• Sonuç bulunamadı

Geleneksel Tiyatroya Yönelik Eleştiriler

Güntekin müstakil olarak geleneksel tiyatro ile ilgili makale kaleme almamış ancak modern tiyatro ile ilgili yazılarında geleneksel tiyatro hakkındaki kanaatlerine yer vermiştir. Bu kanaatler genelde olumsuz yöndedir. Aktör psikolojisinden bahsederken eskiden aktörlerin belli bir mizaca, belli adetlere ve karışık bir ruh hâline sahip kişileri canlandırmadıklarını, tiyatroda vücut bulan suni modellere hayat verdiklerini belirtir. Ortaoyunundaki Kavuklu ve Pişekâr bunlardandır. Bir Pişekâr belli bir kesimdeki insana değil başka bir Pişekâr’a benzer ve her oyunda aynı tavır ve lisanı muhafaza eder. Bu durumda Pişekâr rolündeki aktör, karakteri hayatın içinde aramaz, ustasını taklit yoluyla rolünün hakkını verir (Güntekin, 1976i: 15).

“Hareket ve Tiyatro” makalesinde tiyatronun hayat ve hakikat hissini vermesi gerektiğini söyleyen Güntekin, tiyatro ile Karagöz’ü karşılaştırır ve Karagöz’ün hareketten dolayısıyla da hakikat hissinden yoksun olduğunu savunur (Güntekin 1976n: 46). Karagöz kâğıt veya deriden yapılır. Hayata benzemek açısından bakıldığında en adi tiyatronun dahi gerisinde kalır. Gerçek bir aktörün jest ve mimik hareketlerine karşılık Karagöz sadece kolunu bacağını oynatır. Perdenin arkasında Karagözcünün varlığı hissedilir. Konuşan ve onu hareket ettiren odur. Buradan anlaşılan ise; aktör ne kadar kendi diliyle konuşur ve ne kadar kendi iradesiyle hareket etmiş olursa tiyatronun asıl manası olan hayat ve hareket hissine o kadar ulaşır (Güntekin, 1976n: 45-46).

Reşat Nuri, zamana doğrudan doğruya bağlı olan revülerle Orta Oyunları arasında benzerlikler görmektedir. Örneğin, Ortaoyununda Rum, Ermeni, Laz gibi zümreler vaka ile hiç alakaları olmadığı hâlde birer birer sahneden geçerler ki bu yönü revü ile büyük benzerlik gösterir. Revülerde bu zümre isimlerinin yerini belirli şahıslar alır. Her ikisi de tekerlemelerden faydalanırlar. Revüler gibi Orta Oyunlarında da içinde yaşanılan zamanın önemli olayları ve kişilerini tenkit etme eğilimi bulunur (Güntekin, 1976e: 54-55).

Bunların dışında “Dekor Meselesi” adlı yazıda da dekorun önemini vurgulamak üzere “Bu öyle katî bir lüzumdur ki bizim Karagözümüz bile takdir etmiş, bir kötü ağaç, iki hamam kurnası ilh. gibi şeylerle dekor yapmağa çalışmıştır.” (Güntekin, 1976h: 104) şeklinde bir açıklama bulunur.

Güntekin, tuluat tiyatroları ile ilgili fikirlerine Anadolu Notları’nda değinmiştir. Reşat Nuri yeterli özen gösterilip destek verilirse, birçok kişinin herhangi bir oyun metnine

dayanmadıkları, bir metni temel alsa bile onu bozdukları gerekçesi ile önyargılı yaklaştığı tuluat tiyatrolarının halk için faydalı sosyal bir kuruma dönüşeceği fikrindedir (Güntekin, 2015: 144). Ayrıca yazar bu tiyatroların aslında bir senaryo temeline dayandığını ancak aktörlerin bu senaryoyu “kendi uydurdukları birtakım tuhaflıklarla” süsleyip geliştirdiklerini belirtmiştir (Güntekin, 1965: 4). Güntekin, “Hülle Niçin Yazıldı?” adlı yazısında tuluat tiyatroları ile ilgili yazarlara düşen görevleri şöyle açıklamıştır:

Tulûat tiyatrolarının şimdi oynamakta olduğu piyesler çok eskimiş, artık ele alınmaz hale gelmiştir. Bunları yenileştirmek vazifesi kime düşüyor? Tulûat piyesi meselâ İstanbul Şehir Tiyatrosu piyesleri gibi muharririne kâr ve yazı hakkı getiren piyesler değildir. Sonra bunlar bir edebiyatçıyı memnun edecek neviden bir şöhret de temin etmezler. Bu itibarla belli başlı kalem sahipleri bu işle uğraşmayı kârsız ve sevimsiz bir iş sayarlar ve onu kara cahil bazı tulûat tiyatrosu sahiplerinin eline bırakırlar.

