• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM: KÜRESELLEŞME SİYASET VE KÜLTÜR

1.4. KÜRESELLEŞMENİN KÜLTÜR VE KİMLİK KAVRAMLARI ÜZERİNDEKİ

1.4.3. Küreselleşme ve Kimlik

1.4.3.3. Ulus-Devlet ve Yurttaşlık

Yurttaşlık, bir kereliğine verilmiş olan bir ilke değildir, yurttaşlık bir tarihtir. Bu yüzden de yurttaşlıkla ilgili yapılan tanımlar birbiriyle örtüşmemektedir. Bu tanımlar farklı yaklaşımlar arasındaki çatışmaların ve uzlaşmaların ürünüdür. Üzerinde uzlaşılmış olan ilkelerin aynı olması bile uygulamada farklılıkların ortaya çıkmasının önüne geçememektedir, çünkü her ülkenin tarihsel gelenekleri farklıdır ve bu geleneklere göre yurttaşlık yorumlanır. Ayrıca aynı ülke içindeki uygulamada da toplumsal hareketlerin gelişimine ve onlar arasında kurulan kuvvet ilişkilerine göre değişirler (Schnapper, 2005: 493). Dolayısıyla yurttaşlık kavramını çok net bir biçimde tek yönlü tanımlamak oldukça zordur. Bu bağlamda modern ulus-devlet ile küresel süreçteki yurttaşlık arasındaki tartışmaları genel hatları ile açıklamak kavramın geçirmekte olduğu dönüşümü de ortaya çıkaracaktır.

Modern yurttaşlık kavramı, birey ile devlet ilişkisinde bireyin sahip olması gereken hakları ve yerine getirmesi gereken yükümlülükleri ifade eder. Yurttaşlık, modern ulus-devletin oluşum süreci içinde yönetici toplumsal sınıflar tarafından halk yığınları üzerinde hegemonya kurmak amacıyla kullanılan bir aygıt olmuştur. Modern yurttaşlık, aynı zamanda milliyetçi ideolojiyi destekleyen, besleyen, ulusal kültüre aidiyet bilincini arttıran ve yabancıların da dışlanmasını belirleyen bir içeriğe sahiptir (Kaya, 2003: 150). Kavramın modern dönemdeki seyrine bakıldığında yurttaşlık, aydınlanmanın temel bir öğesidir ve bu nedenle modernite projesinde önemli bir rolü vardır. Yurttaşlık, seküler devletin ortaya çıkışı ve sivil topluma katılımın evrensel normlarının gelişmesiyle benimsenmiş bir kavramdır. Toplumsal üyeliğin dinsel bağları ve geleneksel kalıplarının yerini sosyal üyeliğin anonim, seküler, eşitlikçi durumları almıştır. Rasyonel sosyal düzenin yaratımı da yurttaşlığın evrimini alttan desteklemede oldukça önemli olmuştur (Turner, 1994: 155-56).

Yurttaşlığın oluşumunu açıklama yaklaşımları içerisinde T. H. Marshall önemli bir yer tutar. Yurttaşlık üç farklı eksenin bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Bu eksenler sırasıyla medeni haklar, siyasal haklar ve sosyal haklardır. Medeni haklar; bireysel özgürlük, konuşma özgürlüğü, düşünce ve inanç özgürlüğü, mülk edinme ve sözleşme yapma özgürlüğü ve adalet hakkı gibi hak ve özgürlüklerdir. Siyasal haklar, siyasal karar alma sürecine seçmen ve seçilen olarak katılma hakkını ifade eder. Son olarak sosyal haklar ise yaşadığımız toplumun standartları ölçüsünde ekonomik refah ve sosyal güvenlik gibi haklara sahip olmaktan, çağdaş bir birey gibi yaşayabilme hakkına kadar geniş bir haklar dizinini ifade eder (Marshall, 2006: 6-7).

