• Sonuç bulunamadı

II. BÖLÜM: TÜRKİYE’DE SİYASAL KÜLTÜR VE KÜRESELLEŞME

2.5. KÜRESELLEŞMENİN TÜRKİYE’YE ETKİLERİ

2.5.2. Siyasal-Kültürel Etkiler

2.5.2.2. Milliyetçilik

Ulus-devlet ile birlikte anılan en önemli öğreti milliyetçilik olgusudur. Ulus ile devletin birliği bütünlüğü kurgusunun bir tezahürü olan ulus-devletin meşruiyetinin topluma benimsetilmesinde en önemli düşünce-ideoloji milliyetçiliktir. “Ulusçuluk temelde siyasal birim ile ulusal birimin çakışmalarını öngören siyasal bir ilkedir”

(Gellner, 1992: 19). Ulusçuluk, etnik sınırların siyasal sınırların ötesine taşmamasını ve özellikle devletin sınırları içerisindeki yönetenler ile yönetilenleri birbirinden ayırmamayı öngörür (Gellner, 20). Bu bağlamda söylemsel düzlemde devlet ile o devletin ulusu arasında tam bir çakışma söz konusudur. Tarihsel süreçte modern Avrupa tarihinin evriminde ulus-devletin inşası ve devamlılığının sağlanabilmesinde ulus ve ulusçuluk düşüncesi hayati bir önem arz etmiştir. Tüm yurttaşların ortak bir amaç, ve idealler çerçevesinde tek vücut olması düşüncesi ulus-devletin önemli bir hedefi oldu.

Bu hedefin gerçekleştirilebilmesinde de devletin meşruiyet sağlama aracı milliyetçilik olduğu için milliyetçilik bir ideoloji olarak doğmuştur.

Milliyetçi düşünceye göre tüm dünya uluslara bölünmüştür ve her ulusun da kendi devletini kurma hakkı vardır. Ancak potansiyel ulusların sayısı gerçekleşmesi mümkün olanların çok üstündedir. Yani tüm ulusçu akımların aynı anda varolması mümkün olamaz. Gelinen noktada bir siyasal birimde türdeş bir etnik yapının inşası mümkün değildir. Bunun mümkün olabilmesi için farklı ulustan olanların öldürülmesi, sürülmesi ya da asimile edilmesi gerekir. Farklı ulusların bu duruma razı olmamaları ulusçuluğun barışçı uygulanmasını zora sokar (Gellner, 21). Bu nedenlerle farklı ulustan insanların, toplulukların yaşadığı ülkelerde bir ideoloji olarak milliyetçilik gerilimlere, çatışmalara, savaşlara neden olmuştur.

İdeoloji olarak milliyetçilik o kadar büyük bir etkiye sahiptir ki birçok düşünürün iddia ettiği gibi gelip-geçici moda bir akımdan çok daha fazlasıdır. Modern çağ ile kimliğini edinmiş olan ulusçu ideoloji küresel çağda da etkisini yitirmemiştir.

Eğer gerçekten küresel bir fenomen varsa bu, millet ve milliyetçiliktir. Smith, buna kanıt olarak dünyanın her yerinde etnik ve milli çatışmaların olmasına, milli bağımsızlık hareketlerini gösteriyor. Milletlerin türdeşliği olmasa da milliyetçiliğin küreselleşmesi

güçlü bir gerçekliktir (Smith, 2004: 222). Smith’e göre millet ve milliyetçilik bugün için rakipsiz durumdadır. İnsanların birçoğu hala milletin çağrısına ses vermeye ve hayatlarını feda etmeye hazırlar. Açıklanması gereken şey milletlerin ve milliyetçiliğin küresel dünyada aynı anda ve her yerde olma gücüdür. Milliyetçiliğin küresel çağda da güçlü bir şekilde varlığını sürdüreceğini söyleyen Smith, yakın bir zamanda milliyetçiliğin yok olacağını ve milletin aşılacağını düşünmenin budalalık olduğunu belirtmektedir (Smith, 2002: 182-83).

