (Some Thoughts Concerning Education) eşitliğin verdiği bir haysiyete ya da özsaygıya sahip olan bir varlıktır. İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Deneme’de arzu ve tedirginliklerle kaçınılmaz biçimde belirlenen bir insan tabiatı çizilmişse de Locke hakları insan üzerinden değil, akılla kurulan birey kavramı üzerinden temellendirir. Yönetim Üzerine İki İnceleme’de belirtildiği üzere Tanrı insanlara eylemlerini yönetmeleri için anlama yetisini vererek onlara irade özgürlüğünü tanımıştır259. Simmons bu önermeden yola çıkarak, Locke’da eşit biçimde haklara

257 Locke, Two Treaties of Government, II.135, s.375; Benedictus (Baruch) Spinoza, Tractatus

Politicus (çev. Murat Erşen), Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, Ocak 2007, III.3, s.26; Klever, “Locke’s Disguised Spinozism”, s.38. Klever’a göre Spinoza’nın kendisini Hobbes’dan ayırırken tabii hakkı neredeyse dokunulmaz addediğini söylemesi, Locke düşüncesinde yurttaş hakları bağlamında da karşılık bulan bir düşüncedir.

258Dumont, s.142.

sahip olabilmenin koşulu olarak, iradenin yönlendirilmesi ve eylemlerin yönetilmesi için anlama yetisine sahip olmayı bulur260. Bu noktada Locke’un “birey” (person) tanımı açıklayıcı olabilir: “Birey bir hukuk terimidir”; bir hukuk terimi olarak da eylemlerle ve bunların erdemleriyle ilgilidir. Yalnızca düşünen, yasa yapabilen, mutlu ya da mutsuz olabilen insanlar için söz konusudur261. Locke bireyi sadece iştahları ile belirlenen insanlar için değil, rasyonel ve eşit tabiatı haiz insanlar için düşünür. Öte yandan rasyonel olduğu varsayılan bireye bir özellik daha atfedilecektir. Locke, Eğitim Üzerine Düşünceler’de tüm bireylerin rasyonel bir varlığın haysiyetine ve kutsallığına saygı duyması gerektiğini yazacaktır, bu iki sıfatı rasyonel olmaya bağlamış olduğunu düşündürterek262… Simmons da, Locke’da hakların bireyler tarafından edinildiğini hatırlatır; bu birey fiziksel anlamda insanı karşılamayan, ahlaki bir öznedir263. Haklar soyut bir birey kavramına gönderilerek açıklanırken, tüm insanların doğuştan, insana özgü tabiatın verdiği haklara sahip olduğu söylenebilir. Kaldı ki kuramın kendisi, hak kavramının somut düzlemde düşünülmediğini en açık biçimde gösterir. Öncelikle mülkiyet ile tüm hakların karşılandığı düşünülürse; mülkiyet idesi bir karmaşık ide olup tabiatta bulunmaz, sadece insan zihninin bir ürünüdür. Ancak, Locke’un hak kuramında ve bunu izleyen liberal yaklaşımlarda mülkiyet hakkı herkeste doğuştandır ve evrensel bir haktır. Mülkiyet hakkının evrensel niteliği belirtildiği anda mülkiyet kavramını bilmeyen toplumların bu evrenselliğe taşınabileceğini düşünmek güç olur. Locke’un döneminde Amerika’da özel mülkiyeti bilmeyen, yaşamlarını avcılık-toplayıcılık ile sürdüren ve çalışma gibi bir ilkenin bilincinde olmayan insanlar, birey kavramının dışında kalmak durumundadır. Kaldı ki, kuramın tehlikesi de açık biçimde burada görülebilir. Çalışmayı yücelten modern zihniyet, yerli toplumların çalışma edimini yerine getirmediklerini görünce fazlasıyla şaşıracaktır. Locke’un da belirttiği üzere, Tanrı yeryüzünü sadece çalışan ve endüstriyel üretim sağlayan insanlara vermemiş midir? O halde bu insanlar “erdemden nasibini almamış” olarak nitelendirilebilir, toprakları

260Simmons, s.82.

261Locke, An Essay Concerning Human Understanding, II.27.10-11-26, s.268, 269, 278, 279. 262 Simmons, s.84’de bulunan John Locke, Some Thoughts Concerning Education (ed. J. W.

Yokton, J. S. Yolton), Oxford University Press, Oxford, 1989, s.31.

ellerinden alınabilir, üstelik yapılan tüm eylemler bu evreni insan yararı için yaratmış bir Tanrı iradesine bağlanıp meşru kılınabilir. Locke bunları öngörmemişse de düşüncesi bu amaca hizmet edecektir. O halde hak ve güç özdeşliğine tekrar dönelim: Locke’un kuramında hakkı tanımlayan güç, somut bir güçten ziyade sadece ahlaksal ya da manevi bir güç olabilir. Öte yandan her bireyin sahip olduğu bu güç, siyasi bir güç de değildir. Bireylerin güçlerinin birleşmesinden doğan siyasi güç, mülkiyetin korunması ve düzenlenmesi için yasa koyma ve bu gücü kamu yararı için kullanma hakkına ilişkindir. Bu gücün kaynağı sözleşmeye verilen bireysel iradelerden doğmaktadır264.

“Tabii” bireyin yalnızlığından hareket eden modern bireyciliği Dumont, modern tabii hukuk kuramları içerisinden izler. Geleneksel tabii hukuk kuramlarından farklı biçimde Hıristiyan ve Stoacı bireyciliğin etkisindeki modernler, pozitif hukukun karşısına yerleştirdikleri tabii hukuk içerisinde toplumsal varlıkları değil, bireyleri; “Tanrı suretinde yaratılmış olma ve akıl taşıma nitelikleri doğrultusunda, her biri kendi kendine yeten insanları” ele alır. Toplumsal ve siyasi bağların dışında bağımsız biçimde ele alınan bu bireyin tabiatına içkin haklar ve özgürlükler söz konusu edilir. Bu bireycilik aynı zamanda eşitliği ve özgürlüğü de içerir. Luther ile varoluşsal bir zorunluluk olarak ortaya çıkan eşitlik talebi, siyaset alanına yayılır ve modern bireyin eşitliğini getirir. Bu dönemde yeni oluşan sınıf, modern ilkesel eşitlik ve özgürlük düşüncesine sarılacaktır. Liberal eşitlik kuramları bu “ideal” eşitliği her bireyin azami özgürlüğüyle uyumlu hak ve fırsat eşitliği olarak görecektir265.

O halde bireyi tanımlayan ilk unsur onu diğer varlıklardan üstün kılan aklıdır; Locke düşüncesinde aklın bireyi kurduğu söylenebilir. Öte yandan birey kavramı Locke tarafından modern devleti karşılamak için de kullanılır. Bireyi hukuk kişisi olarak tanıyan akılsa, devlet de akılla hukuki kişilik kazandırılmış bir bütün olacaktır. Bu bağlamda, tüzel kişilik olarak bir soyutlamadan ibaret kalacaktır.

264Locke, Two Treaties of Government, II.3-171, s.286, 400. 265Dumont, s.151-156.