• Sonuç bulunamadı

Türklerde devlet yönetiminin dayandığı temel esasların başında adalet gelir. Burada iktidarın Tanrıya karşı bir sorumluluk ve Tanrı tarafından hükümdara verilen bir emanet olarak görülmesi önemlidir.

Oğuz Kağan Destanında (Uygurca Nüsha), Urum Kağan Oğuz’ karşı gelir. Ancak kardeşi Uruz Kağan: “Ey (Oğuz Kağan), sen benim kağanımsın.

Ben senin emrini yerine getirmeye hazırım. Bizim saadetimiz senin saadetindedir; bizim uruğumuz senin ağacının yemişindendir” (Arat 1987:

624) diyerek Oğuz Kağan’a mutlak itaat ettiğini gösterir. Bunun üzerine Oğuz Kağan, bu sözleri beğenir ve onu dost kabul eder. Dolayısıyla onun yönetim anlayışında adalet ve merhamet esastır. “Aman” diyene ve merhamet isteyene dokunulmaz.

Oğuz Destanı’nda (Reşideddin Oğuznâmesi), Oğuz Han’ın devlet yönetiminde ve savaşlarda adaleti daima ön planda tuttuğu görülür.

Yakınlarıyla yaşadığı çekişmeleri yoluna koyan Oğuz, Hindistan ve pek çok

diğer ülkeye elçiler gönderir ve itaat ister. Bunlardan karşı koyanların üzerine yürür ve ülkelerini fetheder (Togan 1982: 21). Dolayısıyla akınlarda da adil savaş geleneği esastır.

Fethedilen topraklarda da insanlara sevgi ve şefkat gösteren Oğuz Han, bu özelliğinden ötürü, yaşlılar tarafından “Oğuz aka” olarak adlandırılır (Togan 1982: 22).

Şirvan ve Şamahı akınları öncesinde Oğuz, bu ülkelere elçi gönderir ve itaat ister. Şamahı ahalisi vergilerin ödenmesini geciktirir. Oğuz Han şehrin sur kapılarını yaktırır, şehri fetheder. Esirler alınır. Bunun üzerine şehrin önde gelen büyükleri aman diler, Oğuz da çaresizliklerini görüp affeder, esirleri bırakır (Togan 1982: 30).

Gürcistan ve Bağdat seferlerinde de Oğuz Han öncelikle elçi gönderir.

Gürcistan’ın karşı çıkması üzerine Oğuz, onlara savaş için hazırlıklı olmalarını bildirir. Çünkü sonrasında düşman tarafından “Oğuz bizim üzerimize ansızın gaflet anında geldi” denmesini istemez (Togan 1982: 31).

Bu tavır onun, adil savaş esaslarına ve bir hükümdar olarak itibarına verdiği önemden ileri gelmektedir.

Tekür Han adlı hükümdar, Oğuz’un askerlerini ve mevcut durumunu görmek için elçiler gönderir. Oğuzların örf ve âdetine göre elçi olarak gelene dokunulmaz (Togan 1982: 33), bu doğrultuda elçilerin geliş nedeni bilindiği halde onlara asla zarar verilmez. Zaten elçilere karşı benimsenen bu tavır, tarih boyunca tüm Türk devletlerinde görülür.

Elçiler aracılığıyla Tekür itaat etmeye çağırılır. Aksi takdirde uygun bir yer göstermesi ve burada savaşması söylenir (Togan 1982: 33). Buradan da anlaşılacağı üzere, karşı taraftan üstün olunsa dahi doğrudan istilaya hiçbir zaman başvurulmamıştır.

Yapılan savaşta Oğuzlar galip gelir ve Tekür, kendi halkı tarafından yakalanarak Oğuzlara teslim edilir. Oğuz Han’ın oğulları Tekür’ü, yanındaki yetmiş kişiyle birlikte babalarına gönderirler. Onun payitahtına ve bütün ülkesine el koyarlar ancak yağma ve halkın öldürülmesine kesinlikle izin verilmez (Togan 1982: 33). Kendi halkının dahi sahip çıkmadığı bir hükümdara uygulanan bu adil muamele dikkat çekicidir.

