• Sonuç bulunamadı

Harita 10. Çin’in Afrika’daki Finansal Projelerinin Coğrafî Dağılımı

1.2. Uluslararası İlişkilerde Kimlik

İnşacılığın uluslararası ilişkilere kattığı en önemli kavramların başında

“kimlik” gelmektedir. Kimlik, bir aktörün diğer aktörlerle kurduğu ilişkiler vasıtasıyla şekillenen farklılık unsurlarıdır. Diğer bir ifadeyle, bir aktörü ‘o aktör’ yapan ve diğerlerinden ayıran tüm özellikler, kimliği oluşturur.73 Kimlik verili olmayıp aktörlerin kendilerini nasıl tanımladıklarına ve bu tanımlamaların diğer aktörler nezdinde ne derece kabul gördüğüne bağlı olarak şekillenir. Örneğin, nüfusunun çoğunlukla Müslüman olması bir devlete otomatikman Müslüman kimliği vermez. Bir devlet, kendisini Müslüman olarak tanımladığı ve bu tanım diğer devletler tarafından kabul gördüğü ölçüde Müslüman kimliğine sahip olur. Devletlere atfedilen kimlikler, milletlere atfedilen kimliklerden nispeten farklı ve kısıtlıdır. Bir devletin kimliği, o devleti oluşturan insanların kültürel, dinsel, dilsel vb. yapılarından etkilenir, ancak bu karakteristik her zaman devlet kimliğine yansımayabilir. Söz konusu kimlik, devletin kuruluşundaki mantıkla, resmî ideolojisiyle ve siyasal rejiminin kendisini meşrulaştırdığı hikmet-i hükümet (raison d’état) ile yakından ilişkilidir. Fakat böyle bir ilişki, “resmî ideoloji eşittir devlet kimliği” anlamına da gelmemektedir. Devletler, ya anayasa ve benzeri hukuk metinlerinde yazılı biçimiyle, ya da ne olduğu konusunda mutabakat sağlanmış kalıplar üzerinden kimliklerini ortaya koyarlar. Bu doğrultuda devletler, genellikle liberal, demokratik, otoriter, barışçıl, militarist, Batılı, Doğulu, Müslüman, Yahudi, Hıristiyan, Budist, gelişmiş, gelişmekte olan, az gelişmiş, süper güç, küresel güç, büyük güç, bölgesel güç vb. özellikler üzerinden tanımlanmaktadır.74

Devletlerin dış politikalarında gücün yanında kimlik faktörünün de önemli bir rol oynadığı düşünüldüğünde, yukarıda Gallarotti ve Barkin’in değindiği farklı güç

73 Aytunç Altındağ, Devlet ve Kimlik, Destek Yayınevi, İstanbul, 2010, s. 23; Erman Akıllı, Türkiye’de Devlet Kimliği ve Dış Politika, Nobel Akademik, Ankara, 2016, s. 8.

74 Bahar Rumelili, “Kimlik”, Uluslararası İlişkilere Giriş: Tarih, Teori, Kavram ve Konular, Ed.

Şaban Kardaş ve Ali Balcı, Küre Yayınları, İstanbul, 2014, s. 260; Şaban H. Çalış, “Ulus, Devlet ve Kimlik Labirentinde Türk Dış Politikası”, Liberal Düşünce, Cilt 4, Sayı 13, 1999, s. 6.

32 vizyonlarının nereden kaynaklandığı daha iyi anlaşılabilir. Bu anlayışla güç olgusu, belirli bir kültürel izafiyet (cultural relativism)75 çerçevesi içinde değerlendirilebilir.

Örneğin, Türkiye’nin güç vizyonunu anlamak için hem maddî kabiliyetlerini ve bu kabiliyetlerdeki değişim durumunu hem de Batı ve İslam dünyaları arasında kalan parçalanmış kimlik yapısının yarattığı gerilimleri anlamak; Çin’in güç siyasetini anlamak için hem Çin’in büyük güç statüsünü etkileyen kırılganlıklarını hem de Çinli siyasetçilerin ülkelerini ve dünyayı nasıl algıladıklarını bilmek; Afrika devletlerinin davranışlarını anlamak için maddî kabiliyetlerinin sınırlılığı ile bu durumun oluşmasında sömürgeci akültürasyonun76 etkilerini bir arada dikkate almak gerekir.

Devletlerin güç siyasetini etkileyen bu tarz maddî güç ve kültürel izafiyet faktörleri, uzun tarihsel süreçler sonucunda ortaya çıkmakta ve dönemsel olarak değişime uğrayabilmektedir.

