• Sonuç bulunamadı

Harita 10. Çin’in Afrika’daki Finansal Projelerinin Coğrafî Dağılımı

3.2. Afrika Devletlerinin Dış Politikalarına Tarihsel Bir Bakış

3.2.1. Sömürgecilik Öncesi Dönem

Kıtanın ilk güç merkezleri kuzey bölgesinde gelişmiştir. Mısır, Kartaca, Nubya ve Etiyopya gibi Kuzey Afrika toplumları, milattan önceki devirlerden itibaren kalıcı tarım ve şehir yerleşimleri inşa ederek bölgenin kaynaklarına hükmeden güçlü bir merkezî devlet geleneği oluşturmuşlardır. Bu toplumlar, Akdeniz, Kızıldeniz ve Hint Okyanusu üzerinden Güney Avrupa ve Güneybatı Asya toplumları ile etkileşimde bulunmuşlardır. Özellikle modern Batı medeniyetinin temellerini oluşturan kadim Yunan kültürü üzerinde güçlü bir Mısır etkisinin olduğu bilinmektedir.324 Mısır, Kadim Çin gibi kültürel üstünlüğü ile “fatihlerini fethedebilmiştir”. Örneğin, nasıl Çin tahtını ele geçiren Moğollar zamanla Çinlileşmişse Mısır’ı ele geçiren Hiksoslar da zamanla Mısırlılaşmışlardır.325

324 Martin Bernal, Black Athena: Afroasiatic Roots of Classical Civilization, Cilt I, Rutgers University Press, New Brunswick, 1987.

325 Gilbert ve Reynolds, Dünya Tarihinde Afrika, s. 127-128.

104 Bugünkü Tunus’un bulunduğu bölgede Fenikeliler tarafından kurulan Kartaca, M.Ö. birinci binyılın ikinci yarısında Batı Akdeniz’e hükmetmiş ve Roma’nın başkentini işgal edecek kadar güçlenmiştir. Kartaca, deniz ticaretine önem vermekle birlikte, Batı Afrika’nın içlerine de keşifler düzenlemiş; güney bölgelerden altın ve fildişi ticareti yaparak Sahra ötesi ticarete katılmıştır. Kartaca’nın Roma hâkimiyetine geçişinden326 sonra da büyük oranda Gana devleti aracılığıyla bu ticaret devam etmiş, hatta Kartaca’da Batı Afrika’dan gelen altın için bir darphane kurulmuştur.327

Modern Sudan devletinin kuzeyindeki Nubya bölgesinde ortaya çıkan Kerma devleti, kendi metallerini üretebilen zengin ve gelişmiş bir medeniyet inşa etmiştir.

Kerma, Hiksos hanedanı ile ittifak yaparak bir süreliğine Yukarı Mısır’ı işgal etmiştir.

Kerma yıkıldıktan sonra onun yerini alan Kuş Devleti, Mısır gibi firavun ünvanlı hükümdarlar tarafından yönetilmiş ve bu devlet, M.Ö. 730 yılında Teb şehrini ele geçirecek kadar güç kazanmıştır. Asurluların gelişine kadar yaklaşık 50 yıl Mısır’ı ve tüm Nil Vadisi’ni siyahî Kuş firavunları yönetmiştir.328 Kuş yıkıldıktan sonra aynı bölgede kurulan Meroe devleti, hem demir, altın ve fildişi gibi malların uzun mesafe ticaretini yapma hem de demirden silahlar üretme becerisi ile bölgede dikkate alınması gereken bir güç haline gelmiştir. Meroe özellikle Roma ile ilişkiler kurmuştur. M.S.

üçüncü yüzyılda komşu Aksum’un etkili bir bölgesel güç olarak yükselişi ile Meroe zayıflayıp yıkılmıştır.329

Kuzeydoğu Afrika’da Habeşistan olarak anılan dağlık coğrafyada bir tür ticaret şehirleri konfederasyonu olarak kurulan Hıristiyan Aksum devleti, Afrika’nın en büyük liman şehirlerinden birini inşa edip Kızıldeniz üzerinden Arabistan yarımadası ve Hint Okyanusu üzerinden alt kıta ile yaptığı ticaret sayesinde hızla büyüyüp güçlenmiştir. Güney Arabistan’daki devletleri vergiye bağlayan Aksum, bölgede kendi madeni parasını basan ilk devletlerden biridir. Ulaştığı ekonomik ve kültürel

326 Roma İmparatorluğu, 146 yılında Berberî Numidyalıların yardımıyla Kartaca’yı mağlup edebilmiştir. Bkz. Brian Todd Carey, Joshua B. Allfree ve John Cairns, Hannibal's Last Battle: Zama and the Fall of Carthage, Pen & Sword Military, Barnsley, 2007, s.110.

