• Sonuç bulunamadı

Türk aile yapısında anne-babaya saygı esastır. İslâmiyetle birlikte ise bu durum, ilâhî bir vasıf kazanmıştır.

Oğuz Kağan Destanında (Uygur Nüshası), Oğuz Kağan’ın annesi Ay Kağan’dır. Oğuz’un sahip olduğu olağanüstü güzellik ile annesinin mitolojik yönü arasında ilişki olduğu düşünülmüştür. Oğuz Kağan’ın bebekliği anlatılırken kullanılan “Oğuz’un yüzü gök; ağzı ateş (gibi) kızıl; gözleri elâ, saçları ve kaşları kara idi. Perilerden daha güzeldi” (Arat 1987: 614) ifadeleri annesinin güzelliğinin Oğuz’a da yansıdığının ve ona annesi vasıtasıyla

“periler” gibi bir güzellik kattığını düşündürmektedir.

Oğuz Kağan’ın güzelliği anlatılırken kıllanılan ışık, renk ve gökyüzüne ait cisim adları Ay Kağan’ın bu ışık ve renk sembolizmi içinde aldığı yerle doğrudan ilişkilidir (Duymaz 2007: 51).

Oğuz Destanında (Reşideddin Tecümesi), Oğuz Han babasıyla ters düşmüştür. Ancak bunun sebebi babasının Tanrıya iman etmemesidir. Bu da gösteriyor ki Tanrıya iman, devlet yönetiminin de temelini oluşturur.

Dede Korkut Boylarında, Dirse Han Oğlu Boğaç Han Boyunda, 40 yiğit tarafından baba ile oğlun arasına haset sokulur. Oğlunun kendisini öldüreceğini zanneden Dirse Han ava gittikleri birgün önce davranarak Boğaç Han’ı vurur. Evde oğlunun ilk avından dönmesini bekleyen Boğaç Han’ın annesi durumdan şüphelenince kırk ince belli kızı ile Kazılık Tağ’ını atı ile aşar, oğlunu bulur. Hızır’ın yardımıyla oğlunu iyileştirir (Ergin 2008: 86).

Bu sırada Dirse Han düşmana esir düşmüştür. Bu durumu oğluyla paylaşan anne, her ne olursa olsun Boğaç’ın babasını kurtarması gerektiğini söyler. Anasını kıramayan Boğaç Han da yiğitleriyle birlikte düşman üzerine yürür ve babasını kurtarır (Ergin 2008: 91-95). Boğaç Han, canına kastedildiği halde kin tutmamış ve annesinin sözünü de kırmayarak babası

için düşmana karşı yürümüş ve yine canı pahasına onu kurtarmıştır. Bu bakımdan söz konusu boy, anne ve babaya verilen değerin en güzel örneğidir.

Kazan Bey Oğlu Uruz Bey’in Tutsak Olduğu boyda, babası Salur Kazanla birlikte çıktıkları avda düşmanın ani baskınına uğrayan Uruz, düşmana karşı babasıyla birlikte çarpışmak ister. Ancak Kazan Han oğlu henüz deneyimsiz olduğundan onun zarar görmesini istemez ve çarpışmaya girmesine izin vermez. Ata sözü kırılmayacağı için Uruz babasına karşı gelmez ve geri döner (Ergin 2008:160). Ancak sonrasında babasının hayatından endişe ettiği için tekrar düşmana karşı gider. Bu durum baba sözünün çiğnenmesi değil aksine babasının hayatını kurtarmak için kendi canını feda etmeyi göze almak olarak açıklanabilir.

Kañlı Koca Oğlu Kan Turalı boyunda, büyük mücadeleler sonucu Selcen Hatunla evlenmeye hak kazanan Kan Turalı, ana babasını görmeden ata yurduna varmadan gerdeğe girmez (Ergin 2008:193).

