• Sonuç bulunamadı

Cumhuriyet Dönemi Çin Dış Politikasının Özellikleri

Harita 10. Çin’in Afrika’daki Finansal Projelerinin Coğrafî Dağılımı

2.2. Çin Dış Politikasının Oluşumu

2.2.2. Cumhuriyet Dönemi Çin Dış Politikasının Özellikleri

1912’de milliyetçi Sun Yat-sen liderliğinde cumhuriyet ilan edilmekle birlikte Milliyetçiler ile Komünistler arasında 1949’a kadar sürecek bir otorite mücadelesi yaşanmıştır. Bu dönemde Çin, ne kendisini savunabilecek ne de geleneksel diplomasisini yürütebilecek araçlara sahipti. Birinci Dünya Savaşı’ndan yorgun çıkan ve ABD’nin estirdiği self-determinasyon rüzgârından etkilenen Avrupa devletleri de Çin’deki nüfuz sahalarını genişletmek bir yana, mevcut durumlarını dahi güçlükle koruyabilecek haldeydiler. Bu konjonktürde Çin’in toprak bütünlüğüne yönelik yeni bir tehdit olarak beliren Japonya’yı askerî olarak dengeleyebilecek bir ülke de bulunmadığı için Çin topraklarının önemli bir bölümü Japonya tarafından işgal edilmiştir. ABD yönetimi, Çan Kay Şek liderliğindeki Milliyetçiler ile Mao Zedong öncülüğündeki Komünistleri Japon işgaline karşı işbirliği yapmaya zorlasa da bu mümkün olmamış; Japon işgali ancak Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı’nda mağlup edilmesiyle son bulmuştur. Çin’in bir kısmını kontrol edebilmesine rağmen milliyetçi lider Çan Kay Şek, ABD’nin savaş dönemi müttefiki olarak ön plana çıkmıştır. Savaş sonrasında uluslararası sistemi şekillendirme gücüne sahip bir devlet olmadığı halde Çin, BMGK’da veto hakkı tanınan Beş Büyük’ler arasına dâhil edilmiştir.259 İkinci Dünya Savaşı sonrasında patlak veren iç savaş 1949’da Komünistlerin galibiyetiyle neticelenince Milliyetçiler, Tayvan adasına çekilerek buradan Çin’i temsil etmeyi sürdürmüşlerdir. Böylelikle Tayvan’da Çin Cumhuriyeti, anakarada Çin Halk Cumhuriyeti olmak üzere iki Çin ortaya çıkmıştır.

ahlaken hükümdar değildir. Bu durumda onun öldürülmesi de bir hükümdar öldürme suçu değildir.”

Yu-Lan’a göre Çin’de bu düşünce hem Xinhai Devrimi’nin hem daha önceki hanedan yıkılışlarının meşrulaştırılmasında etkili olmuştur. Aquinumlu Thomas ve John Locke da “devrim hakkı” (right to revolution/rebellion) üzerine Mencius’unkine benzer düşünceler ortaya atmışlardır. Bkz. Yu-Lan, Çin Felsefesi Tarihi, s.102.

258 Xiaowei Zheng, The Politics of Rights and the 1911 Revolution in China, Stanford University Press, Palo Alto, 2017; Zhang Kaiyuan, “The 1911 Revolution and Seize the Hour, Seize the Day”, China’s Republican Revolution, Ed. Shinkichi Etō ve Harold Zvi Schiffrin, University of Tokyo Press, Tokyo, 1994, s. 82.

259 Kissinger, Çin: Dünden Bugüne Yeni Çin, s. 123-126.

83 Çin Halk Cumhuriyeti’nin dış politikası Soğuk Savaş döneminde büyük ölçüde kişisel bir görüntü arz etmiştir. 1949 sonrasında Çin anakarasında Mao Zedong liderliğinde etkili bir merkezî idare tesis edilirken Çin devlet kimliği radikal bir değişime uğramıştır. Çin tarihinde hiçbir hükümdar Çin toplumunun değerler sistemini topyekûn alaşağı etmeyi önermemiş, bilakis kadim öğretileri tasdik ederek kendilerini meşrulaştırmaya çalışmışlardı. Mao ise tamamen yeni ve radikal bir ideolojik yönelimle Çin geleneklerinden kopan ilk lider olmuştur. İmparator Qin Shi Huang dönemindeki (M.Ö. 247-210) anti-Konfüçyüsçü totaliter yaklaşım ile Marksist felsefeyi sentezleyen Mao, bunu yaparken “aşağılanma yüzyılının” yarattığı siyasal psikolojiyi motivasyon unsuru olarak kullanmıştır. Mao döneminde “sürekli devrim”

