• Sonuç bulunamadı

Oğuz Kağan Destanında (Uygurca Nüsha), “Oğuz’un yüzü gök; ağzı ateş (gibi) kızıl; gözleri elâ, saçları ve kaşları kara idi. Perilerden daha güzeldi”. Oğuz’un sahip olduğu bu olağanüstü güzellik annesi Ay Kağan’a bağlanmaktadır ( Arat 1987: 614).

Oğuz Destanında (Reşideddin Oğuznâmesi), Oğuz Han’ın doğumundan 1 yıl sonra babası Kara Han onda “olgunluk ve asalet belirtisi”

görür. Kara Han, onun temizlik ve güzelliğinden hayrette kalır ve bunu şu sözlerle ifade eder: “Bizim kavim ve uruğumuzda bundan daha güzel bir çocuk dünyaya gelmemiştir” (Togan 1982: 18)

Dede Korkut Boylarında da yiğitler güzel olur. “Oğul büyür, 15 yaşına girer ve çok güzel bir delikanlı olur” (Ergin 2008:118).

Kangıvay Mergen Destanında, hükümdar Kangıvay Mergen’den bahsedilirken onun gücünü ve üstünlüklerini ifade etmek için uzun ve detaylı sıfatlara yer verilir: “Güçlü erin atışamadığı, kuvvetli erin tutuşamadığı…”

(Arıkoğlu-Borbaanay 2007: 351). Aynı şekilde Kangıvay Mergen’in kadını Karan-Çüzün ile yaşadığı sarayın güzelliği de özellikle vurgulanır: “Aydan güneşten parlak yuvarlak ak saray” (Arıkoğlu-Borbaanay 2007:351).

Hükümdarın dış görünüşü ve giyim kuşamındaki şaşaa da dikkat çeker:

“Kangıvay-Mergen oradan bora sarayına yürüyüp gelip, Yatıp dinlenip,

Derin uykusunu yatıp uyuyan er imiş.

Sonra kalkıp, Kangay-Kara’sına Doksan ön kolanlı, yetmiş kolanlı Altmış paldımlı,

Aşıt gibi altın büyük eyerini vurup, Üç yaşındaki ineğin derisinden İşlenerek yapılan,

Dört yaşındaki ineğin derisinden Dört köşe edilerek yapılan, Saf altınla kaplanıp,

Ak kurşunla süslenip yapılan, Altın ağır kamçısını sokup Asıp duruyormuş.

On sekiz düğmeli kara tüylü ipekten elbisesini giyip, Karış ağızlı, çelik çakmaklı,

Kulaç ağızlı çelik bıçaklı, Geniş kuşağını kuşanıp,

Kara samurdan şapkasını takıp, Kara deriden çizmelerini giyip, Bora sarayına girip,

Sert kara yayının alt ucunda

Altmış altı kertiğini aşağ indirip, Kirini temizleyip, silip,

Karış ağızlı kılıcını

Düzelterek gününü geçirmiş imiş” (Arıkoğlu-Borbaanay 2007:365).

Han Mirgen Destanında, hükümdar Han Mirgen’in gösterişliliği güçlü sıfatlarla anlatılır:

“Ak evin içinde

Güdülen malın sahibi Yerli halkın-hanı beyi, Dokuz kulaç boyunda Alnında akıtmalı

Kan pozırah atlı Han Mirgen [oturmaktaydı]” (Davletov 2008:2). Ayrıca Han Mirgen için sık sık “Erlerin en üstünü Han Mirgen” ifadesinin kullanıldığı da görülmektedir.