Salur Kazanın Evinin Yağmalandığı Boyda, Uruz annesi Burla Hatunla beraber esir düşmüştür, ayrıca Burla Hatunun yanında kırk ince belli kızı da vardır. Kâfirler Kazan Han’ın canını yakıp, itibarını zedelemek için Burla Hatun’u kullanmak isterle ancak onca kadın arasından hangisinin Burla Hatun olduğunu bilemezler. Bunu anlamak için Uruz’un etinden koparıp pişirerek kadınları sınamak isterler. Oğlunun zarar görecek olmasına dayanamayan Burla Hatun, Uruz’a durumu anlatır. Uruz şiddetle, kendini feda edeceğini söyler ve anasına namusundan asla ödün vermemesini tembihler zira, anne ve babası için, onların adı ve namusu uğruna kendi canını feda etmeye hazırdır (Ergin 2008: 107-108).

Altın Ergek Destanında, kağan olan babasının düşmanlar tarafından öldürüldüğünü ve malının yağma edildiğini öğrenen Altın Ergek henüz 3 yaşında olmasına rağmen babasının intikamını almak için yola çıkar.

Anne-baba ve diğer büyüklerle olan ilişkiler, evlilik kararının verilmesinde de etkili olur. Han Mirgen Destanında, Han Mirgen’in torunu Çaas Han kız kardeşi Haan Arığ’ın artık iyi birini bulup evlenmesi gerektiğini söylemesi üzerine bu durumu önce annesi Toolay Arığ’la paylaşır. Toolay

Arığ ise daha büyükler hayatta olduğundan oğluna ulu kişilere yani büyük anne ve babasına danışmasını söyler. Çaas Han dedesi Han Mirgen’in sarayına gider. Burada Toolay Mooray’la konuşur ve onun tavsiyesi üzerine Kĭlĭn Arığ’la evlenmeye karar verir (Davletov 2008: 218). Burada nesiller arası karşılıklı saygı dikkat çeker. Bilhassa evlilik gibi önemli kararlarda ailenin en büyüğüne danışma büyüklerin hem yaşına hem de hayat tecrübelerine duyulan saygıdan ileri gelir.

Er Samır Destanında, Er Samır ve kardeşi Katan Mergen arasında büyük bir güven ilişkisi vardır. Ava gitmek üzere yola çıkan Er Samır, tahtını ve yurtdunu kardeşi Katan Mergen’e gönül rahatlığı içinde emanet eder. Ancak bir süre sonra Katan Mergen, ağabeyi Er Samır’ın peşinden ava gelir. Ona yetiştiği zaman da şunları söyler:

“Evden çıkıp gittiğinde Üç gün uyumadım.

Kaç gün oldu

Sıcak yemek yemedim, At kulağı eğilmez,

İneğin boynuzu ayrılmaz Ölünen yerde birlikte ölmeli

Yaşanacak yerde birlikte yaşamalı” (Dilek 2002:36) diyerek sonunda ölüm dahi olsa ağabeyi ile birlikte olmayı istediğini vurgular. Bunun üzerine Er Samır:

“Canı sıkılan er isen, İkimiz birlikte gideriz, Kederli yaşayan er isen,

Kara ormanda avlanırız” (Dilek 2002:36) der ve yola birlikte devam ederler.

Avlanacak hayvan bulamayınca Katan Mergen yurda geri dönmek ister. Bunun üzerine Er-Samır yurdu ve tahtı kendisine emanet eder:

“Ak Sarı’nın yerine Altı boğumlu direğe Kara Kaltar’ı bağla.

Sekiz ayaklı ak tahtta

Ben dönünceye kadar otur” (Dilek 2002:38) .

Kendisinin yokluğunda yurda gelen fakat ağabeyi Er-Samır’ı göremeyince onu bulmak için tekrar yola çıkan Katan Mergen, bu yolculuk sırasında pek çok badire atlatır. Eşi Altın Tana’yı kurtarıp yurduna dönen Er-Samır, kardeşinin hâlâ dönmediğini görünce dönüşünü kutlamak için yapılan eğlenceleri bir tarafa bırakıp, Katan Mergen’i bulmak üzere yola çıkar:

“Ak Sarı ata bindi,

Halkından, milletinden ayrılıp, At üstünde konuştu:

‘Rahat gitsem bir yılda, Esen gitsem iki yılda

Dolaşıp tekrar gelirim’ diyerek, Ayın güneşin doğuşunu gözleyip, Altay üstünü dolaştı.