Oğuzların Mısır seferinde, ahalinin ileri gelenleri ordunun gücünü görünce itaat eder ve Oğuzları şehrin girişinde sevgi gösterileriyle karşılar.

Askerler 1 yıl Mısır’da kalacaktır. Oğuz bu süre içinde kimsenin hiçbir canlıya yük olmaması, onlara ilişmemesi yönünde yasak çıkarır (Togan 1982: 41). Bu da fethedilen topraklardaki halkın can ve mal güvenliğine verilen önemi göstermektedir.

Oğuzların devlet yönetimindeki adalet anlayışı, Oğuz Han’ın ölümünden sonra da devam etmiştir. Tuman Han, eşiyle ilgili yakışıksız konuşmalar yapan Uje Han’ı öldürür, yurdunu alır. Bununla birlikte Uje’nin babası Ayne Han’a oldukça adil davranarak, eğer eskiden gösterdikleri sadakati devam ettirirlerse memleketlerini onlara geri vereceğini söyler. Ayne Han da kabul eder ve tekrar ülkesinin başına geçer. Tuman Han da kendi yurduna döner (Togan 1982: 60). Bu da gösteriyor ki, Türklerin yönetim anlayışında ceza, sadece suçu işleyene mahsustur. Suçlunun en yakınları dahi olsa, masum insanlara asla dokunulmaz ve hakları korunur.

Daha sonraki dönemlerde devletin başına gelen Uladmur Han zamanında, Uygur kavminden Arıklı Arslan Han itaatsizlik eder ve bunun üzerine yapılan savaşta öldürülür. Arslan Han’ın oğlu, Uladmur’un huzuruna getirilir. Bu yetim çocuğa acıyan Uladmur Han, ona Alp Tavgaç Han adını verir ve babasından kalan bu vilayetin padişahlığına onu atar (Togan 1982:

62-63). Uladmur Han’ın bu tavrı, onun merhamet ve adalet eksenindeki yönetim anlayışının en açık göstergesidir. Zaten metinde “dünya nizamı”nın tam anlamıyla onun zamanında sağlandığı vurgulanmaktadır.

Dede Korkut Boylarında, da adalet ve merhamet esastır. Salur Kazanın Evinin Yağmalandığı Boy’da, Kazan Han kendisi avdayken evini basıp yağma eden, eşi Burla Hatun ve oğlu Uruz’u esir alan Şökli Melik’in üstüne gider. Savaş çok şiddetli olur, Kazan Bey kaçana izin vermez ancak aman diyene de dokunmaz.

Kazan Han’ın merhametli ve adil tavrı, İç Oğuza Taş Oğuz Asi Olup Beyrek’in Öldüğü boyda da görülür. Salur Kazan, Beyrek’in ölümünün ardından onun intikamını almak için Taş Oğuz’un üstüne gider. Olayları

başlatan Aruz’un başı kesilir. Aman diyenlere ise dokunulmaz, Kazan Han bağışlar (Ergin 2008:251).

Kangıvay Mergen Destanında da adil savaş kurallarının esas olduğunu görüyoruz. Düşmanı Han-Küçü ile amansız bir mücadeleye tutuşan Kangıvay-Mergen, düşmanını uyur vaziyette bulur ama ona dokunmaz. Atı ona neden harekete geçmediğini sorar. Hazır, Han-Küçü yatarken kolayca onu öldürmesini söyler. Ancak Kangıvay-Mergen adının kötüye çıkmasını istemez, düşmanını mertçe yenmek ister (Arıkoğlu-Borbaanay 2007: 371).

Bir başka mücadelede hükümdar Kangıvay Mergen, Kara Türü adlı bahadırla karşılaşır ve aylarca süren bir güreş başlar. Kangıvay Mergen’in gücü karşısında Kara Türü, canını bağışlarsa, Kangıvay Mergen’in malı, kölesi olacağını söyler. Yiğit kişinin köle olmayacağını söyleyen Kangıvay Mergen, yine büyüklük göstererek Kara Türü’ye “kardeş olalım” (Arıkoğlu-Borbaanay 2007: 457) diyip onun samimiyetini ölçer. Kara Türü’nün sadakatinden emin olunca da onu Demir Möge’nin yurduna gönderir.