Halbuki bu iş kat’iyyen şakaya gelmez bir nazik memleket işidir. Her gece Anadolunun kaç köşesinde - hem de en uyanık ve canlılarından olmak üzere- kaç bin kişinin bu sahneler karşısında toplandığını, kürsülerden işittikleri sözleri nasıl can kulağiyle dinlediklerini düşünürsek dehşete geliriz (Güntekin, 1965: 5).

Görüldüğü üzere Güntekin, başlangıçta Avrupaî tiyatro ile karşılaştırdığı için beğenmediği, onda aradıklarını bulamadığından dolayı küçümsediği geleneksel Türk tiyatrosuna karşı olan tavrını ilerleyen yıllarda değiştirmiştir. Gezici tiyatroların, halkı sosyalleştirdiği sayılı mekânlardan biri olması gerçeği yazarın fikir değiştirmesinde oldukça etkili olmuştur. Reşat Nuri, tuluat tiyatrolarına halka fayda sağlayacak piyeslerin oynatılması ile toplumsal gelişmeye katkı sağlanabileceğini düşünmüştür.

İKİNCİ BÖLÜM

2 REŞAT NURİ GÜNTEKİN’İN PİYESLERİNDE SOSYAL ELEŞTİRİ

2.1 Sosyal Yapı

Reşat Nuri toplumun çekirdeği olarak kabul edilebilecek ailenin sorunlarını özellikle Cumhuriyet’ten önce kaleme aldığı piyeslerinde eleştirel bir gözle işlemiştir. Bu tip eserlerin ana omurgasını, geleneksel yapıda kurulmuş evliliklerin olumsuz neticeleri oluşturmaktadır. Yine Cumhuriyet’ten önce yazılmış Hançer’de ise birbirini tanıyarak evlenmiş kişilerin üzerinde oluşturulmuş çağ dışı baskıların kişiler üzerindeki etkilerine odaklanılmıştır. Her iki durumda da karşılaşılan olumsuz sonuç aldatmadır. Toplum nezdinde aldatma, erkek tarafından gerçekleştirildiğinde kolay tolere edilebilir bir durumken kadın söz konusu olduğunda acımasız bir tavır ile karşılanır. Nitekim Sevda Şener’in Çağdaş Türk Tiyatrosunda Ahlâk Ekonomi Kültür Sorunları (1923-1970) kitabında belirttiğine göre Cumhuriyet döneminin ilk kuşak yazarları da kadını aile bağlarına ihanete eğilimli göstermişlerdir (Şener, 1971: 78). Bu doğrultuda Güntekin’in Cumhuriyet’ten önce yazdığı Hançer, Taş Parçası ve Eski Rüya piyeslerinde aldatan kişileri kadınlar arasından seçmesi ancak bu kişilere kötü kadın imajıyla yaklaşmaktan ziyade anlayış göstermesi, yaşadığı dönem için bir yenilik olarak görülebilir. Kadınların kendi seçtikleri kişilerle evlenememesi, evlilikleri süresince kişiliklerinin yok sayılması aldatma konusunda sunulan en temel haklı gerekçelerdir. Sevda Şener, yazarın bu yönünü şöyle açıklar:

Kadının aile içindeki yeri ve davranışlarını toplumsal nedenleriyle açıklamaya çalışan tiyatro yazarımız ilk dönemde Reşat Nuri Güntekin olmuştur. Reşat Nuri Güntekin’in aile mutsuzluğunun nedeni salt kadın ve onun yola gelmez iç güdüleri değil, ataerkil aile düzeninin temelindeki haksızlıktır. Genel olarak kadın cinsinin inceliğini ve duygululuğunu sevmiş olan yazar, hemen bütün oyunlarında erkeğin kaba gücü ve tartışılmaz yetkisi altında acı çeken kadının durumunu ele alır (Şener, 1971: 79).

Ancak Güntekin Cumhuriyet’ten sonra kaleme aldığı ve çatışmaları eşler arasındaki anlaşmazlıklar üzerine kurduğu Eski Şarkı ve Bu Gece Başka Gece’de kadınlara yönelik tavrını değiştirmiştir. Bu iki eserde kadın değişen yaşam tarzı ile birlikte kendisine tanınmış hakları kötüye kullanmış, eşi ile olan sevgi ve saygı bağını koparmıştır.

