• Sonuç bulunamadı

Büyük Güç-Küçük Güç İlişkileri

Harita 10. Çin’in Afrika’daki Finansal Projelerinin Coğrafî Dağılımı

1.4. Büyük Güç-Küçük Güç İlişkileri

Çalışmanın konusunu oluşturan Çin-Afrika ilişkileri, bir yönüyle büyük güç-küçük güç ilişkisi niteliğinde olduğu için, bu ilişkilerin doğasını teorik ve tarihsel olarak kavramak önem arz etmektedir. Küçük güçlerle büyük güçler arasındaki ilişkiler yapısal olarak asimetriktir. Devletlerin güç parametrelerindeki orantısızlıktan kaynaklanan bu asimetri durumu, ulusal çıkar algılarında farklılaşmaları beraberinde getirir. Womack’ın Çin-Vietnam ilişkileri üzerinden örneklediği asimetri teorisine göre, A devleti ile B devleti arasındaki ilişkiler, esasında A’nın B ile ilişkisi (A⇒B) ve B’nin A ile ilişkisi (B⇒A) şeklinde iki alt-ilişkiden (sub-relation) oluşur.143 Bu ilişkide büyük olan tarafı temsil eden A, küçük olan tarafı temsil eden B’nin kendisine meydan okuyabilecek pozisyonda olmadığını varsayar ve B’den bu durumun farkında olarak davranmasını bekler. Küçük olan taraf (B) ise otonomisinin tehdit edilmemesine özen gösterir. Diğer bir deyişle, A temelde üstünlüğünün, B de otonomisinin kabulü ve devamı üzerinden bir ilişki geliştirir. Bu ilişkiyi B devleti, A’dan daha fazla önemser çünkü B’nin ilişkiden kazanacağı-kaybedeceği şeyler genel olarak A’dan daha fazladır. Dolayısıyla A’nın davranışları B tarafından ilgiyle takip edilir. A devleti, yumuşak güç (ekonomik, diplomatik) stratejileriyle sadece B için değil, diğer küçük güçler nezdinde de cazip ve ikna edici bir aktör profili çizebilir.

Bunun için A’nın değer üretebilmesi ve ilişki kurduğu küçük güçlerle ortak noktalarına vurgu yapması gerekir. Şayet A, bu stratejinin tersine B üzerinde tahakküm kurmaya çalışırsa, B hayatta kalma saikiyle karşılık verebilir. Muhtelif hedefleri olan A ile

141 Andrew F. Cooper, “Confronting Vulnerability through Resilient Diplomacy: Antigua and the WTO Internet Gambling Dispute with the United States”, The Diplomacies of Small States: Between Vulnerability and Resilience, Ed. Andrew F. Cooper ve Timothy M. Shaw, Palgrave Macmillan, Basingstoke, 2009, s. 207-217.

142 Farhan Hanif Siddiqi, “Pakistan and Singapore as Small Powers: Comparative Thematic Evaluation and Policy Imperatives”, African and Asian Studies, Cilt 13, Sayı 1-2, 2014, s. 187-204.

143 Buna göre, örneğin, Türkiye-Yunanistan ilişkileri demekle Yunanistan-Türkiye ilişkileri demek aynı şey değildir. İkili ilişkiler, birinci ifadede Türkiye açısından, ikincisinde Yunanistan açısından ele alınıyor demektir.

51 sadece hayatta kalma hedefine odaklanan B arasındaki mücadele, hesapta olmayan sonuçlar doğurabilir. Bu durum, A’nın diğer küçük güçlerle ilişkilerini de olumsuz etkiler.144