Marshall’ın modern yurttaşlık teorisinde yurttaşlığın toplumsal sınıflarla ilintilendirildiği görülür. “Yurttaşlık, toplumun üyelerine bağışlanan bir statüdür. Bu statüye sahip herkes, haklar ve ödevler çerçevesinde tam bir eşitliğe sahiptir…Öte yandan, toplumsal sınıfların varlığı, bir tür eşitsizlik sistemidir…İngiltere’deki oluşum süreci değerlendirildiğinde, yurttaşlığın eşitsizlik temelinde gelişen kapitalizmle paralel bir gelişim süreci izlediğini söyleyebiliriz” (Marshall, 19-20). Burada Marshall, bir yandan yurttaşlık kavramının bu statüye sahip olan herkesi eşit bir seviyeye getirdiğini, ancak toplumsal sınıfların olduğu bir dünyanın da eşitsizliklere dayandığını belirtmektedir. Dolayısıyla birbiriyle çelişkili iki öğe nasıl oluyor da kapitalist modern toplumla gelişip, yaşamaya devam ediyor sorusu bu noktada hayati bir soru olarak karşımıza çıkmaktadır. Marshall’ı izlediğimizde ona göre yurttaşlık kurumu, kapitalist sistemdeki sınıflar arası eşitsizlikleri örten, herkesin eşit olduğu izlenimini meşrulaştıran, yani yönetici üst sınıflara hizmet eden bir kurumdur. Alt sınıflarda olanlara yurttaşlık bahşedilerek, sistemle ilgili gerilimler azaltılmış, üst sınıfların yerleri de böylece korunmuştur.

“Modern dünyadaki vatandaşlık ister bir ulus-devlet, ister çok uluslu bir devlet, isterse bir uluslar topluluğu olsun, sınırlandırılmış bir topluluğa üyelik anlamına geldi”

(Benhabib, 2006: 153). Ancak yurttaşlık kurumu günümüzde birtakım dönüşümler geçirmektedir. Küreselleşme süreci ile artan kültürel, dinsel milliyetçilikler ve etnik çatışmalar siyasal sistemlerin bazı grupların diğerlerinden daha fazla dışlanmasına yol açmıştır. Böyle bir durumda yurttaşlık kavramının içeriği de daraltılmış olur.

Küreselleşme süreci ile böylece yurttaşlığın ulusal boyutu da tehdit altına girmeye

başlamıştır. Dolayısıyla, günümüzde yurttaşlık hakları bir taraftan iç tehditler nedeniyle genişletilmezken diğer taraftan küresel etkilerin bir sonucu olarak meşruiyetini yitirmektedir (Kaya, 2003: 163). Gelinen noktada siyasal sistem açısından yurttaşlık ve yurttaşlığın sınırlarının, içeriğinin tanımlanması problemli bir alan haline gelmiştir.

Çünkü artan kimlik talepleri, kökenleri arayış siyasetlerinin uzantısı olarak ‘kültürel bilinç’ ve farklılıkların keşfi, azınlıklar sorunu gibi birçok olgu siyasetin zorlu konuları olarak durmaktadır. Küresel süreç yurttaşlığın yeniden tanımlanmasına, farklı yaklaşımların geliştirilmesine yönelik arayışları hızlandırmıştır.

Küreselleşme süreci klasik vatandaşlık anlayışı üzerinde olumsuz etkilere yol açmakta, çağdaş küreselleşme vatandaşlığı parçalama eğilimini güçlendirmektedir.

Dolayısıyla parçalanmış vatandaşlık kavramından bahseden Benhabib; Rosenau ve Yasemin Soysal’ın ulusallık sonrası vatandaşlığı savunan yaklaşımlarına vurgu yaparak bu yeni durumun yeni bir politik bilincin ve yeni politik üyelik biçimlerinin müjdesi olduğunu belirtmektedir. Küreselleşme süreci ile ulus-devlet küçülüp zayıflıyor; insan hakları ve vatandaşların hakları arasındaki sınır aşınıp kayboluyor. Toprağa bağlı vatandaşlık yerini yeni vatandaşlık biçimlerine bırakıyor. Benhabib, bu yeni bölünmüş vatandaşlık anlayışının bireylerin çoklu bağlılık biçimleri ve uluslar arası olmasını sağladığını, yani ulus-devlet sınırlarını aşan bağlantılar geliştirip bunları sürdürmelerini sağladığını iddia ediyor (Benhabib, a.g.e.: 181-83).