Burada devletlerin ne ölçüde güçlerine göre, ne ölçüde kimliklerine göre davrandıkları tartışılabilir. Artan güç statüsü, bir devleti daha “özgüvenli” bir dış politika izlemeye yöneltir ve o devletin hesaplamalarını etkiler. Örneğin, Rusya’nın Suriye’deki etkinliği büyük güç statüsüyle, Türkiye’ninki bölgesel veya orta ölçekli güç statüsüyle, Ürdün’ünki de küçük güç statüsüyle orantılıdır. Bununla birlikte, Türkiye ve İran’ın Suriye politikasına bakıldığında, bu devletlerin bölgesel güç statüleri kadar kimlikleri ile de hareket ettikleri için farklı politikalar izledikleri söylenebilir.77

Dolayısıyla devletlerin dış politikaları, güç statülerinin yanı sıra, kendileri ve diğerleri hakkındaki düşüncelerini şekillendiren öznelerarası anlayışlara da bağlıdır.

Nasıl ki İngiliz füzeleri ABD için Kuzey Kore’nin füzelerine göre farklı bir öneme

75 Kültürel izafiyet, antropolog Franz Boas tarafından ortaya atılmış bir kavramdır. Boas’a göre her kültür kendine özgüdür ve kendi koşulları içinde anlaşılabilir. Kültür ve medeniyet, “mutlak değil, görecelidir. Fikir ve kavramlaştırmalarımız, medeniyetimiz devam ettiği sürece doğrudur”. Bkz. Franz Boas, “Museums of Ethnology and Their Classification”, Science, Cilt 9, Sayı 228, Haziran 1887, s.

587-589.

76 Kültürleşme olarak da çevrilen akültürasyon (acculturation), farklı insan toplumlarının bir araya gelmesi sonucu oluşan kültürel ve psikolojik değişimi ifade etmektedir. Söz konusu değişim;

entegrasyon, marjinalizasyon veya asimilasyonla sonuçlanabilir. Bkz. David L. Sam ve John W. Berry,

“Acculturation: When Individuals and Groups of Different Cultural Backgrounds Meet”, Perspectives on Psychological Science, Cilt 5, Sayı 4, 2010, s. 472-481.

77 Rusya, İran ve Türkiye’nin Suriye politikalarının bir analizi için bkz. Brandon Friedman, “Russia, Turkey, and Iran: Cooperation and Competition in Syria”, Tel Aviv Notes, Cilt 11, Sayı 2, Ocak 2017, s. 1-7.

33 sahipse, ABD’nin askerî gücü de benzer yapısal pozisyonlarına rağmen Kanada için farklı, Küba için farklı bir öneme sahiptir.78 Aynı şekilde Sudan’ın güç stratejisi, ABD ve İsrail için farklı, Çin ve İran için farklı anlamlar ifade edebilmektedir. Bu örnekler, gücün sadece bir aktöre ait maddî kabiliyetler üzerinden değil, “iki veya daha fazla aktör arasında bağlama göre değişen, gerçek veya algılamaya dayalı bir ilişki türü”79 şeklinde anlaşılması gerektiğine işaret etmektedir.

Güç ile kimlik arasındaki bu karmaşık ilişkinin bir benzeri, çıkar ile kimlik arasında da kurulabilir. İnşacı kuramın en önemli temsilcilerinden olan Alexander Wendt, çıkar ile kimlik arasındaki ilişkiye dair dört kıstas ortaya koymaktadır: beka, otonomi, refah ve kolektif izzetinefis (özsaygı). Bu kıstaslar, hem objektif hem sübjektif boyutlar içermektedir. İlk kıstas olan beka, bir devletin varlığını sürdürmesi, sahip olduğu toprağı ve sınırları koruması demektir. Devletlerin hemen tamamı bekalarına hayatî önem atfeder. Ancak Sovyetler Birliği ve Çekoslovakya örneklerinde görüldüğü gibi, bazen devletler kendileri açısından merkezî kabul ettikleri toprakları korurken çevresel (periferal) kabul ettikleri toprakların ellerinden çıkmasına göz yumabilmektedirler. İkinci kıstas olan otonomi, bir devletin sahip olduğu kaynakları kendi iradesi doğrultusunda kullanabilmesi ve kendi yönetim biçimine kendisinin karar verebilmesidir. Çünkü bir devletin kimliğini inşa edebilmesi sadece bekasına değil, özgürlüğüne ve bağımsızlığına da bağlıdır. Bu da devlet egemenliği olgusuyla yakından ilişkilidir. Devletler açısından egemenlik ve otonominin ne derece önemli olduğu aşikârdır. Fakat Mikronezya ve Reunion örneklerinde olduğu gibi, bağımlılığın faydası maliyetinden daha fazlaysa otonomiden dahi taviz verilebilir. Üçüncü kıstas olan ekonomik refah; üretim biçimi ile kaynak temelinin korunmasını ifade etmektedir. Bununla genellikle ekonomik büyüme hedefi anlaşılmaktadır. Günümüz koşullarında ekonomik büyüme, çoğu devletin önceliğidir, fakat her toplum ekonomik büyümeyi hedeflemez. Kapitalist mantıkla düşünmeyen bazı toplumlar, kendi kendine yeterli veya otarşik bir ekonomik yapıyı tercih edebilirler. Dördüncü kıstas olan kolektif izzetinefis ise bir devletin/toplumun kendisine saygı duyması, diğer devletlerden/toplumlardan saygı görmesi, statüsünden

78 Alexander E. Wendt, “Anarşi Devletler Ne Anlıyorsa Odur: Güç Politikalarının Sosyal İnşası”, Çev.

Ş. Gökçe Gezer, Uluslararası İlişkiler, Cilt 10, Sayı 39, Güz 2013, s. 9.