sloganıyla hayata geçirilen İleriye Doğru Büyük Adım (1958-1961) ve Büyük Proleter Kültür Devrimi (1966-1976) gibi topyekûn seferberlik hareketleri, milyonlarca insanın ölümüne yol açmasına rağmen, uluslararası anti-emperyalist hareketler içinde Maoist ideolojiyi benimseyen siyasî parti ve grupların oluşmasına zemin hazırlamıştır.260 Bu yönüyle Çin, ilk kez farklı bir kimlikle ideoloji ihraç eden bir devlete dönüşmüştür.

Devlet kimliğindeki değişimin yarattığı dinamizm, ülkenin güç statüsünü de etkilemiştir. 19. yüzyılın ikinci yarısı ile 20. yüzyılın ilk yarısını kapsayan 100 yıllık süreçte ülkenin dünyadaki diğer birçok devleti yıkabilecek felaketlerle karşılaştığı ve güçlükle ayakta kalabildiği düşünülürse, Mao döneminde Çin’in yeniden ayağa kalktığı ve kayda değer bir gelişme kaydettiği söylenebilir. Örneğin, Mao’nun öldüğü 1976 yılında Çin, yörüngeye uydu yerleştirebilen roketler fırlatabiliyor, nükleer üretim yapabiliyor, jet uçaklar ihraç ediyor, traktör ve kamyon üretebiliyordu.261 Kennedy’nin ifadesiyle, “Asyalı devin nihayet harekete geçtiği ve oynamayı amaçladığı Büyük Güç rolü için yeterli ekonomik temeli inşa etmeye kararlı olduğu” görülüyordu.262

Enkaz halinde devraldığı bir ülkeyi rakip iç hizipler, düşman süper güçler, kararsız Üçüncü Dünya ülkeleri ve kuşkucu komşular arasında ustalıkla yöneten263 Mao, başlangıçta SSCB’ye atfen “tek tarafa yaslanma” siyaseti izlemiştir. ABD ile SSCB’nin İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya ve Japonya’ya karşı oluşturdukları

260 Dillon, Modernleşen Çin’in Tarihi, s. 13; Kissinger, Çin: Dünden Bugüne Yeni Çin, s. 132-133 ve 234; Güneş, “Çin Halk Cumhuriyeti Dış Politikası…”, s. 495.

261 Ahmet Faruk Özsoylu, Çin: Bir Devin Uyanışı, Nobel Kitabevi, Ankara, 2006, s. 14.

262 Paul Kennedy, Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri, s. 497.

263 Kissinger, Çin: Dünden Bugüne Yeni Çin, s. 393.

84 ittifakın savaş sonrasında çökmesi ve devamında ABD’nin Asya-Pasifik bölgesinde giderek etkinliğini artırması, Çin ile SSCB’yi ortak tehdit algılamasına dayalı bir işbirliğine sevk etmiştir. 1950’de Kuzey Kore lideri Kim İl Sung’un Stalin ve Mao ile görüştükten sonra BM/ABD kontrolündeki Güney Kore’ye saldırması, Amerikan-Sovyet kamplaşmasını gün yüzüne çıkaran ilk sıcak çatışmayı beraberinde getirmiştir.

