• Sonuç bulunamadı

HİYERARŞİNİN TARİHSEL YÜKSELİŞİ

4. BÖLÜM: HİYERARŞİK ve SÖMÜRGECİ TOPLUMSALLAŞMA

4.1. HİYERARŞİNİN TARİHSEL YÜKSELİŞİ

Organik toplumların eşitlikçi yaşamı, hiyerarşinin tarihsel yükselişiyle birlikte yerini zamanla tahakküm ve sömürü ilişkilerinin belirleyici olduğu bir toplumsal yaşama bırakmıştır. Bookchin, bu gelişmenin ortaya çıkmasına neden olan birçok faktörün var olduğunu öne sürmektedir. Bunların bazılarını “yaşlanmanın getirdiği fiziksel güçsüzlük, nüfus artışı, doğal felaketler, avcılık ve hayvancılık faaliyetlerini bahçecilik sorumluluklarından daha ayrıcalıklı bir hale getiren teknolojik değişimler, kamusal toplumun genişlemesi ve savaşların yaygınlaşması” olarak öne çıkarmaktadır (Bookchin, 2013c, s. 28).

Bu gelişmeler, türdeş bir toplumsal yaşama sahip olmayan yazı-öncesi dönemi insanlarını hiyerarşik bir dizilime sevk ederek, bu dizilim içerisinde farklı rollere bürünmelerine ve toplumsal tabakalaşma sürecine girmelerine yol açmıştır. Yaşlılardan, savaşçı erkeklerden, şeflerden ve dini liderlerden toplumun tabanına doğru genişletilen hiyerarşik bir tahakküm geleneği ortaya çıkmıştır. Ancak bu faktörler hep birlikte çalışarak hiyerarşiyi yaratmamıştır: Toplumsal yaşam uzun bir gelişme süreci dâhilinde,

ortaya çıkan farklı olaylara bağlı olarak, hiyerarşiye boyun eğmek zorunda kalmıştır (Bookchin, 2013b, s. 74).95

Bookchin, hiyerarşinin uzun süreli gelişiminde tespit edebileceğimiz ilk hiyerarşik kurumsallaşma örneğinin topluluğun yaşlı üyeleri tarafından yaratıldığını belirtir (Bookchin, 2013b, s. 70). Yaşlılar; doğal yaşamın zorlayıcı koşullarının etkili olduğu bir topluluk yaşamında, yiyecek kıtlığının yaşandığı bir dönemde ya da topluluğun olası bir savaş ya da göç tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı durumlarda, topluluğun gözden çıkarılabilecek ilk üyeleri olarak görülürler. Bu tür ihtimaller ve yaşlanmanın getirdiği diğer fiziksel güçsüzlükler, ömürlerinin son dönemlerinde yaşlıların topluluğun diğer üyelerine karşı ciddi bir bağımlılığını ortaya çıkardığı için yaşlılar, bir var kalma mücadelesine düşerler. Var kalma mücadelesinin yaşlılar lehine olumlu sonuçlar doğurabilmesi içinse, onların bir takım toplumsal ayrıcalıklar edinmesi gerekir.

Yaşlılar, toplumsal ayrıcalıkları topluluk için çok önemli bilgilere sahip olmalarıyla sağlarlar (Bookchin, 1994, s. 171-172). Onlar, yiyecek elde etme ve savaşlara karşı stratejiler geliştirme gibi hayati konuların yanında atalık bağlarına ve dini ritüellerin nasıl gerçekleştirileceğine dair konularda da bilgi sahibiydiler (Bookchin, 2013b, s. 95).

Bu konular için gerek duyulan bilgilerin paylaşımı, yaşlılara karşı toplumsal yaşamda bir saygı duygusunun oluşmasına olanak sağlıyordu. Bilginin toplumsal yaşamda hiyerarşik statü ve özel ayrıcalıklar edinmek için kullanılmasıysa, yaşlıları toplumsal bir güç haline getirmiştir. “Antropolog Paul Radin’in gözlemlerine göre, basit yiyecek

95 Bookchin, ilginç olabilecek şekilde, uygarlığın gelişiminde ortaya çıkmış olan hiyerarşik kurumsallaşmaların kültürel olarak yer yer ilerici roller üstlendiğini ifade etmektedir. Ona göre,