Büyük güç-küçük güç ilişkilerini niteleyen asimetrik ilişki biçimlerinin tarihsel gelişimine bakıldığında, teknik imkânların yetersizliği, ulaşım zorluğu vb. sebeplerle kadim medeniyet havzaları arasındaki ilişkilerin son derece sınırlı olduğu görülmektedir. Bu ilişkiyi sağlayan temel faaliyet, göç olgusuydu. Daha uzak noktalardaki ilişkiler ise ticaret üzerinden yürütülmekteydi. Kadim Yunan, Mısır, Mezopotamya, Hint ve Çin medeniyet havzaları büyük oranda bu özellikleri göstermektedirler. Müteakip devirlerde kent-devletlerinin yerini merkezî siyasal yapılar almaya başlamıştır. Bu tarz siyasal yapıların başında Roma İmparatorluğu gelmektedir. Roma İmparatorluğu, inşa ettiği imparatorluk yolları ve işgal ettiği bölgelerdeki askerî-idarî yapılanma ile gelişimini sağladığı coğrafî alanın ötesinde bir etkiye ve güce ulaşan hegemonik karakterli bir siyasal oluşumdu. O dönemin dünya siyasal sisteminde yer alan diğer aktörler de “isteyerek” veya “zorla” bu gücün üstünlüğünü kabul etmişlerdir.145

İmparatorluk mantığına dayanan siyasal yapılar, çoğu kez fetihle kurulmuş;

fetih sonrasında merkezin çevre (periferi) üzerindeki askerî, siyasî, ekonomik, kültürel üstünlüğü esas alınmıştır. Merkez ile çevre arasındaki ilişkilerin her zaman tek taraflı ve yukarıdan aşağı biçimde cereyan etmediği, bilhassa Osmanlı ve Çin gibi imparatorluk yapılarının kısmen merkezle çevre arasındaki pazarlıklara ve mütekabiliyete dayandığı belirtilmelidir. Merkezî bir siyasal otorite ile kendi içindeki çeşitliliği bir arada tutamayan imparatorluklar, genellikle merkezkaç unsurların güçlenmesi sonucunda yerini yine bağımsız devletlerden oluşan çoklu yapılara bırakmışlardır. İmparatorluklar diğer devletleri yutarak genişlerken merkezkaç unsurların oluşturduğu çoklu yapılar ise bölgelerinde yeni bir imparatorluk kurulana

144 Brantly Womack, China and Vietnam: The Politics of Asymmetry, Cambridge University Press, Cambridge, 2006, s. 78-84.

145 Hüseyin Emiroğlu, “Uluslararası Siyasal Örgütlenme Modeli Oluşumunun Tarihsel Süreci ve Birleşmiş Milletler Örgütü (1941-1990)”, Güvenlik Stratejileri Dergisi, Cilt 2, Sayı 4, 2006, s. 108.

52 kadar hüküm sürebilmiş ve merkezî bir imparatorluğa tâbiyetten başka seçenekleri olmamıştır.146

Sömürgeci döneme gelindiğinde Avrupalı güçler, küresel nüfuz sahalarını olabildiğince genişleterek ve uyguladıkları “talan ekonomisi” (Raubwirtschaft)147 ile Batı-dışı güçleri mâdun (ast) bir konuma getirerek kendi büyük güç statülerini tahkim etmişlerdir. Özellikle güçlü siyasal merkezlerin bulunmadığı bölgeler doğrudan sömürgeci devletlerin kontrolüne girmiş ve buralardaki geleneksel siyasal yapılar ortadan kalkmıştır. Varlığını sürdürmeye çalışan küçük siyasal birimlerin büyük sömürgeci güçler karşısındaki tutumu ise toplumsal-siyasal karakterlerine ve tehdit algılarına göre farklılık arz etmiştir. Örneğin, Maskara emîri Abdulkadir El Cezayirî uzun müddet Fransız idaresine karşı mücadele verirken148 Botsvanalı kabile devleti liderleri III. Khama, Bathoen ve Sebele bizzat Londra’ya giderek Güney Afrika’ya karşı İngiltere’den himaye talep etmişlerdir.149

ABD ve SSCB, İkinci Dünya Savaşı’ndan iki “en büyük güç” olarak çıkınca Avrupalı güçlerin sömürge imparatorlukları üzerindeki kontrolleri zorlaşmış ve büyük güç statüleri erozyona uğramıştır.150 Bununla birlikte, Avrupalı sömürgeci güçler, bağımsızlıklarını tanıdıkları devletler üzerinde farklı şekillerde nüfuzlarını devam ettirmeye çalışmışlardır. Bağımlılığa dayalı büyük güç-küçük güç ilişkilerinin dolaylı biçimde devamını ifade eden stratejiler “neokolonyalizm” (yeni sömürgecilik) olarak adlandırılmıştır.151

Soğuk Savaş döneminde uluslararası sistemin kutuplaşması ve ittifakların rebus sic stantibus yerine pacta sunt servanda152 ilkesine dayanması, küçük güçlerin

146 Barış Ünlü, “İmparatorluk Fikrinin Gelişimi”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt 65, Sayı 3, 2010, s. 239-240.