Yanı başında ABD’nin nüfuzu altına girecek bir devletin (Güney Kore) teşekkül etmesinden endişe duyan Çin, savaş öncesi dönemde Amerikan-Sovyet nüfuz sahalarının sınırını belirten 38. enlemin geçilmesi halinde savaşa gireceğini ilan etmiştir. Büyük çoğunluğu Amerikan askerlerinden oluşan BM birliklerinin bu uyarıyı dikkate almayarak ilerlemeye devam etmeleri üzerine Çin, Kuzey Kore lehine aktif olarak savaşa dâhil olmuştur. Gönüllülerden oluşan Çin ordusu, birçok Amerikan/BM birliğini savaş dışı bırakmayı başarmıştır. ABD’nin takviye birlikler sevk etmesiyle Kore yarımadasındaki savaş, Kuzey Kore ile Güney Kore arasındaki bir savaştan Çin ile ABD arasındaki bir savaşa dönüşmüştür. İki tarafın yenişemediği Kore Savaşı, Çin açısından önemli sonuçlar doğurmuştur. Savaştan önce Tayvan’ın düşmesi an meselesi iken savaştan sonra ABD, Tayvan’ı ÇHC’ye karşı askerî ve ekonomik bir denge unsuru olarak güçlendirme stratejisini izlemiştir. Tayvan’ın Çin Cumhuriyeti adıyla BMGK’da Çin’i temsil etmesi sağlanırken ÇHC uluslararası alanda izole edilmeye çalışılmıştır.264 ABD, özellikle Japonya ve Hindistan üzerinden ÇHC’yi çevreleme stratejisi izlemiştir.

Bu arada 1953’te Josef Stalin’in ölmesi, onun yerine geçen Nikita Kruşçev’in de 1964’te istifaya zorlanması Çin-Sovyet ilişkilerini olumsuz etkilemiştir. Mao, ya Stalin gibi kendisinin de ölümünden sonra suçlanabileceği ya da Kruşçev gibi ölmeden önce iktidardan uzaklaştırılabileceği endişesine kapılmıştır.265 Mao, Stalin dönemine ilişkin eleştirilerin (de-Stalinizasyon) aslında kendisine yönelik eleştiriler olduğunu düşünüyor; Kruşçev’in savunduğu komünist ve kapitalist ulusların barış içinde bir arada yaşaması fikrini Sovyetler’in artık uluslararası alanda komünizmin bayraktarlığını yapmaktan vazgeçtiği şeklinde yorumluyordu.266 Ayrıca Çin ile Hindistan arasında savaşa varan sınır anlaşmazlıklarında SSCB’nin Çin’i

264 Hüseyin Emiroğlu, “Change in the Chinese Foreign Policy”, Journal of Modern Science, Sayı 1/16, Ocak-Mart 2013, s. 267-268.

265 Keay, Çin Tarihi, s. 509.

266 Emiroğlu, “Change in the Chinese Foreign Policy”, s. 269.

85 desteklememesi, muhtemel bir Çin-Amerikan savaşında da Moskova’nın Pekin’i destekleyeceğinin garanti olmadığı anlamına geliyordu. Büyük oranda bu tarz bireysel algılamalara dayanan ve Çin Komünist Partisi ile Sovyet Komünist Partisi arasında karşılıklı atışmalarla derinleşen ideolojik ayrışma, Çin-Sovyet ilişkilerini dostluktan düşmanlığa dönüştürmüştür.267 Böylelikle tek tarafa yaslanma politikasını terk eden Çin, söylemsel olarak ne Amerikan emperyalizmi ne de Sovyet revizyonizmi ile uzlaşmamayı ilke edinen bir politika benimsemiş, ancak yakın tehdit durumundaki revizyonist SSCB’yi uzak tehdit durumundaki emperyalist ABD ile dengelemede yarar görmüştür. ABD’nin de değişen uluslararası koşulları ve Çin’in artan güç statüsünü göz önüne alarak yeni bir denge arayışı doğrultusunda Çin’i izole etme politikasından vazgeçmesi, bu politika değişikliğiyle bağlantılı olarak Çin’in 1971’de BMGK daimî üyeliğini Tayvan’dan devralmasının sağlanması, aynı yıl Amerikan Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger’ın Çin’de Başbakan Zhou Enlai ile temaslarda bulunması, ertesi yıl bizzat ABD Başkanı Richard Nixon’ın Çin’e gelerek Mao Zedong ile görüşmesi, Çin-Amerikan ilişkilerinde 23 yıllık alenî düşmanlığın yerini “yüzeysel bir dostluğun” almasına neden olmuştur.268

