• Sonuç bulunamadı

TOPLULUK TEMELLİ-AHLAKİ BİR EKONOMİ

4. BÖLÜM: HİYERARŞİK ve SÖMÜRGECİ TOPLUMSALLAŞMA

5.3. TOPLULUK TEMELLİ-AHLAKİ BİR EKONOMİ

davranışları önleme hakkı vardır. Bu, demokrasiyi yadsımak demek değildir, herkesin yurttaş haklarını tanımak ve bölgenin ekolojik bütünlüğünü devam ettirmek üzere ortak bir anlaşma imzalamasıdır” (Bookchin, 2015b, s. 136).

Halk meclisleri ile konfedere konsey meclisleri tarafından işler kılınan özgürlükçü yerel yönetim siyaseti, merkezi devlet yönetimlerinin doğal ve toplumsal dünyaya uyguladıkları us-dışı baskılara son vererek ussal ve ekolojik dengeli bir toplumun yaratılmasına öncülük eder. Bu siyasi anlayışın yerelci karakteri, merkezi devlet yönetimlerinin başkentlerinde gizemlileştirilen toplumsal dünyanın yönetim işlerine sıradan insanların dahi anlayabileceği ve yön verebileceği bir açıklık kazandırır. Yerel yaşamın denetimi bu yaşama aşina olan kişilerin eline geçeceği için, toplumların yönetim işleriyle ilgili en doğru kararların alınma fırsatı doğar. Doğrudan demokrasi anlayışı ise, bu fırsatın değerlendirilmesine engel olabilecek her dolayım ilişkisini ortadan kaldırarak, yönetim işlerini yurttaşların katılımcı bir politika temelinde; ‘şimdi ve burada’ yürüttükleri bir etkinlik haline getirir. Konfederalist yönetim sistemi ise, toplulukların dar görüşlülüğe ve içe kapanıklığa sapmalarını engelleyerek diğer topluluklarla eşgüdümlü olan bir yönetim sistemini yaşatmalarına ve dolayısıyla merkezi devlet yönetimlerine meydan okuyacak geniş çaplı bir yönetim ağını ortaya çıkarmalarına olanak sağlar (Bookchin, 2014a, s. 447). Sonuçta özgürlükçü yerel yönetim siyaseti, hiyerarşik ve baskıcı devlet yönetimlerine karşıt olarak, bireylere doğal dünyada kök bulan özgürlük temelli gelişimlerini toplumsal dünyada devam ettirebilecekleri politik bir altyapı sağlar.

olduğu kadar kapitalist çıkar gruplarına da karşı gelen topyekûn ret tutumunu şekillendirir. Diğer taraftan topluluk temelli-ahlaki ekonomi önerisi, ekolojik yönelimli ve özgürlükçü bir topluluk yaşamının varoluşsal devamlılığı için ihtiyaç duyulan maddi alt yapıyı sağlayarak, akılcı bir toplumun yaratılmasına engel olabilecek maddi koşulları ortadan kaldırır. Dolayısıyla topluluk temelli-ahlaki ekonomi çağrısının, büyüme sınırları ekolojik bir yıkıma varan kapitalist piyasa toplumunu ortadan kaldırmayı ve bu toplumun yerine ekonomik olarak sömürgeci olmayan bir toplumsal gelişme düzeyini yerleştirmeyi hedeflediğini düşünebiliriz.

Komünalist ideoloji, söz konusu hedeflere ulaşmak için, temel olarak, ekonominin yerel yönetimleştirilmesini, yerel topluluk ekonomilerinin konfedere edilmesini ve üretim ile paylaşım süreçlerine doğal dünyanın ekolojik dengesini korumayı amaçlayan ve topluluk yaşamının iyiliğini hedefleyen etik kaygıların eşlik etmesi gerektiğini savunur (Bookchin, 2015b, s. 86).