Yöneticilerin gösterişli ve haşmetli duruşları, sahip oldukları her şeye sirayet eder. Alpamış Destanında, Kalmak yurduna henüz göçmüş olan Baysarı Bey’i arayan celladlar, onun evini sahip olduğu gösterişten tanır:

“Celladlar baktı, bir yerde kadife ev duruyordu. Gördüler, keçeleri kadifeden, yan ağaçları gümüş ve altından yapılmış. Bu ev Baysarı’nın evi idi. Sayısız zenginliği vardı; evini, keçe yerine kadife yapmıştı. Cellâtlar bu evi görüp:

‘Elbette bu yabancıların büyüğü burada oturuyordur. Özbeklerin büyüklerinin işareti bu herhalde, hiç kimsenin evi buna benzemiyor” (Yoldaş oğlu 2000:

48).

Benzer şekilde, Han Mirgen ve Kangıvay Mergen Destanında da, kullanılan detaylı sıfatların çoğunda yöneticilerin haşmetiyle birlikte saraylarının ve sürdürdükleri yaşamın görkeminden bahsedilir.

Yaşam mekânlarındaki bu gösteriş aynı zamanda yöneticinin gücünün bir göstergesidir. Türklerde özellikle elçilerin ağırlandıkları çadırların gösterişliliğini vurgulayan Beşirli, misafirler için kullanılan ve yemek sunumunda kullanılan mutfak eşyalarının gizli fonksiyonundan bahseder. Bu da, hakanın zenginliğini gösterme fonksiyonudur (Beşirli 2011: 147). Bu

zenginlik maddi güçle birlikte manevi gücü de temsil etmesi bakımından önemlidir.

Altın Ergek Destanı’nda ise, kağan babasının intikamını almak için mücadele veren Altın Ergek’ten bahsedilirken kullanılan sıfatlar dikkat çekicidir:

“Üç yaşındaki Altın Ergek

Kara tepe gibi er olmuş” (Ergun 2006: 224).

Barak Batır Destanında, kalabalık Kalmuk ordusunun komutanı Alaköbek’in teke tek karşısına çıkmaya cesaret eden Barak Batır’ın karizmatik duruşu, altındaki atı, sabrı ve kararlılığı şu sözlerle anlatılmaktadır:

“Küçük Cüz’den meydana Koşup çıktı bir çocuk.

Düşmana koşan çocuğun Yaşı on sekiz var,

Kıyılmış kara kaşı var.

Genç de olsa çocuğun, Bin kişiye değer başı var.

Altında ak boz atı var,

Düşmandan korkmaz sabrı var.

Tevekkül erin bileğisi,

Her işin bir zamanı var” (Karaca 2007: 33-35).

Er Samır Destanında, Er Samır’dan bahsedilirken “Er yaratılışlı Er Samır” ifadesi sıkça kullanılırken, “heybetli yaratılışlı kağan kişi” (Dilek 2002:

88) ifadesinin kullanıldığını da görmekteyiz. Bununla birlikte Er Samır, han soyundan gelmektedir. Babası han Ak Bökö, malının yarısını oğluna vermekle birlikte yönetim yetkisini de Er Samır’a bırakır.

Abdurrahman Han Destanında, Abdurrahman Han birgün medrese yolunda aksakallı bir ihtiyarla karşılaşır. İhtiyar, çocuğun güzel suretinin altında yatan üzgün halin sebebini sorar. Bu konuşma esnasında da çocuğun sahip olduğu güzel ve saf suret, ihtiyarın dilinden şu sözlerle aktarılır:

“Boyuna baksam, hoş, düzgün görünür,

Yüzüne baksam, sâf, süzgün görünür, Gönlün daima üzgün görünür,

Alnın açık, engin görünür” (Özkan İ. 1989:136).

Öte yandan yıllar geçip Abdurrahman Han otuz yaşına dayanınca, medrese yolunda aksakallı ihtiyarın dediği gibi güçlü ve haşmetli bir er olur:

“Aylar ayları kovaladı Günler günleri kovaladı Abdurrahman Han Hoca Arslan gibi er oldu.

Şimşîr gibi uzun ince vücuduna Yanar dağ gibi güç doldu.

Ertunga gibi yetişip

Her adımda düşmanı yer ile bir etti” (Özkan İ 1989: 139).