Burada dikkat edilmesi gereken husus, yöneticilerin merhamet ve hakkaniyet ekseninde, haklıyla haksızı ayırırken takındıkları tavırdır. Af dileyene, aman diyene derin bir merhamet gösterirken, asi olup itaatsizlik eden ya da bir şekilde sadakatsizlik edenlere kesinlikle müsamaha gösterilmemektedir. Sağlam bir otoritenin ve güçlü bir devlet yapısının oluşmasında da bu tavır elzemdir.

Han Mirgen Destanında, Han Mirgen’in yurdunu adalet ve huzur içinde idare ettiği şu sözlerle ifade edilmektedir:

“Huzur içinde duran bu kalın yurda Hiç bir zaman dehşetli savaş gelmemişti.

Eski yıl geçinceye kadar Sıkılmadan yaşamaktaydı, Yeni yıl gelinceye kadar Usanmadan yaşamaktaydı.

Güdülen malını sayarak dolaşmaktaydı,

Yerli albat3 halkını

İdare etmekte ve adalet dağıtmaktaydı” (Davletov 2008:4).

Barak Batır Destanında, güçlü ve kalabalık Kalmuk ordusunun komutanına karşı teke tek mücadele eden ve komutanı öldürüp, Kalmukların geri çekilmesini sağlayan, böylece Kazakları büyük bir zafere kavuşturan Barak Batır, daha fazla kanın akmasını istemediği için Kalmuk ordusundan gelen yiğidin barış teklifini kabul eder:

“Düşmanım olarak geldin Kalmuk’um Düşman yoludur, yaptığın,

Yolunu şaşırarak.

Barış ile huzurdur,

Ganimet olarak istediğin.

Vereyim yiğit, ganimetini.

İki taraf da ganimet aldı.

Alaköbek olsaydı, Kurban ederdi çok canı.

Anladım yiğit, sözünü.

Teşekkür ederim sana,

‘Savaşı durduralım’ diyerek, Ben de söyleyecektim.

Benden önce sen dedin.

Ordunu alıp hemen geri döndün.

Alaköbek’i öldürüp, Askerlerinizi üzdüm.

Yüreğinde şefkat var,

Söylediğin söz şeker ve bal, Meğer Kalmuklarda da varmış, Temiz kalpli kişiler.

Orduna kumanda edersen, Bizimkilere dokunmazsan,

3 Öz yönetime sahip olup vergisini ödeyen; yönetilen emekçi (Davletov 2008:300).

İline geri dönebilirsin.

Kan dökmeyi sevmesen, Savaşı ben de sevmem.

Sen dokunmazsan, dokunmam.

Coşmuş olan Kazak’ı, Savaştırmam idare ederim.

Er tayga, bana sorarsan, Benim tavsiyem:

Şefkatli ol halkına, Kurt kalpli biri değilsin.

Savaşmadı iki kol.

İline döneceksen işte yol, Ordunu alıp geri dön.

Milletine senin gibi oğul gerekli.

Görüşürüz, görüşünceye kadar, Tekrar geri gelinceye kadar, Er Tayga dostum, sağlıcakla kal.

Tayga döndü vedalaşıp, Barak ile arkadaş olup,

‘El, Allah’ın mührü’, diyerek, Dostane el sıkışarak.

Kalmuk kaçtı sahadan,

On sekiz yaşındaki çocuktan” (Karaca 2007: 51-53).