Ekonominin beledileştirilmesi, yerel yaşama ait olan maddi kaynakların, mülklerin, üretim araçlarının ve ürünlerin üzerinde yerel toplulukların denetim kurması anlamına gelir. Söz konusu ekonomik denetim, ekonomik kaynakların topluluklara ait kılınması105 ve üretim ile paylaşım meselelerinin topluluk yurttaşlarının belirlediği politikalara göre şekillenmesiyle işlerlik kazanır. Daha farklı ve açık bir ifadeyle, komünalist ekonomi modeli, ekonominin kontrolünün yerel yönetim kurumları aracılığıyla sağlanmasını;

ekonomik kaynaklar üzerinde ve ekonomik ilişkiler hakkında yerel yönetim kurumlarının söz sahibi olmasını amaçlar. Bu anlayışa göre ekonomik kaynakların sahipleri ya da ekonomik kontrolün uygulayıcıları yerel yönetim kurumları; yerel ve bölgesel düzeyde iş gören topluluk meclisleri; daha net bir ifadeyle, yerel yönetim kurumlarını aktif tutan öz-bilinçli topluluk yurttaşlarıdır.

105 Ekonomik kaynaklarla kast edilen mülkiyet, “(devlet iktidarını iktisadi iktidar ile tahkim etmekten başka bir şey olmayan) millileştirme (özel girişimci haklarını ‘kolektif’ bir form dâhilinde yeniden düzenlemekten ibaret olan) kolektifleştirme ya da (rekabetçi piyasa ekonomisinin yeniden oluşmasına olanak tanıyan) özelleştirme yerine beledileştirilecektir” (Bookchin, 2015b, s. 197). Dolayısıyla komünalist toplumda toprak, fabrikalar, işlikler de dâhil olmak üzere hiçbir mülk, özel kişi ya da grupların elinde olmayacaktır.

Komünalist ekonomi modelinde izlenecek ekonomik politikalar, “topluluğun bütünü tarafından –yani yurttaşların yüz yüze ilişki içinde, birbirinden ayrılan mesleğe dayalı özel çıkarların ötesine geçerek genel çıkarlar doğrultusunda çalışmasıyla– oluşturulur”

(Bookchin, 2014a, s. 401). İnsanlar karar alma süreçlerine “işçi, çiftçi, teknisyen, mühendis ya da meslek erbabı olarak değil; yurttaş olarak katılır” ve topluluklarının genel çıkarları için gerekli olan ekonomik etkinliklerin yönlendirilmesi için politikalar üretirler (Biehl, 2016, s. 122). Bu politikalar, toplulukların üretim ve paylaşım konularının tamamını kapsayacak biçimde ve demokratik usuller doğrultusunda üretilir ve yürürlüğe konulur.

Diğer taraftan komünalist ekonomi modeli, daha geniş coğrafyalardaki ekonomik hayat için, yerel ekonomilerin konfedere edilmesi gerektiğini savunur. Ekonomik konfederalizasyon, yerel toplulukların maddi kaynaklar üzerindeki denetimde ve oluşturulan ekonomik politikalarda ortaklaştırmaları anlamına gelir ve halk meclislerine bağlı olarak çalışan konfedere konseyler aracılığıyla icra edilir. Konsey üyeleri bağlı oldukları toplulukların ekonomik çıkarları için komşu topluluklarla görüşmeler ve kendilerine halk meclislerinde verilen talimatlara uygun düşen anlaşmalar yaparlar. Bu anlaşmalar, topluluklar arası ekonomik hayat için bağlayıcı politikaların üretilmesini ve yürürlüğe konulmasını sağlar.

Ekonomik yaşamın konfederalizasyonuyla birlikte, büyük çaplı ekonomik projelerin hayata geçirilmesi, yerel bir topluluk için fazla olan maddi kaynakların komşu topluluklarla paylaşılması, yerel bir topluluğun kendi ihtiyaçlarını karşılama konusunda karşılaşabileceği eksikliklerin telafi edilebilmesi ve ekonomisini yanlış politika veya uygulamalarla yürütmeye başlayan bir topluluğun engellenebilmesi mümkün hale gelir.