‘Tatlı memeyi birlikte emeniz, Dar karında birlikte yatanız, Ölsen soyunu devam ettireyim, Yaşıyorsan sesini duyayım’ diye Kan Altay’ı dolaşıp,

Nice nice dağlar aşıp, Tek kardeşini

Katan Mergen’i arayarak yol aldı” (Dilek 2002:92).

Sonunda da ne pahasına olursa olsun Katan Mergen’i bulur ve sağ salim ana yurda getirir.

Er-Samır’ın anne-babasıyla olan ilişkilerine bakacak olursak, Han Ak Bökö malının yarısını ve yönetim yetkisini oğlu Er Samır’a verir ve kendisi de eşiyle birlikte ayrı bir sarayda yaşar. Ancak oğlunun ava giderek tahtı ve yurdu sahipsiz bırakması, bunu fırsat bilen Erlik Biy’in damadı Kara Bökö tarafından gelini Altın Tana’nın kaçırılması üzerine öylesine hiddetlenir ki, Er

Samır’ı dövmeye kalkışır, bunun üzerine eşi Ermen Çeçen araya girer.

Burada Ak Bökö’nün öfkesinin nedeni oğlunun verilen emanetlere (iktidar, halk ve hatuna) sahip çıkamamasıdır. İşte burada Ak Bökö oğluna bir kağanın tahtını ve halkını asla sahipsiz bırakamayacağını şu sözlerle ifade eder:

“Madem ki kağan idin,

Halkını, milletini yöneteceğine, Kara ormanda niye dolandın, Kara halkını niçin bıraktın?

Nice nice yiğitlerin

Halkı etle beslenmez mi?

Ormanı, dağı dolaşmaya

Yiyeceğin, içeceğin yetmez mi?

Altmış kağanın ağabeyi Av eti arayarak,

Altay’ı dolaşıp gezer mi?” (Dilek 2002:41).

Ak Bökö’nün yoğun öfkesine karşın anne Ermen Çeçen daha anlayışlı ama yine de sitemli bir tavırla oğluna yaklaşır. Avdan henüz dönen ve olan bitenden haberi olamyan Er-Samır’ın babasının öfkesinin nedenini sorması üzerine annesi :

“Ee bedbaht çocuğum, Sahipsiz kalan yurduna Erlik Biy’in damadı Savaşmaya geldi,

Açılır kapanırların öte tarafından Açgöz, tamahkâr Kara Bökö Evlendiğin eşini gök boğaya, İyice sıkıp, bağlayarak, Ağlatıp, inleterek,

Karanlık Altay’a götürdü.

Yiğitlerin Kara Bökö’yle

Atışıp, vuruşamadı.

Savaşmaya güçleri yetmedi.

Eşin Altın Tana’nın Bir sesi gökte

Bir sesi yerde olup, Yeraltına yürüdü.

‘Er Samır adlı eşime Selâmımı söyleyiniz.’

Altın Tana eşinin

Söylediği sözler bunlardı.

Garibin ağlayarak gidişini

Gördüğüm de bu oldu” (Dilek 2002:43)

Anne Ermen Çeçen, eşi Ak Bökö’nün aksine daha yumuşak ve duygusal bir dille konuşarak oğluna durumun vahimiyetini anlatmaya çalışır.

Ancak Er-Samır:

“Gitmişse gider,

Başka eş bulunmaz değil.

Kaçırılmış olsa ne olur?

Halktan insan çıkmaz değil” (Dilek 2002:43) diyerek umursamaz bir tavır sergiler. Oğlunun iktidardaki zafiyetine oldukça sinirlenmiş olan Ak Bökö, Er Samır’ın bu sözleriyle birlikte tam anlamıyla çileden çıkar, Ak Bökö’nün oğluna gösterdiği tepki metinde şöyle anlatılır:

“Onu işiten Ak Bökö Sıçrayıp yatağından indi.