Er Samır Destanında, Kara Bökö tarafından kaçırılan Altın Tana’yı zorlu mücadelelerden sonra kurtaran Er Samır, Kara Bökö’yü şiddetli bir şekilde cezalandırır. Kara Bökö, öncesinde Sokor Kağan adlı hanın yurduna saldırmış, halkı kendine köle yapmış, bununla da kalmayıp kağanın gözlerini yerinden çıkarmıştır. Er Samır, Kara Bökö’nün bağırsaklarında yerinden çıkarılan gözleri bulur ve perişan halde olan Sokor Kağan’a gözlerini tekrar takar. Eskisinden de iyi görmeye başlayan Sokor Kağan, öylesine mutlu olur ki, yaşadığı sevinç ve Er Samır’a duyduğu minnet destanda şöyle anlatılır:

“Sokor Kağan’ın gözleri İlk hâlinden on kat daha iyi,

Eski hâlinden iki kat daha iyi olarak, Çevre Altay’ı görüverdi,

Bütün Altay’a bakıverdi.

Er Samır’a gelerek,

Kağan eğilip, saygıyla selâmladı.

Anlatılamayacak kadar sevinip, Alp oğla şunları söyledi:

‘İki gözümü iyileştirdiğin için, Halkımı kulluktan kurtardığın için, Kapına kul olayım.

Hayatım boyunca seni överim,

Seni yastık üstünde yaşatırım’ dedi” (Dilek 2002: 82).

Fakat Er Samır, merhametli ve mütevazı tavrıyla:

“Bana yastık döşeme Küçük çocuk değilim.

Halkını, milletini tekrar yönet, Ak malını tekrar sür,

Altay’ına dön, dedi,

Rahat, iyi yaşa” dedi” (Dilek 2002: 82).

Kendisi yokken yurttan ayrılan ve bir daha haber alınamayan kardeşi Katan Mergen’i bulan Er Samır, kardeşinin evlendiği Bayan Sılu’yu terk edip, insanlara da eziyete başladığını öğrenir. Onun bu zulmüne atı Kara Katlar dahi dayanamamış ve Kün Kağan’la birlikte Katan Mergen’i öldürmüştür. Er Samır, kardeşini bulup tekrar dirilmesini sağladıktan sonra, yaptığı haksızlıklar için onu cezalandırır. Karşısındaki kişi kardeşi dahi olsa, adalet ve hakkaniyet anlayışından ödün vermez:

“Er Samır kardeşini

İki elini kavuşturarak tuttu.

‘Deli kişiyi dövmek için Diken kesip getirin’ dedi.

Kün Kağan’ın alpleri diken kesip getirdiler.

Katan Mergen’i dört tarafından Dört kazığa bağladılar.

‘Sen delirip yürüyerek, İnsanları boş yere

Niçin kırdın?’ diye Er Samır Katan Mergen kardeşini

Dikenle dövdü” (Dilek 2002:107).

Eşi Altın Tana’yı kurtarıp, kardeşi Katan Mergen’i de bulan ve anayurt Altaylara doğru yola çıkan Er Samır, yolda gariban ve öksüzleri de yanına katar:

“Öksüzü, garibi arkasına alıp,

Büyüyüp, yetiştiği yerine yöneldi” (Dilek 2002: 109).

Abdurrahman Han Destanında, Uygur Türklerinin bağımsızlığı için mücadele veren Abdurrahman Han, adaleti ne kadar önemsediğini, İlçi şehrini babası Habibullah Hacı’ya emanet ederken sarf ettiği sözlerle bir kez daha vurgular:

“Canım baba şehrimiz Şimdi size emânet.

Kararlarınızdan güç bulur, Yurtta dâima âdalet.

Memleketin başına gelmesin dönüp yine kabahat” (Özkan İ.1989: 151).

Küsek Bey Destanında, babasının intikamı uğrunda düşman halktan herkesi kılıçtan geçiren Küsek Bey, kendisine düşmanı Karağölömbet’i bulması için yardım eden yetim bir çocuğa dokunmaz, 5 yıl boyunca Karağölömbet’in yanında hakkını alamadan çalışmış olan bu çocuğu azat

eder. Bununla birlikte Karağölömbet’in bu dünyada neslinden bir çocuk bırakma isteğiyle kaçırdığı kızı da kurtarıp yetim çocuğa eş olarak verir.

