• Sonuç bulunamadı

Küreselleşme Sürecinde Eğitim ve Üniversite

I. BÖLÜM: KÜRESELLEŞME SİYASET VE KÜLTÜR

1.5. KÜRESELLEŞME VE EĞİTİM

1.5.2. Küreselleşme Sürecinde Eğitim ve Üniversite

Küreselleşme olgusu birçok tanımında da yapıldığı üzere dünyanın küçülmesine, ilişkilerin sıkılaşmasına, daha kolay ve daha hızlı bir şekilde bir yerden başka bir yere ulaşmaya yani yaşamın her alanında bir hızlanmaya işaret etmektedir. Toplumsal, siyasal ve ekonomik etkileri tüm yaşam alanlarında hissedilen küreselleşme olgusu

eğitim ve eğitim sistemi içerisinde üniversite üzerinde de önemli etkiler bırakmaktadır.

Eğitim üzerindeki küresel etkiler farklı yönlerde gerçekleşmektedir. Eğitim açısından küreselleşme birkaç değişik şekilde tanımlanabilir. Bu tanımlardan biri, birbiri ile küresel gelişmeler sonucu yakın ilişkiler içinde olan dünya toplulukları arasında rahatça dolaşabilecek, çalışabilecek, hatta farklı ortamlarda yaşayabilecek insanı yetiştirmek mümkün olacaktır. Bu noktada eğitimin görevi de yalnızca ulusal sınırlar içinde başarılı olabilecek insanları değil, farklı kültür ve coğrafyalarda uyum sağlayabilecek ve başarılı olabilecek insanların yetiştirilmesidir. Zira, küreselleşmeyle birlikte eğitimine bir ülkede başlayan bir insanın bunu başka bir ülkede devam ettirebilmesi söz konusu olabilecektir (Oktay, 2001: 20).

Küreselleşme, eğitim açısından ortak bir dil, herkese kolayca ulaştırılabilecek ortak inançlar veya ortak yaşam tarzları sunabilir. Ancak bu durum her ulusun kolayca benimseyebileceği bir durum olmayıp tepkilere yol açabilir. Amaç eğitim açısından küreselleşmenin tekdüzelik anlamına gelmesini önlemek, farklı toplumsal kimliklerin zenginlik olarak tanıtılması ve paylaşılabilmesidir (Oktay, 21). Oktay’ın eğitim ile ilgili görüşlerine bakıldığında küresel süreci olumlu bir şekilde değerlendirdiği, en azından olumlu yönlendirilebileceği görülmektedir. Bu yaklaşımda, küreselleşme süreci ile birlikte evrensel bir insan tipi oluşmakta ve toplumsal açıdan da daha demokratik, çoğulcu ve çokkültürlü bir eğitim sistemi oluşacağı öngörülmektedir.

Küreselleşmenin eğitim üzerine etkilerinden bahseden Akçay, eğitimin küreselleşmesi denince genellikle yöntem, süreç ve yönetiminde gelişmiş ülkelerle entegrasyonun anlaşıldığını belirtmektedir. Ancak bu entegrasyon süreci, küreselleşmenin getirdiği sorunların çözümü için yeterli değildir. Eğitim, sadece küreselleşmeye uyum ya da entegre sorunu için değil, aynı zamanda küreselleşmenin yarattığı sorunları aşmak için bir araçtır. Eğitim, küreselleşmeyi yenen insan tipini yetiştirecektir. Küreselleşmenin muhtemel olumsuzluklarını önceden görebilecek ve önleyecek insanı yetiştirmek gerekmektedir. Akçay iyi bir örnek olarak “Sokrates” gibi öğrenci değişim projelerinin önemine değinerek, bu tür projelerin zorunlu olduğunu belirtmektedir (Akçay, 2003: 32-33).

Küresel sürecin gereksinim duyduğu, hedeflediği insan tipi bilgiyi kullanan insan tipidir. Küreselleşmenin en tipik göstergeleri, dünyanın tek Pazar haline gelmesi

ve bilginin maliyetinin düşmesidir. Bilgiye ulaşmak çok kolay hale geldiği için artık önemli olan bilgiyi yorumlamak olmuştur. Bundan dolayı artık bağımsız bir birey olarak insana ihtiyaç vardır ve bu yönde eğitim sisteminin değiştirilmesi gerekmektedir.

Bu yeni eğitim sisteminde hem yerel hem de küresel değerler önemlidir. Küresel toplum hem yerel özelliklerini korumalı hem de küresel değerlere sahip olmalıdır. Bu yeni değerleri tanımlayabilen en iyi sözcük de “küryerel”dir. Bu kavram yerel kültürden kopmaksızın dünya vatandaşı olmayı, katılımcı bir bireyi vurgular. Kısacası küresel eğitim hem çağdaş hem de geleneksel olmalıdır (Akçay, 33).