147 Arnold Joseph Toynbee, A Study of History, 5. Cilt, Oxford University Press, 1961, s. 36.

148 Alexandre Bellemare, Abd el-Kader: Sa Vie Politique et Militaire, Éditions Bouchène, Paris, 2003.

149 Mürsel Bayram, “Afrika Genelinde İstisnaî Bir Devlet: Botsvana”, Adam Akademi, Cilt 4, Sayı 1, Haziran 2014, s. 77.

150 Ufuk Tepebaş, Büyük Güçler ve Afrika: 21. Yüzyılda Çok Boyutlu Afrika Rekabeti, Tasam Yayınları, İstanbul, 2010, s. 15.

151 Kwame Nkrumah, Neo-Colonialism: The Last Stage of Imperialism, International Publishers, New York, 1965; Vasilii Vasilevich Vakhrushev, Neocolonialism: Methods and Manoeuvres, Çev.

Katherine Judelson, Progress Publishers, Moskova, 1973.

152 “Şartlar değişmediği sürece” anlamına gelen rebus sic stantibus, antlaşmaların yapıldığı koşullarda köklü bir değişim olması durumunda uygulanmamasına imkân verdiği için gevşek ittifak anlayışını simgelemekte; “ahde vefa” anlamına gelen pacta sunt servanda ise tarafların sözlerine sadık kalmalarını vurguladığı için sıkı ittifak sistemlerindeki anlaşma mantığını karakterize etmektedir.

53 büyük güçler nezdindeki önemini artırmıştır. Yine de küçük güçlerin bir ittifaka girmesi veya çıkması genel güç dengesi üzerinde büyük çaplı bir değişikliğe yol açmadığı için bu güçlerin hareket serbestisi diğer güçlere nazaran daha fazla olmuştur.

Bir büyük gücün yakınında yer almayan ve ne jeopolitik ne jeoekonomik anlamda stratejik bir önem atfedilmeyen küçük güçler, rejim değişikleri sonucu dönem dönem Doğu veya Batı bloğuna yakın bir siyaset izlemişler153; birçoğu ise bu tercih zorunluluğundan kurtulmak adına Bağlantısızlar Hareketi’ne dâhil olmuştur.

Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte sıkı ittifak sisteminin yerini daha gevşek ittifaklar almış; bu arada SSCB’nin yıkılışıyla ABD rakipsiz kaldığı için büyük güç siyasetini karakterize eden “alan kazanma” (territorial aggrandizement) yarışı eski motivasyonunu kaybetmiştir. Bu durum birçok bölgede güç boşluğu yaratarak hem yeni güçlerin yükselişine hem de küçük güçler arası rekabete zemin hazırlamıştır.

Barbados, İzlanda, Malta, Mauritius, Singapur örneklerinde görüldüğü üzere bu rekabet bazen yukarı yönlü, yani devletlerin gelişmesini destekler nitelikte; Nauru, Vanuatu ve Solomon Adaları örneklerinde görüldüğü gibi bazen de aşağı yönlü, yani rekabet halindeki devletleri gelişme bakımından olumsuz etkileyecek nitelikte bir seyir izlemiştir. Orta ölçekli güçlerinkine benzer bir diplomasi izleyen birinci grup küçük güçler, özellikle ekonomik anlamda rakiplerinden daha iyi konumlara yükselmişler ve siyasal küçüklüğün ekonomik küçüklükle eşdeğer olmadığını göstermişlerdir.154

Uluslararası sistemin şekillenmesinde en çok büyük güçler arası ilişkiler etkili olmaktadır. Bu nedenle uluslararası politika teorilerinin kahir ekseriyeti, büyük güçleri dikkate almaktadır. Neorealist kuramın öncüsü sayılan Kenneth Waltz’ın deyimiyle,