Mamay Destanında, babası Musa Bey öldükten sonra kardeşlerinin ve yönetimin sorumluluğunu üstlenen Mamay, karşılaştığı sorunları daima adalet çerçevesinde çözmeye çalışır. En ufak meselelerde bile adaleti elden bırakmayan Mamay, avlanma tarzıyla ilgili olarak kardeşi Orak’la yaşadığı tartışmada doğru olana “töre” nin karar vermesini söyler: “Tamam o zaman- dedi Mamay, gidelim, köye varıp karşılaştığımız insanlara sorarız. Töre karar versin. Sen haklıysan, senin dediğini yaparım, kardeşim. Benimki doğru olursa, sen benim sözüme uyarsın.

-Olur! –dedi Orak” (Kalenderoğlu 2010: 12).

Mamay, yaşça büyük ve yetkili ayrıca istese sözünü her türlü kabul ettirecek durumda olmasına karşın adil bir tutum izlemesiyle dikkat çeker.

Bunu yaparken de temel kıstas olarak “töre”yi alması önemli bir diğer noktadır.

Kız kardeşi Küse-biyke’nin oğlu Bekmırza’nın Kırım hanı tarafından öldürülmesi üzerine yeğeninin intikamını almaya giden Mamay, bu koşullarda bile adaleti elden bırakmaz. Yaptıkları plan sonucu hanın çadırına rahatça girerler. Ancak gittiklerinde han ve diğer beyleri uyumaktadır. Uyuyan bir insanı öldürmeyi yiğitliğe yakıştıramayan Mamay Bey “Uyuyan insanı öldürmek de aynı, ölmüş insanı öldürmek de aynı. Bu gereksiz bir iş. Bunların şimdi kaçmaya niyeti yok. Kaçıp da kurtulamazlar. Bırakalım şimdi”

(Kalenderoğlu 2010: 42) diyerek düşmanını yiğitçe savaşarak öldürmek ister.

Culuruyar Ńurgun Bootur Destanında, yurduna geldiği yaşlı kadının sıkıntılı haline kayıtsız kalmayan Ńurgun Bootur, kadının kızı Tuyonma Kuo’yu zorla eş olarak almak isteyen Timir Cehintey adlı bahadırı öldürür.

Yine oğlu Kün Cirimine’nin sevdiği kızın ardından kaybolup gitmesiyle perişan olan yaşlı kadın için Ńurgun Bootur, kendini bir kez daha zor bir mücadelenin içine atar. Ancak sonucunda yine zaferle kaybolan gençleri bularak döner. Yaşlı kadın da onun bu iyiliğine karşın, Culuruyar Ńurgun Bootur’un şerefine büyük bir saçı düzenler (Ersöz 2010:281-283).

Ńurgun Bootur merhameti kadar adaletten yana tavrıyla da dikkat çeker.

Düşmanlarıyla yaptığı mücadelelerin adil olmasına özen gösterir. Uot Uhutaakı adlı düşmanıyla savaşan Ńurgun Bootur, iki tarafın da güçlerinin denk olduğunu görünce, rakibine bir süre dinlenip sonrasında tekrar mücadeleye devam etmeyi teklif eder. Bu süreçte de adil bir savaş olmasını isteyen Ńurgun Bootur:

“Ce… bu… ihtiyar,

sen ve ben bir gün kararlaştırıp kavga edip görelim bakalım…

Hangimizin

bir yana düşüp yeneceği şimdi bilinmez.

İkimiz birbirimize denk kişiyiz galiba…

Bundan dolayı benim ağzımdan çıkanı dikkatlice dinle.

Sen ve ben,

iki şanlı şöhretli bahadır olsak da hiç durmadan

belli bir zaman tayin etmeden cenk etmemiz mümkün değil.

Üç gün uyuyup dinlendikten sonra teke tek dövüşüp

boy ölçüşüp görelim bakalım!

İkimiz birden söz verip anlaşalım.

Birimiz anlaşmayı bozup diğerini önceden öldürdüğü zaman alaca köpeğin alayı,

boz köpeğin maskarası olsun.

İkimiz birden pürüzsüz kara taşa, ellerimizi dimdik basıp

haydi söyleyeceklerimize yemin edelim!

Eğer sen kabul edersen

Uyuyup dinlendikten sonra karşılaşalım.