“barbarlıktan –daha doğrusu basit hayvanlıktan– gelişmesi sırasında, insanlığın dar- görüşlülüğü, bireysellik yokluğunu, akraba bağlarını, gerontokrasileri ve ataerkleri yenmek için rahiplere, şeflere ve belki de devlet benzeri oluşumlara bağlı olması gerekebilirdi” (Bookchin, 2014b, s. 19). Ancak, insanlığın bir zamanlar hiyerarşik kurumsallaşmalara bağlı kalma gerekliliklerinin olduğunu belirtmek, hiyerarşik kurumsallaşmaların kötücül doğasını göz ardı etmez, daha çok bu kurumsallaşmaların ilk örneklerinin toplumsal açıdan özgürleştirici sonuçlarına dikkat çeker. Bookchin’e ait olan, “devletin ataerkil otoriteyi istila etmesi; bir aile veya aşiretin diğer üyeleri üzerinde ataerkin keyfi ve mutlak idaresinin yerine, devletin oldukça ussal yasa sisteminin geçmesi ve çatışmaları çözmenin bir yolu olarak kan davasının yürürlükten kaldırılması, hepsi ilk hiyerarşik toplumlarda belirli bir genel egemenlik çerçevesi içinde kendi tarihsel bağlamlarında oldukça özgürleştirici bir rol oynadılar” ifadesi de bu bağlamda değerlendirilmelidir (Bookchin, a.g.e, s. 20). Sonuçta bu kurumsallaşmalar zamanla tahakküm ve sömürünün şiddetini arttırdıkça, devrimci mücadele pratiğiyle zorunlu bir şekilde ortadan kaldırılması gereken kötülüklere dönüşmüşlerdir.

toplayıcı kültürlerde bile örneğin 50 yaşın üzerindeki bireyler, başkalarının hakları ya da toplumun refahı zorunlu olarak bunu gerektirmediği halde yalnızca kendilerine fayda sağlayan belli güç ve ayrıcalıklar edinmişlerdi” (Bookchin, 2013c, s. 26). Hiyerarşik statünün ve kişisel ayrıcalıkların, –Avusturalya’daki Aborjinler’de, Doğu Afrika’daki kabile toplumlarında ve Kuzey ve Güney Amerika’daki Kızılderili topluluklarında görülen– yaşlıların gençler üzerinde tahakküm kurmasına yol açan yaşlılar yönetimine dönüşmesiyse, Bookchin tarafından hiyerarşinin ilk kurumsallaşma biçimi olarak öne çıkarılmaktadır (Bookchin, a.g.e, s.26).

Buradaki anlatımda dikkat edilmesi gereken şey, organik toplumlar başlığı altında öne çıkardığımız gibi, hiyerarşinin ilk örneğinin toplumsal cinsiyetlerden birinin diğeri tarafından baskı altına alınmasıyla ortaya çıkmadığıdır. Bookchin’in belirttiğine göre, ilk hiyerarşik toplumlarda toplumsal statü, yaşlı erkeklere tanındığı kadar yaşlı kadınlara da tanınıyordu. “Hiyerarşinin bu ilk biçiminde, erkeklerin toplumdaki gücünün artması yaşlı kadınları yüksek statüdeki konumlarından indirmeyi gerektirmiyordu. Sara gibi İncil kişilikleri, üstelik İbrani bedevi göçebeler gibi ataerkil ve çok eşli toplumlarda bile hem kamuda hem ev işlerinde otorite sahibi, emreden bir konumdaydılar” (Bookchin, 2013b, s. 70). Bookchin’e göre, birçok geleneksel toplumda çocuk doğurma yaşını geçmiş olan kadınların anaerk statüsü kazanarak erkeğin toplumsal gücüyle yarışabilecek kadar etki alanına sahip olabilmesi de bu durumu destekler niteliktedir (Bookchin, a.g.e, s.70). Ancak, daha sonraki gelişmelerle birlikte gerontokrasiler, erkeğin kadın üzerinde toplumsal bir tahakküm yaratarak toplumsal değerlerde, kurumlarda ve davranış biçimlerinde erkek egemen bir zihniyetin baskın gelmesine zemin hazırlamıştır.

Kadının ev-içi yaşamını da kapsayacak bir biçimde baskı altına alınışı, toplumun sivil yaşamında ortaya çıkan gelişmelerde erkeğin belirleyici bir güç kazanmasıyla gerçekleşmiştir. Bookchin, sivil yaşamın erkek cinsiyeti tarafından hâkimiyet altına alınmasının oldukça belirsiz bir şekilde gerçekleştiğini ifade etse de topluluğun karşılaştığı istila tehditlerinin, sürekli savaş durumlarının ve topluluk içi çekişmelerin erkek dünyasını daha mücadeleci bir karaktere sürüklediğini belirtmektedir (Bookchin, a.g.e, s. 72). Özellikle avcı grupları içinde daha güçlü bir savaşçı tipinin ortaya çıkması,

erkek karakterinin saldırgan ve despotik eğilimini daha da körüklemiştir. Bookchin bu yeni savaşçı kişiliğinin büyük adam olduğunu ifade eder: Büyük adamın ortaya çıkışından sonra “yazı-öncesi toplumun bütün alanları, yavaş yavaş ‘büyük adam’ın artan ‘sivil’ işlevlerini destekleyecek biçimde yönlendirilmeye başladı” (Bookchin, a.g.e, s. 73).

