• Sonuç bulunamadı

Devlet Kurumlarına Yönelik Eleştiri Eksikliği

2.2 Dinin Yozlaştırılması ve Devlet İşlerinde Bozulma

2.2.2 Devlet İşlerinde Bozulma

2.2.2.3 Devlet Kurumlarına Yönelik Eleştiri Eksikliği

Tanrı Dağı Ziyafeti’nde hükümete ve devlete mensup kişiler Diktatör’e yönelik hiçbir eleştiride bulunmamaktadırlar. Bundan dolayı Kantemel’in demokratlıktan diktatörlüğe evrilmesinde onların payı büyüktür ve eserdeki güldürü onlar üzerinden verilmektedir. Birçoğu siyasi herhangi bir geçmişi ya da eğitimi olmaksızın Karkum İmparatorluğu’nun devrildiği zaman Kantemel’in yanında yer aldıkları için bu mevkilere getirilmiştir. Burada Güntekin, yönetimlerin devletin önemli kadrolarına kendi ideolojisindeki kişileri geçirerek liyakatsizlik yoluna gitmelerini eleştirmiştir. Lütfi Ay “hemen hemen üniversal bir konu üzerine sosyal ve politik bir hiciv komedisi” (Ay, 1954: 19) olarak tanımladığı Tanrı Dağı Ziyafeti’nde diktatörün etrafında toplanmış kişileri ağacı içten içe kemiren kurtçuklara benzetmiştir: 45

(…) Diktatör’ün muayyen bazı inkılâbları gerçekleştirdikten sonra karşılaştığı “iç buhran”ın anahtarını da vermektedir. Yetiştirdiği “demokrasi ağacı”nın kendi kendine peyda ettiği kurdlarla nasıl kemirildiğini ve nasıl bir “diktatorya” halini alıvermiş olduğunu gören, yarının ne olacağını acı acı düşünen temiz yürekli, ileri görüşlü, vatanperver bir diktatörün dramıdır bu (Ay, 1954: 18).

Güntekin bu kişileri hem Kantemel’e koşulsuz şartsız inanan ve onun her istediğini yapan dalkavuklar olarak hem de kötü günde Kantemel’i yani yol arkadaşlarını satan ikiyüzlüler olarak çizmiştir. Bu kişilerin bireysel anlamda sivrilen herhangi bir özelliği de verilmeyerek tek tiplilikleri vurgulanmıştır. Yazar bu tavrı bazı yerlerde daha da ileriye götürerek onları bir ağızdan koro şeklinde konuşturur. Bu bir arada konuşmalar genellikle Kantemel’e yönelik methiyelerde kendini gösterir. Kantemel’in yalnızca siyasi politikalarının değil günlük yaşam ile ilgili sözlerinin üzerine de söz söylenmez. O yorulmamışsa, onlar da yorulmamıştır. Onun on saat olarak hatırladığı süre asla on iki saat olamaz:

DİKTATÖR, tekrar ayağa kalkar.— Talihsiz bir gün arkadaşlar… On saat tam on saattir bataklığı tarıyoruz.

LÂHUT.— Ne onu, tam on iki saat güzel ekselâns, on iki. (Yine telaşlı sus sesleri ve işaretler.)

PARTİ REİSİ, Lâhut’a.— Sen yorgunluktan vaktini de şaşırdın.

DİKTATÖR, gülerek.— Ah bu artistleri Lâhut yirmi bu kadar seneden beri mebustur. Aranızdadır. Fakat Başbuğ’un on dediği saatin on iki olamayacağını öğrenememiştir (Güntekin, 1971a: 142-143). Devlet erkânı Kantemel’in seçimin olduğu gün kendilerini ördek avına çağırmasına itiraz etmek yerine arkasından konuşmayı tercih ederler. Sarayda Kantemel’in gelişinden önce gerçekleşen toplantıda Dâhiliye Nazırı Kantemel’in seçim günü onları buraya toplamasının yanlış olduğunu dile getirir. Ancak burada daha çok kişisel menfaatlerin tehlikeye girmesinden dolayı yaşanan bir kızgınlık söz konusudur, ülkenin selameti için yapılan herhangi bir eleştiri bulunmamaktadır. Dâhiliye Nazırı seçim sonucunda kendi partilerinin galip geleceğinden emin olduğu hâlde “şekil bakımından” da olsa görevinin başında olmak ister. Dâhiliye Nazırı kendi iktidarlarını sarsma ihtimaline karşı çok partili döneme karşıdır ve bu kararından dolayı Kantemel’i suçlar. Ayrıca Kantemel’in halkın arasına korumasız karışmak istemesini de tedbirsizlik olarak görür. Demokratik yönetimler için önemli olan bu iki hususun Dâhiliye Nazırı tarafından olumsuz karşılanması, Kantemel’den önce devlet ve hükümet erkânının diktatörlüğü kanıksamamış olduklarını göstermektedir. Ayrıca, bu bölümde Kantemel’e yönelik eleştirinin bir günah işleme hissi ve suçluluk duygusu yarattığı görülür:

BAŞVEKİL, sıkıntılı bir vaziyette ellerini uğuşturarak.— Büsbütün de hakkınız yok denemez arkadaşlar… Fakat elimizde ne var? Öyle istedi, öyle olacak. Kendi kendimize “elbette bir hikmeti vardır” diyeceğiz. Başbuğumuz hiçbir yaptığında yanılmamıştır, “bunda da öyledir”, diyeceğiz ve doğrudur, hakikat budur.

DAHİLİYE NAZIRI.— Doğrudur, ona benim imanım var. Kantemel hiçbir işte yanılmamıştır, fakat bu onun hiçbir zaman yanılmayacağını garanti edemez. Ne kadar büyük olursa olsun o da nihayet bir insandır.

(Parti reisi müstesna, hazır bulunanlarda hayret, birbirlerine ürkek bakışmalar).

BAŞVEKİL, şaşkın tereddütler içinde.— Fakat konuşmamız garip bir şekil alıyor (Güntekin, 1971a: 114-115).

Kantemel, hem “tenkitsizlikten kokacağız” (Güntekin, 1971a: 148) sözlerinden anlaşıldığı üzere bu durumdan şikâyetçidir hem de aslında bu durumun müsebbibidir. General Erhan ile olan ikinci karşılaşmasında geri kalmış bir toplumda yeniliklerin ancak baskı ve şiddet ile uygulanabileceği görüşünü savunan Kantemel, ülkede yarattığı baskı ortamı ile birlikte kendisine yönelik söylenecek her türlü sözün de önünü kesmiş olur. Kantemel kendisinin demokrasi oyunu oynadığını halkın da bildiğini ancak belli etmediğini şu şekilde dile getirir:

DİKTATÖR, gülmesi geçtikten sonra.— Kız sen buna bilâkis memnun olmalısın. Demokrat olduğunu söylediğin zaman gülüyorlar hiç olmazsa. Halbuki ben nutuklarımda büyük kalabalıklara bunu söylediğim zaman gülmüyorlar, alkışlıyorlar… İşin acınacak tarafı bu. Kendim için de memleket için de otuz yıldan beri ben demokrasinin oyununu oynadım, daha biraz evvel bataklarda ördek avından dönerken sandalımız çamura saplandı, etraftan birkaç kişi yardıma geldi. Güçleri yetmeyince ben de

çizmelerimle suya girerek sandalın bir tarafına yapıştım. (Acı bir gülümseme ile.) Onlar da gülmediler… Ne demokrat Başbuğ diye alkışladılar beni, felâket burada (Güntekin, 1971a: 124). Yakınma ile karışık alay içeren bu sözlerde kendi konforu için harekete geçen Kantemel halk tarafından kahraman ilan edilmiştir.

Kantemel’i eleştirmekten yoksun olan bu kişiler aynı zamanda eleştirilmeyi de sevmezler. Amerikan eğitim modeline göre yetişmiş, ne düşündüğünü söylemekten çekinmeyen Ayel’in kendilerine yönelik eleştirilerinden rahatsız olurlar. Buradaki tezatlık Komutan Mola vasıtasıyla dile getirilmektedir. Millî eğitimin temel prensibi olan “çocukları Amerikan terbiyesine göre yetiştirmek” sadece Ayel bünyesinde dahi hazmedilemiyorken, bu politikanın sonucu olarak memleketin bütün çocukları Ayel gibi Amerikan terbiyesiyle yetiştirildiğinde sonuç ne olacaktır (Güntekin, 1971a: 112). Bu durum, devletin vaatleri sözde bıraktığının uygulama noktasında harekete geçmediğinin göstergesidir.