“Malezya ve Kosta Rika üzerinden bir uluslararası politika teorisi inşa etmek anlamsızdır. Genel bir uluslararası politika teorisi büyük güçlere dayanmak

153 Sweijs, “The Role of Small Powers…”, s. 5.

154 Burada dikkat edilmesi gereken husus, bahsedilen durumun sık olmadığı ve sadece Benin, Burundi, Burkina Faso gibi ne dönemin süper güç rekabeti açısından ne de siyasî ve ekonomik anlamda stratejik bir önemi bulunmayan küçük güçler tarafından tarafından denendiğidir. 1956’da Doğu Avrupa’da yaşanan isyanlara SSCB askeri müdahalesi ve 1968 Çekoslovak darbesi örneklerinde görüleceği üzere dönemin süper güç rekabeti açısından önemli addedilen ülkelerde bu tür geçiş denemeleri son derece sorunlu olmuştur. Bkz. Andrew F. Cooper ve Timothy M. Shaw, “The Diplomacies of Small States at the Start of the Twenty-first Century: How Vulnerable? How Resilient?”, The Diplomacies of Small States: Between Vulnerability and Resilience, Ed. Andrew F. Cooper ve Timothy M. Shaw, Palgrave Macmillan, Basingstoke, 2009, s. 2.

54 zorundadır”.155 Bu yaklaşım, küçük ve orta ölçekli güç kategorilerinin uluslararası politika açısından kayda değer bir önem arz etmedikleri anlamına gelmemelidir. Zira büyük güç kategorisine girmeyen devletlerin de uluslararası politikanın tamamen etkisiz elemanı olmadıkları, zaman zaman büyük güç siyasetini etkiledikleri, hatta bazı küçük güçlerin büyük güçler arası savaşları tetikleyebilecek etkiler doğurabildikleri görülmektedir.156 Bu sebeple büyük güçler, sadece diğer büyük güçleri değil, küçük ve orta ölçekli güçleri de tehdit/fırsat kapasiteleri ve jeopolitik/ jeoekonomik önemleri oranında dikkate almaktadırlar. Büyük güçlerin küçük ve orta ölçekli güçleri ne oranda dikkate aldıkları ve onlarla nasıl bir ilişki kurdukları ise kimliklerinden (gelişmiş, yükselen, gelişmekte olan, Batılı, Doğulu vb.) ve bu kimlikle bağlantılı güç stratejilerinden (sert güç, yumuşak güç, normatif güç) etkilenmektedir. Netice itibariyle, gelişmiş bir Batılı büyük güç olan İngiltere’nin küçük güç konumundaki Afrika ülkelerine ilgisi ve yaklaşımı ile gelişmekte olan bir Doğulu büyük güç niteliğindeki Çin’in Afrika ülkelerine ilgisi ve yaklaşımı aynı olmayacaktır.157

155 Kenneth Waltz, Theory of International Politics, Reading, MA, Addison-Wesley, 1979, s. 73.

156 Buna Sırbistan’ın Birinci Dünya Savaşı’ndaki rolü örnek verilebilir. Bkz. Jonathan Gumz, “The Habsburg Empire, Serbia, and 1914: The Significance of a Sideshow”, 1914: Austria-Hungary, the Origins, and the First Year of World War I, Ed. Günter Bischof ve Ferdinand Karlhofer, University of New Orleans Press, New Orleans, 2014, s. 127-141; Thazha Varkey Paul, Asymmetric Conflicts: War Initiation by Weaker Powers, Cambridge University Press, Cambridge, 1994.

157 Afrika ülkeleri ile üst düzey ilişki kurmak, gelişmekte olan bir Çin açısından önemli iken, gelişmiş bir İngiltere için aynı derecede önem arz etmeyebilir. Bkz. Tom Porteous, Britain in Africa, University of KwaZulu-Natal Press, Pietermaritzburg, 2008.