Bu yeni vatandaşlık anlayışı cosmopolitan yurttaşlık (Dünya yurttaşlığı) adıyla kavramsallaştırılmakta olup kelime aslen Yunanca bir kavramdır ve ‘dünya yurttaşı’

anlamına gelmektedir. Günümüzün kozmopolitan bireyi, kendini pek çok ülkede evinde gibi hisseden bireydir. Bu yeni vatandaşlık anlayışında ulusal sadakat, ulusal kültür, tözcülük, ulusal kimlik, ulusal çıkar ve ulusal adalet gibi kavramların yerine dünya yurttaşlığı, evrensel kültür, ulus-ötesi kimlik, evrensellik, evrensel adalet, insan hakları, eşitlik gibi kavramlara vurgu yapılmaktadır (Kaya, 2003: 166). Böylece ulus-devletin klasik formatında biçimlendirilmiş olan ulusal vatandaşlık anlayışının artık zeminini kaybetmeye başladığı görülüyor. Yeni arayışlar ulus-devletlerin zaten sıkıntılı oldukları bir dönemde devlet üzerinde aşındırıcı etkiler oluşturmakta, ulus-devletin meşruiyet krizini daha da ileri noktalara taşımaktadır. Toplumsal değişme kaçınılmaz bir olgudur

ve değişen şartlara göre yurttaşlığın da değişmesi, dönüşmesi kaçınılmaz görünmektedir.

Küreselleşme olgusunun birçok alanda olduğu gibi siyaset üzerindeki etkileri bağlamında ulus-devletin kuruluş sürecinden beri zaten problemli olan ulusal yurttaşlık kurgusu da bu süreçte kaçınılmaz olarak zayıflayacaktır. Ayrıca gelinen noktada özellikle yeni aidiyet biçimlerinin bir ifadesi olarak cosmopolitan yurttaşlık kavramsallaştırması olumlu bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Cosmopolitan yurttaşlık çerçevesinde kurulan sınırlar ötesi bağlantılar “demokratik vatandaşlığın hazırlayıcısı” (Benhabib, a.g.e.: 183) olacaktır.

Yurttaşlık ile ilgili yapılabilecek nihai yoruma göre; “…bulunduğumuz politik evrim noktasında, tek bir toprak parçası üzerinde ikameti, az çok bağlılık yaratan bir oluşum şeklinde algılanan halkın iradesine tabi olmakla birleştiren üniter vatandaşlık modeli sona eriyor. Bu modelin sona ermesi, politik muhayyilemiz üzerindeki egemenliğini ve kurumlarımıza yol gösterme konusundaki normatif gücünü terk ettiği anlamına gelmiyor. Bunun anlamı, politik vatandaşlığın yeni biçimlerine hazırlıklı bulunan politik öznellik ve tabiyet şekillerine hazır olmamız gerektiğidir” (Benhabib, 186-87).

Küresel süreç ile birlikte yurttaşlık kavramı ile ilgili yeni açılımlar, tartışmalar olsa da yurttaşlık; demokratik toplumu düzenlemek için elimizde bulunan tek düşüncedir. Bu yüzden eksikliklerini bilmemiz ve bu eksikliklerin anlamını çözümlememiz gerekir. Önemli olan yurttaşlık olgusunun somut olarak nasıl düzenleneceği ve yeniden düzenleneceğidir; birbirine açık toplumların gerçekliklerine nasıl uyarlanabileceğidir? Yurttaşlık düşüncesinin ve kurumlarının, somut kökler ve tikel aidiyetler üstündeki aşkınlığı düşüncesi, tarihsel gönderimleri, dinleri ve yaşam koşulları farklı olan nüfusların fiilen bir arada yaşamasını sağlayacak tek düşüncedir (Schnapper, 2005: 548).

1.5. KÜRESELLEŞME VE EĞİTİM