Eleştiri eksiliği yalnız devlete yönelik değildir. Aynı zamanda parti içerisinde de farklı fikir ve görüşlere yer verilmemektedir. Lâhut bir milletvekili olmasına rağmen partinin bazı toplantılarına alınmaz. Ayrıca parlamentoda da sürekli susturulduğunu “ Parlamentoda da öyle. Ne zaman ağzımı açsam susturur… Yirmi bu kadar yıldır mebusum… Dört çift lakırdı söyletmedi bana…” (Güntekin, 1971a: 109) sözleriyle ifade eder. Lâhut bir sanatçı olarak çoklukla gerçeklerin dışavurumcusu olarak kabul edilebilir. Ancak onun dışavurumları bilinçli şekilde gerçekleşmek yerine, bir gaf olarak ortaya çıkar. Çoklukla alkollü dolaştığı için otokontrolünü kaybeden ve bundan dolayı da gerçek duygu ve düşüncelerini dile getiren Lâhut’un bu tutumu Kantemel tarafından şöyle değerlendirilir:

DİKTATÖR, şakacı tavrını kaybetmemekle beraber heyecanla.— Bırakın… Hürmet edilmesi gereken bir sestir o ses.

Etrafımdakilerin daima güzel kelimelerle peçeledikleri gerçeğin çırıl çıplak sesidir o. Otuz yıldan beri beni arasıra gafletlerimden uyandıran onun gafları olmuştur. Bırakın… Ben de insanım… Benim kulaklarım da gerçeğin sesini işitsin arada bir… (Güntekin 1971a: 149)

Kişilerin devletin başındakileri menfaatleri uğruna “efendi” olarak benimsemesi Şaman üzerinden anlatılmıştır. Eskiden, imparatorluk zamanında müneccimlik vazifesini yerine getiren Şaman, imparatora darbe yapıldığı gece kaçmayı tercih etmiştir. “Efendim” diyecek kadar benimsediği birini bu kadar çabuk bırakıp kaçması onun şahsi çıkarları ile ilgilidir. İmparatordan sonra yeni ekmek kapısı, Kantemel olduğu için yeni “efendi”si de odur:

ŞAMAN.— Sayı saymasını pek bilmem. Kırk yıl mı? Elli yıl mı? Efendimiz, imparator efendimizi kovalıdan beri.

ŞAMAN.— O da efendimiz de ondan… O gitti yerine bu efendimiz geldi. Hangisi gelirse Efendimiz odur… (Güntekin, 1971a: 128)

Şaman’ın bu tutumu Kantemel’in oyununda devlet ve hükümet erkânının aldığı tavır ile büyük benzerlik gösterir. Kantemel’in oynadığı oyunda başkentten gelen telgraflarla muhalif partinin seçimi önde götürdüğü ve bu partinin başında da imparatorun daha önce de iktidar mücadelesine girdiği Erhan’ın bulunduğu ortaya çıkar. Seçimin kaybedilmesi dışında ülkede ihtilal de çıkmıştır. Kendi hayatları da baş düşman Erhan nedeniyle tehlikededir. Böyle bir durumda dahi ona inanmaktan başka çareleri olmadığını düşünerek Kantemel’e itaat ederler. Bu tutum kendi başlarına düşünme yetilerini kaybetmeleri ile bağlantılıdır, onlar da Şaman’ın yıllar önce yaptığı gibi “efendi” arayışı içerisindedirler. Diktatör’ün isteyenlerin kendi yoluna giderek canlarını kurtarabileceklerini söylemesi üzerine Dâhiliye Nazırı “Bize sitem etme, Başbuğ otuz senedir kafamızı ve kalbimizi sana bağladık, kendi başımıza ne yapmalı. Halimiz mi var bize yol açık diyorsun” (Güntekin, 1971a: 168) yanıtını verir. Ölüm ile kalım arasında geçen bu anlar aslında herkesin eteklerindeki taşları döktüğü anlardır. Yıllardır oluşturulmuş olan siyaset ortamı Genç Mebus tarafından dile getirilir. Genç Mebus, piyesin sonunda herkesin yüzündeki maskeyi düşürecek sözleri söyleyerek ateşi fitilleyen kişi olur:

GENÇ MEBUS, ateş püskürerek.— Korku mu? fakat ben daha korkacak yaşta değilim, askerliğimde Çin hudutları içinde üç kişi ile bir Çin karakolunu basmaya gittiğim için devletin en büyük madalyasını verdiniz. Siz bana ölümle değil, sözden korkmayı öğrettiniz, askerliğimi bitirdikten sonra memleketin en parlak gençleriyle beni de aranıza aldınız, vazifeniz hakikatleri söylemektir dediniz… Sonra ne zaman ağzımızı açtıksa hâlâ bu saat’te de yaptığınız gibi sus dediniz, kaşlarınızı ağzınızı burnunuzu oynatarak başınızı öte tarafa çevirdiniz, “sus o daha senin anlayacağın şey değil çocuk” dediniz. Memleket gençliğini takımımızla dejenere ettiniz… (Güntekin, 1971a: 171)