327 Gilbert ve Reynolds, Dünya Tarihinde Afrika, s. 128-133.

328 Bu konu hakkında müstakil eserler telif edilmiştir. Örneğin bkz. Donald B. Redford, From Slave to Pharaoh: The Black Experience of Ancient Egypt, John Hopkins University Press, Baltimore, 2004;

Robert Morkot, The Black Pharaohs: Egypt's Nubian Rulers, Rubicon Press, London, 2000.

329 László Török, The Kingdom of Kush: Handbook of the Napatan-Meroitic Civilization, Koninklijke Brill, Leiden, 1997, s. 448.

105 güç, Aksum’u bölgenin çekim merkezi haline getirmiştir.330 Bilindiği gibi Arap yarımadasında İslam’ın yayılmaya başladığı dönemde Aksum, ilk Müslümanlar için de bir sığınak olmuştur.331

Aksum’un kuzeybatısında, bugünkü Sudan sınırları içinde hüküm süren Hıristiyan Nubya krallıkları ise İslam Devleti’nin bu bölgede genişlemesine uzun müddet izin vermemişlerdir. Güçlenen Müslümanlar, Mısır’ı fethettikten sonra Nil Nehri üzerinden Afrika’nın içlerine doğru genişlemeye çalışmışlar, ancak 641 ve 651 yıllarında Dongola’da Nubyalılar tarafından mağlup edilmişlerdir. Genişleyen İslam Devleti için nadir bir vaka olarak Müslümanlar, Nubya’nın meşruiyetini ve bağımsızlığını tanımak durumunda kalmışlardır.332

Benzer şekilde Kuzey Afrika’daki Berberîler de İslam orduları karşısında uzun süre direniş göstermişlerdir. Kâhine lakaplı bir kadın liderin öncülüğündeki Berberîler, Bizans kuvvetlerinin de desteğiyle Emevî güçlerini 8. yüzyılın başlarına kadar bölgeden uzak tutmuşlardır.333 Berberîler sonradan Müslümanlığı kabul etseler de Araplaşmaya direnmişler ve zaman zaman çeşitli gerekçelerle ayaklanmışlardır.334

Abbasîler döneminde büyük nüfuslar halinde Kuzey Afrika’ya göç eden Şii ve Harici gruplar, hem ticaretle uğraşarak Sahra’nın güney bölgelerine İslam’ın girişini sağlamışlar, hem de kendi devlet geleneklerini buraya taşımışlardır. Özellikle Şiiler, kısa süre içinde Abbasî egemenliğine meydan okuyup Kuzey Afrika kıyılarına hükmeden bir devlet (Fatımî Hilafeti) kuracak kadar güçlenmişlerdir. Bu süreçte Endülüs Emevîleri ile Abbasî ve Fatımîler arasındaki rekabet, bölgeye yansımıştır.

Senhâce Berberîleri, Fatımîlerin vassalı olurken Zenâte Berberîleri tam tersine Fatımîlere karşı Abbasîlerin yanında yer almıştır. İran asıllı Abdurrahman bin Rüstem tarafından kurulan bölgenin ilk Müslüman kabile konfederasyonu niteliğindeki Rüstemî Devleti (762-909) ise Abbasîlere karşı Endülüs Emevîleri ile ittifak halinde

330 David W Phillipson, Ancient Ethiopia: Aksum, Its Antecedents and Successors, British Museum Press, Londra, 1998.

331 Müslümanların Habeşistan’a hicretlerinden önce de Arap yarımadasındaki halklarla Aksum arasında ilişkiler mevcuttu. Bkz. Levent Öztürk, İlk Hicret Habeşistan, Siyer Yayınları, İstanbul 2015, s. 9.

332 Gilbert ve Reynolds, Dünya Tarihinde Afrika, s. 127-128; Derek A. Welsby, The Medieval Kingdoms of Nubia: Pagans, Christians and Muslims along the Middle Nile, British Museum Press, Londra, 2002.