Çin’in SSCB’ye karşı ABD ile kurduğu yarı-ittifak, Deng Xiaoping (Şaoping) döneminde kademeli bir ekonomik reform ve kapitalistleşme sürecini beraberinde getirmiştir.269 Deng, Tayvan’la barışçıl biçimde birleşme ve ekonomik modernleşme konularına öncelik vermiş; bunun için Çin’in artık ideolojik mülahazalardan uzaklaşması, anti-hegemonist bir siyaset izlemekle birlikte sosyalizmin bayraktarlığını yapmaması, Üçüncü Dünya’nın lideri olmaya çalışmaması, çatışmadan ve yeni düşmanlar yaratmaktan kaçınması, pozisyonunu koruması, kapasitesini gizleyip düşük profil sergilemesi gerektiğini savunmuştur. Deng, Mao dönemindeki gibi uluslararası normları reddetmek yerine pragmatist temelde uluslararası sistemle bütünleşmeyi, beraberindeki sorumluluk ve yükümlülükleri kabul etmeden büyük güçlere özgü hak

267 Lorenz M. Lüthi, The Sino-Soviet Split: Cold War in the Communist World, Princeton University Press, Princeton, 2008, s. 162-163.

268 Yan Xuetong, “The Instability of China-US Relations”, The Chinese Journal of International Politics, Cilt 3, Sayı 3, 2010, s. 263-275.

269 Hakan Güneş, “Çin Halk Cumhuriyeti Dış Politikası…”, s. 488.

86 ve imtiyazlardan faydalanmayı amaçlamış, bunda büyük ölçüde de başarılı olmuştur.270

Deng dönemindeki statükocu dış politikanın ana saiki, ülkenin modernleşmesi için uygun koşulları sağlamaktı. Başbakan Zhou Enlai, 1963’te Mao’nun onayıyla tarım, sanayi, millî savunma ve bilim-teknoloji alanlarının modernizasyonunu öngören bir program hazırlamış ancak etkili olmamıştı. Mao’nun halefi Hua Guofeng de ekonomik reform taraftarı bir politika izleyerek kendi programını ortaya koymuş ancak bu programlar Mao döneminin ideolojik kısıtlamalarını aşamamıştı. Hua’nın halefi Deng, Çin tarihinin en etkili reform programını hayata geçirmiştir.271 Çin ekonomisini daha rekabetçi hale getirmeyi amaçlayan Deng, siyasî istikrarı bozmaksızın Çin’i dışa açmayı başarmıştır. Deng’in göreve geldiği 1978’den itibaren uygulamaya konan ve kapsadığı alanlara atfen Dört Modernizasyon veya Dört Alanda Modernleşme olarak adlandırılan reform programının belirleyici özelliği tedricî, diğer bir değişle yavaş yavaş, kademe kademe olmasıdır. Reform programı kapsamında alınan kararlar hiçbir zaman bütün Çin’de uygulanmamış, önce pilot bölgelerde, daha sonra diğer bölgelerde uygulanmıştır. Dış dünyaya açılma önce Çin’in doğusundaki sahil bölgelerinde gerçekleşmiş, daha sonra diğer bölgelere yayılmıştır. Böylelikle, şok terapi gibi radikal programlar uygulayan ancak kısa süre sonra ekonomik krizler yaşayan diğer Doğu Bloğu ülkelerinin aksine, Çin’de ekonomik modernleşme süreci zamana yayıldığı için bu tür kriz boyutuna varan olumsuzluklar yaşanmamıştır.272

Deng’in bu süreçte örnek aldığı ilk model Singapur’du. Nüfusunun büyük çoğunluğu Çinlilerden oluşan ve dünyanın en önemli ticarî üslerinden biri olmayı başaran Singapur, dışa açık bir sosyoekonomik yapıya sahip olmakla birlikte, otoriter biçimde idare edilmekteydi. Dolayısıyla Singapur, ekonomik refah arttığı sürece, otoriter bir idarenin sorun teşkil etmediğini gösteren bir örnekti.273 Deng’in Singapur haricinde örnek aldığı bir diğer ülke de Japonya idi. Japonya, hem nüfus ve kapasite

270 Emiroğlu, “Change in the Chinese Foreign Policy”, s. 272-275.

271 Stuart Harris, Çin Dış Politikası, Çev. Arslan Yavuz Şir, Matbuat Yayınları, İstanbul, 2014, s. 37.

272 Özsoylu, Çin: Bir Devin Uyanışı, s. 50; Hansjörg Herr, “Transformationsprozesse und deformierte Finanzmärkte: Die VR China im Vergleich mit mittel- und osteuropäische Transformationsländern”, Osteuropa Wirtschaft, Cilt 45, Sayı 2, 2000, s. 140-164.

