• Sonuç bulunamadı

Demokrasi Adı Altında Diktatörlüğün Sürdürülmesi

2.2 Dinin Yozlaştırılması ve Devlet İşlerinde Bozulma

2.2.2 Devlet İşlerinde Bozulma

2.2.2.2 Demokrasi Adı Altında Diktatörlüğün Sürdürülmesi

Güntekin Yaprak Dökümü ve Balıkesir Muhasebecisi’nden sonra gittikçe acılaşan bakışını Tanrı Dağı Ziyafeti’nde devlet mekanizmasına çevirmiştir (Şener, 1981: 375). Selim İleri Güntekin’in bu karamsar bakışını yazarın Çalıkuşu’ndan sonra geldiği noktayı hesaba katarak değerlendirmiştir:

Anadolu’nun bayındırlıktan uzak yörelerine giden o çok genç İstanbul kızından diktatöre bu yol alış, bu son söz, muhalifle diktatörün bu kucaklaşması, Feride’ye sıkıca sarılmış Muhsine’den bu çifte diktatörlü karabasan ülkesine sürükleniş sevgi ve şefkatin iflâsı mı, Reşat Nuri Güntekin’in ağır bir hakareti mi diye sorulabilir (İleri, 1989: 158).

Yaprak Dökümü ve Balıkesir Muhasebecisi’nde aile üzerinden verilen yozlaşma, Tanrı Dağı Ziyafeti’nde devlet kanalına çevrilerek genişlik kazanmıştır. Eserde devlet kurumlarındaki liyakatsizlik ve demokrasi görüntüsü altında totaliterliğin sürdürülmesi eleştirilmiştir. Reşat Nuri, oyunu tanıttığı “Devlet Tiyatrosu” dergisinde eserinin de ana omurgasını oluşturan demokrasiden diktatörlüğe evirilme sürecini şu şekilde açıklar:

Mamut ölüleri gibi kelle kulak yerinde, fakat içleri çürüyüp kav haline girmiş koca koca eski zaman devletleri, komandos metotları ile çalışan bir avuç uyanık yeni zaman adamlarının sıkı bir vuruşu ile iskambil kuleleri gibi çöküp yıkılıyorlar. Yerlerine birkaç saatte yep yeni bir hürriyet ve demokrasi cumhuriyeti. Fakat sonrası! İşte asıl mesele bundadır. Eskinin hiç değilse pasif bir mukavemeti olacaktır. Sonra her inkılâp az çok bir zaman ister.

“O bir avuç ateş ve iyi niyet dolu adam yıkmakta müttefiktirler, fakat yapmakta elbette farklı fikirleri olacaktır. Bunun neticesi, o bir avuç insandan ilk önce bir oligarşi çıkıyor, derken o bünye bir yerinden baş veriyor: diktatörlük. Adeta matematik bir fatalite ile her yerde aynı sonucu veren bir matematik problemi. Bu problemin Çin’de başka türlü, Cezayirde başka (Güntekin, 1954: 7)

Selim İleri’nin “diktatörlük tutkusuna edebiyatımızın hemen hemen tek itirazı” (İleri, 1994: 12) olarak değerlendirdiği Tanrı Dağı Ziyafeti’nde imparatorluktan diktatörlüğe geçiş Güntekin’in yukarıda alıntılanan yazısında bahsettiği şekilde gerçekleşir. Askerî eğitim almak için Avrupa’ya gönderilen Kantemel, Mola ve Erhan demokrasi ile tanıştıktan sonra yurda döner ve ülkelerindeki krallık rejimine askerî darbe ile son verir. Ancak yine alıntılanan yazıda belirtildiği gibi rejimi yıkma konusunda hemfikir olan üç arkadaş yeni kurulacak sistemin başına geçecek kişi üzerinde anlaşamazlar. Kantemel ve Erhan arasında bir iktidarlık savaşı başlar. Mücadeleyi Kantemel kazanır. Komutan Mola da onun yanında ikinci adam olarak yer almayı kabul eder ve yeni bir devlet rejimi kurulur. Böylece demokrasi adına kurulmak istenen bir devlet, iktidar mücadelesine seyirci kalarak daha başlangıçta demokrasiden uzaklaşmıştır. Tıpkı askerî darbe ile yönetime el koymak gibi, bu durum da demokrasiye aykırıdır. Ayrıca piyeste çok partili döneme geçişin de temsilî bir geçiş olduğu vurgulanmıştır. Bu doğrultuda yapılan seçim de Kantemel’in partisi mağlup konuma düştüğü zaman bir şekilde iptal edilecektir:

LÂHUT, sarhoş.— Sen başımızda olduktan sonra bize korku yok… Elbette bir şey bulursun… Olmazsa bir bahane ile seçimi bozar yeniden yaptırırsın… (Sus sesleri ve işaretler.) Gönderirsin vali ile komutanı… “Yanlış olmuş bu seçim… Fesat karıştırmışlar muhalifler” dersin, sandıkların hepsini yakarlar… Yeni sandıklar yaptırırlar. Altlarına da birer gizli kapak takıldı mı, tek muhalif rey kalmaz (Güntekin, 1971a: 148).

