• Sonuç bulunamadı

Verimlilik ve etkinlik kavramlarının işletme performansında önemli bir belirleyici olarak ön plana çıkması bu unsurların en doğru şekilde ortaya koyulması ihtiyacını beraberinde getirmiştir. Bu kapsamda özellikle etkinlik ile ilgili olarak farklı ölçümler geliştirilmiş ve kullanıma sunulmuştur. Ancak yazında verimlilik ve etkinlik kavramalarının ayrı olarak dikkate alınmadığı, ilgili ölçümlerin kimi yerlerde verimlilik, kimi yerlerde ise etkinlik adı altında kullanıldığı görülmektedir (Wöber, 2000; Reynolds, 2003).

Etkinlik analizi için kullanılan ölçüm sistemleri oran analizleri, parametrik yöntemler ve parametrik olmayan yöntemler olmak üzere üç temel gruba ayrılmaktadır. Oran analizi, kapsam ve amaç açısından tek boyutlu analizleri içermektedir. Günümüzde oran analizi ile etkinlik ölçümü, daha çok finansal analiz kapsamında kullanılan bazı rasyolarla yapılmaktadır. Genellikle tek bir girdi ve tek çıktı unsuru ile sınırlı olan oran analizinin yaygın olarak kullanılmasının temel nedeni, oldukça kolay bir yöntem olması ve çok az bilgi gerektirmesidir. Oran analizlerinin aksine, parametrik yöntemlerde etkinlik, tek çıktının

birden fazla girdi ile ilişkisinin araştırıldığı regresyon teknikleriyle ölçülür. Bu teknikle, bağımlı değişkendeki (çıktı) değişmelere neden olduğu düşünülen bağımsız değişkenlerin (girdiler) etkileri belirlenmektedir. Çoklu regresyon analizi ile yapılan etkinlik ölçümünde, regresyon doğrusunun üzerinde yer alan birimler etkin olarak tanımlanırken, bu doğrunun altında kalan birimler etkin olmayanlar olarak nitelendirilmektedir. Çoklu regresyon analizinde, tek bir çıktı olması sebebiyle tüm çıktıların ortak birim üzerinden tek bir değere indirgenmesi gerekir. Bu gereklilik, birden çok çıktı kullanarak etkinlik ölçümü yapılan bir analiz için eksiklik olmaktadır (Köksal, 2001, s.63). Diğer taraftan regresyon analizi en iyi performansı gösteren birimi referans olarak almak yerine, girdi ve çıktı değişkenleri üzerinden belirlenmiş ortalama performansa göre etkinlikleri tanımlamaktadır. Bu durum birimlerin performans iyileştirmelerine değil, birbirlerine yaklaşmalarına yani ortalama değerlere ulaşmalarına olanak vermektedir. Dolayısıyla regresyon analizinde verimsiz çalışan karar birimleri tanımlanamadığı gibi, etkinlik için gerekli iyileştirmelerin de ortaya koyulması mümkün olamamaktadır. Oran analizinin tek boyutlu olması ve parametrik yöntemlerin girdi ve çıktılar arasındaki fonksiyonel yapı hakkında bilgi gerektirmesi, her iki yöntemin de kullanımını kısıtlamaktadır. Bu nedenle etkinlik ve verimlilik ölçümünde parametrik olmayan yöntemler ön plana çıkarak kullanılmaya başlanmıştır. Parametrik olmayan yöntemler arasında en yaygın kullanılanların başında ise VZA gelmektedir.

VZA kavramı 1978 yılında Charnes, Cooper ve Rhodes (CCR) tarafından yapılan bir çalışma ile ortaya çıkmıştır. Ancak bu çalışmanın başlangıç noktası Farrell (1957) tarafından yapılmış olan etkinlik kavramları ve hesaplanmasıyla ilgili olan başka bir çalışmaya dayanmaktadır (Forsund ve Sarafoglou, 2002, s.23). Farrell’in, birden fazla girdi ve tek çıktı kullanarak etkinlik ölçümü ile ilgili olarak kurduğu doğrusal denklem sistemi, çoklu çıktılar için etkinliğin hesaplanmasına temel oluşturmuştur. Farrell’in bu çalışmasından yola çıkarak Charnes, Cooper ve Rhodes (1978), CCR modeli olarak bilinen, doğrusal programlama temeline dayanan ve parametrik olmayan bir model ortaya koymuşlardır.

Gerçekleştirilen ilk VZA uygulamalarında, kar amacı olmayan eğitim kurumları ve sağlık birimleri gibi alanlarda etkin kararların alınması amaçlanmıştır. Bu nedenle ilk zamanlarda yapılan çalışmaların büyük bir kısmı sağlık hizmetleri, eğitim kurumları ve devlet kurumları gibi faaliyet alanlarını kapsamaktadır. Günümüzde ise kar amacı olan özel sektörlerde de yaygın olarak kullanılan oldukça popüler bir performans değerlendirme yöntemi haline gelmiştir (Wöber, 2007, s.91).

İlk VZA uygulaması, sabit getiri ölçeği varsayımı altında geliştirilmiş ve kullanılmıştır. Bu varsayım, girdilerdeki değişim (artış ya da azalış) oranın, çıktılarda da aynı oranda bir değişime neden olacağı anlayışına dayanmaktadır. Ölçeğe göre sabit getiri (ÖSG) yaklaşımı sadece optimal ölçekte faaliyetin yürütüldüğü firmalarda geçerli olabilmektedir. Ancak başta rekabet, talep ve üretim özellikleri olmak üzere çeşitli nedenlerden dolayı, uygulamada firmaların en uygun ölçekte faaliyet göstermesi genellikle mümkün değildir. Bu nedenle sonraki yıllarda girdi değişimi ile çıktı değişimi arasında her zaman doğrusal bir ilişki olmadığı ileri sürülmüş ve değişen getiri ölçeği varsayımı altında yeni bir VZA modeli geliştirilmiştir. Böylece 1984 yılında Banker, Charnes ve Cooper (BCC) tarafından, VZA’nın bir diğer temel modeli olan ve yine araştırmacıların isimlerinin baş harfleriyle bilinen BCC modeli oluşturulmuştur. BCC modelinin CCR modelinden tek farkı; sabit ölçek altında değil, değişken dönüşümlü ölçek varsayımı altında çalışmasıdır. BCC modelinde veriler daha sıkı bir şekilde zarflanmakta ve bunun sonucu olarak da CCR modelinde elde edilen etkinlik skorlarından daha yüksek ya da en az ona eşit düzeylerde etkinlik skorları sağlanmaktadır (Wöber, 2007, s.92). Dolayısıyla BCC modelinde karar birimlerinden beklenen performans daha da fazla olabilmektedir. Bu nedenle BCC modelinde CCR modeline kıyasla daha fazla KB etkin olarak belirlenmektedir.

VZA uygulamalarında ilk olarak hangi modelin kullanılacağının belirlenmesi gerekir. Daha sonra ise her modelde de yer alan girdi veya çıktı odaklı yöntemlerden birinde karar verilmelidir. Girdiye ve çıktıya yönelik VZA modelleri, temelde birbirlerine çok benzemekle beraber girdiye yönelik olanlar, aynı düzeyde çıktının ne kadar girdi azaltılarak elde edilebileceğini araştırırken, çıktıya yönelik olanlar ise girdi miktarı sabit tutularak çıktıların ne kadar arttırılabileceğini ortaya koymaktadır.