Bu gelişmenin kadın yaşamına olan olumsuz etkisi daha ağır bir şekilde gerçekleşmiş olsa da topluluğun sivil yaşamında öncelikle erkekler tahakküm altına alındı: “Büyük adamın silahlarını yapan, geçimini sağlayan, konutunu kuran ve süsleyen, kaleler yapan, onun başarılarını anıtlaştırmak için etkileyici saraylar ve gömütlükler inşa eden ‘küçük adamlar’ ortaya çıktı” (Bookchin, a.g.e, s. 73).

Büyük adam, savaşçı kişiliğinin toplulukta yarattığı saygıyı kullanarak kendine sadakat yemininde bulunan bir ordu kurdu: Sadakat yemini, kan ortaklığına dayalı birlikteliklerin yerine geçerek topluluğun akrabalık bağlarını aşındırır. Böylelikle büyük adam liderliğindeki bir klan, korku ve zor kullanımına dayanarak topluluğun başına geçebilme hakkını elde eder. Büyük adam bu hakkını güven ve prestij unsurlarıyla desteklemek için kişisel servetini topluluğun özel törenlerinde dağıtmayı da seçebilir (Bookchin, 1994, s. 37-38). Bu koşullar altında büyük adamın öncelikle şef benzeri bir danışmana ve sonra da yarı tanrı özelliklere sahip olan monarşik bir kişiliğe dönüşmesi, sürecin bir devamı olarak yaşanır (Bookchin, 2013b, s. 76).

Kadınsa erkeğin sivil yaşamda elde ettiği güç nedeniyle ev-içi yaşama çekilmek zorunda kaldı. Kadın, “gözden uzak niteliklerine karşın, ‘büyük adama’ genç askerler ya da yetenekli serfler yetiştirmek, onu süsleyecek giysiler dikmek, zevklerine seslenecek cariyeler sunmak ve kadın aristokrasilerinin ortaya çıkışıyla birlikte, ‘büyük adam’ın adını geleceğe taşıyacak kahramanlar ve mirasçılar yetiştirmek amacıyla, değişen ölçülerde yeniden biçimlendirildi” (Bookchin, a.g.e, s. 73). Hayvan gücüne dayalı saban tarımının ve avcılık ve çoban kültürünün geliştirilmesiyse, kadının bahçecilik kültürüyle kazandığı ayrıcalıkları ortadan kaldırdı (Bookhin, 2013c, s. 27-28). İnsan yavrusunun büyümesi için gerekli olan uzun zaman sürecinin kadının hareketlilik hakkını elinden

aldığı da düşünülürse hiyerarşinin zaman içerisinde kadını hangi koşullar altında esaret altına aldığı anlaşılmış olur (Bookchin, 1994, s. 166-167).

Başlangıçta iki cins arasında tamamlayıcı bir ilişkinin oluşmasına olanak sağlayan biyolojik olgular, böylelikle kadının aleyhine olacak şekilde yeniden kurumsallaştırılır.

Artık güç ve iktidar, erkeğin sivil yaşamında hiyerarşiyi inşa eden kategorilere dönüşür.

Kadının duygusal metaneti ise, kölece bir boyun eğdirme kültürünün oluşması yolunda kullanılır. Hiyerarşi, cinsiyetler arası ayrımcılığı yaratmak üzere gelişirken “en eski toplumun hayatta kalma açısından büyük bir değer olarak ödüllendirdiği ‘kadınca’

özellikler, toplumsal boyun eğme düzeyine iner. Kadınların besleme yetenekleri feragate indirgenir; şefkati itaate dönüşür. Erkeğin ‘eril’ özellikleri de değişir. Cesareti saldırganlığa dönüşür; kuvveti tahakküm kurmak için kullanılır; kendini dayatması bencilliğe dönüşür; kararlılığı baskıcı akıl haline gelir. Atletikliği giderek savaş ve yağma sanatlarına yönelir” (Bookchin, a.g.e, s. 170-171).

Uygarlık büyük adamların ve yaşlıların etkisiyle hiyerarşiyi kabullenmeye doğru gelişim gösterirken bu sürece farklı bir karakter daha dâhil olur: Büyücü ya da şaman karakteri.

Şaman –erkekler bu kurumu boyunduruk altına almadan önce kadınların da sıklıkla üstlendiği bu rol– hiyerarşinin profesyonelleşmesini ve katılaşmasını sağlayan stratejik bir figürdür. Bu anlamda şamanist gruplar ya da şaman loncaları, ilksel politik kurumlar olarak da kabul edilebilir (Bookchin, a.g.e, s. 174).