273 Selçuk Çolakoğlu, “Ejder’in Uzun Yürüyüşü: Çin’in Dönüşüm Hikâyesi”, Analist, Yıl 1, Sayı 5, Temmuz 2011, s. 24; Rıdvan Karluk, “Singapur”, Dünya Siyasetinde Doğu Asya, Ed. İsmail Ermağan, Nobel Akademik, Ankara, 2016, s. 255-175.

87 olarak Çin’e daha yakındı hem de devlet öncülüğünde modernleşen ilk Asya ülkesiydi.274 Singapur ve Japonya örnekleri Çin koşullarına uyarlanmış; bu doğrultuda kamu iktisadî teşebbüslerinin sayısı artırılmış; kontrollü biçimde piyasa ekonomisinin uygulandığı özel ekonomik bölgelerde yabancı sermayenin girişi için gerekli şartlar oluşturulmuş; ihracata dayalı üretim teknolojilerini geliştirme ve Batı piyasalarına eklemlenmeyi mümkün kılacak uygulamalar hayata geçirilmiştir.275 Ekonomik reformlar devam ederken, siyasî alanda mevcut muhalefet ortadan kaldırılmış ve yeni muhalefet odaklarının oluşması önlenmeye çalışılmıştır. Böylelikle, “Çin modeli”

olarak adlandırılan, ekonomik olarak dışa açık ama siyaseten tek elden yönetilen bir sistem teşekkül etmiştir.276 Çin’in mevcut devlet kimliği de büyük oranda bu otoriter kalkınmacı model üzerinden biçimlenmiştir.

Reformlar sayesinde Çin, hızlı ve yoğun biçimde doğrudan yabancı sermaye çekmeye başlamıştır. 1980’lerin ikinci yarısında Doğu Bloku ve SSCB’nin düşüş eğilimi, Çin’i daha etkin bir ekonomik güç haline getirmiştir. Artan ticaret hacmi ve 1990’lı yıllarda dünyanın her yerinden katlanarak gelen yabancı sermaye akımı, Çin’de büyük bir yatırım patlamasına yol açmıştır.277 Ekonomik gücün devamlılığı için hammadde tedariğinin güvence altına alınması ve ülke içinde biriken sermayenin ülke dışında değerlendirilmesi gerekmiştir. Çin hükümeti bu doğrultuda Şili’den Kanada’ya, Myanmar’dan Nijerya’ya kadar çok geniş bir coğrafî yelpazede dış yatırım yapmaya yönelmiştir.278

Aynı dönemde reform politikalarının başarısız olduğu Sovyetler Birliği ve Yugoslavya bunun bedelini dağılarak öderken, Doğu Avrupa’daki diğer reform

274 Murat Yülek, “Kalkınma Tartışmalarında Japon Modelinin Yükselişi, Düşüşü ve Tekrar Yükselişi”, Doğu Asya’nın Politik Ekonomisi: Japonya, Çin ve Güney Kore’de Kalkınma, Siyaset ve Jeostrateji, Editör K. Ali Akkemik ve Sadık Ünay, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, İstanbul, 2015, s. 132-162.

275 Güneş, “Çin Halk Cumhuriyeti Dış Politikası…”, s. 499.

276 Çolakoğlu, “Ejder’in Uzun Yürüyüşü: Çin’in Dönüşüm Hikâyesi”, s. 25.

Otoriter kalkınmacı anlayışa göre, “adil bir bölüşümü sağlamak, demokratik bir devlet ve toplum yapısına ulaşmaktan daha ahlakidir. Bugünkü demokrasi çığırtkanlığı temelde ABD'nin otoriter yollarla hızla kalkınan ekonomileri demokrasinin yaratacağı iç gerilimlerle zayıflatma çabasıdır. Adil bölüşüme giden yol belli konjonktürlerde demokratik süreçlerle elele gitse de demokrasi adil bölüşümü değil üretim yetersizliğini doğurur.” Bkz. Esat Arslan, “Otoriter Kalkınmacılık”, Radikal, 18 Eylül 2003.