İKİNCİ BÖLÜM ÇİN DIŞ POLİTİKASI

2.1. Çin’in Güç ve Kimlik Özellikleri

Çin kendisini “büyük ülke” (dàguó/大国 ) olarak algılamakta ve bu algı genel olarak dış dünyada da kabul görmektedir.158 Çin’in büyüklüğünün dayandığı ilk unsur, tarihidir. Çin, dünyanın yaşayan en eski medeniyeti olarak kabul edilmektedir.159 Çin ulusunun doğum yeri sayılan Sarı Irmak havzasında kökleri milattan önce 15. yüzyıla kadar dayanan egemen bir devlet kültürünün var olduğu ifade edilmektedir.160 Belli dönemlerde kesintiler olmakla birlikte, Çin devleti tarihte “sıradan bir ulus devlet gibi değil, sürekli doğal bir olgu gibi var olmuş” ve “her çöküşten sonra doğanın değişmez bir kanunu gibi kendini yeniden oluşturmuştur”.161

Çin’in büyüklüğüne dair bir diğer parametre, coğrafyasının büyüklüğüdür. 14 ülke162 ile 22,457 kilometre kara sınırına ve doğusundaki Pasifik Okyanusu ile 14,500 kilometre kıyı hattına sahip olan Çin, 9.5 milyon kilometreyi aşan karasal alanı ile Rusya’dan sonra dünyanın ikinci en büyük ülkesidir.163 Ülke toprakları, dağlık alanlardan alüvyal düzlüklere, ormanlık alanlardan çöllere kadar çok çeşitli topografik özellikler göstermektedir. İklim bakımından da yarı arktik iklimden muson iklimine uzanan bir çeşitlilik söz konusudur. Coğrafyasının büyüklüğü ve hemen her özelliği

158 Joshua Kurlantzick, “The Belligerents: Meet the Hardliners Who Now Run China’s Foreign Policy”, New Republic, 27 Ocak 2011, (Erişim) https://newrepublic.com/article/82211/china-foreign-policy, 9 Ekim 2017.

159 John Makeham, China: the World’s Oldest Living Civilization Revealed, Thames and Hudson, Londra, 2008.

160 John Keay, Çin Tarihi, Çev. Neşe Kars Tayanç ve Dinç Tayanç, İnkılâp, İstanbul, 2011, s. 37.

161 Henry Kissinger, Çin: Dünden Bugüne Yeni Çin, Çev. Nalân Işık Çeper, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 2015, s. 25-27.

162 Çin; kuzeydoğudan Rusya ve Kuzey Kore, kuzeyden Moğolistan, güneyden Vietnam, Laos, Myanmar, Hindistan, Bhutan ve Nepal, güneybatıdan Pakistan, Afganistan, Tacikistan, Kırgızistan ve Kazakistan ile komşudur. Ülkenin ayrıca Japonya, Güney Kore ve Filipinler ile deniz sınırı bulunmaktadır.

163 Çin, toplam alan bakımından dünyanın üçüncü veya dördüncü büyük ülkesidir. Sıralama; su alanları ile ihtilaflı bölgelerin dâhil edilip edilmemesine göre değişebilmektedir. Bkz. Thomas R. Tregear, A Geography of China, Transaction Publishers, New Brunswick ve Londra, 2009, s. xv.

56 barındırması, Çin’in tarihsel olarak kendisini dünyanın prototipi ve merkezi olarak görmesinde etkili olmuştur.164

Çin’i büyük güç yapan unsurların en önemlilerinden birisi de nüfusunun büyüklüğüdür. Tarihsel süreçte uzun müddet istikrarlı bir seyir izleyen Çin nüfusu165, temelde tarım alanındaki teknik gelişmelere ve yüksek verimliliğe bağlı olarak, 14.

yüzyıl sonlarından itibaren hızlı bir artış eğilimi göstermiştir. Ülke nüfusu henüz 18.

yüzyılın sonlarında 300 milyona ulaşmış; 19. yüzyılın ortalarında 430 milyonu aşmış;

20. yüzyılın son çeyreğinde ise nihayet 1 milyarı bulmuştur.166 2010 yılında yapılan son nüfus sayımına göre Çin, 1 milyar 370 milyonu aşan nüfus büyüklüğü ile dünyanın en kalabalık ülkesi unvanını korumaya devam etmektedir.167 Çin yönetimi, nüfus artış hızını yavaşlatmak için 1979’dan itibaren “tek çift, tek çocuk” politikası benimsemiş, ayrıca geç evlenme ve geç çocuk sahibi olmayı teşvik etmiştir.168 Bu politika doğrultusunda ülkenin nüfus artış hızı yüzde 0.43 seviyesine kadar gerilemiş, ancak bu süreçte nüfusun yaşlanma hızının da arttığı göz önüne alınarak tek çocuk politikası revize edilmiş ve 1 Ocak 2016 itibariyle evli çiftlerin iki çocuk sahibi olabilmesine izin veren düzenleme hayata geçirilmiştir.169

164 John Fitzpatrick, “The Middle Kingdom, the Middle Sea, and the Geographical Pivot of History”, Review: A Journal of the Fernand Braudel Center, Cilt 15, Sayı 3, 1992, s. 477-521.