333 El Hadji Ravane M’Baye, “The Islamization of Africa”, The Spread of Islam Throughout the World, Ed. Idriss El Hareir ve Ravane M’Baye, Unesco Publishing, Paris, 2011, s. 309-311.

334 Nâsırüddin Sâidûnî, “Cezayir”, İslam Ansiklopedisi, Cilt 7, TDV, 1993, s. 485.

106 olmuştur.335 Cezayir merkezli Rüstemîler, aynı zamanda Fas’taki İdrisîler ve Tunus’taki Ağlebîler ile rekabet etmiştir. Rüstemî, İdrisî ve Ağlebî devletleri (sonra sırasıyla Abdulvadî, Hafsî ve Merinî devletlerine dönüşeceklerdir) arasındaki rekabet, bugünkü Cezayir, Fas ve Tunus devletleri arasındaki jeopolitik rekabetin de tarihî temellerini oluşturmaktadır.336

Murabıt ve Muvahhidler döneminde görece siyasal birleşmenin sağlandığı Kuzeybatı Afrika, 16. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı ile Avrupa devletleri arasındaki egemenlik mücadelesine sahne olmuştur. Kuzey Afrika kıyılarını ele geçirmek isteyen İspanya başlangıçta Cezayir’deki Abduvadîler ile Tunus’taki Hafsîlerin desteğini alsa da yerel siyasî liderler, Osmanlı ile ittifak yapmayı daha avantajlı bulmuşlardır. Osmanlı egemenliğini kabul eden Cezayir, Tunus ve Trablusgarp (Libya) bölgeleri, Garp Ocakları olarak anılan yarı-bağımsız bir statü ile idare edilmiştir. Bu ocaklar, hem iç işlerinde, hem diğer devletlerle ilişkilerinde bir dereceye kadar özerk hareket etmişlerdir.337

1517’den itibaren Osmanlı idaresine yine sembolik biçimde bağlı olan Mısır’ın Mehmed Ali Paşa’nın valiliği döneminde (1805-1849) Avrupa tarzı modern bir ordu inşa ederek neredeyse Osmanlı payitahtını ele geçirebilecek bir güce ulaştığı bilinmektedir. Osmanlı, dönemin büyük güçlerinden yardım alarak Mehmed Ali Paşa tehdidini bertaraf edebilmiştir.338 Osmanlı ile anlaşarak Mısır’da kendi hanedanını tesis eden Mehmed Ali Paşa, sembolik Osmanlı egemenliğinin Süveyş’ten Aden Körfezi’ne, oradan da Sudan ve Uganda içlerine kadar genişletilmesini sağlamıştır.339

335 Nadir Özkuyumcu, “Rüstemîler”, İslam Ansiklopedisi, Cilt 35, 2008, s. 295.

336 Phillip Chiviges Naylor ve Alf Andrew Heggoy, Historical Dictionary of Algeria, Scarecrow Press, Lanham, 1994, s. 8.

Kurucu kabileye (Lemtûne) atfen Devletü’l-Lemtûniyye olarak da adlandırılan Murabıtlar, 1056-1147 arasında Kuzey Afrika, Endülüs ve Balear adalarında hüküm süren Berberî hânedanıdır. Hanedanın adı, Abdullah bin Yâsîn’in Senegal Nehri üzerindeki bir adada inşa ettirdiği askerî amaçlı müstahkem yapıdan (ribat) gelmektedir. Muvahhidler de hemen hemen aynı bölgede 1130-1269 yılları arasında hüküm süren bir diğer Berberî hanedanıdır. Muvahhid Devleti, Murâbıtlar’ın yanlış buldukları bazı dinî uygulamaları durdurmak amacıyla yeni bir ıslah hareketinin temsilcisi olarak ortaya çıkmıştır. Bkz.

İsmail Yiğit, “Murabıtlar”, İslam Ansiklopedisi, Cilt 31, TDV, 2006, s. 152-155; Mehmet Özdemir,

“Muvahhidler”, İslam Ansiklopedisi, Cilt 31, TDV, 2006, s. 410-412.

337 Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Osmanlı Belgelerinde Cezayir, Yayın Nu: 115, Ankara, 2010, s. v.

