• Sonuç bulunamadı

Türk destanlarında yöneticilerin çocuklarıyla bilhassa oğullarıyla olan ilişkilerine büyük önem verdikleri görülür. Oğullar, babadan sonra tahtın veliahtı olduğu için onlara verilen öğütler, paylaşılan tecrübeler ve verilen eğitim ayrı bir önem taşımaktadır.

Oğuz Kağan Destanında (Uygur Nüshası), Uluğ Türük’ün rüyası neticesinde Oğuz Kağan’ın oğullarını doğuya ve batıya göndermesi çocukların dönüşte getirdikleri yay ve okların paylaşımı, ayrıca bu paylaşıma göre devlet teşkilatının belirlenmesi dikkat çekicidir.

Yine Oğuz Kağan’ın verdiği son toyda yurdunu oğulları arasında paylaştırırken yaptığı konuşma, devlet yönetiminde bundan sonra izlenecek yol haritasını belirlemesi bakımından önemlidir:

“Ey oğullarım ben çok aştım; çok vuruşmalar gördüm

Gök Tanrıya borcumu ödedim. Şimdi yurdumu size veriyorum (Arat 1987: 636).”

Burada dikkat çekici bir diğer nokta da Oğuz Kağan’ın oğullarının daima babalarının sözlerine ve isteklerine uygun şekilde hareket etmeleridir. Türk töresinde ana-babaya saygı önemli bir yer tutar. Bu bağlamda, destanlarda çocukların (bilhassa oğulların) baba sözüne riayet ettikleri müddetçe yönetimde ve hayatta başarı kazandıkları, aksi takdirde ise işlerin yolunda gitmediğini görmekteyiz.

Oğuz Destanında (Reşideddin Oğuznâmesi), Oğuz Han’ın oğullarıyla daima koordineli bir şekilde devleti yönettiğini görmekteyiz. Oğulları, babalarının onayını almadan hiçbir işi sonuçlandırmazlar.

Kirman ve Şiraz vilayetlerinin zorlu bir mücadeleyle alınmasının ardından halk il olur. Oğuz’un oğulları, bundan sonraki durumu ve ahaliye nasıl davranacaklarını babalarına sorarlar. Oğuz Han “Bu ülke mademki alınmıştır, il ve itaatlidir; onları yağma etmeyin” (Togan 1982: 44) diyerek adalet konusundaki hassasiyetini bir kez daha gösterir. Ardından bundan sonra izlenecek yönetim yolunu ve uygulanacak vergileri belirler.

Oğuz Han oğullarının kendi yolundan ve sözünden gitmelerinin memnuniyet ve gururunu daima yaşar. Uygur Nüshasına benzer şekilde, Oğuz’un oğullarının bir ava çıkması, avdan bir altın yay ve üç gümüş okla dönmeleri ve bunun neticesinde devlet teşkilatlanmasının belirlendiğini görürüz. Oğuz Han’ın yay getiren büyük oğulları Bozoklar adını alırken, üç

gümüş ok getiren küçük oğulları Üçoklar adını alır. Ardından da yönetim sağ kol (Bozoklar) ve sol kol (Üçoklar) olarak belirlenerek, Bozokların daha üstün bir yerde yer almasıyla devam eder. bu belirlemede oğulların birbirlerine gösterdikleri saygı ve anlayış, kendi aralarındaki uyum çok önemlidir. Söz konusu uyum, Oğuz Kağan Destanında da aynı şekilde görülür.

Dede Korkut Boylarında, beylerin ilk av deneyiminde oğullarının yanında oldukları görülür. Kazan Bey Oğlu Uruz Bey’in Tutsak Olduğu boyda, Kazan Han 16 yaşına gelen oğlunun hâlâ baş kesip ad alamamasından dolayı büyük üzüntü duymaktadır. Oğlu Uruz ise, babasının kendisine yol göstermesi gerektiğini söyler. Bunun üzerine Kazan Han oğlunu haklı bulur ve birlikte ava çıkarlar (Duran 2012: 131).

Han Mirgen Destanında, Han Mirgen’in oğlu Altın Çüs de yönetime katılır. Babası halkın arasına karışıp onların durumuyla yakından ilgilendiği sırada, Altın Çüs de mal varlığı, yargı ve yönetim işleriyle ilgilenmektedir:

“Eski yılı aşmak üzere Usanmadan yaşamaktalar.