Culuruyar Ńurgun Bootur Destanında, yukarı dünyanın tanrıları tarafından orta dünyaya huzur getirmesi için kurtarıcı kişi olarak özellikle yaratılan Ńurgun Bootur’un sahip olduğu güzellik ve karizmatik duruş metinde geniş yer tutar. Yaratıcı tanrılardan Cılğa Toyon kötülerle mücadele edip orta dünya halkını tekrar refaha ve mutluluğa kavuşturması için özel olarak yarattığını söylediği, Ńurgun Bootur’dan bahsederken:

“Dokuz kat semanın üzerinde doğar doğmaz ayağa kalkmış, boyu karaçamın ortasındaki budaklara denk

doru renkli hırçın atlı

Culuruyar Ńurgun Bootur’ diye

adlı bir bahadır var” (Ersöz 2010: 143) ifadelerini kullanır.

Babası ihtiyar Ayıña Sier Toyon’un, Ńurgun Bootur’un doğumunda yaşanan olağanüstülükler, oğlunun sahip olduğu güç ve karizmatik duruşla ilgili ifadeler de dikkat çekicidir:

“Benim oğlum doğduğunda acı acı ağladığında

bu aydınlık aşağı sema, bataklık gibi ahenkle döndü.

Işık saçan beyaz sema,

atıyaḫın içindeki su gibi çalkalandı.

Bundan dolayı:

Güçlü kara boyunlu, sert diz kapaklı, dolgun kaslı, kalın enseli,

geniş ve sert avuçlu, heybetli görünüşlü, çevik yapılı oğlum, bahadıra tam örnek

bir kişi olacak diye düşünüyorum” (Ersöz 2010:151).

Ayrıca Ńurgun Bootur ve kız kardeşi orta dünyaya yerleştikten sonra ilerleyen yıllarla birlikte yiğidin sahip olduğu heybetli duruş metinde şöyle anlatılır:

“Onun boyu, uzun karaçamın ortasındaki budaklara,

kısa karaçamın da

en üstündeki taze dallara ulaşmış.

O, beş kulaca denk ince belli, altı kulaca denk geniş omuzlu,

üç kulaca denk uzunlukta kalçalıymış.

İri karaçamın en iyi parçasını kesip kopararak

kalın görünecek şekilde koymuş gibi güçlü ve iri kaslıymış.

Büyük ve kalın karaçamın orta boyda kütüğünü gayret ve hızla tutup

dik olarak koymuş gibi uzun ve ince bacaklıymış.

Kıvrılmış karaçam gibi elliymiş.

Daireleşmiş karaçam gibi

Hızla giden atın ön ayağını aşağı doğru tutmuş gibi uzun burunluymuş.

İki boz kakımı uzatıp tutmuş gibi

uzun ve kalın kaşlıymış.

At geminin halkası gibi iri ve yuvarlak gözlüymüş.

Ters yüz çehreli, baş aşağı şakaklı, sarkan elmacık kemikli,

birbirine kavuşmayacak kadar kalın dudaklıymış.

Sırtı kambur,

ayakları eğri büğrü, oldukça kararlı yapılı, çok inatçı tabiatlı, kabarmış kan pıhtılı,

sinirleri büzülen (öfkesinden), coşkun akan kanlı,

sert adaleli,

çok geniş omuzlu, kuvvetli diz kapaklı, sağlam kaslı,

her şeyi kendisine kement gibi çeken avuçlu, hakikaten de

heybetli görünüşlü,

bahadıra örnek, çevik yapılı

biri olmuş” (Ersöz 2010: 173).

Maaday-Kara Destanında, Maaday-Kara halkı ve sahip olduğu mal varlığıyla birlikte haşmetli bir bahadır olarak şu sözlerle tavsif olunur:

“Alpin yüzü kızıl alev gibi, Ak yüzlü halk

Altay’ın eteklerini aşıp yükseldi.

Tatlı dilli oymak, Yıldız gözlü oymak Güneşin gözünü örtüp Alacakaranlık dağı kaplayıp Uğuldadı.