Türkiye’de milliyetçilik Cumhuriyetin kurulmasından itibaren asli ve değişmez bir siyasal, kültürel unsur olmuştur. Türk milliyetçiliği, milliyetçiliğin evrensel formları ile kesişme alanları bulunan, farklı milliyetçilik türlerinin izdüşümlerini içeren geniş bir yelpazeye sahiptir. Irkçılıktan Pan-Türkizme, ılımlı ve liberal formlardan anti-emperyalist milliyetçiliğe, sosyalist içerikli milliyetçiliklere kadar her tür milliyetçilik farklı zaman ve şartlarda etkili olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti devleti, Anayasasında kendisini “milliyetçi” bir devlet olarak tanımlamaktadır (Türköne, 2005: 649).

Türkiye’de milliyetçiliğin resmi görüntüsü devlet-millet ilişkisi çerçevesinde ele alınmayı gerektirmektedir. Milliyetçilik, modern millet örgütlenmesinin sağlanabilmesi için bir araç olarak kullanılmış, Osmanlı’nın çok milletli yapısının yerine tek milletli bir devlet anlayışı oluşturulmak istenmiştir. Milliyetçilik, bu kurgu içinde tek millet düşüncesini yerleştirme anlayışıyla bütünleşmekte (Say, a.g.e.: 196) ve kurucu bir ideoloji olarak sistemdeki yerini almaktadır. Bir ulus-devlet modeline geçişi simgeleyen Cumhuriyetin kurulması süreci tekil bir ulus inşasını da zorunlu kılmıştır. Cumhuriyetin kuruluş döneminde (1923-38) Türklüğe yapılan vurgu oldukça önemlidir ve “…Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olup Cumhuriyet ülküsünü benimsemiş, Batılılaştırılmış Türk kültürüne bağlı, Türkçe konuşan ve köken itibariyle Türk olan herkes, kamil, hakiki ya da öz Türk’tür” (Yıldız, 2004: 17-8). Buradaki vurgu bir yandan etnik köken olarak Türk olmayı ön plana çıkarırken bir yandan da sadece Türk kökenli olmayı yeterli görmemektedir. Dolayısıyla kuruluş dönemi Türk milliyetçiliği oldukça geniş bir öteki inşa etmiştir. Bir anlamda da Türk milliyetçiliği ötekilerin reddi üzerine inşa edilmiştir.

Bu ötekiler de yalnızca dışarıda olanlardan ziyade içeride olanlardır yani azınlıklar, Türk olmayanlar, gayrimüslimlerdir. Ayrıca imparatorluğu yıkanlar, dış devletleri iç

işlerine bela edenler ve geçmişten beri devletin bekasını tehdit eden iç mihraklardır (Dündar, 2003: 893).

Dünyanın farklı yerlerinde farklı milliyetçilik türleri bulunmaktadır. Türkiye’de de milliyetçiliğin farklı tonlamaları vardır. T. Bora, Türkiye’de dört farklı milliyetçiliği ayırt etmektedir: Birincisi Kemalist milliyetçilik, İkincisi sol milliyetçilik (Kemalist ulusçuluk) Üçüncüsü, medeniyetçi-refahçı (liberal) milliyetçilik, Dördüncüsü ise Irkçı-Etnisist Türk milliyetçiliğidir (Bora, 1995: 100).

Türkiye’nin resmi milliyetçiliği, Atatürk milliyetçiliğidir ve kuruluşundan itibaren, vatandaşlık ve toprak/vatan bağına dayalı ‘Fransız tarzı’ bir milliyetçikle, etnisist açılımlar (‘Alman tarzı’) arasındaki gerilimi yaşamaktadır. İdeolojik olarak böyle bir muğlaklık olmakla birlikte resmi milliyetçilik; milli devletin varlığına, gücüne sıkı sıkıya bağımlıdır. Bu yanıyla da ordu ve ordunun varlığı milliyetçilikte merkezi konumdadır (Bora, 101-2). İkinci tür milliyetçilik olarak ayırt edilebilecek yaklaşım Kemalist ulusçuluktur. Bu anlayış 90’lı yıllarla birlikte sosyal demokrat düşüncede olanlarca biçimlendirildi. 90’ların ‘yeni Kemalizm’i, Yeni Sağ ve özellikle İslamcı harekete laik bir tepki olarak ortaya çıktı (Bora, 106). Kemalist ulusçuluk söylemi, milliyetçiliği, laikleşme/modernleşme sürecinin taşıyıcısı olarak görmektedir. Ulusçuluk sözcüğünü kullanarak da Osmanlı’da dinsel cemaati belirten “millet” sözcüğünün ümmet kavramına olan açılımı kapatılmakta, modern “ulus” sözcüğüne vurgu kaydırılmaktadır (Bora, 108).