Geleneksel yapının aile üzerinde yarattığı tahribatlara çocuk gelişimi açısından da değinilmiştir. Güntekin’in öğretmenlik yıllarına ait çocuk davranışlarına yönelik gözlemlerini eserlerine yansıttığını söylemek yanlış olmaz (Emil, 1989: 49). Tanpınar Reşat Nuri’nin eserlerinde çocukların önemine şu sözlerle değinmiştir: “Çocuk, Reşat Nuri’nin eserinde, - roman ve tiyatro- gerçekten mühim bir yer tutar. Eserleri asıl lirizmi, büyük mânada üslûp

sıcaklığını çocukla karşılaşınca bulur.” (Tanpınar, 2011: 460) Piyeslerde yer alan çocuklara üzerlerinde oluşturulan baskının sonuçları açısından derinlikli olarak yaklaşılmıştır. Geleneksel yapıya bağlı kalarak çocuklarına sevgi göstermeyen, onlar üzerinde otorite kurmanın tek yöntemini korkutmak olarak gören ebeveynler piyeslerde eleştirilmiştir. Göz Dağı ve Bu Gece Başka Gece’de aile baskısının çocuk davranışı üzerinde yarattığı neticelere, Taş Parçası’nda ise anne sevgisinden mahrum büyümüş çocukların davranış bozukluklarına yer verilmiştir.

Baba figürü de geleneksel aile yapısında merkezî bir konuma sahip olduğu için aile birliğinin korunması açısından önemlidir. Yaprak Dökümü’nde inanç değerleri sarsılan babanın çözülüşü ailenin çözülüşünü hızlandırır. Ali Rıza Bey’in ailesini bir arada tutmaktan uzak tavrı onun otorite eksikliğinin bir sonucu olarak verilmiştir. Hançer ve Balıkesir Muhasebecisi’nde ise ne pahasına olursa olsun ailesinin dağılmasına izin vermeyen baba figürlerine yer verilmiştir. Ancak bunlar da ailelerini ayakta tutabilmek adına namuslu bir yaşamdan vazgeçtikleri için ideal değildir.

Reşat Nuri piyeslerinde toplum ile birey arasındaki ilişkiyi karşılıklı bir düzlemde işlemiştir. Toplumun bireyin gelişim ve tercihlerini etkilediği durumlar olduğu gibi, bireyin toplum ilerlemesine veya gerilemesine doğrudan katıldığı durumlar da mevcuttur.

Toplumun bireyler üzerindeki baskısı genellikle kişileri yanlışa sürükleyen bir olgu olarak ele alınmıştır. Piyeslerde ön kabul ile hata olarak görülen bir duruma kendisi ya da yakınlarından biri bulaşmış olan kişiler toplumun otomatik refleksi ile karşılaşır. Güntekin bu duruma özellikle Hançer, Eski Rüya ve Taş Parçası gibi ilk piyeslerinde yer vermiştir. Üç piyeste de eşlerini aldatan kadınlara haklı gerekçeler yaratan yazar, toplumun meselenin derinliğini görmekten uzak sığ düşünceli insanlarını, kadınların karşısına birer yargılama organı olarak çıkarır. Böylece her toplumsal yargının genelgeçer bir doğru olmayacağının altı çizilmiş olur. Tam tersi bir durumu ise Bir Yağmur Gecesi’nde görmek mümkündür. Bu eserde toplumun aydınları olarak görülebilecek kişiler olumlu sonuçlar doğuracak baskılarını Sarıova’nın zengin eşrafına yöneltirler.

Başka bir sosyal gerçek olan kişinin çevresindekilere göre değerlendirilip yargılanması meselesine de özellikle Taş Parçası’nda değinilmiştir. Remzi karakteri bu konu etrafında çok derinlikli şekilde çizilmiştir. Yazar, Remzi’nin annesinin yaşadıklarından dolayı üzerinde hissettiği baskıyı ve bunun neticesinde düştüğü hataları, daha da önemlisi bu hataların onun hayatından neleri eksilttiğini Remzi’nin kendi ağzından aktarmıştır. Böylece Remzi’nin hırçın ve uzlaşmaz gibi görünen tabiatının özünde saklı gerçekler verilmiş ve karaktere psikolojik açıdan yaklaşılmıştır.