Bu bakımdan konfedere edilmiş ekonomik yaşam, konfedere edilmiş politik yaşamın sağladığı avantajlara benzer olacak biçimde, topluluklar arası karşılıklı bağımlılığın kurumsal bir yapıyla desteklenmesi sağlayarak, toplulukların dar görüşlülüğe saplanmadan geniş kapsamlı bir ekonomik yaşamı inşa edebilmelerine olanak sağlar.

Ancak komünalist ekonomi modelinin mevcut kapitalist ekonomiler üzerindeki üstünlüğü, onun ekonomiyi beledileştirmesi ya da konfedere etmesinden çok,

ekonomiye ahlaki bir karakter kazandırmasıyla gerçekleşir. Burada olan şey, ekonomik süreçlere ve ilişkilere doğanın, toplulukların ve yurttaşların iyiliğini gözeten etik bir anlayışın yedirilmesidir. Öyle ki bu etik, kapitalist piyasa ilişkilerinin dayandığı ‘büyü ya da öl’ veya ‘benden sonrası tufan’ anlayışının yerine, ekonomik olarak ekolojik uyumu, sömürü karşıtlığını ve ortak refah bilincini merkeze alan iyicil bir anlayışı geçirir.

Ahlaki ekonomi modeline dayandırılarak yürütülen üretim süreçleri, öncelikli olarak, ekolojik uyumdan yana olacaktır. Bu ekonomi modelinde doğal dünya, üretim için sömürülecek maddesel bir toplam olarak değil, verimli ve sürdürülebilir bir üretim sürecinin işletilmesine olanak sağlayan doğurgan bir kaynak olarak görülecektir. Enerji üretimi için güneş, rüzgâr ve su gücüne dayanan enerji sistemleri tercih edilecek; doğaya zarar veren fosil yakıtların kullanımına dayanan enerji sistemleri kullanılmayacaktır.

Atıklar, doğal dünyaya verilen zararın en aza indirgenmesi amacıyla, karışım haline getirilecek ve yeniden kullanılmak üzere işlenecektir. “Toprak, ekolojik bir biçimde değerlendirilecektir; örneğin, ağaç yetişmesine uygun olan yerlere ormanlar dikilecek, ekin yetişmesine uygun olan yerler ise meyve, sebze ve tahıl üretiminde kullanılacaktır.

Meyve bahçeleri ve çevrelerindeki ağaçlar bollaştırılacak ve çok sayıda canlının çeşitlilik içinde barındırılması sağlanacaktır; öyle ki, kurulacak olan doğal denge sayesinde artık tarım ilaçlarına gerek kalmayacaktır. Bazı bölgeler de yaban yaşam için ayrılacaktır” (Bookchin, 2013b, s. 218).

Diğer taraftan üretilen nesneler, hakiki insan ihtiyaçlarının merkeze alındığı bir sistemle üretilecektir. Malların uzun ömürlü ve kaliteli olması sağlanacak; üretimde nicelikten çok nitelik desteklenecektir. “Emekten tasarruf etmeye yarayan gereçlere –bunlar bilgisayarlar ya da otomatik makinalar olabilir– büyük bir önem verilecektir: Bu gereçler sayesinde insanlar gereksiz çalışmadan kurtulacak, kendilerini bireyler ve yurttaşlar olarak yetiştirmekte kullanabilecekleri, başkaları tarafından biçimlendirilmemiş bir boş zamana kavuşacaklardır” (Bookchin, a.g.e, s. 218-219).

