• Sonuç bulunamadı

Memur ve Memuriyet Eleştirisi

2.2 Dinin Yozlaştırılması ve Devlet İşlerinde Bozulma

2.2.2 Devlet İşlerinde Bozulma

2.2.2.1 Memur ve Memuriyet Eleştirisi

Reşat Nuri piyeslerinde devletin işleyişine yönelik eleştirilerini memurlar üzerinden dile getirmiştir. İşini iyi yapmayan memurları işleyişi aksattıkları için eleştiren yazar, hak ettikleri maaş ve terfileri alamayanlara da piyeslerinde yer vermiştir. Güntekin’in özellikle

41 “Osmanlılar'da faizle para vermeye, özellikle kanuni sınırın üstünde faiz şartı içeren borç mukavelesine ve

terfi meselesine devlet kurumlarındaki liyakatsizlik üzerinden yaklaştığı görülür. Terfiler kıdem veya başarı üzerinden değil hatır gönül ilişkileri üzerinden verilmektedir.

Yaprak Dökümü’nde işlerini aksatan memurlardan çok zor koşullarda yaşamak zorunda bırakılan memurlar üzerinde durulmaktadır. Eserin ilk sahne birinci tablosunda yer alan diyaloglarda memurların hak ettikleri yerlere gelemedikleri üzerine konuşulur. Süreyya bu yüzden memuriyeti bırakıp özel sektöre geçmiştir:

SÜREYYA, neşeli ve küstah jestlerle.— (…)Gene düşündüm ki bu memurluk denen şeyin esasında hayır yok. (Masadan atlayıp taklidini yaparak.) Bir alay saçlı, sakallı adam mektep çocukları gibi sıraya girmiş, ardarda birbirinin kuyruğuna yapışmış yerinde sayıyor. Bulunduğu yerde ne kadar tepinsen, öndekini ne kadar kakışlasan nafile… Bilmem kaç yıl geçecek, bilmem kim atılacak veya ölecek, bilmem kimin keyfi yerine gelecek ve sen bir adım ilerleyeceksin. Ölme eşeğim hikâyesi… (Güntekin, 1971b: 6)

Yine bu bölümde memurların kendi maaşlarıyla geçinemedikleri için birbirlerinden sürekli borç aldıkları üzerinde de durulmuştur. Süreyya kendisine olan borcunun bir kısmını ödemek isteyen ihtiyar memura ufak tefek hesaplar karıştırılacak olursa, kendisinin arkadaşlarına ne borçları çıkacağını söyler (Güntekin, 1971b: 9). Memurların kılık kıyafetleri için de “at hırsızı” benzetmesi yapılmıştır.

Güntekin, esas olarak emekli memurlara dikkati çekmiştir. Ali Rıza Bey emeklidir ancak “şirketten aldığı 125 lirayı emekli aylığına ekleyerek kıt kanaat” geçinebilmektedir (Güntekin, 1971b: 29). Emekli memurlar ile ilgili durum özellikle Şevket’in düğününün yapıldığı gece kahvehanede bulunan kişiler şahsında belirginleştirilmiştir42. Çoğu üst düzey

memur emeklisi olan bu kişiler, emekliliklerini bu kahvehanede geçirmektedirler. Onların bu durumu Ali Rıza Bey’in ağzından şu sözlerle anlatılır:

ALİ RIZA.— (…)ya bunlar da olmasaydı, ya rabbi hor, hakir kıyafetlerine bakma. (Eliyle grupları göstererek.) Bu biçarelerin hepsi gün görmüş memleketin hayatında iyi kötü bir tesiri olmuş adamlardır. Büyük memurlar, askerler, hekimler, muallimler ve daha kimler… (Güntekin, 1971b: 36)

Yaprak Dökümü’nde Ali Rıza Bey’in kahvehaneler ile ilgili dile getirdiği fikirler Güntekin’in Anadolu Notları’nda yazdıkları ile birebir örtüşmektedir. Güntekin Anadolu Notları’nın birinci kitabında kahvehanelerin Anadolu’daki işlevi ile ilgili yazılar yazmıştır. Buna göre Anadolu’yu gezenlerin çoğu bu kahvehaneleri “miskin yurtları” olarak görürler. Ancak Güntekin, akşamın altı buçuğunda gecenin ortasındaymış gibi yaşayan Anadolu insanı için kahvehaneleri sığınılacak bir liman olarak görür (Güntekin, 2015:147). Benzer bir yaklaşım Ali Rıza Bey’de de görülür. Mutasarrıflık yaptığı yıllarda kahvehanelere düşman olan hatta birkaçının kapanmasına sebep olan Ali Rıza Bey, emekli olduktan sonra fikrini

42 Emekliler kahvesi sahnesi birçok eleştirmen tarafından eserin en başarılı ve canlı sahnesi olarak

değiştirmiştir. Emekli maaşları ile doğru dürüst geçinemeyen ve bundan dolayı da ailelerindeki itibarlarını kaybeden emekliler kahvehanelere sığınırlar. Ali Rıza Bey emekli olan yaşlı insanların durumunu şöyle özetler “İhtiyarlık kepazelik… İhtiyara hörmet, ihtiyara muhabbet… Tek kuvveti parasıdır ihtiyarın; (gözleri dalıp giderek.) Olmadığı zamanda…” (Güntekin, 1971b: 37)

Güntekin, Ali Rıza Bey’in bu genel konuşmasından sonra, tek tek kişiler üzerinden de emeklilerin durumu üzerinde durur. Memurlar, öğretmenler, doktorlar vb.’den oluşan bu emekli güruhu etin, yağın zerzevatın ucuzunu bulmak için pazara gidip pazarlık ederler. Eski bir ceza reisi, bu pazarlık esnasında hırpalanmıştır bile. Eski bir defterdar emekli maaşıyla geçinemediği için ev tellallığına başlamıştır. Eski bir maarif azası, boğazına kadar borca batmıştır.