Atın soluğu ince duman, Alaca davarı bir sürü,

Tüyleri birbirine değen sayısız hayvan

Ayın gözünü örtüp, Alaca dağı kaplayıp, Yeri tepe tepe dolandı.

Yetmiş kollu mavi ırmağı İçeceği su diye bildi, Ulu kale misali yedi dağı Otlağı diye benimsedi, Yerin boyun damarını kesip Yetmiş yıl burayı yurt bilip Alp pehlivan Altay’ında

yaşadı.

Çadırın artık giderinden Atılanları inekler yer, Büyük bir ulu bahadır idi o,

Kapısında insanlar ekmek yer, Yiğit bir kahraman idi o,

Yaz geldi mi

Yağmur yağmaz yazları Altay’a, Kış geldi mi

Kırağı düşmez azametli dağlara Yedi zirveli bereketli Çeret-çemet

dağının, Dokuz zirveli

Çemeten- Tuu’nun,

Aksa da akmasa da ak ırmağının, Çağlasa da çağlamasa da gök

ırmağının

Alp pehlivanı, yiğidim,

Altayına döndü” (Naskali 1999: 33-34).

Yine aynı destanda, Maaday-Kara’nın ilerleyen yaşına rağmen sahip olduğu karizmatik duruş ve yakışıklılığı şöyle anlatılır:

“Bahadır doğmuştu bu insan:

Kaşları kadife karası, Sakalı gür siyah, Burnu narin dağ gibi, Kirpikleri sık orman gibi, Keskin gözü mavi yıldız gibi Yakışıklı endamı saf altın gibi.

Yarım kaya gibi yanakları, Bütün kaya gibi gövdesi, Kızıl maral gibi yüzü, İşte böyleydi bahadırım Güçlü sırtında

Elli aygır sürüsü gezebilir, Ak bozkır gibi böğürlerinde

Altmış koyun sürüsü gezebilir.

İki kürek kemiğinin ortasında Yüz kısrak debelenebilir, İki gözünün ortasında Kırk koç tepişir.

Kırmızı kanı yok ki aksın, Nefesi yok ki sönüp ölsün, Bağırsakları çelikten, Pazuları taştan.

Atı suyun ruhundan doğmuştu, koyu boz at,

Kendisi taşın ruhundan

doğmuştu, Maaday-Kara, Çeneliyi konuşturmamış, Kötü gün görmemiş, Güçlüye yenilmemiş, Hiç ağlayıp yalvarmamıştı, Adı ün salmış bahadır idi,

Yaptıkları ün salmış pehlivan idi.

‘Ey, dedi,

Sayısız sürülerimi güdeceğim, Halkıma yol göstereceğim’ dedi, Dökme demir üzengilere ayağını

geçirdi,

Ay şekilli gemleri çekti, Altın dizginlerini denk tutup,

Atına bindi” (Naskali 1999: 43-44).

Çok geç bir yaşta evlat sahibi olan Maaday-Kara, bu sevinçli haberi aldıktan sonra eşine oğlunun doğumunda ne gibi bir işaret gördüğünü sorar.

“Karısı Altın-Targa’dan En can alıcı soruyu sordu:

‘Ey karıcığım,

Erkek çocuk doğduğunda Çocukta ne işaret gördün?’

Diye sordu.

Karısı dedi ki:

‘Ey kağan,

İki kürek kemiğinin ortasında Parmak izi şeklinde kara bir

ben vardı, Göğsü baştan aşağı Saf altın idi,

Sırtı baştan aşağı

Saf gümüş idi oğlanın, dedi.

İki gün sonra ‘anne’ dedi,

Annesinin koyduğu bezleri tepip yırttı.

Altı gün sonra ‘babam’ dedi, Ağaç beşiği tekmeleyip kırdı.

Doksan kulaç emzik emerse Sakinleşip rahat uyuyor, Yetmiş kulaçlık emzik emerse Tepinip bağırıyor.