Küreselleşme süreci ekonomik gelişmeler bağlamında dünyanın her yerinde iktisadi politikaları liberalleştirmiş ve piyasa ekonomisi şartlarını, rekabeti ön plana çıkarmıştır. Bu etkiler eğitim alanına da sirayet etmiş ve eğitimde de benzeri yönde değişmeler ortaya çıkmaya başlamıştır. Günümüzde, tüm dünyada eğitim sistemlerine egemen olmaya çalışan anlayış, eğitimi bir insan hakkı olarak değil, karşılığı ödenmesi gereken bir “müşteri hizmeti” olarak görmektir. Eğitim sistemlerinde yapılan değişiklikler ve açılan “reform paketleri”nin temelinde “müşteri hizmeti” anlayışı vardır. Yeni sisteme göre ortaya çıkmaya başlayan eğitim, piyasacı eğitimdir. Bu eğitim anlayışında yaşamın her düzeyinde rekabet olup, hizmetin bedelini ödeme ve yurttaşların müşterileşmesi amaçlanmaktadır (Dinçer, 2007 328). Bu da varolan eşitsizlikleri arttıran sonuçlara yol açacak, eğitim alma anlamındaki eşitlik ilkesini zedeleyecektir.

Eğitimdeki bu liberalleşme, piyasacı hale gelmenin tarihi 1980’li yıllardan itibaren görülmeye başlamış olup, bu süreçle birlikte eğitim alanı uluslar arası piyasaya açılmıştır. Böylece tüm dünyada eğitim ticarileşmiş olup piyasanın taleplerine dönük bir şekilde reformlar yapılmıştır. Piyasanın talepleri doğrultusunda yeniden yapılanan eğitim kurumları, uluslar arası kalite sembolü olarak görülmeye başlamış; bu sürecin dışında kalanlar ikinci sınıf kabul edilmeye başlanmıştır (Sayılan, 2007 63-64).

Eğitimdeki liberalleşme süreci küresel gelişmelerin bir sonucu olup, ilköğretimden üniversitelere kadar tüm eğitim kademelerini etkilemiştir. Aslan’a göre küreselleşme süreci ile birlikte nitelikli ve ulusal bir eğitim sistemi geliştirmenin parametreleri ortadan kalkmıştır. Zira nitelikli ve ulusal bir eğitimin temel dinamikleri, toplumların kendi ulusal kültürüne dayanmalıdır (Aslan, 2004: 2). Ancak küresel süreç eğitimin

ulusal karakterini zayıflatarak uluslar arası yönleri ön plana çıkartmaya zorlamaktadır.

Bu da geleneksel eğitim sistemi ile yeni sistem arasında gerilimlere yol açmaktadır. Bir yandan ulusal eğitim politikasını sürdürme isteği diğer yandan dünyadaki yeni gelişmelere ayak uydurabilme ihtiyacı karşısında bir denge sağlama problemi küreselleşme sürecinin etkisindeki ülkeleri zorlamaktadır.

Küreselleşme süreci yükseköğretim sistemini de kökten bir değişime itmiştir.

Tarihsel süreçte yükseköğrenimin işlevi, bilgiyi oluşturup nesilden nesile taşımak ve bu işlevle insanlığı ve toplumları geliştirmek şeklindeydi. Son iki yüzyıldaki teknolojik gelişmeler, rekabet ve daha çok eğitilmiş insan gücüne gereksinimi yani yüksek öğrenimdeki sayısal artışı da beraberinde getirmiştir. Böylece yükseköğrenim daha geniş kitlelere ulaşmış, ancak eğitimin içeriğinde ve yapısal özelliklerinde de büyük değişimlere neden olmuştur (Oktik, 2004: 109). Bugün yükseköğrenim kurumlarına yüklenen görev, emek pazarı için yetenekli, meslek sahibi elemanlar yetiştirme olmuştur. Yüksek öğrenim kuruluşları bu anlamda profesyonel bir kuruluş haline dönüşmüştür. Yapılan araştırmaların teknolojiye uygulanabilmesi, yeni bilginin alınıp uygulamaya geçirilmesi nedeniyle üniversitelerden beklenen şey sanayi ve teknolojinin geliştirilmesi ve bu yönde araştırmalar yapması olmuştur. Üniversiteler sonuç olarak bilimi geliştirmek için araştırma yapmak yerine sanayinin güncel problemlerine parayla çözüm üreten kurumlara dönüşmüştür (Oktik, 116-17).