Nihayetinde, otuz yılda Kantemel’e yöneltilmeyen eleştiri bir gecede gün yüzüne çıkmış olur. Bunun sebebi ise Kantemel’in güç kaybetmesidir. Dahiliye Nazırı, onun kendilerine hiçbir zaman kıymet vermediğini, onları dilleri bağlı otomatlar hâline getirdiğini söyler. Buna Kantemel’in verdiği cevap ise oldukça düşündürücüdür:

DİKTATÖR, otoriter bir jestle hepsini durdurarak.— Düşündüklerinizi söyletmedim. Kabul, fakat düşünmediklerinizi söylemeye de ben mi zorladım sizi? Susamaz mıydınız. Hiç değilse üstelik hakikati söyleyecek olanları da bucak bucak etrafımdan kaçırıyordunuz, münafık, müzevir diye lekeliyordunuz (Güntekin, 1971a: 172).

Devlet erkânı Erhan’ın içeriye girmesiyle birlikte yeni efendilerini belirlemiş olur. O içeri girer girmez bir ağızdan “Yaşasın General Erhan… Yaşasın kurtarıcımız.” (Güntekin, 1971a: 179) sesleri yükselir. Lâhut’un otuz yıl önce Kantemel için yazdığı kahramanlık marşını Erhan için tekrar okuması ise ikiyüzlülüğün derecesine yapılmış bir vurgudur. Şaman’ın yıllar önce imparatora yaptığı ile diğerlerinin Kantemel’i yarı yolda bırakmaları arasındaki benzerlik, her dönem ve yönetim biçiminde böyle dalkavukların bulunduğuna

yapılmış bir göndermedir. Kantemel’in oynadığı oyunun farkına vardıklarında yani seçimi kendi partilerinin kazandığını anladıklarında ise yine tek dertleri koltukları olmuştur. Kantemel’i eleştirdikleri için yerlerinden olacaklardır. Güntekin’in karamsar bakışı piyesin sonunda bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Çünkü Diktatör onları oturdukları koltuktan kaldırmak yerine, onların gönlünü alır. Kantemel’in onları gönderse bile yerlerine aynı vasıflarda başka kişilerin geleceğini söylemesi devlet içerisindeki koltuk sevdalısı dalkavukların bir devirdaim içerisinde yenilendiği anlamına gelmektedir.

Sevda Şener, trajik ile komiğe sık sık yer değiştirtmesi yönüyle Reşat Nuri’nin çağdaş kara komedya yazarları çizgisinde olduğunu söylemiştir (Şener, 1981: 375). Nilüfer Yalçın ise, Tanrı Dağı Ziyafeti’nin Güntekin’in oyunu tanıttığı yazısında söylediği gibi bir komedi olmadığını belirtir. Komedi yalnızca oyunun sonunda bütün karakterlerin sarılıp barışması, ciddiyetin şakaya dönüşmesi değildir. Oyundaki kişilerin komik olması ve insana neşe vermesi de beklenir. Oysa Tanrı Dağı Ziyafeti’nde olayın merkezinde olan Diktatör komik değil “patetik”tir. Ülkeye demokratik bir yönetim getirmek isterken bir diktatöre dönüşmüştür. Üstelik bu durumun onu rahatsız ettiğini de konuşmalarında belirtmiş, yaşanan durum karşısında kabullenmekten başka çare bulamamıştır. Bütün bunlar Diktatör’ü gülünç değil acınası yapar. Diktatör’ün etrafındaki “parazitler” de aynı durumdadır. Bir zamanlar aynı ideal uğruna savaştıkları adamın radikal değişimi ve bu doğrultuda kendilerinin de değişmek zorunda kalarak kişiliksizleşmeleri komik değil hazindir (Yalçın, 1954: 16). Yalçın’ın bahsettiği bu durum da kara mizah ile açıklanabilir. Piyeste gülünmemesi gereken bir durum komik hâle getirilerek konuya dikkat çekilmiştir. Özellikle Diktatör’ün arkadaşlarına söylediği son sözler bu doğrultuda düşünülebilir:

DİKTATÖR, sahte bir hayretle.— Neden? Hele bak, şakaya kızılır mı, ben sizin ne olduğunuzu bu gece mi öğreniyorum? Ben diktatörüm . (Muhabbetle kollarını açarak.) Sizden vazgeçebilir miyim? Sizin yerinize gelenler başka türlü mü yapacaklar. (Erhan’ı göstererek.) Yarın bununla tekrar bozuşabilirim. Fakat sizlersiz yaşamam kabil mi? Siz benim kanımın içindesiniz (Güntekin, 1971a: 182)