Üçüncü tür milliyetçilik olan liberal milliyetçilik, Cumhuriyetin kurucu iradesinin üniter-milli devlet olma ideali ile ilintilidir. Bu ideal ile modernleşmenin ve demokrasinin uyumlulaştırılması bir sorun olarak ortaya çıkmıştı. İşte liberal ve muhafazakar milliyetçilik bu uyumun oluşturulmasını sağlamayı amaçlamaktadır (Türköne, a.g.e.: 659). Bu yaklaşım milli kimliği, dünyanın ileri/zengin ülkelerinin, yani Batının düzeyine erişme şevki ve yeteneği temelinde tanımlar ve ekonomiye ayrıcalıklı bir yer ayırır. Liberal milliyetçiliğin gurur kaynağı, yerli piyasanın küresel piyasaya eklemlenebilmesi ve bu piyasalarla aynılaşma düzeyidir (Bora, a.g.e.: 110-14).

Dördüncü tip milliyetçik ise Türkçü radikal milliyetçiliktir. Türkçü-Turancı Türk milliyetçiliği, resmi milliyetçiliğin ‘sapkın’ bir koludur. Atatürk milliyetçiliğinin ırkçı-etnisist damarını izleyerek kurulmuş olan faşist bir ideolojidir. Vatan olarak bütün

“Türklük dünyasını” kabul etmesiyle resmi milliyetçiliğin vatancı/Anadolucu çizgisinden ayrılır (Bora, 120). Otoriter-devletçi bir söylemi olan bu milliyetçiliğin günümüzdeki siyasi temsilcisi MHP’dir.

Türkiye’de milliyetçilik Cumhuriyet’in kuruluşundan önce nüveleri ortaya çıkan ve Cumhuriyet tarihi boyunca da farklı tonlamalarda da olsa siyasal alanın en önemli ayağı olmuştur. 1980 sonrası ilk etkileri görülen, 1990’lı yıllarla birlikte tüm dünyada etkileriyle birlikte Türkiye’ye de yansıyan küreselleşme olgusu milliyetçi öğeleri, vurguları azaltıcı etkiler yaratmamıştır. Küreselleşmenin çoğulcu, devleti küçülten, zayıflatan, farklılıkları olumlayan özelliklerini benimsemeyen ve eleştiren kesimler için milliyetçilik bir sığınak, korunma ve savunma işlevi görmektedir. Bu nedenle de milliyetçi refleksler canlı kalmaya, geniş kesimlerce benimsenmeye devam etmektedir.

Küresel dönem daha önce de üzerinde durulduğu üzere tek yönlü etkileri olan, bir dönem değildir. Küresel gelişmeler farklı kültürlerin, kimliklerin, toplulukların bir aradalığını olumlamaktadır. Küreselleşme bazı topluluklar, siyasetçiler ve kişilerce tepki görerek aksi yönde tekil, içe kapanmayı, homojeniteyi olumlayan bir sürece de yönelebilmektedir. Yani evrenselcilik ile tikelcilik bir arada bulunmakta ve bu da zaman zaman gerilimlere neden olmaktadır. Bu çerçeve içerisinde bir ideoloji olarak milliyetçilik dünya ölçeğinde küreselleşmenin etkileri hissedildikçe daha da yükselme trendine girmektedir. Kuşkusuz milliyetçiliğin yükselmesinin nedenleri birçok farklı kaynaktan beslenmektedir. Kabaca bunlar; kimlik siyasetlerinin yaygınlaşması, çokkültürcülük talepleri, azınlıklar ile ilgili politikalar ve sorunlar gibi siyasi-kültürel sebeplere olduğu kadar iktisadi küreselleşmenin negatif etkilerine de dayanmaktadır.

Yoksulluk, üçüncü dünyanın sefaleti, işsizlik, IMF, DB gibi kuruluşların ulusal ekonomileri yönlendirme politikaları hem gelişmiş hem de az gelişmiş ülkelerde ulusal tepkileri canlı tutmaktadır. Her ülkede tüm sayılan olguların hepsi birden etkili olmamakla birlikte gelişmiş ülkelerde siyasi-kültürel gelişmeler, az gelişmiş ülkelerde ise hem ekonomik hem de siyasal-kültürel gelişmeler milliyetçi refleksleri güçlendirmektedir.