Kamçısını alarak, Hızlıca gelip durdu.

‘Deli iti döverim!’ diye

Geri dönüp, oğluna karşı geldi.

‘Ayıp bilmez yüzüne İneğin pisliğini sürterim!

Yetmiş kağanın ağabeyi

Şeytana eşini çaldırtıp,

Yetişip onlarla savaşmaz isen, Yer üstünde yaşama!’ dedi Yeni hışırdayarak dövmeye geldi.

Anası Ermen Çeçen İki kolunu karşı tuttu, Kayış kamçıyı alarak,

Çantaların arkasına savurdu, Çaresiz Ak Bökö

Ak tahtına çıkarak,

Uzaklara bakarak yatıverdi,

Başka söz söylemedi” (Dilek 2008: 43-44).

O ana kadar belki de durumun ciddiyetinin farkında olmayan ya da bunu yeterince önemsemeyen Er Samır, bir anda gitmeye karar verir. Annesinin zorlu mücadelede onu bekleyen tehlikelere karşı yaptığı uyarılar da etkili olmaz:

“Er Samır yerinden kalktı, Kapıyı açıp, çıktı geldi.

Ak Sarı atına bakarak, Altın direğe yetip geldi.

Kurban olduğum Ermen Çeçen At direğinin etrafında dönüp durdu.

Gitmeye hazırlanan oğluna Son anda öğüt verdi:

‘Yer göbekli bahadırı, Korkunç Kara Bökö’yü Yenmek güç iş, dedi, Yeraltına gitme, dedi.

Onun, ölür canı yok, Onun, geçer yaşı yok,

Korkunç yaratılışlı bahadır diyorlar” (Dilek 2002:44)

Er Samır ise, yaşanan felaketteki sorumluluğunun farkındalığıyla bu sözlere karşı sessiz kalır, gitmeye kararlıdır. Yola çıkmadan önce babasına gelir ve onun hayır duasını isteyerek:

“Gitsem arkamdan

Bana kötü söz söylemeyiniz, dedi, Rahat, iyi yaşayınız,

Kavgasız yaşayınız, dedi.

Yiğitler savaşına gidiyorum, Hayır dua ediniz, dedi.

Arkamdan yer altına

İzimi sürerek gelmeyiniz’ dedi.

Ova gibi büyük elini Uzatıp tutarak selâmlaştı, Ak Sarı atına binip,

Hızla uzaklaştı” (Dilek 2002:44-45).

Er Samır’ın kararlı bir şekilde yurdu ve eşi için mücadeleye girişmesinde babası Ak Bökö’nün etkisi çok büyüktür. Ak Bökö’nün Er Samır nezdinde söylediği sözler, aslında bir yönetici ve erkeğin hem yönettiği halka hem de eşine karşı olan sorumluluklarının önemine işaret etmesi bakımından dikkate değerdir. Bu tavır, Türk devlet geleneğinde yönetim anlayışındaki genel değerlerle bire bir örtüşür ki zaten Er Samır da önceki duyarsız tavrını bu sözlerin ehemmiyetini kavradığında terk ederek, kararlı bir şekilde mücadele için hazırlanır.

Giriştiği zorlu mücadeleden galip çıkarak eşi Altın Tana’yı kurtaran Er Samır, ana yurdu Altaylara döndüğünde yurduna ve halkına kavuşmanın sevinciyle birlikte anne babasıyla görüşmek için de acele eder ve onlar için hayır dualar eder:

“Babasını, anasını hatırlayıp,

Hayır dua ederek acele etti” (Dilek 2002: 88).