277 Shang-Jin Wei, “Foreign Direct Investment in China: Sources and Consequences”, Financial Deregulation and Integration in East Asia, Cilt 5, Ed. Takatoshi Ito ve Anne O. Krueger, University of Chicago Press, 1996, s. 77 – 105.

278 Arif Koşar, “Çin'in Afrika istilası”, Özgürlük Dünyası, Sayı 241, Mayıs 2013.

88 hareketleri de sosyalist rejimlerin tasfiyesiyle sonuçlanırken Çin, istikrarını büyük ölçüde muhafaza ederek Soğuk Savaş sonrası döneme geçiş yapabilmiştir. Tabii, bu geçiş tamamen yumuşak biçimde gerçekleşmemiştir. 1989 yılında, özel gazetelere yönelik yayın yasağı ile fikir hürriyeti önündeki engellerin kaldırılması, eğitime ayrılan kaynakların artırılması, başarısız hükümet yöneticilerinin demokratik seçimler yoluyla değiştirilmesi gibi taleplerle Pekin’in Tiananmen Meydanı’nda başlayan, daha sonra 341 şehre yayılan gösteriler düzenlenmiştir.279 Tiananmen’de dile getirilen taleplerle Varşova, Prag ve Budapeşte’de talep edilenler hemen hemen aynı olsa da bu benzerlik sonuca yansımamış; gösteriler 4 Temmuz 1989’da kanlı bir şekilde bastırılmıştır.280 Tiananmen sonrasında muhalif siyasî gruplara yönelik ayrıca bir tasfiye gerçekleştirilmemiş ve ekonomik reformların yanında siyasî alanda da bazı reformlar gündeme gelmiştir. Bu kapsamda Parti (ÇKP) ile Hükümet işleri birbirinden ayrılmış ve ÇKP ile birlikte Çin siyasal sisteminin kilit aktörlerinden olan Halk Kurtuluş Ordusu’nun (HKO) sistemdeki etkisi azaltılmıştır.281

Deng döneminde282 genel olarak barışçıl bir dış politika izleyen Çin, bu politikasını 1990’lı yılların başında da sürdürmüştür. İlk etapta, elde edebileceğinden daha azına razı olarak, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Laos ve Vietnam’la sınır ihtilaflarını çözüme kavuşturmuştur. Çatışmacı yaklaşımdan yine kaçınmakla birlikte, 1990’lı yılların ortalarından itibaren Çin’in daha özgüvenli ve bölgesel-küresel meselelere yönelik daha yapıcı bir tutum benimsediği görülmektedir. Ülkenin uluslararası sisteme eklemlenip uluslararası kurum, kural ve normları kabullenme

279 Kissinger, Çin: Dünden Bugüne Yeni Çin, s. 497.

280 Çolakoğlu, “Ejder’in Uzun Yürüyüşü: Çin’in Dönüşüm Hikâyesi”, s. 26; Öğütçü, Yükselen Asya, s.

68; Peter Li, Marjorie H. Li, Steven Mark, Culture and Politics in China: An Anatomy of Tiananmen Square, Transaction Publishers, New Brunswick, 1991; James A. R. Miles, The Legacy of Tiananmen:

China in Disarray, University of Michigan Press, 1997, s. 3; Ray Huang, China: A Macro History, M.

E. Sharpe, New York ve Londra, 1997, s. 303-305.

281 Ordunun ekonomik açıdan kendi kendine yetebilmesi için 1950’li yıllardan itibaren HKO, başta emlak sektörü olmak üzere çok sayıda şirkete sahip olmuştu. Bu şirketlerin yönetiminde genelde emekli askerler bulunuyordu. Ordunun sahip olduğu bu şirketlerde yolsuzluğun arttığı ve ordu mensuplarının ÇKP’ye olan sadakatinin azaldığı düşüncesiyle 1990’lı yıllarda HKO’nun sahipliğindeki şirketler tasfiye edilmeye başlanmıştır. 2000’li yılların başına gelindiğinde HKO ile bağlantılı bütün şirketler ya kapatılmış ya da devredilmiştir. Böylelikle ordunun dekomersiyalizasyon (decommercialisation) süreci önemli ölçüde tamamlanmıştır. Bkz. Çolakoğlu, “Ejder’in Uzun Yürüyüşü: Çin’in Dönüşüm Hikâyesi”, s. 28; Xiaobing Li, A History of the Modern Chinese Army, University Press of Kentucky, 2007; Keay, Çin Tarihi, s. 511.