338 Şinasi Altundağ, Kavalalı Mehmed Ali Paşa İsyanı: Mısır Meselesi, 1831-1841, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1988, s. 166.

339 19. yüzyılın ikinci yarısında Mısır’ın giderek İngiltere’nin nüfuz sahasına girdiğini belirtmek gerekir.

Orhonlu’ya göre, 1869 yılında Süveyş Kanalı’nın açılmasıyla “İngilizler Kızıldeniz ve Aden körfezinin

107 Afrika’nın kuzeybatı köşesini tutan Fas ise egemenliği büyük ölçüde sembolik kalacak olmasına rağmen Osmanlı Devleti’ne tâbi olmayı reddetmiştir. İspanya’nın desteğiyle bölgedeki Osmanlı genişlemesini sınırlayan Fas, aynı dönemde Fransa ve Portekiz’in işgal girişimlerini de boşa çıkarmayı başarmıştır. Bu durum, 16. yüzyıl Avrupa ordularının özellikle kara savaşında Fas ordusundan teknolojik anlamda daha üstün olmadıklarını göstermektedir. Ayrıca, Faslı yöneticilerin dönemin rakip büyük güçleri karşısında diplomatik manevra kabiliyeti geliştirmiş olduğu anlaşılmaktadır.

Fas, zamanla bu kabiliyetini daha uzak coğrafyalar ile de temas kurmaya yöneltmiştir.

Danimarka, İngiltere, İsveç ve Fransa ile imzaladığı ticaret anlaşmaları ile dış ilişkilerini çeşitlendirmeye çalışan Fas sultanı Sidi Muhammed bin Abdullah, 1777’de Fas limanlarına Amerikan bayrağı taşıyan gemilerin de serbestçe girebileceğini beyan etmiş, böylece Amerika Birleşik Devletleri’nin bağımsızlığını tanıyan ilk devlet başkanı olarak tarihe geçmiştir.340 Sidi Muhammed, ABD’nin yanı sıra, İstanbul’a da hediyeler ve elçiler göndererek Osmanlı ile ilişkilerini iyi tutmaya çalışmıştır.341

Kuzey Afrika’nın hinterlandındaki devletler de Osmanlı ile ilişki kurmayı önemsemişlerdir. Bunların başında, Çad Gölü çevresine hükmeden Bornu devleti gelmektedir. Merkezini Bornu’ya taşımadan önce Kanem adıyla bilinen bu devletin Osmanlı ile diplomatik ilişkileri, İdris Alooma’nın hüküm sürdüğü döneme (1571-1603) dayanmaktadır. Sultan Alooma, Padişah Üçüncü Murad ile ateşli silah temini ve Kıran kalesi üzerindeki hak talepleri hakkında yazışmalarda bulunmuştur.342 Yazışmalar üzerine İstanbul’dan Bornu’ya bir elçi gönderilmiştir. Ancak Osmanlı ile Bornu arasındaki ilk temaslar, olumlu bir ortamda gerçekleşmemiştir. Osmanlı padişahı, Bornu sultanı ile eşit konumda olma fikrini kabul etmemiş; ayrıca Bornu’nun

rakip bir devlet eline geçmesini istemediler; diplomatik bir karmaşıklığa da yol açmamak için Mısır’ın bu bölgelere yayılıp yerleşmesine müsamaha edildi; bu suretle bu yerleri ileride ele geçirmek için Mısır bir sıçrama tahtası olarak kullanıldı”. Bkz. Cengiz Orhonlu, Osmanlı İmparatorluğu’nun Güney Siyaseti: Habeş Eyaleti, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1996, s. 149. Mısır hıdivliğinin Afrika içlerine genişlemesi hakkında bkz. Mekki Shibeika, “The Expansionist Movement of Khedive Ismail to the Lakes”, Sudan in Africa, Ed. Yusuf Fadl Hassan, University of Khartoum Press, Hartum, 1971.

340 ABD Başkanı George Washington, Sidi Muhammed’e teşekkürlerini ifade eden ve iki ülke arasında daimî dostluk kurulmasını öneren bir mektup göndermiştir. Bkz. İbrahim Ceran, Fas Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2012, s. 778; Mohamed Sellak, United States-Moroccon Relations, Air University, Alabama, 1991, s. 1-6.