79 Özdemir, “Uluslararası İlişkilerde Güç: Çok Boyutlu Bir Değerlendirme”, s. 119.

34 memnun olması, kısacası kendisini iyi hissetmesidir. 19. yüzyıl Çin-Batı ilişkileri ve Birinci Dünya Savaşı sonrası Almanya örneklerinde görüldüğü gibi, diğer devletler tarafından saygı duyulmama veya aşağılanma, olumsuz bir özimge (self-image) yaratır ve toplumun üyeleri bu imajı kabullenemez. Bu da kendisini farklı şekillerde yeniden saygın hale getirme çabasına veya saldırganlaşma eğilimine yol açabilir. Karşılıklı saygı ile oluşan pozitif özimgeler ise doğal olarak devletler arasında işbirliğini kolaylaştırır.80

Wendt’in ortaya koyduğu kıstaslar, devletlerin çıkar algılarındaki farklılaşmaya işaret etmektedir. Bu bağlamda devletler, çıkar algıları doğrultusunda zaman zaman kimliklerini veya savunduklarını iddia ettikleri değerleri geri plana atabilirler. Örneğin, ABD ve diğer bazı Batılı devletler; Suudi Arabistan ve Kuveyt gibi petrol üreticisi devletlerle ilişkilerinde demokrasi ve insan hakları gibi hususları gündeme getirmezken Çin’in Ekvator Ginesi ile ilişkilerini bu hususlar üzerinden eleştirebilir ve aynı Ekvator Ginesi ile kendi ilişkilerini sürdürebilirler. Reelpolitik temelde açıklanabilecek bu tarz çelişkiler, Batılı devletlerin normatif gücünü zayıflatmakta ve Çin’e yönelik eleştirilerini etkisizleştirebilmektedir.

Çıkar için kimlikten taviz verildiği gibi kimlik için çıkarlardan taviz verildiği durumlar da gösterilebilir. Burada kastedilen kimlik, devletten ziyade millete atfedilen kimliktir. Özellikle milliyetçi baskı gruplarının etkin olduğu devletler, millî kimliklerini ön planda tutarak çıkarlarını maksimize edemeyebilirler. Örneğin, Ermenistan’ın Türkiye ile ilişkilerini normalleştirememesi, diğer etkenlerin yanı sıra, Ermeni milliyetçiliğinden taviz verilmesine izin vermeyen diaspora örgütlerinin ülke çıkarlarını baskılaması ile açıklanabilir. Benzer şekilde, Türkiye de Batılı kimliğini tescil etmek için NATO ittifakına dâhil olmuş ve bu ittifakın bağlayıcılığı altında sosyalist blokla ilişkilerinde temkinli davranmış, dolayısıyla teorik olarak çıkarlarını azamileştirememiştir. Bu örnekler, kimlik ve çıkar yapılarının birbirinden bağımsız oldukları anlamına gelmemektedir. Çünkü devletlerin kimliklerini nasıl inşa ettikleri ve neyi çıkar olarak algıladıkları izafîdir. Türkiye, Batı ittifakına dâhil olmuş çünkü

80 Alexander Wendt, Social Theory of International Politics, Cambridge University Press, Cambridge, 1999, s. 235-237.

Almanca kökenli bir kavram olan reelpolitik, teorik ve etik hedeflerden bağımsız, Makyavelyen tarzda pratik ve maddî faktörlere dayalı bir siyaseti ifade etmektedir. Bkz. “Realpolitik”, Merriam Webster, (Erişim) https://www.merriam-webster.com/dictionary/realpolitik, 10 Mayıs 2017.

35 güvenlik çıkarlarını Batılı kimliği üzerinden inşa etmiştir. Ermenistan, millî kimliğinin muhafazası ile çıkarlarını birbirinden ayırmadığı için Türkiye ve Azerbaycan ile gerilimli bir ilişki kurmuş, bu gerilimden kaynaklanan kaybı ise Rusya ve İran ile ilişkiler kurarak dengelemeye çalışmıştır.81 Kısacası, “dışarıdan” mantık dışı görülen bir eylem, “içeriden” millî güç ve çıkar maksimizasyonu olarak değerlendirilebilir.