Yeni [bir] yıla kadar

Bıkmadan ülkelerinde oturmaktalar.

Erlerin en üstünü [alp] Altın Çüs Altı gün güdülen

Malın sayısını sayarak

Yerli halkın yargı ve yönetimini

Gerçekleştirip yürütmektedir” (Davletov 2008:138-139).

Bununla birlikte Altın Çüs de tıpkı babası gibi önceliği daima halkın huzur ve rahatına vermektedir. Avladığı hayvanların etlerini dahi halkına sunmaktadır:

“Yedinci gününde bir gün

Kuş ve hayvan avlamak için varıp gitti.

Attığı hayvanları albat halka Üleştirip vermektedir:

‘Güzel et yiyiniz, halkım’, diyerek” (Davletov 2008:139).

Bu durum aynı zamanda Altın Çüs’ün izlediği sosyal yardım politikalarının açık bir göstergesidir (Davletov 2008: XXVIII).

Han Mirgen ve oğlu Altın Çüs’ün devlet yönetiminde daima halkı merkeze alan ve halkın çıkarlarını ön planda tutan bir politika izlerken, yönetim anlayışlarının da daima birbirleriyle tutarlı bir çizgi halinde seyrettiği görülür.

Ayrıca Han Mirgen’in Toolay Mooray ile yaptığı ikinci evlilikte Altın Çüs’ün babasına yaptığı konuşma önemli yer tutar. Dolayısıyla baba-oğul arasında hem ülke yönetimi hem de ilişkilerdeki kararlarda fikir alışverişi ve uyum söz konusudur.

Alpamış Destanında, babasının Kalmak yurdundaki esareti sırasında doğan Yadigârcan, en az babası Alpamış kadar cesur bir çocuktur.

Ultantaz’ın Alpamış’ın yokluğunu fırsat bilip devletin başına geçmesi ve ardından zorla Berçin’le yaptığı düğün sırasında Yadigâr, Ultantaz’a korkusuzca şunları söyler:

“Bizim gibi soydan devlet gitmiş, Devlet şimdi kula yetmiş

Darbesinden yerle yeksan, Yadigâr oldu çok perişan, Vur vur, sıra sendedir,

Ben ağlarım gamlı günde perişan, Ne yaparsa yapar kudretli Cebbar, Eline kalmıştır yetim Yadgâr.

Şimdi bildiğini yapıp dur, Ne olsa da sıranı iyi kullan.

Ölmezsem, ben de büyürüm, Babamın tahtına bir gün geçerim, Birer birer hepinizi dara çekerim,

O zaman ben öcümü alırım” (Yoldaş oğlu 2000: 437).

Kara Destanında, çok geç bir yaşta evlat sahibi olan Maaday-Kara, bir yandan evlat sahibi olmanın mutluluğunu yaşarken bir yandan da yurdunda yaşanan felaketler ve düşman istilasının gittikçe artan acımasızlığı yüzünden oğlunu korumanın yollarını düşünür.

Maaday-Kara öncelikle oğlunun kendilerinin yokluğunda hayatını idame ettirebilmesi için gerekli hazırlıkları yapar:

“Altmış kulaç uzunluktaki bağırsağa

Annesinin iki memesinden gelen İlk süt ile doldurdu.

Ak yosunu serip Döşek yaptı.

Beyaz söğüt dallarını büküp, Beşik yaptı.

Altmış parsın derisinden peçete yaptı,

Yetmiş boğanın derisinden kemer yaptı.

Susamurlarının sağlamını Katlayıp yastık yaptı, Samurların en makbulünü Yayıp döşedi.

Derin ve büyük bir çukur Misali bir beşik oldu.

Hafif meyilli tepecik Misali bir yastık oldu.

Yiğit oğlunu beşiğe yerleştirip Maaday-Kara

Beşikle birlikte çocuğu kucaklayıp Emzik ile

Güneşin gözünü körelten

Zil seslerinin yankılandığı Alacakaranlık dağın Tepesine çıktı.