341 Ceran, Fas Tarihi, s. 775-777.

342 Bornu sultanı, Osmanlı’nın ele geçirdiği Fizan’daki Kıran (Goran) kalesinin kendilerine verilmesini talep etmiş, ancak Üçüncü Murad bu talebi geri çevirmiştir. Bkz. Mühimme Defterleri, No. 30, s. 212, Hüküm No. 494’ten aktaran Numan Hazar, Küreselleşme Sürecinde Afrika ve Türkiye-Afrika İlişkileri, USAK Yayınları, Ankara, 2013, s. 126.

108 talep ettiği ateşli silahları sağlamak için Osmanlı egemenliğinin kabulünü şart koşmuştur. Bornu, Osmanlı’ya tâbi olmayı reddetmekle birlikte, ticarî kanallar üzerinden Osmanlı ile diplomatik temaslarını sürdürmüştür. Sahra ötesi altın ticaretinin geçiş güzergâhında bulunan Bornu, kendisi için kuzeye açılan kapı niteliğindeki Fizan’ın Osmanlı egemenliği altında bulunması nedeniyle Osmanlı ile diplomatik teamüller dâhilinde dostane ilişkiler geliştirmeye özen göstermiştir. 19.

yüzyılda Osmanlı’nın yanı sıra İngiltere ve Fransa’nın da bölgede nüfuz mücadelesine girişmesi343 üzerine, dinî kimlikleri ile ön plana çıkan Bornu sultanları Şehu Ömer ve Şehu Haşim, Osmanlı Halifesi’ne bağlılığı tercih etmişler ve bu bağlılık, bugün Nijerya sınırları içerisinde kalan Kukawa şehrinde Osmanlı bayrağı dalgalandırılarak sembolize edilmiştir.344

Batı Afrika’ya gelince, buradaki savanlarda imparatorluk tarzı siyasal örgütlenme geliştirebilen devletler, Sahraaltı Afrika ile Kuzey Afrika arasında altın, tuz, tahıl, hurma, sığır derisi, kola, bakır, fildişi gibi malların ticaretine aracılık etmişlerdir. Bu süreçte özellikle Gana devleti, büyüklüğü ve zenginliği ile dikkat çekmiştir. Fakat Gana ile Kuzey Afrika’nın Müslüman devletleri arasındaki ilişkiler her zaman barışçıl olmamıştır. Gana’nın 11. yüzyılın başlarında görece stratejik bir konumda bulunan Avdağust şehrini ele geçirerek Sahra ötesi ticaret üzerindeki kontrolünü artırması, Kuzeybatı Afrika’da hüküm süren Murabıt Devleti ile çatışmaya neden olmuştur. Murabıtların Avdağust’u ve dolayısıyla Sahra ötesi ticaretin kontrolünü ele geçirmeleri, Gana’nın giderek zayıflayıp nihayet 13. yüzyılda yıkılmasına zemin hazırlamıştır.345

Bölgesel güç konumundaki Gana’nın düşüşünden sonra Batı Afrika savanında güç boşluğu oluşmuştur. Bu boşluktan yararlanan Sundiata, batıda Atlantik sahilinden doğuda Gao’ya kadar uzanan geniş bir bölgede Mali İmparatorluğu’nu kurmuştur.

Altın madenciliği, tahıl yetiştiriciliği, hayvansal üretim, balıkçılık ve su aygırı avcılığı gibi çeşitli ekonomik kaynaklara sahip olan Mali, aynı zamanda bölgenin altın ve tuz

343 Bu konuda arşiv belgelerine dayalı kapsamlı bir çalışma için bkz. Abdurrahman Çaycı, Büyük Sahra’da Türk-Fransız Rekabeti (1858-1911), Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1995.

344 Ali Kyari Benî Şeyh, “19. Yüzyılda Osmanlı-Bornu Münasebetleri”, İstanbul Medeniyet Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt 1, Sayı 2, 2016, s. 35-66.

345 James A. Miller, “Trading through Islam: The Interconnections of Sijimasa, Ghana and the Almoravid Movement”, North Africa, Islam and the Mediterranean World: From the Almoravids to the Algerian War, Ed. Julia Clancy-Smith, Frank Cass, Londra, 2001, s. 44.

109 ticaretini kontrol altına alıp sınırlarına giren ve sınırlarından çıkan bütün ürünleri vergilendirmiş; bu sayede oldukça zengin ve güçlü bir devlet olarak sivrilmiştir.