282 Deng, ölene (1997) kadar Çin’in liderliğini elinde bulundurmakla birlikte 1989 sonlarında aktif siyaseti bıraktığını açıklamıştır. Bkz. Michael Dillon, Deng Xiaoping: The Man Who Made Modern China, I. B. Tauris, Londra ve New York, 2015, s. xii.

89 eğilimi güçlenmiş; bu doğrultuda ikili ilişkilerinin sayısını ve yoğunluğunu artırmış, çeşitli ticaret ve güvenlik anlaşmaları ile çok taraflı örgütlere katılmıştır. Bu süre zarfında Çin dış politikası giderek kişilere bağlı olmaktan çıkıp kurumsallaşırken283 ülkenin siyasal ufku da genişlemiş, dünyanın hemen her bölgesinde siyasî-ticarî etkinliğini artırmış, ayrıca BM barış gücü operasyonlarına katılarak sorumlu bir devlet imajı oluşturmaya çalışmıştır. Böylelikle Çin, eskiden olduğu gibi kendisini

“sömürgeciliğin kurbanı gelişmekte olan bir ülke” olarak görmek yerine, çıkarları ve sorumlulukları giderek çeşitlenen bir “yükselen güç” olarak takdim etmeye başlamıştır.284 Bu perspektif değişimi, Çin milliyetçiliğindeki yükselişle desteklenmiştir. Çinli yöneticiler, milliyetçiliği kontrollü biçimde yükselterek kapitalistleşmenin halk tabanında yarattığı kimlik krizini aşmaya çalışmışlar ve istikrarlı biçimde güçlenen, kalkınan, istihdam oranı ve gelir düzeyi sürekli artan bir ülkenin vatandaşı olmayı Çin halkının yeni gurur kaynağı olarak lanse etmişlerdir.285

Çin’in 2008 malî krizi sırasında Batılı devletlerden daha iyi bir sınav vermesi ve 1970’lerin sonundan itibaren devam eden istikrarlı ekonomik büyüme performansı sayesinde 2010’da Japonya’yı geçerek dünyanın ikinci büyük ekonomisi konumuna yükselmesi, Çin hükümetini daha iddialı bir dış politikaya yöneltmiştir. Batılı devletlerin “güçten düştüğü”, küresel güç dengesinin yavaş yavaş kendi lehine değişmeye başladığı yönünde bir algıyla hareket eden Çin, özellikle toprak bütünlüğü ve egemenliğiyle ilgili eylemlere daha keskin karşılıklar vermeye başlamıştır.

Örneğin, Amerikan Kongresi’nde Tayvan’a silah satışı gündeme geldiğinde Çin Dışişleri Bakanlığı, Tayvan’a silah satan Amerikan firmalarına yaptırım uygulamaktan söz etmiştir.286 Tibet konusunda da daha önce çatışmacı bir üslup kullanmaktan

283 Çin dış politikasındaki kurumsallaşma, Çin siyasal sistemi ile paralel biçimde gelişmiştir. Deng sonrasında Çin siyasal yapısının kişilere bağımlı olmadan da başarılı bir şekilde sürdürülebileceği görülmüştür. Jiang Zemin, 2002’de ÇKP Merkez Komitesi Genel Sekreterliğini ve Devlet Başkanlığını Hu Jintao’ya devrederken Hu da aynı şekilde görevini 2012’de Xi Jinping’e devretmiştir. Bunlar,

283 Çin dış politikasındaki kurumsallaşma, Çin siyasal sistemi ile paralel biçimde gelişmiştir. Deng sonrasında Çin siyasal yapısının kişilere bağımlı olmadan da başarılı bir şekilde sürdürülebileceği görülmüştür. Jiang Zemin, 2002’de ÇKP Merkez Komitesi Genel Sekreterliğini ve Devlet Başkanlığını Hu Jintao’ya devrederken Hu da aynı şekilde görevini 2012’de Xi Jinping’e devretmiştir. Bunlar,