• Sonuç bulunamadı

Yöneticiler ve Halk Arasındaki Çatışma

2.1.3 Sosyal Sınıf Çatışmaları

2.1.3.3 Yöneticiler ve Halk Arasındaki Çatışma

Reşat Nuri, piyeslerinde halk ile yöneticiler arasındaki çatışmayı iletişimsizlik açısından irdelemiştir. Tanrı Dağı Ziyafeti’nde Prenses’in halktan kopuk olduğu için onlarla aynı dili konuşamadığı görülür. Bir Yağmur Gecesi’nde ise iletişimsizlik hem halkın yöneticilere hem de yöneticilerin halka olan anlayışsızlığı şeklinde ikili bir boyut kazanmıştır. Piyesin sonunda yazarın eserin merkezine yerleştirdiği bu soruna çözüm ürettiği görülmektedir. Ayrıca Tanrı Dağı Ziyafeti’nde maddi menfaatlerini halkın refahından üstün tutan devlet adamları ile halk arasında bir karşıtlık yaratılmıştır. Devlet adamlarının Kantemel ile kurdukları menfaat ilişkisi karşısında emek vererek para kazanan insanlara esas konuda olmamakla birlikte sahne tasvirlerinde yer verilmiştir.

Güntekin, Tanrı Dağı Ziyafeti’nde koltuk sevdalısı devlet adamlarının karşısına çalışkan halkı çıkarmıştır. Birinci Perde Sahne I’in tanıtımında Diktatör’ün geldiğini duyuran borazan sesi ile birlikte bütün devlet adamları sıraya dizilip karşılama komitesi hazırlarken telsizci, işçi ve köylüler işlerine devam etmektedir. Diğerlerinin göstermelik iltifatının yanında bu insanlar işlerini yapmaya devam ederek ülkelerine esas faydayı sağlayan kişiler olarak gösterilmiştir. Ayrıca fildişi kulesinde her şeye tepeden bakan, halkın yaşam koşullarını bilmeyen Prenses, sorunlara afakî çözümler üretmesi yönüyle komik duruma düşürülür. Prenses DDT denen pire ilacını bilmeyen köylülerin bu cehaletten ne zaman kurtulacaklarını düşünür. Ancak aslında kendisi zevk ve sefa dolu hayatının içerisinde gerçeklikten uzak gülünç bir tip olarak çizilmiştir. Prensesin halkı aydınlatmak uğruna onlara öğrettiklerini Ayel şöyle anlatır:

AYEL, Prenses’e.— Başkanı bulunduğunuz halk kadınlarını kalkındırma cemiyeti “yakında burada da şube açar elbet” Prenses… Çocuklara üstlerine dökmeden reçel yemeyi, reverans yapmayı nasıl öğretmeli, odaları nasıl süslemeli, yüzlerin tazeliğini nasıl muhafaza etmeli? Konferanslar, filmler ve sairelerle bunları elbette öğrenecekler? (Güntekin, 1971a: 98)

Reşat Nuri Anadolu Notları’nda âlim ve arif olmak arasındaki farkı Ömer Seyfettin’in bir anısı üzerinden aktarmıştır. Buna göre âlim olmayan ancak arif olan halk “kolay tesir altında kalmaz; vakalar karşısında öyle sağlam mantığı, öyle umulmaz sezişleri vardır ki insanı hayrette bırakır” (Güntekin, 2015: 157). Güntekin’in Tanrı Dağı Ziyafeti’ndeki Şaman karakterini bu doğrultuda çizdiği düşünülebilir. Şaman, Diktatör’ün sorularına öyle mantıklı cevaplar verir ki Ayel onun bir filozof olduğunu düşünür. Kantemel’in burada “Hayır sadece halk…” cevabını vermesi Reşat Nuri’nin Anadolu Notları’ndaki düşünceleriyle benzerlik gösterir.

Bir Yağmur Gecesi’nde halk ile devlet arasında çatışmadan ziyade iletişimsizlik mevcuttur. Ancak bu iletişimsizlik piyesin sonunda halledilmiş, başlangıçta beldenin kalkınması için bütün hizmetleri devletten bekleyen halk, kendi eşrafının ekonomik gücünden de faydalanarak devlet ile dayanışma içerisinde sorunlarını çözmüştür. Reşat Nuri bu piyeste Oğuz ve Öğretmen Kaya vasıtasıyla birleştiriciliği vurgulamıştır. Sezai Güneş, 1939-1943 yılları arasında Çanakkale milletvekilliği yapan yazarın, halk ile arası pekiyi olmayan devletin sözcülüğünü üstlenerek uzlaşı sağlamaya çalıştığını belirtmiştir. Bu dönem Atatürk’ün ölümünden sonra İsmet İnönü’nün ilk politik faaliyetlerini yürüttüğü ve II. Dünya Savaşı dolayısıyla devletin esas önemi dış politika ve askeriyeye gösterdiği bir dönemdir (Güneş, 1972: 163). Eserde, bu siyasi ortam içerisinde kendisini kaderine terk edilmiş hisseden halkın Sarıboğa nehri karşısındaki çaresizliği üzerinde durulmuştur. Sel felaketi nedeniyle perişan olan ve her yağmur yağdığında taşan Sarıboğa nehrinin durumu ile ilgili devlet kanalından

herhangi bir yardım görmeyen halk kendilerine yardım edilmediği gerekçesi ile hükümeti suçlar. Piyes boyunca insanları her faaliyeti devletten beklememek, önce kendi dertlerine kendileri derman aramak ancak çözüm bulamadıkları durumlarda devletten yardım beklemek konusunda düşündürmeye çalışan kişi Oğuz’dur. Oğuz’un bu doğrultuda düşünülebilecek olan aşağıdaki sözleri Güntekin’in piyes boyunca sürdürdüğü iletisini vurgulamak açısından oldukça önemlidir:

OĞUZ

(Heyecanla)

Hangi birine yetsin Hükûmet?.. Hükûmetin elindeki mahdut vasıtalara mukabil kaç Sarıboğası ve kaçbin meselesi olduğunu düşünsenize… Bir muhite evvelâ o muhitin kendi çocukları yâr olur... El birliğiyle dertlerini, ihtiyaçlarını tayin eder. Kendi kendine başarabildiğini yapar ve ancak yapamıyacağı kadar büyük işler için devletten yardım ister... (Kayaya hitap ederek) Hakikati açık söyliyeyim mi Bayan öğretmen... Sarıova kendi evlatlarından yardım göremeyen bir memlekettir. Dertlerin ilâçları meydandadır. Fakat kimse onlara el sürmüyor... (Acı acı gülerek) Onun için göz yaşlarınıza yazıktır Bayan öğretmen.. Dün ve bugün öldükleri gibi yarın da birçokları sudan yahut susuzluktan yahut başka şeylerden öleceklerdir. Siz ve sizin gibi yufka yürekliler buna beyhude göz yaşlariyle ağlıyacaklardır. İlâç dağıtmak ekip göndermek gibi sudan merhemlerle bir iyilik yaptıklarına inanacaklardır (Güntekin, 1941: 39).

Reşat Nuri, eserdeki eleştirilerini Oğuz aracılığıyla halka yönelttiği gibi Karun Baba aracılığıyla da devlete yöneltmektedir. Sokaklarda yaşayan, başkalarının verdikleri ile yaşamını idame ettiren Karun Baba halk aklının tipik bir temsilcisidir. O, filozofça söylemleri ile de Anadolu Notları’nda bahsedilen arif tipinin bir temsilidir. Eserde memurlar arasındaki anlaşmazlıktan ilgili başlıkta da bahsedilmiştir. Yazar devlet memurlarının görevlerini yapmak yerine birbirleri ile didişmesini konu edinerek devletin halka karşı görevlerini yerine getirmediğine eğilmiştir. Ayrıca Karun Baba’nın müfettiş ile yaşadığı diyalog da bu konuda oldukça dikkat çekici bir örnektir. Yağmur gecesinde yaşanan felaketler karşısında herhangi bir tepki vermeyen ve kıyafetleri ıslandığı için toplumsal statüsünü yansıtmayan bir kıyafet giyen müfettişi kimse tanımadığı hâlde Karun Baba onun büyük bir devlet adamı olduğunu anlamıştır. Müfettiş Emin’in kendisini nasıl tanıyabildiğini sorması üzerine Karun Baba’nın “Hele memleketin bir derdine dair bir şey söylendiği zaman hiç ağzınızı açmadan dikkatle dinlemenizden” (Güntekin, 1941: 59) cevabını vermesi halkın problemlerine duyarsız devlet adamlarına dikkat çekilmesi açısından önemlidir.

Güntekin, sorunu halk ve devlet bazında iki taraflı gördüğü gibi çözümü de ortak bir bakış açısından üretmiştir. Kendisini Anadolu’nun kalkınmasına adayan su mühendisi Oğuz Sarıboğa nehrinin nasıl ehlileştirileceğine dair bir fikir ortaya atar ve bunun için gerekli olan ekonomik yardım Sarıova eşrafından Demiroğlu tarafından karşılanacaktır. Demiroğlu’nun

tek şartı ise devletin bu işe kefil olmasıdır. Müfettiş Emin’in bu işe kefil olduğunu açıklamasıyla birlikte Sarıboğa nehri ehlileştirilir, nehrin suyundan da faydalanılan Sarıova’da tarımsal ilerlemeler kaydedilir. Devlet, tarlalarına yeniden yerleşmek isteyenlere kredi verir, ülkeyi kalkındıracak göçmen kafileleri getirmeye teşebbüs eder. Böylece Güntekin, toplumsal ilerlemeyi toplumun aydın kişileri, halk ve devlet odağına yerleştirerek dayanışmanın altını çizmiş olur.

Dayanışma odağında çiftlik evinin özel bir anlamı vardır. Yağmurlu gecede toplum içerisinde birbiri ile kavgalı kişileri, memurları, devlet adamları ile halkı aynı çatı altında toplayarak uzlaşmalarını sağlayan mekân olarak çiftlik bir sembol olarak kullanılmıştır. Makamlarında veya sokakta olaylara toplumsal statülerinden bakan bireyler burada eşit şartlarda sıcak ve samimi bir ortamda birbirleriyle kaynaşırlar. Nitekim, piyeste çiftlik evinin satılmak istenmesi oldukça hacimli bir yer kaplamaktadır. Burası bir sembol olarak algılandığı için satılması bu sembolik değerlerin sona ermesine işaret etmektedir. Piyesin sonunda Orhan çiftliği satmamış ve dayanışmanın altı çizilmiştir. Ayrıca piyesin finalindeki sözler de bu eve atfedilen değere yapılmış bir göndermedir: “Bu binanın Sarıovanın tarihinde öyle bir rolü olmuştur ki o artık ne bacısının, ne benim şahsî malımız kalamaz. O artık hepimizin, Sarıova halkının evidir…” (Güntekin, 1941: 105)