Mali’nin zenginliğine dair bir anekdot olarak, 1324-1325 yıllarında 100 deve yükü altın ve 60 bin kişilik bir kervan ile hac yolculuğuna çıkan Mali Sultanı Mansa Musa’nın İskenderiye’de altın fiyatlarını düşürüp emtia fiyatlarında ani artışa yol açacak kadar altın dağıttığı nakledilmektedir.346 Öyle ki kervanın yol açtığı enflasyondan kurtulmak yıllar almıştır. O sırada İskenderiye’de bulunan Venedikli tüccarların Avrupa’ya döndüklerinde bu hadiseyi nakletmeleri, Avrupa’da Sahraaltı Afrika’nın zenginliklerine karşı ilgiyi artırmıştır.347

Harita 6. Sömürgecilik Öncesi Dönemde Hüküm Süren Afrika Devletleri (Kaynak: Jeff Israel, 2016)

346 David C. Conrad, Empires of Medieval West Africa: Ghana, Mali, and Songhay, Chelsea House, New York, 2010, s. 47.

347 Gilbert ve Reynolds, Dünya Tarihinde Afrika, s. 176-178.

110 Mali, 15. yüzyılın ikinci yarısında Tuareg saldırıları ile zayıflamış ve giderek bölgenin ekonomik kaynakları üzerindeki kontrolünü kaybetmiştir. Daha önce Mali’ye tâbi olan Songhay, Mali’nin zayıflaması sonucunda bağımsız bir güç olarak ortaya çıkmıştır. Songhay, süvarilerden oluşan kara gücü ve nehirlerde faaliyet gösteren kanolardan müteşekkil donanma gücü ile bölgesinde etkili bir genişleme politikası izleyebilmiştir.348 Songhay’ın genişlemesi, 16. yüzyıl sonlarında kendisinden daha güçlü bir bölgesel rakibin ortaya çıkışına kadar sürmüştür. Portekiz gibi Avrupa ordularını mağlup edebilecek bir askerî güce ulaşan Fas merkezli Sa’dî hanedanı, Songhay’ın kendisine tabi olmasını istemiş, fakat Songhay yönetimi Sa’dîlere tabiyeti kabul etmemiştir. Songhay-Sa’dî mücadelesi askerî bir karşılaşma ile neticelenmiştir.

Avrupa menşeli ateşli silahlara sahip olan Sa’dî ordusu, kendilerinden sayıca çok üstün olan, ancak ateşli silah yerine kılıç, ok ve mızrak kullanan Songhay kuvvetlerini 1591’de ağır bir yenilgiye uğratmıştır. Böylece Batı Afrika savanının neredeyse tamamı, Sa’dîlerin kontrolüne girmiştir.349

Batı Afrika savanının güneyinde kıyıya yakın bölgelerdeki devletlerin birçoğu ise Avrupalı devletlerle köle ve silah ticareti konusunda işbirliği içinde olmuşlardır.

Özellikle Dahomey, Oyo ve Asante devletleri, köle ticareti sayesinde güç kazanmışlar ve bu ticaretten elde ettikleri geliri kaybetmemek adına birbirleriyle kıyasıya mücadele etmişlerdir. Dahomey, köle ticaretinden elde ettiği geliri, daha çok ateşli silah temin etmek için kullanmış; böylece hem rakipleri karşısında gücünü artırmış, hem de otoritesini daha merkezî hale getirmiştir. Oyo ise köle ticaretinden elde ettiği gelirle, ateşli silahlar yerine atlı birliklerden oluşan güçlü bir ordu kurmaya çalışmıştır. Süvari gücü sayesinde Oyo, birçok komşu şehir devletine üstünlük sağlamıştır. Dahomey ve Oyo, yakaladıkları kölelerin tamamını köle tacirlerine satmamıştır. Bu devletler, giderek büyüyen ordularını besleyebilecek ürünlerin yetiştirilmesi için plantasyonlar kurup burada köle işgücünden yararlanmışlardır. 1701 yılında bugünkü Gana’nın

348 Songhay, sadece genişleme siyaseti ile ilgilenmeyip Mali’nin başlattığı bilim ve eğitim alanındaki yatırımları da sürdürmüştür. 16. yüzyılda sadece Timbuktu şehrinde 150’den fazla okulun bulunduğu belirtilmektedir. Bkz. Gilbert ve Reynolds, Dünya Tarihinde Afrika, s. 183; Ayrıca bkz. Philip Koslow, Songhay: The Empire Builders, Chelsea House, New York, 1995; Abd al-Rahman ibn Abd Allah Sa’di, Timbuktu and the Songhay Empire, Çev. John O Hunwick, Brill, Leiden, 2003.

