• Sonuç bulunamadı

Türk destanlarında yöneticilerin Tanrıya (kutsallara) imanı ve manevi değerlere duydukları saygıyı İslâmiyet öncesi Türk devlet geleneğindeki kut anlayışı ve karizmatik liderlik bağlamında incelemek gerekir. İlgili bölümde de belirtildiği üzere kut, Türk kağanına (yöneticisine) Tanrı tarafından bahşedilen yönetme yetkisidir. Dolayısıyla yönetici devletin başına geçtiği andan itibaren ilahi bir misyon da yüklenmiş olur. Aynı şekilde Weber’in “karizmatik otorite”

tanımındaki ifadelerde de bu ilâhi yöne vurgu yapılır (Weber 1969:328).

Oğuz Kağan Destanında (Uygurca Nüshada) Oğuz, günlerden birgün Tanrıya yalvarır ve gökten bir ışık ve ışığın içinden güzeller güzeli bir kız gelir. Oğuz bu kızla birlikte olur ve ondan üç oğlu doğar (Arat 1987: 616-618).

Oğuz Kağan yaşlanıp yurdunu oğulları arasında bölüştürür ardından da bir toy verir. Burada Gök Tanrıya borcunu ödediğini söyler. Çünkü yönetilen halk, Tanrının kağana bir emaneti olarak görülmektedir. Oğuz Kağan da ülkesini bu sorumluluk anlayışıyla yönetmiştir.

Oğuz Destanının İslami Dönem nüshasında (Reşideddin Oğuznamesinde), Oğuz Han doğuştan Tanrıya iman etmektedir. Annesi Tanrıya iman edene kadar onun sütünü emmez. Oğlunun durumuna endişelenen annesi gördüğü rüyaların neticesinde Müslüman olur ve ancak o zaman Oğuz, annesinin sütünü emer (Togan 1982: 17).

Oğuz Han, her daim Tanrı’yı anar, ona şükreder. Tanrı’nın feyzi ile her türlü bilim ve hünerde, ok atmada, kargı kullanmada, kılıç çalmada ve bilgi hususunda âleme ün salar (Togan 1982: 18).

Öte yandan Oğuz Han, evliliklerinde de inancını ön planda tutar.

Babası önce kardeşi Küz-han’ın kızıyla Oğuz’u nişanlar. Oğuz, kızı Tanrıya imana çağırır ancak kız kabul etmediği için ona yaklaşmaz. Ardından amcası Kür-Han’ın kızıyla nişanlanır; ancak bu kız da Tanrı’ya imanı kabul etmeyince Oğuz ona da yaklaşmaz. Küçük amcası Or-han’ın kızı ise kabul eder ve Oğuz Han onunla birlikte olur, ona yakınlık gösterir. Diğer iki gelinden ise uzak durur (Togan 1982: 18).

Oğuzun avda bulunduğu esnada büyük gelinlerinden söz konusu durumu öğrenen baba Kara Han, Oğuz’a savaş ilan eder. Oğuz Han inancı uğruna babasını bile karşısına alır ve yapılan savaşta Kara Han ile amcaları Kür Han ve Küz Han ölür (Togan 1982: 20).

Oğuz Han, dinî ve manevi değerlere olan bağlılığını seferler esnasında da gösterir. Dimeşk seferi sırasında, hemen savaşa başlamaz, elçi de göndermez. Oğulları bu durumun sebebini sorduğunda onlara verdiği cevap manidardır: “ Siz bilmiyor musunuz ki Âdem AS. Bu topraklarda uyumuştur.

Ben bu bakımdan hayrette kaldım ve savaşa başlamakta acele etmedim. Elçi de göndermek istemiyorum” (Togan 1982: 39).

Yine Oğuz Han, Âdem AS.’nin mezarından toprak getirtmek üzere elçilerini Mekke ve Medine’ye gönderir. Getirilen toprağı vücuduna sürer ve oğullarına şöyle nasihat eder: “Âdem topraktan yaratılmıştı ve sonunda toprak oldu. Biz de hepimiz toprak olacağız. İnsan ne kadar güçlü olursa olsun bunu unutmamalı ve iyilik yapmalı, kötülük değil” (Togan 1982: 41-42).

Oğuz Han soyundan Kayı İnal Han döneminde, Peygamberimiz Hz.

Muhammed Mustafa zuhur etmiştir. İnal Han da Dede Kerencük’ü elçi olarak Peygamberimizin hizmetine göndermiş ve kendisi de Müslüman olmuştur.

Dede Kerencük’ün Dede Korkut olduğu yönünde rivayetler de bulunmaktadır (Togan 1982: 55).