Toplumun kadınlara biçtiği rollere de birçok piyeste yer verilmiştir. Buna göre kadın kırsal kesimde asla erkeğe denk olmayan, doğurganlığı ölçüsünde kıymet bulan bir varlıktır. Kadının topluma karşı en büyük sorumluluğu güzel ve iyi bir eş olmasıdır. Toplumun kadın kimliğine yönelttiği aşağılayıcı tavrı piyeslerinde işlemesine rağmen Güntekin’in yaklaşımını feminist bir çerçevede değerlendirmek yanlış olacaktır. Hatta Cumhuriyet’ten sonra kadına verilen hakları kadınların doğru kullanamayacağı önyargısına (Şener, 1990: 468) Güntekin’in de kapıldığı söylenebilir. Eski Şarkı’nın Züleyha’sı bu çerçevede, özgürlükleri aşırıya vardıran ve bu yüzden de evliliğini bitiren bir karakter olarak çizilmiştir.

Sevda Şener, Cumhuriyet’ten sonra yazılmış piyeslerde “Yirmili, otuzlu, hatta kırklı yıllarda yazılan oyunlarda dramatik olanı yaratan genellikle suça eğilimli kadınlardır”(Şener, 1990: 467- 468) demiş ve şöyle devam etmiştir “Oyunun eylemini ateşleyen, olayları yaratan, kendisi ve çevresindekiler için yıkımı başlatan odur” (Şener, 1990: 468). Yaprak Dökümü’nün Ferhunde’si de Leyla ve Necla’nın akıl hocası olarak ailenin çözülüşünü hızlandıran kötü kadın tipine bir örnek olabilir. Bunun dışında son piyesi Bu Gece Başka Gece’deki Şehnaze ve diğer çoğu kadın karakter ailesine önem vermeyen, eşlerini aldatan, vurdumduymaz bir yapıdadır. Bu özelliği nedeniyle Ekrem Reşit Rey piyesi “kadın düşmanı” bir piyes olarak tanımlamıştır (Rey, 1957a: 3). Verilen örneklerden de anlaşıldığı üzere Güntekin’in piyeslerinde kadın karakterler üzerinden bir kahramanlık yaratmak istediğini söylemek doğru olmaz. Piyeslerde insanları bulundukları koşullar içerisinde değerlendiren Reşat Nuri, zor koşullarda yaşayan, mahkûm edilen kadınları eserlerine yansıttığı gibi, felakete sürükleyen kadınlara da piyeslerinde yer vermiştir.

Reşat Nuri kadının toplumsal cinsiyetine sosyal gerçeklere ışık tutmak amacıyla değinir. Bağnaz bir toplumun çizildiği Hançer’de geri kalmışlığın altı çizilmek üzere kadına yönelik muameleye yer verilmiştir. Yaprak Dökümü’nde hızla değişen toplumda maneviyat bütün kıymetini kaybettiği için kadına yalnızca güzelliği nispetinde değer verilir.

Toplumsal baskı karşısında bireyin haklı gerekçelerini sıralayan Güntekin, kişilerin topluma olan sorumluluklarını sıralamaktan da geri kalmamıştır. Topluma fayda getirmekten çok zarar veren kişiler her zaman ve toplumda değişmez birtakım özellikleri ile var oldukları için karakterden çok tipe yakın bir çizgide verilmiştir. Eserin başından sonuna kadar herhangi bir gelişim veya değişim sergilemezler. Hançer’deki Abraham paragöz, kurnaz bir Yahudi doktor tipidir. Selahattin ise Batılılaşmayı yanlış anlamış dejenere bir tiptir. Ancak bu tarz kişilerin bir karakter derinliği ile çizildiği durumlar da mevcuttur. Yaprak Dökümü’nün Şevket’ini hüküm giymiş bir hırsız durumuna düşüren gerçekler toplumun insanlara biçtiği

roller üzerinden verilmiş ve başlangıçta ideal bir evlat olarak karşımıza çıkan Şevket aksiyon boyunca olumsuz bir gelişme göstermiştir.

Güntekin sosyal yapı içerisinde sınıf çatışmalarını da irdelemiştir. Yeniliklerin ilk önce yaşanmaya başlandığı İstanbul ile Anadolu arasında gelenekler ve modern yaşama odaklı bir çatışma mevcuttur. Toplumsal statü çatışmayı ateşleyen bir diğer etkendir. İnsanların giyindiği kıyafetler, mensup olduğu meslekler toplumda uyandırdıkları saygınlığı etkiler. Bir Yağmur Gecesi’nde ise yöneticiler ve halk arasında iletişimsizlikten doğan bir çatışma mevcuttur. Yazar bu üç ayrı duruma da tekyönlü yaklaşmamış, her iki tarafın da birbiri üzerinde oluşturduğu baskıya eserlerinde yer vermiştir.