Birimiz yenecek veya yenilecektir.

Düşünceni

Çabucak söyle.” (Ersöz 2010:321).

Uot Uhutaakı bu teklifi kabul eder, ancak önce Ńurgun Bootur’un yemin etmesini ister. Bunun üzerine Culuruyar Ńurgun Bootur sözünde duracağına dair, kutsallarının üzerine yemin eder:

“Ce… bu…, ce… bu…

Gübre parçası gibi putun içimi görsün.

Tüktüye büyüklüğünde putun Baş aşağı görsün.

Dokuz oyuunun (şamanın) kemiğinin olduğu kuoçay kereḫ, bakışlarıyla beni delip geçsin.

Bu yerin dikeninin ve ağacının ruhları hepiniz dinleyin.

Bu Uot Uhutaakı Bahadır’ı

uyuyup dinlenirken gizlice öldürürsem görür gözüm görmez olsun.

İşitir kulağım işitmez olsun.

Kısaca sözüm söz…

Senden korkacak olsam da

dinlenmek için uyuduğunda seni öldürmem.

Eğer açıktan açığa gezersen

işte o zaman seni öldüreceğim” (Ersöz 2010:323).

Maaday-Kara Destanında, zorlu bir mücadelenin ardından Kara-Kula’yı öldürerek, esir düşen ailesi ve halkını kurtaran Kögüdey-Mergen, malına dokunmadığı gibi Kara-Kula’nın eşinin de babası Erlik Bey’e gönderilmesini emreder:

“Kara küllü yelesine yaslanmış

Yenilmez kağan yenik düştü’

diye

Bütün halk sevindi.

Namlı şanlı Kögüdey-Mergen Demir ağılı açtı,

Ak davarı dışarı çıkardı.

Demir zindanı açıp, Halkını kurtardı.

Yeryüzünün yetmiş kağanı Yeryüzüne hükmeden kağan

yenine yaslandı, Ak davarı ortada kaldı, Altay yeri sahipsiz kaldı, Ne olacak şimdi’ diye

birbirine sordular.

Kögüdey-Mergen dedi ki:

‘Altay yeri yerinde dursun, dedi, Yerin bir kötülüğü yok, dedi, Halka faydalı, dedi.

Erlik Bey’in gönderdiği davarı Altay’dan sürün, dedi.

Erlik Bey’in kıymetli kızını Gerisingeri gönderin.

Onun davarından bir hayır gelmez, dedi,

Onun gibi bir geline ihtiyaç yok’

dedi” (Naskali 1999:174-175).

Manas Destanında, düzenlenen müsabakalarda mağlup edilen Oronggo adlı kadın için Manas Han’ın Alman Bet’e söyledikleri dikkat çeker:

“Asil Manas şunu söylüyor;

Asil yerden haykırdı,

Alman Bet’i çağırdı;

‘Asil çoram ay ışığı, Tövbe çoram gün ışığı,

Oronggo kadın olsa da han idi, Oronggo’nun gönlü kalmasın, Tölöyük kılayım!

At alıp varıp bindir!

Don alıp varıp giydir!

Abiyirini örtüp gelsin!” (Yıldız 1995:715-716).

Dolayısıyla, karşı taraf düşman dahi olsa insani değerler daima ön plandadır.

C. Şecaat ve Özgüven

Şecaat ve özgüven bir yöneticinin sahip olması gereken başlıca özelliklerdendir. Belli bir topluluğu yönetmek, o topluluğun lideri olmak ve kitleleri ardından sürükleyebilmek öz güveni sağlam, şecaat sahibi kişilerin tâlip ve hâkim olabileceği bir konumdur.

İncelediğimiz destanlarda, sözü edilen olaylar ve yaşanılan dönemin şartları düşünüldüğünde yöneticilerin öz güven ve şecaatleri, sıkıntılar karşısında risk alabilme dereceleriyle doğru orantılıdır. Şartların yarattığı istikrarsız ortamda risk alma güdüsüne sahip olma, etkili bir liderin ihtiyaç duyacağı en önemli unsurlardan biridir (Leblebici 2008: 69).