Gazneli Mesud sonrasında Kınık Selçuk’un evladı Davud ve Çağrı Bek’ler Mesud’a yağı olurlar. Önce onun isteğine boyun eğmiş gibi görünürler ama sonrasında taktiklerle yol alırlar. Davud’un müezzinden dinlediği ayetten aldığı manevî gücün de etkisiyle Mesud’un üstüne yürürler ve Mesud yakalanır (Togan 1982: 76-77).

Dede Korkut Boylarında da Tanrı’ya iman ve dua, hayatın her alanında en önemli güç kaynağıdır. Ad koyarken, sefere çıkarken, zorda kalındığında daima dua edilir. Her işe dua ile başlanır.

Kam Gan Oğlu Bamsı Beyrek boyunda, evladı olmadığı için üzülen Kam Gan Bayındır Han’ın divanında hüngür hüngür ağlar. Bu duruma üzülen beyler, hep birlikte Kam Gan’ın çocuğu olması için dua ederler. O zamanda beylerin alkışı alkış, kargışı kargıştır; duaları kabul olur. Yine Pay Piçen Bey de bir kız evladı olması için beylerden dua ister. Beyler onun için de dua ederler (Ergin 2008:117). Bu dua da Hak katında kabul olur ve Pay Piçen’in kızı dünyaya gelir.

Basat’ın Depegöz’ü Öldürdüğü boyda, Oğuzların başına büyük dertler açan Depegöz’le kimse baş edemez. Birçok Oğuz yiğidi bu uğurda canından olur. En sonunda Basat Depegöz’ün üstüne gider. Depegöz’ün en hassas noktası gözüdür. Basat onu gözünden vurur. Ardından dualarla ve Tanrının yardımıyla Depegöz’ü öldürür. Böylece Oğuzları kurtarmış olur. Dede Korkut gelir ve dualar eder (Ergin 2008: 212- 215).

Tanrıya iman ve her işe dua ile başlanmasının en çarpıcı örnekleri, bilhassa çıkılan seferler öncesinde görülür. Kazan Bey Oğlu Uruz Beyin Tutsak Olduğu boyda, oğlunu kurtarmak için düşmanın üzerine giden Salur Kazan, savaşmadan önce abdest alır, iki rekât namaz kılar, salâvat getirir (Ergin 2008: 172). Bu durum tüm seferlerin öncesinde aynı şekilde uygulanır.

Bununla birlikte zaferle sonuçlanan seferlerden sonra, alınan topraklar üstündeki kiliseler yerine mescit yapılır ve Allah adına hutbe okutulur. Kazılık Koca Oğlu Yigenek boyunda Oğuz beylerinin kazanılan zaferin ardından sergiledikleri sevinç ve şükür şu sözlerle ifade edilir: “İssüz yirün kurdı kibi ulışdılar, Tanrıya şükür kıldılar” (Ergin 2008: 206).

Barak Batır Destanında, Kazak ordusunu Kalmuklar karşısında büyük bir zafere kavuşturan Barak Batır, ordu komutanı Tügel’e kendini tanıtırken, Tanrı’nın vereceği güç ve şansın önemine işaret ederek şu ifadeleri kullanır:

“Kulağını ver, dede, dedi, Tanıtayım sana, dedi.

Küçük Cüz’ün içinde,

Jetiruv’dur benim soyum, dedi.

Jetiruv’dan biriyim.

Jetiruv’un istediği düşmandı.

Jetiruv’un içinde, İşitmişsindir Tabın’ı.

Tanrı’m açsın bahtımı, Bir bölümü Tabın’ın, Şörmişti denilen köydür.

Bu köyün içinde, Satıpaldı’nın oğlu,

‘Barak’derler adıma.

Annemin ismi, Karkara, Dayım ise Serke Batır’dır.

Serke Batır, dayımdır, Yağmalamış kâfirleri.

Aslım dede, işte böyledir, Tanıttım kökenimi.

Meydana çıkıp öldürdüm, Alaköbek Batır’ı.

Getirip size veriyorum, Düşmandan aldığım atımı.

Allah izin verirse,

Düşmana hakkımı yedirmem.

Ben ölmeden, meydana,

Çıkarayım neden yaşlı dedemi?” (Karaca 2007: 69).

Burada Barak Batır, Tanrıya olan inancıyla birlikte, büyüklere duyduğu saygı ile de dikkat çeker. Kendisi dururken düşmanın karşısına yaşlı Tügel’i çıkarmayı yiğitliğin şanına yakıştıramaz.