Üretim, kolektif bir biçimde gerçekleştirilecek ve ürünlerin paylaşımı da adil bir bölüşüm sistemiyle sağlanacaktır. ‘Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar’

ilkesi, bu sistemin rehber ilkesi olacaktır (Bookchin, 2015b, s. 138-139). Dahası, topluluk yurttaşları –ortak üretim fonuna ne kadar katkı yaptıklarına bakılmaksızın–

hayatın devamı için ihtiyaç duyulan üretim araçlarına kolaylıkla ulaşabilecek; topluluk bu hakkı indirgenemez asgari bir hak olarak garanti edecektir.

Daha da önemlisi ahlaki ekonomi modeli, kapitalist piyasa toplumu içinde iki zıt kutbu temsil etmek üzere bir araya gelen ‘alıcı’ ve ‘satıcı’ arasındaki kutuplaşmaya son vererek, yurttaşlara, ‘pratikte hem alıcının hem de satıcının ‘sınırsız ihtiyaçlar’

karşısında ‘kıt kaynaklar’ için karşı karşıya gelmiş rakipler olduğunu değil, zengin bir karşılıklılık anlayışı temelinde bir araya gelen kişiler olduğunu ve bu halleriyle topluluklarının bütünsel kalkınmalarını sağladıklarını öğretecektir: “Alıcı ve satıcının birbirinin esenliği konusunda kaygı duyması için, birbirine karşı sonuna kadar sorumluluk hissetmesi için ve birbirinin esenliği karşısında tarafların derin bir yükümlülük duygusuyla kenetlenmeleri için ekonomik eksenin yerini tamamıyla etik bir eksen” alacaktır (Bookchin, 2017, s. 77). Daha genel ifadelerle, ahlaki ekonomi modeli, kapitalist piyasa toplumunun karakteristik özellikleri içerisinde olan kar hırsı yerine ortak refah bilincini, satmanın yerine paylaşmayı, rekabetin ve aldatıcı bir bağımsızlığın yerine karşılıklılığı ve karşılıklı bağımlılığı –karşılıklı özdeşleşme ve kişisel tamamlayıcılık duygusuyla özen, sorumluluk ve yükümlülük hislerini– getirecektir (Biehl, a.g.e, s. 137).

Sonuç olarak topluluk temelli-ahlaki ekonomi modeli, insanlığa yerel ve bölgesel düzeyde yürütülen ekonomik etkinlikler için etik kaygılarla koşullanmış kurumsal bir ekonomik yaşam modeli sunmaktadır. Söz konusu ekonomik yaşam modeli, ekolojik bakımdan sürdürülebilir bir anlayışı ekonomik kalkınmanın odağından ayırmadan ve insanların kendi geçimlerini sağlarken ait oldukları topluluklarla bütünleşmelerini sağlayarak kapitalist piyasa toplumunun yarattığı sömürgeci düzenin alternatifi haline gelecektir. Bu alternatif ekonomik modelle birlikte, kapitalist çıkar gruplarının daha fazla kar elde etme amacıyla her geçen gün daha da yoğunlaştırdıkları doğal dünya sömürüsü son bulacaktır. Bunun yerine ekolojik uyumu şart koşan ekonomik bir büyüme anlayışı geçirilecek ve insanlık ile doğal dünya arasındaki ilişkilere tahakkümü ve sömürüyü dışarıda bırakan bir karşılıklı duyarlılık kazandırılacaktır. Daha da önemlisi, insanların kapitalist piyasa toplumunun yarattığı sahte ihtiyaçlara ulaşmayı

bireysel gelişim süreçleri için dönüm noktası olarak kabul etmeye alıştırıldığı, ancak gerçekte, kendi yaşamlarının sınırlı sayıda kişinin daha fazla kar elde etmesi uğruna kurban ettirildiği kronikleşmiş bir sistem, komünalist ekonomi modelinin uygulamaya geçirilmesiyle birlikte ortadan kalkacak ve bunun yerine insanların ekonomik kaygılardan bağımsız bir biçimde kendi bireysel potansiyellerini keşfedebilecekleri ve yaşamlarını bu potansiyellerin gelişimine adayabilecekleri maddi bir rahatlık ortamı yaratılacaktır.