Sol elinde sımsıkı tutmuştu Dokuz yüzlü kara taşı Sağ elinde sımsıkı tutmuştu Yedi yüzlü boz taş,

Göbeği yok, deliği kapalı, Kaşları bitişik.

Altmış parsın postunu Deviriyor ayağıyla . Yetmiş öküzün postunu İtiyor ağlayarak.

Adını vermedim,

Babasının gelmesini bekledim’

dedi” (Naskali 1999- 53-54).

Maaday-Kara’nın oğlunun doğduktan kısa bir süre konuşması, sahip olduğu olağanüstü güç ve haşmetli duruş bize Oğuz Kağan’ın doğduğunda gösterdiği olağanüstülükleri anımsatır. Aslında bu hal, karizmatik liderliğe giden sürecin ilk belirtileridir.

Maaday-Kara ve halkının Kara-Kula kağana esir düşmelerinin ardından Altaylardan geriye sadece oğlu Kögüdey Mergen kalır. Küçük yaşına rağmen düşmandan intikam alıp kaybettiklerini kurtarmak için cesurca yola koyulan Kögüdey Mergen’in sahip olduğu karizmatik duruş metinde şu sözlerle ifade edilir:

“Ay gibi parlak yüzlü Aydan parlak altın gibi, Güneş ışıltılı yüzü

Güneşten parlak gümüş gibi Biteviye kadife kaşlı

Kızıl maral görünümlü Namlı şanlı alp yiğit

Altay’ı boydan boya koştu” (Naskali 1999:106).

Yine destanda, Kögüdey-Mergen’in karizmatik görünüşünün dosta düşmana yansıması metinde detaylı bir şekilde ifade ediliyor:

“Ay pırıltılı yüzü Altın gibi ışıldadı, Güneş pırıltılı yüzü Gümüş gibi pırıldadı.

Biteviye kadife kaşlı Kızıl maral gibi yanaklı Narin dağ gibi burunlu Sık orman gibi kirpikli Yarım kaya gibi yanaklı

Dolunay gibi yüzlü.

Güçlü sırtında

Elli aygır sürüsü gezebilir, Ak bozkır gibi yanında

Altmış koyun sürüsü gezebilir.

Omurgasının eklemleri yok, Güçlü doğmuş bir bahadır o, Kaburga kemikleri eğilmez, Korkusuz doğmuş bir pehlivan o.

Bozkır gibi göğüsü Pırıl pırıl.

Çıplak tepeler gibi alnı Işıl ışıl.

Giydiği kıyafetin düğmeleri Göz kamaştırıyor,

Bahadır delikanlının Başa bir ordu korkuyor.

Güçlü kayın gibi baldırları, Bastığı yerden yer göçüyor.

Namlı şanlı Kara-Kula arkasına Döndü baktı” (Naskali 1999:170).

Manas Destanında, Cakıp Han’ın evlendikten on dört yıl sonra kavuştuğu oğlu Manas, daha beşikteyken konuşmaya başlar ve kâfirleri dağıtıp Müslümanların yolunu açacağını söyler:

“Manas şimdi kuvvetlendi, Manas beşikte yatıp dedi ki:

‘Ak sakallı ateke Cakıp Han, Müslüman yolunu açacağım, Kafirin malını saçacağım, Kafiri sürüp çıkarıp

Müslümana necat salacağım” (Yıldız 1995: 539).

Manas, Maaday-Kara ve Oğuz Kağan Destanlarında (Uygur Nüshası) kahramanın olağan dışı bir hızla ilerleyen büyüme süreçlerine şahit oluruz.