165 Çin hanedanlarının nüfus sayım kayıtlarına göre, Çin nüfusu bin yıldan daha fazla bir süre istikrarlı bir seyir izleyerek 37 milyon ile 60 milyon arasında değişmiştir. Miladî 2 yılı ile 1393 yılları arasında yapılan 22 nüfus sayımının ortalaması 50 milyondur. Bkz. Judith Banister, “A Brief History of China’s Population”, The Population of Modern China, Ed. Dudley L. Poston ve David Yaukey, Plenum Press, New York ve Londra, 1992, s. 52.

166 Banister, “A Brief History of China’s Population”, s. 51-57.

167 “Communiqué of the National Bureau of Statistics of People's Republic of China on Major Figures of the 2010 Population Census”, National Bureau of Statistics of China, 28 Nisan 2011.

168 Nüfus artışını yavaşlatmaya yönelik oto-kontrol mekanizmaları, büyük oranda Malthusçu düşünceye dayalıdır. Malthus’a göre dünya nüfusu geometrik olarak artarken insanların hayatlarını idame ettirebilmeleri için gereken kaynakların aritmetik olarak artması, insanlığı felakete sürükleyecek bir durumdu. Fakat yeni sermaye formasyonu ve teknolojik gelişmelerin nüfus artışını sorun olmaktan çıkardığı, bilakis nüfusun ekonomik gelişmeyi olumlu yönde etkileyen bir faktör olduğu ortaya konulmuştur. Bu durum özellikle Çin gibi, sermaye-yoğun bir ekonomiye geçmekle birlikte emek-yoğun endüstrilerini de muhafaza edebilen ülkeler için geçerlidir. Bkz. Thomas Robert Malthus, An Essay on the Principle of Population as it Affects the Future Improvement of Society, St. Paul’s Church-Yard, Londra, 1798; Şahabettin Güneş,“Türkiye'de Nüfus Artışının Ekonomik Büyümeyle İlişkisi Üzerine Ekonometrik Bir Analiz”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 60, Sayı 3, 2005, s.

124; Cai Fang, Wang Dewen ve Qu Yue, “Flying Geese within Borders: How China Sustains Its Labor-Intensive Industries?”, Economic Research Journal, 2009-9.

169 Kenneth Rapoza, “China's Aging Population Becoming More of a Problem”, Forbes, (Erişim) https://www.forbes.com/sites/kenrapoza/2017/02/21/chinas-aging-population-becoming-more-of-a-problem/#412df809140f, 31 Mart 2017.

57 Çin’i büyük güç yapan bir diğer önemli unsur, ekonomik büyüklüğüdür. Çin, ekonomisini kademeli olarak liberalleştirdikten sonra, nüfusunun da katkısıyla son 30 yıl zarfında ortalama yüzde 10 oranında büyüme kaydetmiştir.170 2010 yılında nominal GSYH bazında ABD’den sonra dünyanın ikinci büyük ekonomisi olmayı başaran Çin, 2013 yılında dünyanın en fazla ihracat yapan ülkesi unvanı ile “tüccar süper güç”

(trading superpower) olarak anılmaya başlamıştır.171 IMF ve Dünya Bankası, Çin’in toplam satın alma gücü bakımından 2014 yılında ABD’yi de geçip dünyanın en büyük ekonomisi olduğunu duyurmuş ancak Çin millî istatistik bürosu bu iddiaya katılmadıklarını belirtmiştir.172

Grafik 1. Asya, Batı Avrupa ve ABD’nin Dünya Hâsılasındaki Payları (Kaynak: The Economist, 2010)

170 Bülent Doğru, “Çin’in Ekonomik Büyüme Reçetesi”, Çin Ekonomisi: Bir Sosyalist Piyasa Tahlili, Akademisyen Kitabevi, Ankara, 2016, s. 5-6.