Üniversiteler ve üniversite sistemleri küresel süreçten ne kadar etkilenirse etkilensin bir ülkenin eğitim sürecinde çok önemli bir yere sahiptir. “…Üniversiteler öğretmek ve öğrencilere paye bahşetmek için vardır; toplumun da vasıflı bir işgücüne gereksinimi vardır. Üniversiteler, araştırmaların bağımsız olarak gerçekleştirildiğinin düşünülebileceği yerlerdir; toplumda bundan yarar sağlar” (Evans, 2007: 1). Evans’ın işaret ettiği bağımsız araştırma yapma prensibi günümüz piyasacı rekabet şartlarında zor olsa da üniversiteler toplumun ve ülkenin gereksinim duyduğu insan ihtiyacını gidermede en önemli eğitim kurumu olma özelliğini korumaktadır ve bu anlamda da toplumsal bir fayda sağlamaktadır.

Yükseköğretim toplumsal işbölümünün bilgi ve beceri gerektiren alanlarına insan gücü yetiştirir, yani beşeri sermayeyi en nitelikli düzeyde üretir. Ancak üniversitenin en önemli işlevi bilimsel bilgi üretmektir. Bu bilimsel bilgi hem bireyleri

geliştirir, hem de daha özgür bir toplum ve kültür yaratılmasının önünü açar. Yani üniversite toplumun itici gücüdür, toplumun tümüne katkı yapması beklenir. Bundan dolayı üniversitenin sunduğu hizmet aynı zamanda bir kamu hizmetidir (Gök, 1996:

461). Tatlıdil’e göre, “Günümüz toplumlarında özellikle endüstriyel gelişimini tamamlamış toplumlarda eğitim, insan kaynağının ya da işgücünün toplumsal ihtiyaçlar çerçevesinde etkin olarak hazırlanması biçiminde değerlendirilmektedir. Toplumsal ihtiyaçların ve iş koşullarının giderek karmaşıklaşması, üretimde elde edilen malların toplumsal ihtiyaçların ihtiyaca sunulan hizmetlerin miktar ve çeşidini de arttırmıştır.

Toplumsal yaşamla bütünleşmiş ve ekonominin ihtiyacına göre nitelik kazanmış insana duyulan gereksinim, eğitime ekonomik yatırım anlayışını getirmiştir” (Tatlıdil, 1993:

40). Üniversiteler bir toplumun insan potansiyelinin kalifiye olmasına aracı olan, dinamik, sorgulayıcı ve araştırıcı nitelikte insanlar yetiştiren kurumlardır. 21. yüzyılın çağdaş dünyasında üniversitelerin önemi bir kat daha artacaktır. Çünkü küreselleşme süreci tüm dünyada ve Türkiye’de de hızlı bir şekilde etki alanını genişletmektedir. Bu bağlamda küresel çağın siyasal, ekonomik ve kültürel taleplerini karşılamada üniversiteler anahtar kurumlar olarak işlev üstlenecektir.

“Bilim adamları bilim için, bilimi geliştirmek ve onu genç kuşaklara aktarmak için üniversitededirler. Ne var ki bilimin gelişeceği, üniversitenin yaşayacağı ortamın sağlanması ve korunması devletin çağdaş yapısının korunması ve geliştirilmesi için gösterilecek gayretlere bağlıdır. Bu bakımdan üniversitelerin göstereceği çabalar, hem ülkenin geleceğini, hem üniversitenin kendi geleceğini ilgilendiren kaçınılmaz görevlerdir. İşte bunun içindir ki üniversitenin siyasal, toplumsal ve kültürel alanlarda üstleneceği görevler hem yapısal sorunlarını çözmek, hem de geleceği güvenceye almak için önemlidir” (Başer, 1996: 17). Üniversitelerin ve öğretim üyelerinin toplumsal yaşam içindeki önemine paralel olarak Türkiye’nin içinde bulunduğu çağdaş dünyaya katılma sürecinde üniversiteler anahtar bir rol üstlenecektir. Küreselleşme konusu ve küreselleşmenin siyasal-kültürel etkilerinin Türk toplumunun, devletin yapısında meydana getireceği etkileri anlayabilmek, açıklayabilmek ve bu doğrultuda politika üretebilmek için üniversiteler üzerine eğilmek gerekmektedir. “Devletlerin salt bilgi ve teknik üretimi için kurdukları az sayıdaki araştırma merkezleri hariç tutulursa, bilgi ve teknik üretiminin en büyük kaynağı üniversitelerdir. Üniversitelerin bilgi ve teknik

üretimi kadar ve belki de daha önemli bir başka görevleri ise ülkenin ihtiyacı olan insan gücü yetiştirmektir…Üniversiteler günün sorunları kadar geleceğin sorunlarına da çare üretmek durumundadırlar” (Karpuzoğlu, 1992: 28).

II.BÖLÜM: TÜRKİYE’DE SİYASAL KÜLTÜR VE