Diktatör’ün kızı Ayel, devlet erkânında bulunan diğer kişilerin aksine babasını eleştirir ve babasının kurduğu düzenin diktatörlükten farklı olmadığını belirtir. Kendilerinin de on iki asır boyunca halkı soymuş imparatorlar gibi davrandıkları yine Ayel vasıtasıyla dile getirilir.

Diktatör ve onun etrafındaki kişilerin otuz yıllık iktidarları boyunca elde ettikleri mal varlığı şu şekilde bildirilir:

KUMANDAN, diktatörü kasdederek tantanalı bir eda ile.— Hayır, zafer onundur… İnkılâp onundur… Her şey onundur… Benim şerefim ve hakkım ancak onun bir fedaisi olmaktan ibarettir…

HAZIR BULUNANLAR, aşk ve şevk ile bir ağızdan. – Hepimiz öyle.

AYEL, hafif bir istihza ile.— Ona ne şüphe? Gerçi biraz bağ, bahçe, apartman, araba, hanımlara inci boncuk oldu ama… Onun fedaileriyiz diye kuru hasır üstünde de oturacak değildik ya… (Güntekin, 1971a: 96)

Piyesteki devlet adamları için kullanılabilecek en uygun söylem “kraldan çok kralcılık”tır. Güntekin’in bir avuç dalkavuk olarak çizdiği devlet adamları Kantemel’e onun kendisinden daha çok inanmaktadır. Kantemel kendisinin bir diktatör olduğunun farkındadır. Arkadaşlarına oynadığı oyunda kendilerine imparatorlarınki gibi bir son hazırlamıştır. Çok partili dönemin ilk seçiminin yapıldığı gün Kantemel bütün devlet ve parti erkânını Tanrılar Dağı’nda otuz yıl önce imparatorlara darbe yapılan saraya davet etmiştir. Gündüz ördek avına çıkılır akşam da ziyafet verilir. Bu, otuz yıl önce Kantemel, Mola ve Erhan’ın on kardeş içerisinde savaşı kazanıp ülkenin yönetimini ele geçiren imparatora yaptığı baskına benzer bir baskındır. Böylece Kantemel kendisinin o imparatordan pek de farklı olmadığını bir kez daha göstermiş olur.

Ayel ve Telsizci arasında geçen diyalog da demokratik rejimin ne olması gerektiği ile ilgili konuşulması nedeniyle önemlidir. Güntekin bu diyalogda neyin demokrasi olmadığı üzerinde durmuştur. Başlangıçta diktatörlüğün eleştirisini yapan Ayel burada diktatör olmakla suçlanmaktadır:

TELSİZCİ.— Bana sigara kutusunu uzatırken belki evet… Fakat ondan evvel beni haşlarken, hatta hükümet erkânını haşlarken babanızın kim olduğunu pekâlâ biliyordunuz, yani canınız istediği zaman haşlama, tehdit, küçültme canınız istediği zaman (işaretlerle) sırt ve çene okşama ile ağzına bir sigara ile iltifat… Bu şekilde demokrasi kediler için pek iyidir, ama benim işime gelmiyor… (Güntekin, 1971a: 121)

Demokratlığın iliğine kadar işlediğini iddia eden Ayel, bu sözleri söylediği için Telsizci’yi babasına idam ettirmek ister. Yazar, tek bir konuşmada bu kadar uç iki fikri dile getiren Ayel aracılığıyla tezatlık oluşturarak duruma bir kez daha vurgu yapmıştır. Hasan Ali Ediz, piyesin Yeni Tiyatroda sahnelenmesinin ardından kaleme aldığı yazısında Ayel’in eserdeki varlığının Tanrı Dağı Ziyafeti’ni zayıflattığını belirtmiştir. “Bu kızın garip davranışları, tuhaf gönül macerası esere kuvvet vermekten ziyade onu zayıflatan bir yama intibaını verdi.” (Ediz, 1957: 5)