Hülleci’de Hilmi Efendi tapu kâtipliğinden kovulmuş eski bir memurdur. Ancak içinde bulunduğu durum onu hırsızlık yapmaya kadar düşürmüştür. Onun bu kovulma hikâyesi üzerinden memuriyetteki terfi zorluğu üzerinde durulmuştur. O beş yüz kuruş aylığını bin iki yüze çıkarmak için on beş yıl uğraşmıştır. Eserde memurların ancak bir üst seviyedeki memurun ölümü hâlinde terfi aldıkları Hilmi Efendi’nin şanssızlığı çerçevesinde anlatılmıştır. Bu durumu bilen Hilmi Efendi bir hastalığa yakalanan ve durumu başında Yasin okunacak kadar kötü olan kalem mümeyyizinin yerine terfi ister, ancak mümeyyizin iyileşip işinin başına dönmesi ile birlikte Hilmi Efendi elindeki işi de kaybetmiş olur.

Liyakatsizlik, Tanrı Dağı Ziyafeti’nde de devletin işleyişine en çok zarar veren meselelerden biri olarak işlenmiştir. Kantemel’in imparatorlara darbe yaptığı gece yanında olan Komutan, Doktor, Parti Reisi ve Lâhut otuz yıldır onun etrafından hiç ayrılmamıştır. Bir müzisyen olan ve devlet işleriyle hiçbir alakası olmayan Lâhut baskının yapıldığı gece Kantemel’e bir marş bestelemiş ve böylece meclisteki milletvekili koltuğunu işgal etmiştir. Lâhut’un bu durumu milletvekilliği boyunca da sürdürülmüştür. Öyle ki bir fikir beyan etmek istediğinde arkadaşları ona görevinin söz değil şarkı söylemek olduğunu hatırlatırlar. Otuz yıldır hiçbir emek harcamadan milletvekilliği koltuğunda oturan Lâhut bu işi bir ekmek kapısı olarak görmekte ve yeni seçimde de adının adaylar listesinde olmasından dolayı kendisinin beş yıl daha sigortalı olduğunu söylemektedir.

Kantemel’in kızını evlendirmek istediği prensi bir anda Washington büyük elçiliğine atamasının altında, yeni kurulacak akrabalık ilişkisinin olduğundan da şu sözlerde bahsedilmektedir: “DAHİLİYE NAZIRI.— Yok, büsbütün de bilmiyor değiliz. Komutan zaten memlekette bu kadar yetişmiş insan varken küçük prensin Vaşington Büyük Elçiliğine tayini başka ne manaya gelirdi?” (Güntekin, 1971a: 113) Ayrıca Kantemel kızını da hava

yüzbaşısı yapmıştır. “O münasebetsizliği de yaptırdılar bana?” (Güntenkin, 1971a: 122) sözlerinden bu atamanın da usulüne uygun yapılmadığı anlaşılmaktadır. Kantemel Şaman’ı da gelecek sefer mebus yapabileceğini söyler ve böylece milletin sözünü emanet ettiği kişilerin ne yolla seçildiği bir kez daha belirtilir.

Bir Yağmur Gecesi’nde halka hizmet etmekle görevli memurların kendi işlerinden çok birbirleri ile olan husumetlere kafa yordukları anlatılmaktadır. Kendi içinde dahi uzlaşmaya varamamış bir devlet yapılanmasının halka iyi bir hizmet vermesi beklenemez. Güntekin, bu eserinde halkı ve devleti karşılıklı olarak eleştirmiştir. Devlet yukarıda bahsedildiği üzere kendi içerisinde bir anlaşma sağlayamadığı, iletişim kuramadığı için suçludur. Piyeste belediye ve evkaf arasındaki kavga ve davalar yer almaktadır. Öğretmen Kaya tarafından bu anlaşmazlığın boyutu şu şekilde ifade edilir:

KAYA

(Gülerek)

İtiraz ettiğiniz için ilk evvel size, münevver memurlara çatacağım. Aralarında herkesten ziyade birlik bulunması lâzım gelen bir avuç insansınız… Kaçınız birbirinizle anlaşıyorsunuz? Daha ileri gideceğim, kaçınız birbirinizle dargın değilsiniz? (Güntekin, 1941: 41)

Güntekin, halkevleri için yazdığı bu piyesinde sorunların kaynağı olarak gösterdiği iletişimsizliğin çözüme ulaşmasını sağlamıştır. Yağmurlu gecede toplumsal statünün bir ifadesi olarak kabul edilebilecek kıyafetlerini çıkartmak zorunda kalan memurların aslında iyi ilişkiler kurabilecekleri gösterilmiş olur.

Reşat Nuri, Ağlayan Kız’da işini yarım yamalak yapan memurların durumuna değinmiştir. Boğazından ameliyat olup hastanede yatan Defterdar, hastabakıcı Melek’in kendisine ettiği hizmetleri överken her memurun vazifesini onun kadar iyi yapmadığını ikinci perde birinci sahnede dile getirir:

Deft— Canım bırah Meleganım... Biz ne vazifeli memurlar görmüşüzki şeyle yalan yanlış işin ötesini beri ediverirler... Oldu mu oldu... Sen sağ ben selamet... (Güntekin, 1946: 1)