Abdurrahman Han Destanında, Uygur Türklerinin Çinlilere karşı verdiği istiklâl mücadelesini yöneten Abdurrahman Han, anne ve babasına derin bir sevgi ve saygı ile bağlıdır. Babasının, giriştiği zorlu mücadeleden onu vazgeçirmek için uğraşması üzerine, davasında kararlı olan Abdurrahman Han, atasının iznini ve hayır duasını almak için uğraşır

“Dua edin can baba Acıyarak işime.

Sarısu’da hücremde Yiğitlerim düşüncededir.

Merak edip şu anda

Beklerler, endişe içindedir.

Ak saçlı sevgili anam Razı olunuz canımdan Ak sütünü vermişsin Ayırıp kızıl kanından.

Yemiştim ben de can ana Senin ap-ak ekmeğinden.

Ödemezsem borcumu sana Etmezsem farzlarımı edâ.

Yaptıklarına nankörlük edersem Haram olsun herşeyin bana.

Sütünü helâl ettirip, aklarım, Cenkte düşman mızraklarım Göğsümü kalkan kılıp, Elimi yurdumu saklarım.

Varamadım bahçeme Selâm söyleyin yârime Gönlü gamlı beş yavrum

Kızıl gülüm goncama” (Özkan İ.1989: 145-146).

Oğlunun hayatı için endişe eden Habibullah Hoca, bu sözler üzerine haklı mücadelesinde destek verme gerekliliğini duyarak ona ruhsat verir.

“Habibullah Hacı, çâresiz râzı oldu. Azık hazırlayıp, gece yarısı hayırlı yolculuklar dileyerek uğurladı” (Özkan İ. 1989: 146).

Abdurrahman Han, mücadele esnasında da babasıyla sürekli istişare halindedir. yeni harp hazılıkları öncesinde İlçi şehrini babasına emanet eder, ondan hayır duası ve ruhsat ister:

“Canım baba şehrimiz Şimdi size emânet.

Kararlarınızdan güç bulur, Yurtta dâima âdalet.

Memleketin başına gelmesin dönüp yine kabahat.

Cihat için bayrak açacağım Baba, verin bana ruhsat.

Duâ edin canım baba Dönüşüme sağ selâmet.

Kırk bir yiğit yanımda Cenk ederim her zaman Canım baba bizlere

Yardım edin her an” (Özkan İ.1989: 151).

Yine Abdurrahman Han, seçtiği kırk bir yiğitle ilgili babasının fikirlerini alır: “Elkıssa, Han Hoca güvenip seçtiği kırk bir yiğidi sıraya dizip, babasının huzurundan teker teker geçirdi. Babası, görünüşüne, karakter ve ahlâkına bakarak kırk yiğidi güvenilir buldu. Kırk birinciye sıra geldiğinde Han Hoca’ya şöyle dedi:

‘Oğlum kırkı âlâdır, Kırkbirincisi ise belâdır.

Çünkü gözü aladır, Dişleri de karadır Onu cenge alıp gitsen

Belki de başına belâdır” (Özkan İ.1989: 151-152).

Babasının güvenilir bulmadığı İsmayil hakkındaki sözlerine Abdurrahman Han, razı olmaz. Abdurrahman Han yetim bir genç olan

İsmayil’e biraz da merhamet duygusuyla yaklaşarak öylesine güvenmektedir ki babasından onun da kendileriyle mücadele etmesi yolunda ruhsat vermesini ister. Habibullah Hoca, oğlunu kırmaz ve tüm yiğitler için hayır dua eder. Ancak babasının öngörü ve şüphelerinde ne kadar haklı olduğu, destanın sonunda Abdurrahman Han’ın İsmayil tarafından öldürülmesiyle acı bir şekilde kanıtlanır.

Mamay Destanında, babası Musa Bey’in ölmeden önce açıkladığı vasiyetinde kardeşlerinin sorumluluğunu kendisine emanet etmesi üzerine Mamay, yönetimi ve kardeşlerinin sorumluluğunu kutsal ve önemli bir emanet sayarak bundan sonraki yaşam tarzını bunları esas alarak sürdürür.