Er Samır Destanında, gerek zorlu mücadeleler öncesinde gerekse kazanılan zaferler sonrasında duyulan şükür, dualarla ifade edilir. Er Samır, yaşadığı mutluluklarda önce ayı ve güneşi selamlar, tabiata teşekkürlerini sunar ve anne babasının hayır dualarını yâd eder. Eşi Altın Tana’yı yer altı

âleminde Kara Bökö’den kurtaran, kardeşi Katan Mergen’in sağ salim tekrar yurda dönmesini sağlayan Er Samır’ın, bütün bu yorucu mücadelelerin ardından ana yurda döndüğünde yaşananlar şöyle anlatılır:

“Onlar oynayıp giderken, Yazı, kışı bildirmez

Zengin güzelliğiyle Altay göründü.

Çam ağacı yapraklanmış, Guguk kuşları ötüyordu.

Onu gören Er Samır Altay yerini tanıdı.

Ak zirveli dağlarına Atından inerek dua etti.

‘Babamın, anamın hayır duası,

‘Ağacın, taşın rahmeti!’ diye Altay yerine dua etti,

Evine varmak için acele etti” (Dilek 2002:110).

Abdurrahman Han Destanında, metnin başında 7-8 yaşlarındaki çocukluk dönemi anlatılan Abdurrahman Han, daha o dönemden derin ve samimi bir imana sahiptir. Müftü Habibullah Hoca’nın üç oğlunun en küçüğü olan Abdurrahman Han, medresede okumaktadır. Sahip olduğu derin itikat destanda şöyle anlatılır:

“ Abdurrahman Han Hoca, Yedi-sekiz yaşında.

Fikri-zikri ilimde

Kur’an-ı Kerim başında” (Özkan İ. 1989: 136).

Küsek Bey Destanında, halkın başına büyük felaketler getiren aslanın öldürülmesi için dört uruğun beylerine ferman veren Mesem Han, Tanrı’nın izniyle beylerinin bunu başarmasını ister:

“Bahadırlarım benden tarafa bakın-dedi,- Benim-bir hürmetimi alın!-dedi;

Sizlere benim büyük bir buyruğum var, Yar olsun her birinize Allah-dedi”

O canavara şimdi sizler varın da, Kılıçla karnını yarın da;

Tanrı izniyle, zalimi dal dal kılıp,

Başına ahir zamanı salın, da” (Ergun- İslamov 2000:298).

Mesem Han’ın buyruğu sonucu yola çıkan Babsak Bey, dağda bir anda aslanla karşılaştığında hayvanın korkunç görüntüsü karşısında ne yapacağını şaşırır. Ardından Tanrı’ya dua ederek silahını alır:

“Arslanı görünce bahadır şaşmış, Gözleri alev saçıp, ödü taşmış;

Ey Tanrım, yardım et, deyip,

Silahını eline alıp yakınlaşmış” (Ergun- İslamov 2000: 299).

Alpamış Destanında, katıldıkları bir düğünde çocuk sahibi olmadıkları için halk nezdinde saygı görmeyen ve bundan ötürü incinen Baysarı ve Bayböri Beyler, kendilerine hürmet gösterilmemesine rağmen yine de düğün hediyesini verip oradan ayrılırlar. Yaşadıkları bu durum karşısında oldukça üzülen iki kardeş çaresizce yol alırken, Bayböri Bey Şahımerdan pirin bahçesinden bahseder: “Şuradan Şahımerdan pirin bahçesi üç günlük yol tutarmış, her kim gidip gecelerse, devlet isteyen, devlet dilermiş, çocuk isteyen çocuk dilermiş, ahret isteyen, iman dilermiş, kırk gün burada geceleyen kişi muradına erermiş. Biz de gitsek, sadakamızı hayrımızı versek, Şahımerdan pirin bahçesinde geceleyip, biz de bir çocuk dilesek” (Yoldaş oğlu 2000: 26).

Bunun üzerine Şahımerdan pirin bahçesine gidip burada kalmaya başlarlar. “Aradan bir eksik kırk gün geçti, bir eksik kırk gün geçince, bahçeden ses geldi:

‘Ey, Bayböri ile Baysarı, siz bir eksik kırk günden beri geceleyip yatıyorsunuz, Allah’ın yarattığı aslanı ben isem, bir eksik kırk günden beri bir

ayağım ile durup, sizler için araya girip, halkedici Hâlik’ten çocuk diliyorum, yaratıcı Tanrı çocuk vermiyor’ dedi. Beyler bu sesi duyup: ‘Bizler bir eksik kırk günden beri gelip sizi geceleyip yatsak, Allah’ın yarattığı aslanı siz olsanız, bizler için araya girip, birer çocuk dileyip, vermezseniz, bize pirliğiniz yalan, Allah’ın aslanı olduğunuz yalan, eğer öyleyse biz de her şeyden vazgeçeceğiz’ deyip, bahçede türbenin altına yattılar. Kırk gün geçti, yine bahçeden ses geldi: ‘Bayböri, sana Tanrım bir oğul, bir kız verdi. Yalnız değil, ikiz verdi; Baysarı sana Tanrım bir kız verdi, ikiz değil, yalnız verdi. Buradan gitseniz, halkı toplayıp, sofra düzüp düğün eğlenceler yapsanız, düğüne derviş olarak gelip, çocuklarının adını kendim koyup gelirim” (Yoldaş oğlu 2000: 26).

Belli bir zaman sonra pirin söylediği gibi Bayböri’nin bir oğlu ve kızı, Baysarı’nın ise bir kızı dünyaya gelince, beyler çocuklarının şerefine büyük şenlikler ve ziyafetler verir.

“Kırk gün, kırk gece düğün olduktan sonra, düğüne gelenlerin gideceği gün oldu.

Bir ara beyler baksa ki, uzaktan bir derviş geliyor. Beylerin aklına geldi:

Bahçede ‘Derviş olup kendim adını koyacağım’, diyen sesi hatırladılar. O zaman gördüler ki, nurlu bir derviş, mutlu bir şekilde, dervişler gibi topluluğa doğru gelmekte. Halk da gördü: Gül yüzlü, şirin sözlü, siyasetli kişi derviş olup geliyor. Diğer kişilere bu dervişin durumu aydın değil. Bahçedeki söylediği sözleri duyduğu için ‘Şahımerdan Piri’miz bu kişi değil mi?’ diye beyler yerinden kalkıp, karşılayıp, selam verip, ziyaret edip, topluluğa getirdi.

O zaman çocukların üçünü de alıp, Şahımerdan Piri’n kucağına koydu, Şahımerdan Piri, Bayböri’nin oğlunun adını Hekimbek koydu. Sağ omzuna beş elini vurdu. Beş elinin yeri leke olup, beş pençenin yeri belli oldu. Kızının adını Kaldırğaçayim koydu; Baysarı’nın kızının adını ay Berçin koydu. İşte o zaman Şahımerdan Piri Hekimbek’le ay Berçin’i birleştirip, beşik kertmesi yapıp: ‘Bu ikisi karı-koca olsun, Hekimbek ile hiçbir kişi beraber olmasın,

‘Amin Allahû Ekber’ , deyip, elini yüzüne değdirdi. Şahımerdan Piri dönüp gitti, insanların gözünden kayboldu. Bu yerde oturan kişiler: ‘ Beylere Allah vermiş, Pirin duasını almış’ diye konuştular. Belki burada oturan

büyük-küçüklerin de mehri eskisinden iyi oldu. İşte böyle yapıp, beylerin düğünleri de bitti. Her yurttan gelenler de gitti, evine döndü. Beylerin kendileri ve yakınları kaldı” (Yoldaş oğlu 2000: 28).

Burada Şahımerdan Piri olarak adlandırılan ve derviş kılığında topluluğa katılan kişi, beylerin çocuk sahibi olması için Allah’a dua edip vesile olarak, onların hem evlat sahibi olmalarını hem de halk nezdinde kaybettikleri itibarı yeniden kazanmalarını sağlamıştır.

Alpamış, kız kardeşi Kaldırğaç ve amcalarının kızı Berçin’in doğumundan itibaren zorda kalınan her anda Şahımerdan Pir vasıtasıyla Allah’a edilen dualar kabul olmuş, sorunlar çözülmüştür.

Destanda, dinî bilgi ve kabuller, hayatın her alanında etkili olarak ikileme düşülen anlarda da belirleyici unsur olarak karşımıza çıkar.

Rüyasında, Hz. Muhammed ve kırk ruhu görerek Müslüman olan Karacan’ın dostane sözlerinden şüphelenen Alpamış, ondan emin olmak için Müslümanlığını ispatlamasını şu sözlerle ister:

“Bu sözleri bana söyleyip durma, Alp Karacan, bana hile yapma, Kâfir misin, yoksa Müslüman mısın, Sen dininden bilgi ver o zaman.

Senin gibi naçarın gönlünü kırarım, Hile yaparsan, seni mahvederim, Kurnazlık yaparsan başını alırım, Hile yapma, açık söyle Karacan, Hile yapsan, gününü karartırım.