Karısı Altın-Targa, Maaday-Kara yiğit Kapısından çıkarken, İki gözünün yaşı İki kara ırmak olup Kapıdan dışarı aktı.

İki memesinin sütü Birbirine eş iki ak

göle dönüştü,

Çadırın artık atılan deliğinden akıp gitti.

Ağlayıp inleyip kalakaldı.

Namlı şanlı Maaday-Kara Dokuz katlı

Kara dağın başına yöneldi.

Tepede bir kayanın başında Dört kayının altına

Bahadır oğluna beşik kurdu.

‘Bu kara dağ,

Baban olsun, yavrum’ dedi,

‘Bu dört gövdeli kayın, Anan olsun, yavrum ‘ dedi, Dört kayının özsuyu

Bahadır oğlunun ağzına Her gün damla damla aksın

diye

Bir oluk yerleştirdi.

Anasının altmış kulaç Bağırsaktan ilk sütü

Yavrusunun ağzına

Her gün damla damla aksın diye

Kayın ağacının budağına Sallansın diye bağladı.

‘Ölecek olursan,

Kemiklerin burada kalsın, dedi.

Büyürsen de bundan sonra

Ayak izin burada iz bıraksın, dedi, Başına saç ördüren

Bereketli Altay’ın sana yardım etsin, dedi.

Baldırına et veren Gür kayın seni kutsasın,

dedi.

Küllü karaya yem olacağına Katılıp ölsen daha iyi.

Kara-Kula’ya esir olacağına Yad ellerde başıboş gezmen daha

iyi’

Diyerek ağlayıp inledi.

İki gözünden yaşlar aktı, Eteğine aşağı indi.

Er alpin dizleri Titredi.

Az biraz orada oturdu,

Dudaklarını kısıp dişlerini sıktı, Yiğit zor kararı verdi,

Kara dağın tepesinden

Aşağı indi” (Naskali 1999: 56-59).

Burada Maaday-Kara oğlu için oldukça büyük bir fedakârlık yapmıştır.

Bir evlat sahibi olamadığı için yıllarca büyük üzüntü duyan Maaday-Kara, acımasız düşmanlardan onu koruyabilmek için oğlunu bulduğu anda bırakmak zorunda kalmıştır.

Maaday Kara, düşmana esir düşmesindense oğlunun kendi topraklarında başıboş da olsa nefes almasını tercih eder. Aslında bu, bir nevi geleceğe dair taşınan umudun göstergesidir. Maaday-Kara, oğlu eğer sağ kalırsa Kara-Kula’dan intikamını alarak talan edilen yurdunu ve perişan edilen halkını yeniden kurtarıp bir araya toplayabileceğinin umudunu taşımaktadır.

Bunun tek yolu da çocuğu geride bırakarak çıktıkları bu bilinmez karanlık serüvenden korumaktır.

Bu durumdan oldukça etkilenen perişan bir halde bebeği için gözyaşları döken eşi Altın-Targa’yı teselli görevi de yine Maaday-Kara’ya düşer. Eşine ağlamak yerine bir veda toyu düzenlemesini söyler. Bu toya yüce bahadırları, gelin kızları davet edip tüm halkın eğlenmesini sağlarlar.

Toy sırasında Maaday-Kara bir konuşma yapar:

“Vedaya hazırlık olsun bu kazan, dedi.

Ey oğullar, dedi.

Veda şöleni olsun, dedi, Durun, bahadırlar, dedi, Kara-Kula kağan

Yeryüzüne hükümran, dedi, Karısı Kara-Taacı

Yeraltı dünyasında olup biteni biliyor, dedi.

Görüp göreceğimiz tek oğlumuz Ondan gizli kalsın, dedi.

Ölecek olursa, kemikleri Altay’da kalacak,

Hayatta kalırsa, kendi

memleketinde yaşayacak.

Ak davarım sürülüp

gidecek,

Altay’ımı ganimet alacaklar’

Dedi (Naskali 1999:60-61)

I. YÖNETİCİLERİN YÖNETİM ANLAYIŞLARI

İncelediğimiz destanlarda yöneticilerin izledikleri politikaları ve sürdürülen yönetim anlayışını ön plana çıkan özellikler dahilinde değerlendireceğiz.