171 Xiaojun Li, “China as a Trading Superpower”, China's Geoeconomic Strategy, Ed. Nicholas Kitchen, London School of Economics, Londra, 2012; Angela Monaghan. “China surpasses US as world’s largest trading nation”, The Guardian, (Erişim) https://www.theguardian.com/business/

2014/jan/10/china-surpasses-us-world-largest-trading-nation, 26 Mart 2017.

172 Çin yönetimi, ülke ekonomisinin ulaştığı noktayı bildiği halde, “tehdit” olarak algılanmamayı sağlama adına bu tür iddiaları reddetmektedir. Bkz. “China denies being world's No.1 economy”, Xinhua, (Erişim) http://news.xinhuanet.com/english/ china/2015-01/20/c_133933504.htm, 26 Mart 2017.

58 Çin, hâlihazırda dünya hasılasının yüzde 14.6’sını gerçekleştirmektedir ki bu oran, ABD’nin 1900 yılı dünya hasılasındaki payından (yüzde 15.9) daha düşüktür.

Dolayısıyla Çin, henüz ABD’nin 1900 yılındaki ekonomik performansına yaklaşmış durumdadır.173 Bununla birlikte, ABD ve Batı Avrupa’nın dünya hasılasındaki payında düşüş eğilimi, Çin ve Asya’nın dünya hasılasındaki payında ise artış eğilimi sürmektedir (bkz. Grafik 1).

Çin ekonomisinin en önemli problemlerinden birisi, ihracata dayanması ve taklitçi nitelikte olmasıdır. Çinli firmaların bir strateji olarak düşük maliyeti ön planda tutmaları ve ülkede kurumsal olarak fikrî mülkiyet haklarının korunması hususuna yeterli düzeyde önem verilmemesi, bu durumun ana nedenleri arasında sayılabilir.174 Çin’in araştırma-geliştirme faaliyetlerine ayırdığı bütçenin giderek arttığı ve ekonomisini daha yenilikçi/inovatif hale getirmeye çalıştığı175 gözlemlense de bu konuda henüz bölge ülkelerinin (Japonya, Güney Kore ve Singapur) gerisinde kaldığı görülmektedir.176

Daha da önemlisi Çin, elde ettiği ekonomik büyüklüğe rağmen, halen gelişmekte olan bir büyük güçtür. Kişi başı nominal GSYH bazında değerlendirildiğinde Çin, 8 bin dolar civarında kalan kişi başı gelir düzeyi ile dünya ülkeleri arasında 75. sıraya kadar giderek Saint Lucia ile Gabon arasında bir yerde konumlanmaktadır. Satın alma gücü paritesi üzerinden hesaplanan kişi başı GSYH bazında ise 84. sırada, Cezayir’in dahi gerisinde kalmaktadır.177

Ayrıca, millî gelir ülke geneline dengeli biçimde dağılmamıştır. Batı’da sahil şeridini oluşturan Fujian, Jiangsu, Guangdong ve Zhejiang ülke ortalamasının üstünde kişi başı gelire sahipken Gansu, Guizhou, Tibet, Xinjiang gibi orta ve doğu bölgelerde kişi başı gelir düzeyi ülke ortalamasından çok daha düşüktür (bkz. Harita 1). Esasında

173 Daniel M. Kliman, “Is China the Fastest-Rising Power in History?”, Foreign Policy, (Erişim) http://foreignpolicy.com/2014/05/16/is-china-the-fastest-rising-power-in-history/, 21 Mart 2017.

174 Connie Zheng ve Bai Xuan Wang, “Innovative or Imitative? Technology Firms in China”, Prometheus: Critical Studies in Innovation, Cilt 30, Sayı 2, 2012, s. 169-178.

175 Shang-Jin Wei, Zhuan Xie ve Xiaobo Zhang, “From Made in China to Innovated in China: Necessity,

175 Shang-Jin Wei, Zhuan Xie ve Xiaobo Zhang, “From Made in China to Innovated in China: Necessity,