Manas ve Kögüdey-Mergen’in doğumlarından sonra yaşanan süreç Oğuz Kağan’ın doğar doğmaz konuşup et ve şarap istemesi, 40 günde büyüyüp yetişmesiyle benzerlik gösterir. Oğuz Kağan’ın hızlı bir şekilde yetişmesi, ideallerine bir an evvel kavuşma isteğiyle açıklanır (Kaplan 2011: 13). Aynı durum Manas ve Kögüdey-Mergen için de söz konusudur. Manas Destanında çocuğun daha beşikteyken açıkladığı ideallerini önemseyen Cakıp Han, oğlunun bu sözlerinin arka planındakileri de anlayıp, adamı Bakay’ı hemen hazırlıklara başlaması konusunda uyarır:

“Bu Cakıp Han çağırdı:

‘Bey’in oğlu Bakay Han, Beri gelsene yanıma!

Söz söyleyeyim başıma, Benim Manas kulunum,

Atlanayım, düşman ardına koşayım diyor, Uzak sefere varayım diyor,

Medine’yi ziyaret edip Çong Bukar’ı dolaşıp

İt-keçüü.i.İt-keçüü’den geçeyim diyor, Beş-terek’ten geçeyim diyor,

Becin’deki Kongur Bay’a, Varıp vuruşayım diyor,

Gümüş sikkeli hazineyi açayım diyor Kalmak’ın malını saçayım diyor, Uzun-bulak’ı aşayım diyor, Kebes-bulak’a ineyim diyor, Şemey ile Kızıl-car’ın

Ortasında Kır-keçüü

Oradan geçip akayım diyor, Beş-Terek’ten geçeyim diyor,

Kumbulun’u basayım diyor, Almatı’yı aşayım diyor, Kapıyı bana kapadığında Eğilip geçip çıkayım diyor, Kopolu’yu geçeyim diyor, Tor-Aygır’a bineyim diyor, Sarı-Kaykan’ı basayım diyor, Temirdik’i aşayım diyor, Medine çölünü ziyaret edip, O Keng-İle’yi dolaşıp

Çong Buura’nın boyunda Altı gün yatayım diyor, At serinletip geçeyim! diyor,

Keng-İle’yi gemi ile geçeyim diyor, Koon’un şehrini basayım diyor, Korguş’tan doğru geçeyim diyor, Bu Manas balama,

Kazan asıp, ateş yakıp

Yanına yoldaş olsana, Bakay!

Görmediğini gösterip, Bakay!

Ardından beraber yürüsene, Bakay!

Bilmediğini öğretip, Bakay!

Beraber düşman ardına koşup sürsene, Bakay!

Adam Ata, Ooba Ana’nın, Doğduğu yerini bilici idin;

Sağ yanına Oysul Ata boğa yapmış, Bakay, Sol yanına Koca Kıdır dua etmiş, Bakay, Babedin başında, Bakay!

Koca Kıdır yanında, Bakay!

Bu Manas balamın, Bakay!

Büyüyüp adam olduğunda, Bakay!

At yelesini çekip bindiğinde, Bakay!

Göze görünür adam olduğunda, Bakay!

Çenesinde sakal çıktığında, Bakay!

Binmesi için at bulsana, Bakay!

Giymesi için don bulsana, Bakay!

At başı gibi Kur’an’ı, Bakay!

Koyun başı gibi kitabı, Bakay!

Kıyamet yoluna duruşup, Bakay!

Yılkı içinde boz olsana, Bakay!

Manas ile kıyametlik dost olsana, Bakay!” (Yıldız 1995:540-541).

Manas Han’ın sahip olduğu ihtişamlı ve karizmatik duruş metinde:

“Börü gözlü, ince bıyıklı

Kaplan doğan Er Manas” (Yıldız 1995:705,713) ve benzeri ifadelerle tavsif edilmektedir.

Manas’ın oğlu Semetey de tıpkı babası gibi ihtişamlı bir duruşa sahiptir öyle ki savaş meydanında yere düştüğünde dahi kimse ona yaklaşmaya cesaret edemez:

“Semetey yerde yatsa da Şaşaasından ay korkuyor, Parıltısından gün korkuyor, Yatan Semetey kulaksızı,

Yakalamaya kişi çıkmadı” (Yıldız 1995:883-884).