Allah bir, resûl gerçek, diye söylersen, Anahtar şu: açar cenneti rizvan, İmanla yoldaş olup gitsen dünyadan, Hizmet eder sana melekle gılman.

Kâfir olursan, gideceğin yer cehennem,

Kelime-i Şahadet getirip hemen ol Müslüman.

Hile yaparsan, ben de başını keserim.

Halini anlayıp, bana hile yapma,

Kurnazlık yapıp, kâfir olma, Kalmak, bu sözümü şaka sanma, Ecel gelse, sallanır tende can, Gider başımızdan kaygılı duman, Mümin kula Tanrım olur Mihriban, Boşuna ölüp gitme, Karacan, Kelime-i Şahadet getir o zaman.

Sen bilmiyorsan benim yapacaklarımı, Gözden dökeyim burada senin yaşını, Düşmansan ben keserim başını,

Kelime-i Şahadet getir, sen çıkar sesini.

Kalmak ahmak diye ahmak olmayın, Hile yapıp, önümde durma,

Boş yere kendini harab etme, Kelime-i Şahadet getir Karacan,

Boş yere kâfirlikle ölme” (Yoldaş oğlu 2000:132-133).

Bunun üzerine Karacan, Kelime-i Şahadet getirir ve ikisi tekrar selamlaşıp dost olur.

İslâmî dönem destanlarından olan Alpamış Destanında, Allah’a iman ve zorlukların çözümünü yine Allah’tan isteme esastır. Sözü geçen diğer kutsal kişi(ler) ise O’na ulaşmada bir vesile olarak kabul edilir.

Maaday-Kara Destanında, ailesi ve halkının Kara-Kula Kağan tarafından esir alındığını öğrenen Kögüdey-Mergen, intikamını almak için yola çıkmadan önce kutsallarına dua eder ve onlardan manevi anlamda güç almak ister:

“… Kögüdey Mergen Kunduz başlığını çıkardı, Mavi ırmağa karşı dua etti, Avuçlarını açıp,

Altay’ına dua etti.

Ondan sonra Kögüdey-Mergen

Gök boz atına bindi” (Naskali 1999: 105).

Yine aynı destanda Maaday-Kara ve eşi Altın Targa, Ay Kağan’ın kızı Altın Küskü ile evlenmek üzere yola çıkan oğulları Kögüdey-Mergen için dua ederler. Altın Küskü’nün güzelliği dillere destandır ve onunla evlenmek isteyen pek çok bahadır vardır, dolayısıyla Maaday-Kara ve eşi oğullarını bekleyen bu zorlu mücadelede onu dualarıyla korumak isterler:

“Maaday-Kara ile Altın Targa Arkasından dua ettiler:

‘Çenesi güçlüye ağız açtırmasın, Omuzları güçlüye el kaldırmasın, Gittiği yer bayram yeri olsun, Yürüdüğü yer bereketli olsun,

Yavrum selametle gitsin!” (Naskali 1999: 193).

Manas Destanında, Cakıp Han on dört yıl sonra bir erkek evlat sahibi olur. Oğlunun şerefine büyük bir toy veren Cakıp Han, oğlunun adını ulu kişilere dualarla koydurur ve Manas’ın beşiğini Kıdır (Hızır a.s.)’ın koruduğuna inanılır:

“Cakıp Han, Çırçı gibi kadından Hem de erkek bala doğurttu.

Şimdi erkek balaya baksa, Apak eti pamuk gibi, Kemiği bakır gibi,

Ak boz kısrak soydurdu, Cakıp Han doğan balasının Dört peygamber hocaya, Adını Manas koydurdu, Dört peygamber kucakladı, Peygamber balayı sınadı Cerken’den gelen yedi elçi Centeğini usulca yiyip gitti,

Manas Kıtay’ı kıracak deyip gitti.

Nogoy’dan gelen on elçi, Oturup etini yiyip gitti,

Manas kuvvetli çıkacak deyip gitti.

Bu Baybiçe Çırçıı,

Manas’ı sırlı beşiğe beledi.

Manas’ı Kıdır korudu, Manas yamaçta saklandı, Kâfir ile Müslüman arasında

Manas’ın haberi adamakıllı işitildi” (Yıldız 1995: 538-539).

Henüz beşikte konuşmaya başlayan Manas, Müslümanlar için mücadele edeceğini şu sözlerle ifade eder:

“Ak sakallı ateke Cakıp Han, Müslüman yolunu açacağım, Kâfirin malını saçacağım, Kâfiri sürüp çıkarıp

Müslümana necat salacağım” (Yıldız 1995:539).