Güntekin Tanrı Dağı Ziyafeti’nde geri kalmış bir toplumda demokrasinin nasıl uygulanabileceği hakkında da düşünür. Kantemel ve Erhan arasında yaşanan ikinci çatışma bu

doğrultudadır. Kantemel’in cumhurbaşkanlığının birinci yılında Erhan ona bir komplo hazırlar ve bu komplonun gerekçesi olarak da kendisinin cumhurbaşkanı olamamasını değil Kantemel’in cumhurbaşkanı olmak yerine diktatör olmasını gösterir. Kantemel aslında birlikte devirdikleri rejimin bir devamcısıdır. Güntekin bu noktada iki taraflı bir çıkmaza değinmiştir. Buna göre devirdiği rejimin devamcısı olmak kadar, geri kalmış bir ülkede demokrasiyi uygulamak da meseledir. Bu düşünce Kantemel’in ağzından aktarılmıştır:

Erhan bana, memlekete vaat ettiğimiz hürriyetin nerede olduğunu soruyor, ben ona bu kadar geri bir memlekette baskısız, otoritesiz nasıl inkılâp yapılabileceğini soruyordum. Bu suallerin ikisine de cevap yoktur, ikimiz de hem haklı hem haksızız. Aradan bu kadar yıl geçti. Bugün tekrar karşılaşmak yine bana galiba haklı olarak “kendi usulünle otuz yılda kaç çuvaldız boyu yol aldın” diye soracak. Ben de ona galiba haklı olarak: senin dediğin yolu tutaydım bu kadar da ilerleyecek miydik?... (Güntekin, 1971a: 137)

Seçime hile karıştırılması da piyeste demokratik rejimin göstermelik oluşuna bir göndermedir. Çok partili döneme geçilen ilk seçimde Şaman kendi bölgesindeki oyları seçim gününden önce toplamıştır. Ayrıca da Şaman oy pusulalarını önceden açmış ve bölgede seçimi kimin kazanacağını önceden bildirmiştir. Muhalif partiye oy veren iki kişiden birinin ölmüş olduğunu duyan Diktatör’ün “İsabet olmuş. Muhalif diye nasıl olsa yaşatmazlardı adamcağızı” sözleri ise ülkede farklı fikirlere karşı saygı duyma anlayışının henüz yerleşmediğinin ispatıdır.

Tanrı Dağı Ziyafeti’nde kişiler kesin çizgilerle belirlenmemiştir. Lâhut, Diktatör, Şaman, Ayel, Komutan ve Telsizci dışındaki Parti Reisi, Başvekil, Dâhiliye Nazırı, Doktor, Vali gibi kişiler şahsi hiçbir özellik taşımamaktadır. Her biri aynı ağızdan konuşuyor izlenimi yaratmaktadır. Bu durum piyesin sahnelenmesinin ardından yazılan değerlendirme yazılarında da eleştirilmiştir43. Ancak piyeslerinde Babaefendi, Ali Rıza Bey, Tahir gibi canlı karakterler

yaratmakta usta olan Güntekin’in bu tavrı bir gerekçeye dayandırılmalıdır. Hasan Ali Ediz bu durumu diktatör ve dalkavukların dünyanın her yerinde aynı kişilik özelliklerini göstermeleriyle açıklar (Ediz, 1957: 5). Ayrıca Güntekin’in ilk olarak 1954’te Küçük Sahnede sahnelenen bu eserinin aslında Türkiye’nin yakın tarihine yönelik bir hiciv denemesi olduğu da yine o dönem konuşulmuştur44. Sezai Güneş, Reşat Nuri’nin piyesleri hakkında kaleme

aldığı bitirme tezinde bu yorumu daha da ileriye götürerek Diktatör’ün İsmet İnönü olduğu yorumunu yapmıştır(Güneş, 1972: 270). Lütfü Ay ise meseleye “eserde, kendi inkılâbımızın, Serbest Fırka denemesinin ve son demokrasi hareketlerimizin belli başlı meselelerini ve insanlarını görür, tanır gibi oluyoruz” (Ay, 1954: 19) şeklinde yaklaşmıştır. Bu tavır doğrultusunda düşünüldüğünde Güntekin’in bu eleştiriyi göze sokarak Türkiye’de yaşanmış

43 bk. (Ay, 1954: 19), (Yalçın, 1954: 16).

bir olay şeklinde yansıtmak yerine, Orta Asya’da hayalî bir devlet üzerinden yansıttığı ancak karakterlere mahallî özellikler yüklemeyerek olayı Orta Asya topraklarının dışına taşıdığı düşünülebilir. Güntekin bu durumun ipucunu, eserini tanıttığı yazısında demokrasi niyetiyle başlanmış ancak diktatörlükle sonuçlanmış rejimleri dünyanın her yerinde aynı sonucu veren matematiksel bir denklem gibi tanımlayarak verir ve bu durumun Çin’de başka, Cezayir’de başka şekilde halledilmesi gibi bir durum olmadığını söyler (Güntekin, 1954: 7).