Babasının yakın dostu Asan Abız’ı “babalık” diye adlandırıp, bir baba gibi değer vererek karşılaştığı her türlü sorunda ve önemli bir işe başlamadan önce mutlaka onunla kengeş yapar. Babası Musa Bey’in en çok üstünde durduğu konu, kendisinden sonra da kardeşler arasındaki birlik ve beraberliğin mümkün olduğunca korunmasıdır. İşte Mamay, kardeşleriyle ilgili attığı adımlarda bilhassa bu hususa dikkat eder. Amacı hem babasının aziz hatırasına lâyık olmak hem de kardeşleri arasında sevgi ve adalete dayalı bir tutum izleyerek onların birlik, beraberlik ve huzur içinde yetişmelerini sağlamaktır.

Mamay, kardeşleri kadar onların çocukları için de elinden geleni yapar.

Kız kardeşi Küse-biyke’nin oğlu Bekmırza, Kırım Hanı tarafından öldürülür.

Bunu öğrenen Mamay yeğeninin intikamını almak için hiç vakit kaybetmez ve Asan Abız’la kengeş yapıp bir plan yapar. Bu plana göre dikkatli bir şekilde hareket eden Mamay ve yanındakiler, hanı öldürerek Bekmırza’nın intikamını alır.

Diğer yandan çocuk, babasının intikamını almak isterken han tarafından öldürülmüştür. Aynı zamanda hanın torunu olan Akmırza, dedesinin boğazını sıkması sonucu kör olur. Bu durumu oyun oynarken kavga edip dövdüğü çocuktan tesadüfen öğrenen Bekmırza, babasının intikamını alacağını söyler.

Bunu haber alan han, hemen Bekmırza’yı huzuruna getirtir ve darağacına astırarak öldürür. Burada çocuğun olayı öğrenme şekli bize Küsek Bey (Başkurt) Destanında, gerçek babasını ve onu öldüren kişiyi dövdüğü

çocuğun annesinden öğrenen ve sonrasında babasının intikamını almak için savaşan Küsek’in hikâyesini hatırlatır.

Culuruyar Ńurgun Bootur Destanında, yukarı dünyanın tanrıları tarafından orta dünyayı eski düzen ve istikrarına kavuşturması için görevlendirilen Ńurgun Bootur’un babası Ayıña Sier Toyon, söz konusu durum bahadırlar tarafından kendisine iletildiğinde oğlunun hazırlıklarıyla bizzat ilgilenir. Oğlunun bu göreve layık bir bahadır olduğunu vurguladıktan sonra kötülerle vereceği mücadele sırasında ruhunun da yorulup kirlenmesinden endişe eder. Böyle bir durum yaşanırsa da oğlunu ayıı ḫaan oymakları ve kün ḫaan uluslarının koruyup esirgemesini ister. Bu isteğini bahadırlar tarafından yukarı dünyanın tanrılarına iletir. Bununla birlikte oğlunu orta dünya için hazırlaması ve kız kardeşi sekiz kulaç örgülü Aytalı Kuo’yu da orta dünyaya yerleştirmesi için için büyük oğlu Mölsüt Böğö’ yü görevlendirir:

“Bundan sonra

onların ağabeyleri yiğit Mölsüt Böğö, erkek kardeşin, sevgili yavrun

Culuruyar Ńurgun Bootur’un kendisine bağışlanmış, seçilmiş genç atını;

boyu karaçamın ortasındaki budaklara denk bineceği, doru renkli hırçın

atını;

koşulmuş kızağını,

güney semanın köşesinden arayıp bulup getir.

Bahadır bir kişinin giyeceği elbisesini ve silahlarının hepsini,

hazırladıktan sonra orta dünyaya götürüp yerleştir bakalım…

Kız kardeşin

sekiz kulaç örgülü Aytalı Kuo’yu da beraberinde götürüp

kalbin etrafındaki yağ gibi

bembeyaz ve tertemiz bir yere yerleştir.

Mukaddes ateşlerini yakıp huzurlu evlerini kurduktan sonra çıkıp gel” (Ersöz 2010:155).