Büyünün yazı-öncesi dönemi insanının animist dünya görüşü doğrultusunda kayda değer işlevleri olduğunu daha önce belirtmiştik. Öyle ki büyü, kutsal seremonilerin, kabul törenlerinin ya da avcılığın etkin bir unsuruydu. Ancak Bookchin’in belirttiği üzere, büyü daha sonraları araçsal bir hale geldi: Büyü teknikeri av hayvanlarını ve doğal dünyayı dizginlemeye; zorlamaya dönük bir bakış doğrultusunda geliştirilmeye başlandı (Bookchin, 2013c, s. 31). Bu değişimin doğal dünyanın tinselliğini kaybetme sürecine geniş kapsamlı etkileri olduğunu düşünmek zor olmayacaktır. Ancak büyücülüğün iktidarın mistifiye edilmesine olan desteği, hiyerarşik bir toplumsal yapı lehine daha büyük sonuçlar doğurmuştur (Bookchin, 1994, s. 174).

Şaman her ne kadar büyü hizmetleri karşılığında toplulukta önemli bir saygınlık ve statü kazansa da tekniklerinin başarısız olması durumunda aynı sonuçlarla karşılaşmaz.

Şamanlar böyle durumlarda kindar saldırılara maruz kalabilir ve hatta öldürülebilirler.

Bu nedenle şamanlar yaşlılarla aynı kaderi paylaşır: Topluluktaki konumları güvencesiz bir nitelikle olduğu için bir var kalma mücadelesine düşerler. Şamanın var kalma mücadelesi, onu büyük adamlar, yaşlılar ya da topluluğun şefleriyle ittifak kurmaya iter (Bookchin, a.g.e, s. 175-176). Müttefiklerinden aldığı destekle güvenli olmayan konumunu sağlama alan şaman, karşılığında iktidarı sınırlı bir grubun ayrıcalığı haline getirir. Burada “önemli olan nokta, şamanın politik kurumların ve koalisyonların yaratıcısı olmasıdır. Yaşlıların otoritesini sihirli-politik bir haleyle geçerli kılmakla kalmaz, politik güç ihtiyacıyla, babamerkezli bir topluluğun ‘eril’ mizacını arttırma eğilimi taşır. Bu mizacın saldırgan ve şiddete yönelik unsurlarını abartır, onu mistik destek ve doğaüstü güçle besler” (Bookchin, a.g.e, s. 176).96

Sonuçta hiyerarşi; yaşlılar, büyük adamlar, şefler ve dinsel karakterlerle yazı öncesi dönemi insanlarının toplumsal ve psikolojik yaşantılarına nüfuz olur. Cinsiyetler ve yaş grupları arasındaki tamamlayıcı birliktelikler, kişiler arası karşıtlığa ve tahakküm ilişkilerinin boy vermesine doğru bir dönüşüm yaşar. Zamanla güçlenen tahakküm ve sömürü ilişkileri, bireyler arasında var olan güvene ve eşitliğe dayanan ilişkileri aşındırmaya başlar. Paylaşma yerine sakınma duygusu; saygı yerine saldırganlık tercih edilir hale gelir. Yaşam, Bookchin’in ifadesiyle, herkesin herkese karşı savaş halinde olduğu Hobbesçu bir dünyaya indirgenir (Bookchin, a.g.e, s. 213).

İnsan kişiliği hiyerarşinin emir-komuta düzeni içerisinde böylesi bir gerilemeye maruz kalırken, toplumsal yaşam da bundan nasibini alır. Organik toplumların ilerici ilkeleri her ne kadar tamamen ortadan kaldırılamasa da esaret altına alınır. Toprağın, nesnelerin, üretim araçlarının ve ürünlerin topluluğun ortak mülkiyeti olduğuna dair algının yerine mülkiyetçi bir algı geçer. Toplumsal destek sistemleri ve telafi mekanizmaları rekabet

96 İktidarın şaman ya da büyücülerle kutsanması, binlerce yıllık tahakküm geleneğinde farklı görünümlerle tekrar ortaya çıkmaktadır: Her topluma yönetilmenin kutsal bir gerekçesi olduğuna dair sinsi bir ideoloji dayatılır. Böylelikle kişilik, gizemli bir dünyanın gücüyle esir alınır ve hiyerarşi, kutsal gerekçelerle haklı çıkarılır.

ve sömürü ilişkilerinin güçlenmesi karşısında çözülmeye başlar. Zahmetli çalışmanın dayatılmasıyla birlikte insan kişiliği emek gücü haline gelir.