349 Ceran, Fas Tarihi, s. 581-589.

Plantasyon, ticarî veya sınaî amaçlı olarak kullanılan büyük ölçekli tarımsal alan ve işletmelerdir.

Plantasyonlarda özellikle kahve, kauçuk, kakao, şeker kamışı, pamuk, sisal gibi ürünler yetiştirilir.

111 bulunduğu yerde kurulan Asante devleti de başlangıçta altın ticaretinden gelir sağlarken Amerika kıtalarında işgücü talebinin artması üzerine köle ticaretine yönelmiştir. Yaklaşık üç milyon nüfusa hükmeden Asante, kendisine bağlı (vassal) devletlerden vergi olarak köle almış; bunların bir kısmını Transatlantik köle tacirlerine satarken bir kısmını da kendi altın madenlerinde ve plantasyonlarda çalıştırmıştır.350 Afrika’nın orta bölümlerinde Batı Afrika’daki gibi imparatorluk düzeyinde devletler kurulmamıştır. Bu bölgelerde sık ormanlar, geniş nüfusları besleyebilecek nitelikte bir tarıma izin vermediği için devlet düzeyinde siyasal sistemler daha nadir görülmüştür. Buradaki devletler, sınırlı bir alanda varlık göstermekle birlikte, dış ilişkilerinde, özellikle de Avrupalı devletlerle ilişkilerinde pragmatist hareket etmişlerdir. Avrupalı güçlerle temas kuran ilk Sahraaltı Afrika devletlerinden birisi, bugünkü Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nin güneybatı bölümü ile Angola’nın kuzeybatı bölümüne hükmeden Kongo Krallığı’dır.351 Bölgesinde kendisine rakip olabilecek güçler karşısında askerî ve siyasî üstünlük elde etmeye çalışan Kongo Kralı Nzinga Nkuwu, 1482’de Ekvator’u geçerek Kongo’ya ulaşan Portekiz heyetini352 oldukça sıcak karşılamıştır. Kral Nzinga, Kongo kraliyet ailesinden dört soyluyu Portekiz’e göndermiş; bunlar, Lizbon sarayında üç yıl Portekiz dili ve Hıristiyan ilahiyatı üzerine eğitim almışlardır. Hıristiyanlığı kabul edip Birinci João adını alan Nzinga, Lizbon’a bir heyet daha göndermiş ve Portekiz’in Avrupa kültürü ve teknolojileri konusunda eğitim verebilecek uzmanlar göndermesini talep etmiştir.

350 300 yıldan fazla bir süreyi kapsayan ve tahminen 60 milyon Afrikalıyı yurdundan eden Transatlantik köle ticareti, bu ticarete katılan Afrika devletlerinin ve başta ABD ve İngiltere olmak üzere Batılı devletlerin gelişmesine doğrudan katkı yaparken Afrika genelinde tahripkâr etkiler doğurmuştur. Bu etki özellikle demografik alanda hissedilmiştir. Dünyanın diğer yerlerinde modern nüfus patlamasının başlangıcı kabul edilen 1750 yılında Afrika nüfusu artmak bir yana, durağanlaşmıştır. Bkz. Gilbert ve Reynolds, Dünya Tarihinde Afrika, s. 300-305; Ataöv, Emperyalizmin Afrika Sömürüsü, s. 26;

Melinda Elder, The Slave Trade and the Economic Development of 18th Century Lancaster, Halifax, 1992; James A. Rawley, London, Metropolis of the Slave Trade, University of Missouri Press, Columbia, 2003; Nick Hazlewood, The Queen's Slave Trader: John Hawkyns, Elizabeth I, and the

Melinda Elder, The Slave Trade and the Economic Development of 18th Century Lancaster, Halifax, 1992; James A. Rawley, London, Metropolis of the Slave Trade, University of Missouri Press, Columbia, 2003; Nick Hazlewood, The Queen's Slave Trader: John Hawkyns, Elizabeth I, and the