Babasının bu sözlerine karşılık Mölsüt Böğö:

“Her şeyi çarçabuk hazırlayacağım.’ diye söyleyip güney semanın sınırına kadar

bir anda gürültü ve patırtıyla gitmiş.

Sonra göz açıp kapayıncaya kadar bir lahzada,

nefes almadan bir anda, gelmiş:

‘Oğlunuzun ve kızınızın hazırlıklarının

hepsini tamamladım.’ demiş (Ersöz 2010:155).

Ardından kardeşi için getirdiği son derece görkemli atı anne ve babasına gösterir. Yaşlı çift, atın heybet ve ihtişamı karşısında oldukça şaşırır aynı zamanda duygulanırlar. Oğulları gibi bir bahadıra ancak böyle bir atın layık olduğunu düşünmektedirler (Ersöz 2010: 155-156).

Görüldüğü gibi, Ńurgun Bootur’un orta dünyaya gönderilmeden önceki hazırlık sürecinde ailesinin büyük emeği söz konusudur. Bilhassa süreci yöneten baba Ayıña Sier Toyon ve titizlikle istenen her şeyi çok kısa bir sürede hazırlayan ağabey Mölsüt Böğö’nün süreçteki rolü büyüktür.

Bununla birlikte, Culuruyar Ńurgun Bootur da ailesinin kendisi için yaptığı fedakârlıkların farkındalığıyla, orta dünyadaki görevine gitmeden önce ailesi ve yakınlarıyla vedalaşır, onların iyi dualarını ister:

“Ce bo!

Aar Toyon

Kün Kübey Ḫotun anam, benim ağzımdan çıkanı dikkatlice dinleyip anlayın.

Cılız bedenimizi beslediniz.

Zayıf kemiklerimizi sağlamlaştırdınız.

Çocuktuk büyüttünüz…

Bu yüzden sizlere sevinçle bakıyorum.

Evet, beni Odun Ḫallaan tayin etmiş.

Cılğa Toyon, ‘bahadıra örnek’

olsun diye yaratmış…

Sonra benim gibi birisi

yaşadığım ışık saçan beyaz semanın üstünden orta dünyaya inmek için tayin edildi.

Açgözlü, densiz ve tek gözlü abaahı oğullarına karşı kavga etmek için yaratıldım.

Açıkça gelen iliehey oğullarına karşı güreş tutmak için hazırlandım…

Doğup büyüdüğümüz böyle mükemmel bir vatanda, bildiğimiz ve öğrendiğimiz her şeyi,

her zaman hatırlamamız için duanın en hayırlısını edip sözün en güzelini söyleyerek bizleri gönderin” (Ersöz 2010:163).

Onun bu sözleri üzerine duygulanan ailesi ve yakınları, Ńurgun Bootur ve kız kardeşi Aytalı Kuo’yu gözyaşları ve hayır dualarıyla uğurlar.

Ńurgun Bootur’a orta dünyada eşlik eden kız kardeşi Aytalı Kuo, ağabeyinin kararsız kaldığı yada yoğun öfkeyle yanlış kararlar vermek üzere olduğu durumlarda devreye girerek hem onu yatıştırır hem de sorunların

çözümünde önemli rol oynar. Kendileri yokken evlerine gelip yerleşen erkek kardeşlerini tanımadığı için öldürmeye niyetlenen Ńurgun Bootur’u, Aytalı Kuo sakinleştirir:

“Babam gibi sevdiğim sevgili ağabeyciğim, sen ayıı oymaklarını ve kün uluslarını koruyup muhafaza eden biri olarak bu şımarık, yaramaz ve sersem çocuğun sözlerini nasıl dikkate alıyorsun?

“Babam gibi sevdiğim sevgili ağabeyciğim, sen ayıı oymaklarını ve kün uluslarını koruyup muhafaza eden biri olarak bu şımarık, yaramaz ve sersem çocuğun sözlerini nasıl dikkate alıyorsun?