Oğuz Kağan Destanı’nda (Uygur Nüshası), doğuştan güçlü bir vücut yapısına sahip (Ayakları öküz ayağı gibi, beli kurt beli gibi, omuzları samur omuzu gibi) olan Oğuz Kağan, katıldığı tüm sefer ve akınlarda kahramanca savaşır. Kurt rehberliğinde yol alan Oğuz Kağan ve ordusu, daima zafer kazanır ve çok geniş toprakları fethederler.

Bununla birlikte sahip olduğu öz güven, Oğuz Kağan’ın en büyük itici güçlerinden biridir. Kağanlığını ilan ettiği toyda söylediği şu sözler bu özgüveni en iyi şekilde yansıtır: “Ben Uygurların kağanıyım ve yeryüzünün

dört köşesinin kağanı olsam gerektir. Sizden itaat dilerim” (Arat 1987: 620).

Cihan hâkimiyeti ülküsüne yürüyen bir liderin böylesine bir öz güven taşıması tabiidir.

Oğuz Destanı’nda (Reşideddin Oğuznâmesi), Oğuz Han cihangirlik yolunda ilerlerken kahramanlığı ve sahip olduğu öz güven sayesinde mutlak zaferlerle çok geniş topraklara ulaşmıştır.

Oğuz Han’ın kendine duyduğu güven, onun aynı zamanda iktidara muktedir olmasını da sağlar. Mazenderan seferinin ardından buraları alan Oğuz Han, sonbaharda Herat’ta oturur. Oğullarından birini ihtiyaten dokuz bin askerle birlikte Herat’tan Basra tarafına gönderir. Bunlar, halkın herhangi bir şekilde fikir değiştirip vergi ödemekte gecikmemeleri için Padişah Oğuz’un ve ordunun uzakta olmadığını ilân edip göstermekle vazifelidir. Oğuz Han “ben de geliyorum” diye bir haber yayarak oğlunun bu ülkede herkesten üç yılın vergisini almasını sağlar. Bunların yaşandığı üç yıl zarfında ise Oğuz; Herat, Serahs ve Baygız vilayetlerinde oturmuştur (Togan 1982: 46-47).

Görüldüğü gibi gücünü her anlamda kanıtlayan Oğuz Han’ın emirlerinin yerine getirilmesi için sadece sözleri yetmektedir.

Yöneticilerin kendilerine duydukları bu güven çocuk yaşlardan itibaren başlar. Oğuz Han soyundan Tuman Han, gelişen olaylar neticesinde tahtta kayınpederi Köl Erki’yle birlikte oturmaktadır. Tuman Han’ın oğlu Kayı Yavku Han, henüz çocuk yaşta olmasına rağmen haksızca bulduğu bu duruma itiraz ederek, Köl Erki’nin artık tahttan inmesi gerektiğini söyler. Köl Erki, torunu Kayı Yavku Han’ı haklı bulur ve bir toy tertipler. Bu toyda Köl Erki’nin padişahlığın Tanrı’nın seçtiği soya ait olduğunu söylemesi ve sonrasında Kayı Yavku Han’ın takındığı kendinden emin tavır oldukça dikkat çekicidir.

“Köl Erki Han Korkut’u bütün Oğuz uruğunu, büyükleri (ekâbir) ve diğer ilerigelenleri (eşrâf) toplayıp şöyle dedi: ‘Otuz yıldan beri bu tahtta oturuyorum; bugün hak Tuman Han’ındır ve ona da babasından kalmıştır.

Eğer bizim uruğumuzun da padişah olması gibi bir hevesimiz olsaydı, bu ancak boş bir heves olurdu. Padişahlık tahtı, bu iş için Yüce Tanrı tarafından seçilmiş olanlarla onların neslinden gelen insanlara lâyıktır. Muhakkak ki bu soydan gelen kimseler asla hata yapmazlar; ama ben yapabilirim. Bu

bakımdan şimdiye kadar tahtta oturduğum otuz iki yıl boyunca bir kimsenin

bakımdan şimdiye kadar tahtta oturduğum otuz iki yıl boyunca bir kimsenin